(bkz: talas savaşı)
hoşgelmiş. kendisine buradan bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.
(bkz: rcimun)
iki ukdeden birine not olarak düşülmüş kelime.
"her emir özgürlüğün suratında patlayan bir tokattır!"
(bkz: gitme)
bir benzeri için, yine berkeley gibilere özgü ve berkeley gibiler tarafından türetilmiş olmakla beraber vazgeçilmezdir, alkışlanasıdır bu da:
düşünemiyorum öyleyse düşünürmüş gibi yapayım
düşünemiyorum öyleyse düşünürmüş gibi yapayım
berkeley’in söylemi bu olsa gerek. doğrusunun ’düşünüyorum öyleyse varım’ olmasına rağmen, berkeley kendisinin zaten varolduğunu düşünmüş, başkalarının yokluğundan bahsetmiştir. kendisini üstün görmeye, yükseltmeye, yüceltmeye ve kaçınılmazdan kaçmaya, gerçekleri göz ardı etmeye yönelik bu görüşüyle berkeley alkışlanasıdır.
ilhan selçuk’un köşe yazılarından derleme eser.
(bkz: düşünüyorum öyleyse vurun)
meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi,
kıralın şövalyesi,
sermayenin altın sesi,
ve allahın peskoposu!
nazım hikmet berkeley’e bu dizelerle hakaretlerin en büyüğünü etmiştir aslında, ama berkeley gözlerini yumup allahın peskoposluğunu yapmaya devam etmiştir. zaten berkeley için bunlar ne de olsa övgüdür; yapsındır, zaten anca onu yapar. yiyorsa halkın peskoposluğunu yapsındır diyeceğim, ama halk berkeley düşündüğü için vardır ne de olsa, yoksa yoktur aslında.
(bkz: düşünüyorum öyleyse var)
kıralın şövalyesi,
sermayenin altın sesi,
ve allahın peskoposu!
nazım hikmet berkeley’e bu dizelerle hakaretlerin en büyüğünü etmiştir aslında, ama berkeley gözlerini yumup allahın peskoposluğunu yapmaya devam etmiştir. zaten berkeley için bunlar ne de olsa övgüdür; yapsındır, zaten anca onu yapar. yiyorsa halkın peskoposluğunu yapsındır diyeceğim, ama halk berkeley düşündüğü için vardır ne de olsa, yoksa yoktur aslında.
(bkz: düşünüyorum öyleyse var)
halt etmiş piskopostur, nazım hikmet ’berkley’ adlı şiirinde berkeley’e nasıl da halt etmiş olduğunu bir güzel anlatmaktadır, ama berkeley anlar mı? tartışılır, hatta tartışılmaz çünkü berkeley anlamaz; ne de olsa gözlerimizi kapattığımızda çevremizdeki hiçbir şey gerçekten orada değildir ona göre. nazım’ı ve nicesini çevrelemiş, çevreleyen ve çevreleyecek dört duvara ne demeli o zaman, gerçekten yoklar onlar değil mi? berkeley bu yüzden halt etmiştir.
(bkz: george berkeley)
(bkz: george berkeley)
bir nazım hikmet şiiri
behey
berkley!
behey on sekizinci asrın filozof peskoposu.
felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir.
behey
berkley,
behey allahın
cebrail şeklindeki ezraili,
behey on sekizinci asrın en filozof katili!
hâlâ geziyor iskoçya köylerinde
adımlarının sesi.
hâlâ uluyor adımlarının sesine
tüyleri kanlı bir köpek.
hâlâ
her gece titreyerek
görüyor gölgeni iskoçya köylüleri
evlerinin
camlarında!
hâlâ
kanlı beş parmağının izi var
o beyaz buzlu camlar gibi şimal akşamlarında!
behey
berkley!
behey meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi,
kıralın şövalyesi,
sermayenin altın sesi,
ve allahın peskoposu!
felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir!
her kelimen
kelepçelerken
bileklerimizi,
kıvrılan
bir yılan
gibi satırların
sokmak istiyor yüreklerimizi.
beli hançerli bir isaya benziyor resmin.
sivriliyor kitaplarından ismin
sivri yosunlu ucundan
kızıl kan
damlıyan
yeşil bir diş gibi.
her kitabın
diz çökmüş önünde rabbın
kara kuşaklı bir keşiş gibi..
sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın,
inandıracaktın?
biz isanın vuslatını bekleyen
bir rahibe değiliz ki!
behey
berkley!
behey tilkilerin şahı tilki!
çalarken satırların zafer düdüğü,
küçük bir taş parçasının en küçüğü
imparatorların imparatoru gibi çıkınca karşısına,
hemen anlaşmak için
bir kapı açıyorsun,
binip allahının sırtına
soldan geri kaçıyorsun!
kaçma dur!
her yol romaya gider,
— bu belki doğrudur —
fakat
fikri evvel gören her felsefenin
safsata iklimidir yelken açtığı yer!
bu bir hakikat
— hem de mutlak cinsinden — !
işte sen
işte senin felsefen:
sen o sarı kırmızı rengini gördüğün
cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün
parlak
yuvarlak
elmaya:
«fikirlerin bir
terkibidir,»
diyorsun!
dışımızda bize bağlanmadan
var olan
varlığı
inkâr ediyorsun!
şu mavi deniz
şu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi,
kendi kendinden aldığın fikirlerdir, öyle mi?
mademki kendi fikrindir yüzen gemi,
mademki kendi fikrindir umman,
ne zaman var,
ne mekân!
ne senin haricinde bir vücut
ne senden evvel kimse mevcut,
ne senden sonra kâinat baki
bir sen
bir de allah hakikî.
lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı!
senin dışında değil miydi
kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı?
yoksa kendi altında sen
kendinle mi yattın?
diyelim ki senden evvel baban yok
isa gibi.
yine fakat bacakları arasından çıktığın
meryem gibi bir anan da mı yok!
diyelim ki yapyalnızsın
turu sinada musa gibi,
ne yazık! tevratını okuyan da mı yok!
çok yalan söylemişsin çok.
sen emin ol ki berkley
— olmasan da zarar yok —
bu şire benzer yazıda hissene düşen şey:
biraz alay
biraz şaka
ve birkaç tokat
— eldivensiz cinsinden —
neyleyim?
neşe kavganın musikisidir.
kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz
neşenin çelik ahengini duymayan adam;
neşe ... iyi şeydir vesselam,
— baş döndürmezse eğer —
ve işte bizimkiler
güldüler mi,
ağız dolusu gülüyorlar.
kabahat onların kuvvetinde:
yoksa ne sende
ne de bende!
dinle berkley!
— dinlemesen de olur —
biz dinleyelim:
beynimiz bal yoğuran
bir kovan.
ona balı dolduran
arıdır hayat.
aldığımız hislerin
sonsuz derin
pınarıdır kâinat!
kâinat geniş
kâinat derin
kâinat uçsuz bucaksız!
biz onun parçaları,
biz ondan doğan bir sürü bacaksız!
biz o bacaksızların
— anasını inkâr etmeyen cinsi —
çünkü biz
emredenlere emir verenlerden değiliz!
bağlıyız toprağa
kalın halatlar gibi kollarımızla!
çelik dişleri şimşekli çarklılar
koparırken kara toprağın esrarını,
biz
seyretmedeyiz
cihan içinden cihanların
doğuşunu;
kehkeşanların
gümüş aydınlığında!
görmüşüz,
görmedeyiz
yılların yollarında toprak oluşunu
kızıl kadife dudaklı kızların!
çiziyor hareketi gözlerimize
sonsuz maviliklerde
kuyrukluyıldızların
sırma saçlarından kalan izler.
her habbe koynunda bir kubbeyi gizler!..
şu denizler,
şu denizlerin üstünde denizler gibi esen,
rüzgârların uğultusu.
şu ipi kopmuş
inci bir gerdanlık gibi damlayan su,
şu bir damla su,
uzaklaştıkça, yaklaşılan
hakikati gizler..
her yeni ummanla beraber
bir yeni imkân!
kâinat geniş
kâinat derin
kâinat uçsuz bucaksız!
behey!
berkley!
behey bir karış boyuna bakmadan
karpatları inkâr eden cüce!
ahrete gittiysen eğer
oradan bir taç gönder,
süslemek için allahının kafasını!
fakat buradan
topla hemen tarağını tasını,
haraç mezat!
haraç mezat!
götür pazara bir pula sat:
topraktaki saltanatın
göğe çıkan tahtını!
yok üstünde tabiatın
tabiattan gayri kuvvet!..
tabiat geniş
tabiat derin
tabiat uçsuz bucaksız!..
behey
berkley!
behey on sekizinci asrın filozof peskoposu.
felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir.
behey
berkley,
behey allahın
cebrail şeklindeki ezraili,
behey on sekizinci asrın en filozof katili!
hâlâ geziyor iskoçya köylerinde
adımlarının sesi.
hâlâ uluyor adımlarının sesine
tüyleri kanlı bir köpek.
hâlâ
her gece titreyerek
görüyor gölgeni iskoçya köylüleri
evlerinin
camlarında!
hâlâ
kanlı beş parmağının izi var
o beyaz buzlu camlar gibi şimal akşamlarında!
behey
berkley!
behey meyhane kızlarının kara cübbeli kavalyesi,
kıralın şövalyesi,
sermayenin altın sesi,
ve allahın peskoposu!
felsefenden tüten günlük kokusu
başımızı döndürmek içindir.
hayat kavgasında bizi
dizüstü süründürmek içindir!
her kelimen
kelepçelerken
bileklerimizi,
kıvrılan
bir yılan
gibi satırların
sokmak istiyor yüreklerimizi.
beli hançerli bir isaya benziyor resmin.
sivriliyor kitaplarından ismin
sivri yosunlu ucundan
kızıl kan
damlıyan
yeşil bir diş gibi.
her kitabın
diz çökmüş önünde rabbın
kara kuşaklı bir keşiş gibi..
sen bu kıyafetle mi bizi kandıracaktın,
inandıracaktın?
biz isanın vuslatını bekleyen
bir rahibe değiliz ki!
behey
berkley!
behey tilkilerin şahı tilki!
çalarken satırların zafer düdüğü,
küçük bir taş parçasının en küçüğü
imparatorların imparatoru gibi çıkınca karşısına,
hemen anlaşmak için
bir kapı açıyorsun,
binip allahının sırtına
soldan geri kaçıyorsun!
kaçma dur!
her yol romaya gider,
— bu belki doğrudur —
fakat
fikri evvel gören her felsefenin
safsata iklimidir yelken açtığı yer!
bu bir hakikat
— hem de mutlak cinsinden — !
işte sen
işte senin felsefen:
sen o sarı kırmızı rengini gördüğün
cilâlı derisine parmaklarını sürdüğün
parlak
yuvarlak
elmaya:
«fikirlerin bir
terkibidir,»
diyorsun!
dışımızda bize bağlanmadan
var olan
varlığı
inkâr ediyorsun!
şu mavi deniz
şu mavi denizde yüzen beyaz yelkenli gemi,
kendi kendinden aldığın fikirlerdir, öyle mi?
mademki kendi fikrindir yüzen gemi,
mademki kendi fikrindir umman,
ne zaman var,
ne mekân!
ne senin haricinde bir vücut
ne senden evvel kimse mevcut,
ne senden sonra kâinat baki
bir sen
bir de allah hakikî.
lâkin ey kara meyhanelerin sarhoş papazı!
senin dışında değil miydi
kıllı kollarında kıvranan meyhanecinin kızı?
yoksa kendi altında sen
kendinle mi yattın?
diyelim ki senden evvel baban yok
isa gibi.
yine fakat bacakları arasından çıktığın
meryem gibi bir anan da mı yok!
diyelim ki yapyalnızsın
turu sinada musa gibi,
ne yazık! tevratını okuyan da mı yok!
çok yalan söylemişsin çok.
sen emin ol ki berkley
— olmasan da zarar yok —
bu şire benzer yazıda hissene düşen şey:
biraz alay
biraz şaka
ve birkaç tokat
— eldivensiz cinsinden —
neyleyim?
neşe kavganın musikisidir.
kavgada kuvvetini kaybetmiş gibidir biraz
neşenin çelik ahengini duymayan adam;
neşe ... iyi şeydir vesselam,
— baş döndürmezse eğer —
ve işte bizimkiler
güldüler mi,
ağız dolusu gülüyorlar.
kabahat onların kuvvetinde:
yoksa ne sende
ne de bende!
dinle berkley!
— dinlemesen de olur —
biz dinleyelim:
beynimiz bal yoğuran
bir kovan.
ona balı dolduran
arıdır hayat.
aldığımız hislerin
sonsuz derin
pınarıdır kâinat!
kâinat geniş
kâinat derin
kâinat uçsuz bucaksız!
biz onun parçaları,
biz ondan doğan bir sürü bacaksız!
biz o bacaksızların
— anasını inkâr etmeyen cinsi —
çünkü biz
emredenlere emir verenlerden değiliz!
bağlıyız toprağa
kalın halatlar gibi kollarımızla!
çelik dişleri şimşekli çarklılar
koparırken kara toprağın esrarını,
biz
seyretmedeyiz
cihan içinden cihanların
doğuşunu;
kehkeşanların
gümüş aydınlığında!
görmüşüz,
görmedeyiz
yılların yollarında toprak oluşunu
kızıl kadife dudaklı kızların!
çiziyor hareketi gözlerimize
sonsuz maviliklerde
kuyrukluyıldızların
sırma saçlarından kalan izler.
her habbe koynunda bir kubbeyi gizler!..
şu denizler,
şu denizlerin üstünde denizler gibi esen,
rüzgârların uğultusu.
şu ipi kopmuş
inci bir gerdanlık gibi damlayan su,
şu bir damla su,
uzaklaştıkça, yaklaşılan
hakikati gizler..
her yeni ummanla beraber
bir yeni imkân!
kâinat geniş
kâinat derin
kâinat uçsuz bucaksız!
behey!
berkley!
behey bir karış boyuna bakmadan
karpatları inkâr eden cüce!
ahrete gittiysen eğer
oradan bir taç gönder,
süslemek için allahının kafasını!
fakat buradan
topla hemen tarağını tasını,
haraç mezat!
haraç mezat!
götür pazara bir pula sat:
topraktaki saltanatın
göğe çıkan tahtını!
yok üstünde tabiatın
tabiattan gayri kuvvet!..
tabiat geniş
tabiat derin
tabiat uçsuz bucaksız!..
onlar ki toprakta karınca,
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
onlar ki uyup hainin iğvasına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice mürtede hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir sabah vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
en bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
asırda onlar yendi, onlar yenildi.
çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için:
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
nazım hikmet ran
suda balık,
havada kuş kadar
çokturlar;
korkak,
cesur,
cahil
hakim
ve çocukturlar
ve kahreden
yaratan ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
onlar ki uyup hainin iğvasına
sancaklarını elden yere düşürürler
ve düşmanı meydanda koyup
kaçarlar evlerine
ve onlar ki bir nice mürtede hançer üşürürler
ve yeşil bir ağaç gibi gülen
ve merasimsiz ağlayan
ve ana avrat küfreden ki onlardır,
destanımızda yalnız onların maceraları vardır.
demir,
kömür
ve şeker
ve kırmızı bakır
ve mensucat
ve sevda ve zulüm ve hayat
ve bilcümle sanayi kollarının
ve gökyüzü
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarının,
sürülmüş toprağın ve şehirlerin bahtı
bir sabah vakti değişmiş olur,
bir şafak vakti karanlığın kenarından
onlar ağır ellerini toprağa basıp
doğruldukları zaman.
en bilgin aynalara
en renkli şekilleri aksettiren onlardır.
asırda onlar yendi, onlar yenildi.
çok sözler edildi onlara dair
ve onlar için:
zincirlerinden başka kaybedecek şeyleri yoktur,
denildi.
nazım hikmet ran
bir nazım hikmet şiiri
anası bir oğlancık doğurdu bana;
kaşsız, sarı bir oğlan,
masmavi kundağında yatan
bir nur topu, üç kilo ağırlığında.
benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu korede,
sarı ay çiçeğine benziyorlardı.
makartır kesti onları,
gittiler ana sütüne bile doymadan
benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu yunan zindanlarında,
babaları kurşuna dizilmiş.
bu dünyada ilk görülecek şey diye
demir parmaklığı gördüler.
benim oğlan
dünyaya geldiği zaman
çocuklar doğdu anadoluda,
mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
bitlendiler doğar doğmaz
kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
benim oğlan
benim yaşıma bastığı zaman,
ben bu dünyada olmıyacağım,
ama harikulâde bir beşik olacak dünya,
siyah,
beyaz,
sarı
bütün çocukları
sallıyan
mavi atlas döşekli bir beşik.
anası bir oğlancık doğurdu bana;
kaşsız, sarı bir oğlan,
masmavi kundağında yatan
bir nur topu, üç kilo ağırlığında.
benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu korede,
sarı ay çiçeğine benziyorlardı.
makartır kesti onları,
gittiler ana sütüne bile doymadan
benim oğlan
dünyaya geldiği zaman,
çocuklar doğdu yunan zindanlarında,
babaları kurşuna dizilmiş.
bu dünyada ilk görülecek şey diye
demir parmaklığı gördüler.
benim oğlan
dünyaya geldiği zaman
çocuklar doğdu anadoluda,
mavi gözlü, kara gözlü, elâ gözlü bebeklerdi.
bitlendiler doğar doğmaz
kim bilir kaçı sağ kalır mucize kabilinden.
benim oğlan
benim yaşıma bastığı zaman,
ben bu dünyada olmıyacağım,
ama harikulâde bir beşik olacak dünya,
siyah,
beyaz,
sarı
bütün çocukları
sallıyan
mavi atlas döşekli bir beşik.
kendisine ’subcomandante’ demesi ona karşı antipati uyandırmaktadır içimde. hele de "ben comandante değilim, ama subcomandateyim" demesi kendisini daha bir sevilmez yapmaktadır, sahte olduğunu kanıtlamaktadır. bu da yetmiyormuş gibi motosiklet günlükleri olayına girmesi ’marcos ve che kompleksi’ adlı tezimi doğrulamaktadır. otonomistlerin hiyerarşiyi reddetmesi, gizli değil açık olması gerekir, marcos ise bir sır. bilmiyorum aslında... tek bildiğim marcos’un binbaşı ernesto’dan bile yararlanabilmiş olan kapitalizme yararıdır, sistemin ekmeğine süreceği baldır. bundan çok değil, en fazla yirmi yıl sonra subcomandantenin resimlerinin basılmış olduğu posterler, giysiler vs. görürsek şaşırmamalıyız. daha adını söylesen kimden bahsettiğini anlamayacak insanların ’resmini’ görünce tanıyacakları biri olduysa comandante bile, vay halimize; subcomandante neler olacak bakalım. merak, endişe ve yüzümüzde salakça bir sırıtışla bekliyoruz.
not: bilmiyorum, herkes seviyor bu sub’u. ben sevmiyorum, hatta yanlış yaptığını, popülist, şov adamı olduğunu düşünüyorum. demek ki bir eksiğim var, herkes bayıldığına göre. ama kendisi kendi özgürlüğünü kısıtlayan biri benim ya da halkın adına özgürlüğü savunamaz, kendisi özgür olmadan özgürlük için başkalarının adına savaşamaz. madem che’ye özeniyor... çıkarsın kar maskesini, adam gibi içsin piposunu, gerçek adını kullansın! che öyle yapıyordu ne de olsa.
not2: tamam güzel yazıyor, konuşuyor, iyi işler yapıyor. ama neden şov yapıyor ki?
not3: #569572
not: bilmiyorum, herkes seviyor bu sub’u. ben sevmiyorum, hatta yanlış yaptığını, popülist, şov adamı olduğunu düşünüyorum. demek ki bir eksiğim var, herkes bayıldığına göre. ama kendisi kendi özgürlüğünü kısıtlayan biri benim ya da halkın adına özgürlüğü savunamaz, kendisi özgür olmadan özgürlük için başkalarının adına savaşamaz. madem che’ye özeniyor... çıkarsın kar maskesini, adam gibi içsin piposunu, gerçek adını kullansın! che öyle yapıyordu ne de olsa.
not2: tamam güzel yazıyor, konuşuyor, iyi işler yapıyor. ama neden şov yapıyor ki?
not3: #569572
türkiye’de olması gereken devrim sürecini anlatan ve marksist teorinin analizini yapan mahir çayan tarafından yazılmış diyalektik eser.
"devrimci propagandanın etkili olabilmesi, kitlelerin devrimci saflarına çekilebilmesi için silahlı propaganda, latin ülkeleri de dahil olmak üzere bütün geri bıraktırılmış ülkelerden çok daha fazla ülkemiz için şart ve elzemdir..."
"örgütü örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, programlar veya yaldızlı laflar değil, devrimci eylemdir."
"devrimci propagandanın etkili olabilmesi, kitlelerin devrimci saflarına çekilebilmesi için silahlı propaganda, latin ülkeleri de dahil olmak üzere bütün geri bıraktırılmış ülkelerden çok daha fazla ülkemiz için şart ve elzemdir..."
"örgütü örgüt yapan, onu kitlelere tanıtan, programlar veya yaldızlı laflar değil, devrimci eylemdir."
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?