bilgiçlerin şiirleri

15 /
karall
-sana mektup-


kaleme ve kagida olan zaafima ragmen
alamamistim elime kalemi yazamamistim sana
onca sessizlikten mütevellit
dolamamistim yürekten hokkaya
akamamistim hokkadan divide
yürüyememistim divitten kagida
ve kosamamistim kagittan sana.

kagit olma serefine nail olamamisti
o koca gövedeli agac
ve sonunda ölüp ölüp
tabut olmus civisiz
topraga girmis vuslatsiz
ölümü tatmis ölü ve sessiz
bir agac gövdesi olarak animsiyordum kagitlari
sana yazacagim hayali ölüden bozma sayfalari...

ama o uzun sessizlikten sonra
bana ulasan iki satir senden
tabut olup mezara girmise
ölü tahtaya taze ruh üfledi kendinden
ve yüregimin membagindakinden
sonra hikayesi olan bir kus tuyu
kanatlandi ve kondu masama
kalemim oldu yazdi beni
akti sana mürekkepten.

besmeleyle basladi mektup
ruhum gibi kelimeler de kifayet kazandi
onca sükutu bol günden sonra
bir de kiyafet giydirdim ki onlara
hepsi de cok güzellesti
satirlar vitrini sustu kaldi

hepsinin bedelini aklimda ve yüregimde
o kutsal kavramin icini doldurarak
kayitsiz sartsiz ödüyorum
cünkü tek gecerli bedel yürek damgali
sonra uzunca düsünüp kendime soruyorum
soru da su ki: akla mi sormali?
sonra dipsiz üc nokta...
hayir sormamali!!!

ikisi de ayri semalarin günesi
dehlize takilinca anliyor insan
baslar onlarin güresi
bu nasil bir harp ya rab
yüregin ve aklin durduraksiz bu isi
yok benzeri yok esi.

akil cirpinir
cirpindikca batar
yürek te galip gelir
baslar ve yazar...




onununkoru
terastaydım
elimde yeni yakılmış sigara
gölgeden köprüler geçiyordum
güneş batsa ölecektim
ki batacaktı
tek kurtuluş yolum için
sadece ağladım.
nerobianco
hayalleirm vardı geldim viyanaya
üniversiteyi avrupada okuma ayağına
şimdi ise elimde defter kağıtla
yalvarıyorum almanca bilen eski kız arkadaşa
allah için bir kaç cümle daha çevir de ver bana..


melankomik
seni seviyorum.
bir çocuk üşüyor içimin soğuğunda.
şarkılar acımı dindiremese de,
sen sevdirdiğin için dinliyorum.
kuşlar kayboluyor karanlığımda,
bir gece daha kavuşurken güneşine;
içinde sen olan her şeyi düşünüyorum..
seni seviyorum.
sana benzeyen herkesi güzel kabul ediyorum.
senin gibi düşünen herkesi zeki.
ve seni tanıdığım ilk günden beri,
seni düşünmeden uyuyamıyorum.
seni düşünmek istemediğim zamanlarda;
nefes alamıyorum.
seni seviyorum.
her saniyem seninle olsun istiyorum.
uzaktayken sesini yanındayken nefesini özlüyorum.
seni seviyorum.
seni yaşadıkça kendimi tanıyorum.
ne zengin olmak ne de meşhur olmak gibi hayallerim kalmadı.
gözlerinde kaybolmak kadar çok isteyemiyorum hiçbir şeyi…
senin için olunca dünyanın en güçlü insanıyım.
ve senin gözünde değerli olmak kadar ilgilendirmiyor diğerleri.
benim gibi bencil biri…
seni seviyorum.
ruhum bedenimden ayrılıyor yanındayken.
sen bilmiyorsun ama hep susuyorum.
çünkü önceden kurduğum cümleleri bile unutuyorum.
nasıl açıklanır bilmiyorum…
her şeyin bir anda değişmesi,
güneşin batmak için seni beklemesi…
seni seviyorum.
sadece süslü cümleler kurmak için oynamıyor kalemim;
anlatamıyorum…
bir şiir tutup çıkarıyorum bazen içimden;
iki kelimesinden biri sen.
bir bilsen nasıl…
seni seviyorum.


rintruz
gördüğümü sandığım yerler çok uzak
avuçlarımda telaşsız yitmeler
sadece kendi içinde sevginin
kendi ağırlığınca konuklar
varlığımda birikir yaslanmalar
yas bu ya mutlaka biri düşecek sayfadan
kan damlatarak yarınlara
hüzün içimde kaldı
yalan sözler duvarlarda
hiç anlaşmadım oysa kirpiklerimle
bir veda diye
koruyamayacağım bir iklim örtüsü üzerimde
bir yere gitmek
o yerde kalmak
hüzün bitene
sevgi yeşerene dek o
anlaşmazlık çivisine asılı yaşamak ne kadar zorsa o kadar yakındır
et kemiğe,bilene...
r.u.
rintruz
kan_sa(yar)

yoruldum...
kelime kelime örmekten günleri
başucumdan hiç eksik olmayacak o şişe biliyorum
kanatsız sıralandı hüzünler
ben demiştim yamalıdır artık günler

damarlarımda biriken her kayıp
dibe çeker beni
yoruldum beklemekten sevinci


lime lime edilir kelimelerim
bıçaklanır düşlerim
yoruldum


bir akşam vakti
kaşlarımın ortasında oturur buldum seni
gözlerim netti sana bakarken
alnımda ne tür bir sıfatın yanındaysa artık adın
sayfalarda ruhsatsız bir yerleşimdir hesabın
nafile telaşlara düşer nazarlar
korunaksız kulübelerde beklenir o an

o an

düşlere gebeydi sevdalar
yarınları çıkarttım göbeğimden


başım boş bir sayfada
kan sayar

r.u.
wereyda
baktın
bakı$ın gözlerimden vergi aldı

yıldızsız planetoryumda yaldızsız bir kuyum $imdi tanrı
nareke ezgisi duyuluyor, dü$üyor göğünden kirpiklerin
tenin tenimde tundra / tenin tenimde kaçak i$çi
seriliyoruz biz ve sen,
susuyorsun ve altyazıların a$kça.

buna ben sava$ diyorum
sen hayat diyorsun, yava$ça..

^kanserken - ’07, istanbul..^

el menzile beynel menzileteyn
sacma guzel melikcim o hortum ile yerlere su
bilmez misin son zam ile killovati kac pare su

korkma korkma vir suyu da gulizar bayram etsin
kaba gelir ise fatura dolmaya salvare su

ey gafil, ey ahmak-i beser nisyan eyle bollugu
bu cagda cenabete bile fazla, pare pare su

farazi

melik anisina...

ayrica;

(bkz: su kasidesi)
(bkz: fuzuli)
cahnabal
ketumluğumun gizil sandığında / dilbaz kadın çığlıkları
sessiz duracağım / denizler de ölür demiştin ya
inanacağım

...

deniz gümüşlenince gözlerinde gecenin
sevda dile geldi ağzında mızıkacıların
uzaktan bir gayda sesi çığıl çığıl
şişti ve söndü

sokağının kapısı maviye açılırdı bir zaman
ve papatyalar gölgesinde kokardı ellerimizin

-yamacında o tepenin gözlerin bir aralık karanlığa dalardı
sitemkar seslenirdin-

denize nazır kurulmuşsunuz toprağa
iri gövdeli iki çam
ay’a gümüş diyorsunuz
güneş’e altın
ne siz inanıyorsunuz bu yalana ne deniz

kimse susmasın diye dilinde kendine susardın
satılık öpüşler dokunduğunda tenine
dudaklarından başlardın ölmeye

salındığına bin pişman
hafif meşrep sandı bir karabatak
daldı çıktı sularına
bu denizden hayır yok

ay ışığından sürgün /on dört taze ışgın
kazınmıştı alnına
kimseler gitmesin derdin / ben giderim kendime

yaşamak ister her deniz
gözlerine gecenin gümüşlenmek
bileklerine günün
altın olup ışımak
hiç salınımsız durmak durmak

ah deniz olmak
rintruz
yansı(ma)

yağmur muydu adımlarımda hızlanan, telaşlı...

köpüklenirdi düşlerim bazalt bir burçta,

bir ben_u sen daha yaşatma sevdasında değildim oysa

ama kasım ikindisine düşürdüğüne göre yükünü

bir çisenti ile tatmin olmayacak yeryüzü

fırtına!..fırtına!..fırtına!..

(yer altı... bir sığınakta tutmalıyım düşlerimi.

ya öfkeli yağmur eritirse tümünü...)





düşüm:gülüşlerimde büyüyen bir başkaldırıyla çözmek demokrasi bilmecesini ve şaibeli bir geçmişe sahip birilerini yaralamak kendi hançeriyle...



yağmur hızlandıkça giriyorum düşlerimle bir dehlize...



avuçlarımdan kayıp gitti bir çakıl taşı

gözyaşlarıyla diri tutardı oysa coğrafyamı

emaneten farklılaşıyor şimdi kıvrımlar...



metruk da olsa bir adayı yaşanabilir kılacaktım

o uzaktaki ümit ışığı aydınlatacaktı adamızı

bir gül fidesi dikemez miydim yani

hıdrellezde tutturmak için dalına bir dilek

esmer günleri sarışın bir hüzün sarmalasın

kıyıdaki kadırgaydı beni kaf dağı’na götürecek...



işte başladı öfkeyle yağmaya...

fırtına çıktı ve çıkardı ortaya gerçekleri...



gerçekler çekiştirmeye başladı eteğimi,

şimdi korku parkına düşürmeye çalışıyor birileri beni

bilirim bu oyunları

önce öykündüğüm dizeler bir bir kurşunlanacak,

sonra adım anılacak ölümcül tezgahlarda ,

sonra... sonrasını hepimiz biliyoruz,sözde bir mahkeme kurulacak

ve beynim karış karış aranacak .

hüküm: karanlık odaya tek kurşun...

ve gerekçeleri:

<şimdi gazete sütunlarında bir direnişin öyküsü diye yazarlar. hayır biz öldürmedik o düşlerinin kurbanı...>



oysa bilinmez bu düşüşler biletir sevdamı...



eskiyor saatler, fırtına dindi.



yön verebilir sanırım bu kent yağmur sularıyla

adresi yutulan bir köy evine.



dicle uyumaz fırtına da bile , hayat verir berraklığıyla kimliksizlere.

uyutulanlar bilmez tabi hevsel bahçelerinde kaç gülün solduğunu.

sahi yüksek rakımlı bir kentte kaç gül solar?

.............................ve panayır yerlerinde ki solgun yüzler.





(kırk sekiz dakika olmuş düşlerimi sığınaktan çıkaralı)



işte düşlerim eskisi gibi güçlü hala,

yağmurlar eritemedi...

o kurşun da karanlıkta boşluğa sıkıldı sanırım,

bir öykü kahramanı yapamadınız beni...



günler ... aylar... yıllar...

eskiyen yüzünüzde yenilenen bir belayım ben...



r.u.
independence
sagnak bir yagmur altinda yitirdim cocuklugumu
di$arida gok gurluyordu ve ben korkmuyordum
sonunda anladim
buyumu$tum.

seneler gecti
kuf kokmaya ba$ladi her yer
toprak kokmaya
birileri fatiha okuyordu elleri iki yanda
sonunda anladim
olmu$tum

ilk defa bu ba$lik altina yazmanin verdigi haz ile ucuncu nesil sari$in liseli citir bilgice selam ederim.
kirlisakal
selam

kul olunası bir hakk
sevilesi bir aşk
dalınılası bir derya
imrenilesi bir fakirlik
esritici bir zenginlik
söylenesi bir söz
güzelleştiren bir hâl
o hâlden gelen kâl
gidilesi bir yol

tutanlara selam olsun...
rintruz

ölü kuşlar


bilmez kuşların ne vakit öleceğini peştemallenen deli zamanda..kuyulara atılan taş hesabı çizelgesini darmadağın eden bu yorgunlukta.sanırki dallardan bir öykü sarkar kuyulara...ağır,körpe,dokunaklı ve acı. vahşet boynunda asılıdır oysa o ilmeği suratsız dağınıklıkta yalnızlığıyla ölçen.
yastığa bir baş işlediği görünür sonra yavaş yavaş elleri..yalannn!
kimse bir şey işlemedi gece tırmalarken düşlerini.dişlerinde anıların kırıntıları çiğnenirken yalan,nedenler örüldüğü düşlerden sızan. yalan işte birilerinin değdiği bu yalnızlığa.
yumruğu kaburgalarından yiyen bir türkü dillenirmiş yüreğinden.kimse yanlış anlamadı sözleri,emanetti kelimeler kaburgalarımda.
yalnızlığıma kulaç atacak bir gezgin sularımda kaybolur..bilmez mi ki sular dalgalandıktan sonra durulur. ateş yüzümüzde,yüzümüz aynada,göründüğünden fazlası değiliz aslında bu konuklukta.
yüreğine inme ,denizimdeki yılanların öcü bu..
bu gece damarlarıma enjekte edilecek tırnaklarıyla çizilen tınılar..
duyuyor musun aydınlığın sesini karanlığında?
duyabileceğin bir titreşim değil belki de bu yoğunlukta..
r.u.


nick nicki nickince
kuş

i.

gece gece,
bir kuş kondu pencereme.
yoktan var oldu sanki
zifiri karanlığın içinde
parladı tüyleri inci gibi.
soğuktu hava,
açtı kuş,
üşüyordu,
açtım pencereyi,
açtı kuş,
sıcaktı içerisi;
girmedi.

çok dil döktüm
yalvardım dakikalarca,
vazgeçmedi.
“tamam” dedim,
“burda kal, gelicem birazdan”
baktı gözlerimin içine anlarmış gibi.
“bekle” dedim,
gittim bir kaç parça ekmek almak için,
kırıntılarını ekmeğin belki de,
döndüğümde
açık pencere,
ayaz içeri,
izledim
zifiri karanlıkta
parlayan tüylerini,
gidişini...
nick nicki nickince
ii.

gece gece,
o kuş girdi rûyama,
kondu pencereme
her gece gelir gibi sanki
sohbet ettik dakikalarca
birbirini tanımanın
anlaşmanın
konuşmanın tüm rahatlığıyla.

içeri girmemişti,
penceredeydi öylece.
öylece,
öyle,
asil,
alımlı,
kendi...

israr etmedim girsin diye,
bu ev onun da eviydi,
ne de olsa dinlemeyecekti,
isteseydi,
girerdi.
bıraktım istediği gibi,
vakti geldi,
pencereme kuşlar geldi,
gitti.

rûyamda izledim yine,
zifiri karanlıkta,
parlayan tüylerini,
gidişini.

hiç bir zaman benim olmadı,
benim olmadan yitti...
cahnabal
uzak yakınlaşma

yürürlükten kalkmadı henüz
çocuk yaşta kadın olmak
ve her kadının içinden bir çocuk çalmak
...
gece vakitlerinde gel otur dizlerime
ansızın
sayfa sayfa çevirelim hayatı düşlerimize
yeni alınmış kitapların
okunmamış heyecanları gibi
çekilelim birbirimize sorgusuz

başım omzunun himayesinde dinlensin

bu ilk yüzleşme
dokun
dinsin canımın can çekişleri
iplk ucu yaşamlardan

bir insan neden yaşar nef(e)sini tüketerek

damla damla inerken saçlarımdan kan ter
alnındaki dudak izlerine birikti
kıpırtısızım
çatladığı toprağı çorak yüzüm
dudaklarını çek alnımdan
mevsimi geçmeden yağsın damarlarıma kan

ensemde nefesin kuru bozkır havası yüksek sancılardan esen

tren istasyonlarında tutulan akşam nöbetleri
kaçan trenin ardından savrulan bir kaç sayfalık kül
soğuk (r)ayların kucağına terkedilen çakıl taşları
çok uzaklarda bir kızın
ağzında alevlenen yeni yetme sözcüklerden arta kalan

yanında götür gözlerinde kalan yüzümü sana daha çok yakışır

soluk benizli çocuklar
kapalı kapılar ardında makamsız şarkılar söyler
uyku saatlerine
yangın yemiş yanında sokağın başıboş dualar salınır
yüzsüz köpekler saldırı hazırlığında
boynuma bulaşmış kan kokusuna

şimdi uyut yüreğini yarın elelrinde şehrime taş(ıy)acaksın
...
gelişine bir anlam veremedim
gidişine alışamadım
bekletme
aşkın kapı eşiğinde yaşayamıyorum
dersaadet
mağrur bir ırmak geçiyordu kalbimin coğrafyasından
her ırmak kadar asi
ve mahcub
günahlığından musdarib her günah gibi
ne vakit değse gözlerin gözlerime
içimde bir inşirah
belliki cennetten geliyordu
bir ırmak işte
her mevsim yağdıkça ben bahar tazeleğinde
mutedil bir akışla sana dökülüyordu

gittin
günüm gecem uykum
tadım tuzum bi yana
tenimin serinliğini alıp gittin
şimdi hangi su
hangi yağmur doldurur bu menfur boşluğu
gittin ve anladım
sırrı ateşmiş aşkın
ayrılıksa
bitimsiz bir çöl susuzluğu

sen gideli kalemime vuruyor efkârım
kırık dökük cümleler kuruyorum öznesi sen
sol yanımda kederli bir şair sancısı
ceplerimde aşka muhalif sloganlar
her satırda gidişinden dem vurup
umarsızlığına göndermeler yapıyorum
biliyorum beyhude
birşey söylemez kelimelerim biliyorum
öyle yabancıyımki aynalara
kendi dilimden ben bile anlamıyorum

sustun
bana yangın yeri sustuğun her söz
müzmin acılar düğümlendi canıma
korkuyorum
yanacak dokunduğum yerler
ateşten libaslar biçildi ruhuma
binlerce günaha bulaşmışken ellerim
cehennemin gölgesi düşmüşken ardıma
bilmem
yakışır mı dilime
serinliğim olur mu ibrahimî bir dua

yitik kuyuların mahkumu artık sende bulduğum yusuf
firari bir tebessüm içimdeki züleyha
omuzlarımda bunca ıstırap yükü
her gün biraz daha eksiliyorum
biraz daha küsüyorum mutluluk mefhumuna
söylesene sevdiğim
eski bir fotoğraf mı şimdi tüm yaşanmışlar
lügatlarda izahı bulunmazken halimin
hangi şiir hangi şarkı anlatsın beni
terkedilmiş evler gibi yalnızım
perişanım kaybedilmiş savaşlar kadar
rintruz
nabzım yerde atar


geçinmezlik aceleciliğinde tüm yontulmuş taşlara,

savurmak istenilen yerlere yabancıyım.

bir oyun olabilir mi bu düşüşler?

sandığın resme vurgun değil düşlerim

kanalına sahip çıkmayan böcekler gibi

kımıldayıp durdun başımda


sana yüreğimi açacağıma nasıl inandın...



nabzım yerde atar şimdi

korunaksız bir odada,damarıma enjekte edildi şeker

neymiş efendim,hayat şekermiş



kelamsız göz ucu değmeleri yastığa iliştirildi.

dudağımın sağ kenarındaki küfrü göremedin mi?

ne eziyetti oysa,saat başı titremeleri yüreğimin

kan aktı tüm hesaplara

beklediğin bir sonuç çıkmadı değil mi bakışlarımdan?



nabzım sende atar şimdi

yalan

nabzım hep bende atar

gülüşlerimde kaybolup giden yabancı ülkeler


r.u.


15 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol