"marksist devrim anlayışı, sürekli ve kesintisiz bir ihtilâl sürecini öngörmektedir. devrim, halkın devrimci girişimiyle -aşağıdan yukarı- mevcut devlet cihazının parçalanarak, politik iktidarın ele geçirilmesi ve bu iktidar aracılığıyla -yukarıdan aşağıya- daha ileri bir üretim düzeninin örgütlenmesidir."
(bkz: kesintisiz devrim)
marks, engels ve lenin’in yazılarından oluşan derleme yapıt. kadının kapitalizmde ezildiğine ve kapitalizm varolduğu sürece ezilmeye mahkum olduğunu anlatan, ailenin kapitalist sistem tarafından burjuvazi tarafından sömürülmek için yaratılmış olduğuna işaret eden kitabın bana kalırsa öenmli ve ilginç olan bazı kısımlarını paylaşmak istiyorum. aşağıda kitaptan yaptığım alıntılar, üç ideologtan birine ait olmakla beraber, tek bir kitapta hepsi birlikte verilmesine rağmen belki bir yerde kullanırsınız düşüncesiyle hangisinin kimin ürünü olduğunu da belirtmeden geçmiyorum.
"iki insanın ya da iki insani istencin böyle birbirine tümüyle eşit olması, yalnızca bir aksiyom (belit) değildir, aynı zamanda büyük bir abartmadır. iki insan, iki insan olarak bile, cinsiyet bakımından eşitsiz olabilir, ve bu basit olgu - bir an için çocuklaşırsak- bizi, toplumun, en basit öğelerinin iki erkek olmadığına, tersine, üretim amacıyla toplumlaşmanın en basit ve ilk biçimi olan bir aileyi kuran bir kocacık ve bir karıcık olduğuna götürür." (engels)
"burjuva evlilik, gerçekte evli kadınların ortaklaşılmasıdır. komünistler, olsa olsa, kadınların ikiyüzlüce gizlenmiş bir ortaklaşılması yerine resmî, açık yüreklice bir ortaklaşılmasını getirmeyi istemekle kınanabilirler. üstelik kendiliğinden anlaşılır ki, şimdiki üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılmasıyla birlikte kadınların onlardan doğan ortaklaşılması, yani resmî olan ve olmayan orospuluk da ortadan kalkar." (marx, engels)
"familia sözcüğü, başlangıçta bugünkü darkafalıların duygusallıktan ve evsel çekişmeden birleştirilmiş ideali anlamına gelmez; romalılarda, ilkin karı-koca ve çocukları ile değil, tersine, yalnız kölelerle ilgilidir. famulus bir ev kölesi, ve familia bir adamın olan kölelerin topu demektir. daha gaius zamanında, familia, id est patrimonium (yani kalıt payı) vasiyetnameyle belirleniyordu. deyim, romalılarca, başkanın kadını, çocukları ve belirli sayıda köleleri, hepsini, romalı babalık erkine göre öldürme ve yaşatma hakkıyla buyruğunda bulundurduğu yeni bir toplumsal organizma için türetildi." (engels)
"bununla birlikte, çocuk emeğinin doğrudan ya da dolaylı yoldan kapitalistçe sömürülmesini yaratan ana-baba otoritesi olmayıp, tersine, ana-baba otoritesinin ekonomik temelini yıkan kapitalist sömürü tarzı, bunun kullanılmasını, bir gücün kötüye kullanılması şeklinde yozlaştırmıştır. ne var ki, eski aile bağlarının kapitalist sistem altında uğradığı çözülme, ne kadar korkunç ve iğrenç görünürse görünsün, büyük sanayi, üretim sürecinde, kadınlara, gençlere ve her iki cinsiyetten çocuklara, ev alanının dışında önemli bir rol vermekle, daha üst düzeyde bir aile şekli ve cinsiyetler arası ilişki konusunda yeni bir ekonomik temel yaratır. cermen-hıristiyan aile şeklini mutlak ve değişmez saymak, birarada alındığı zaman bir dizi tarihsel gelişmenin halkaları olan, eski roma, yunan ya da doğu aile şekline bu özelliği vermek kadar saçmadır. ayrıca, her iki cinsiyetten ve her yaştan bireylerden oluşan kolektif çalışma grubunun, uygun koşullar altında, zorunlu olarak, insanı geliştiren bir kaynak halini alacağı açık bir gerçektir; oysa üretim sürecinin işçi için değil, işçinin üretim süreci için varolduğu, kendiliğinden ortaya çıkan, zalim ve kapitalistçe şekliyle bu durum, durmadan çevreye yayılan bir yozlaşma ve kölelik kaynağı olur." (marx)
"ama hiçbir devletin olmadığı bir zaman vardı; o zaman, genel bağlar, toplumun kendisi, disiplin, çalışma düzeni, alışkanlığın, geleneklerin gücüyle, soybirliğindeki yaşlıların ya da çoğu zaman erkeklerle eşit haklan olan ve sık sık da daha yüksek bir konumda bulunan kadın üyelerin otoritesiyle ya da saygınlığı ile sürdürülüyordu, o zaman, yönetmek için hiçbir uzman, hiçbir insan kategorisi yoktu." (lenin)
bu aşağıdaki lenin’in aşk konusunda yazmış olduğu bir mektup :
sevgili dost!
size kitapçığın planını olabildiğince ayrıntılı yazmanızı üsteleyerek salık veririm. yoksa aşırı belirsiz kalır.
bir konuda düşüncemi şimdiden söylemeliyim:
§ 3 - "(kadının) aşk özgürlüğü istemi"nin kesinlikle çizilmesini salık veririm.
gerçeklikte burada proleterce değil, tersine, burjuvaca bir istem sözkonusudur.
gerçekte bundan ne anlıyorsunuz? bundan ne anlaşılabilir?
1. aşkta maddi (mali) hesaplardan mı kurtuluş?
2. maddi kaygılardan mı?
3. dinsel önyargılardan mı?
4. babanın vb. yasağından mı?
5. "toplum"un önyargılarından mı?
6. çevrenin (köylü ya da küçük-burjuva ya da aydın-burjuva çevrenin) sınırlı ilişkilerinden mi?
7. yasanın, yargının ve polisin zincirlerinden mi?
8. aşkta ciddilikten mi?
9. çocuk yapmaktan mı?
10. zina özgürlüğü mü? vb.
birçok derecelenmeyi (elbette hepsini değil) saydım. elbette no 8-10’u düşünmüyorsunuz; ama ya no 1-7’yi ya da no 1-7’ye benzer bir şeyi düşünüyorsunuz.
ama no 1-7 için başka bir belirleme seçilmelidir; çünkü aşk özgürlüğü bu düşünceleri tam dışavurmuyor.
ama kamu, kitapçığın okurları, tartışmasız, "aşk özgürlüğü’nden, niyetinizin tersine, genellikle no 8-10 gibi bir şey anlayacaktır.
bugünkü toplumda en geveze, en çok gürültü koparan ve "yukarda görülen" sınıflar "aşk özgürlüğü"nden no 8-10’u anladıkları için, tam bunun içindir ki, bu proleterce değil, tersine, burjuvaca bir istemdir.
proletarya için her şeyden önce no 1 ve 2, ve sonra no 1-7 önemlidir; ama aslında bu "aşk özgürlüğü" değildir.
sizin öznel olarak bundan ne "anlamak istediğiniz" söz-konusu değildir. aşk konularında sınıf ilişkilerinin nesnel mantığı sözkonusudur.
dostça ellerinizden sıkarım!
v.i.
"iki insanın ya da iki insani istencin böyle birbirine tümüyle eşit olması, yalnızca bir aksiyom (belit) değildir, aynı zamanda büyük bir abartmadır. iki insan, iki insan olarak bile, cinsiyet bakımından eşitsiz olabilir, ve bu basit olgu - bir an için çocuklaşırsak- bizi, toplumun, en basit öğelerinin iki erkek olmadığına, tersine, üretim amacıyla toplumlaşmanın en basit ve ilk biçimi olan bir aileyi kuran bir kocacık ve bir karıcık olduğuna götürür." (engels)
"burjuva evlilik, gerçekte evli kadınların ortaklaşılmasıdır. komünistler, olsa olsa, kadınların ikiyüzlüce gizlenmiş bir ortaklaşılması yerine resmî, açık yüreklice bir ortaklaşılmasını getirmeyi istemekle kınanabilirler. üstelik kendiliğinden anlaşılır ki, şimdiki üretim ilişkilerinin ortadan kaldırılmasıyla birlikte kadınların onlardan doğan ortaklaşılması, yani resmî olan ve olmayan orospuluk da ortadan kalkar." (marx, engels)
"familia sözcüğü, başlangıçta bugünkü darkafalıların duygusallıktan ve evsel çekişmeden birleştirilmiş ideali anlamına gelmez; romalılarda, ilkin karı-koca ve çocukları ile değil, tersine, yalnız kölelerle ilgilidir. famulus bir ev kölesi, ve familia bir adamın olan kölelerin topu demektir. daha gaius zamanında, familia, id est patrimonium (yani kalıt payı) vasiyetnameyle belirleniyordu. deyim, romalılarca, başkanın kadını, çocukları ve belirli sayıda köleleri, hepsini, romalı babalık erkine göre öldürme ve yaşatma hakkıyla buyruğunda bulundurduğu yeni bir toplumsal organizma için türetildi." (engels)
"bununla birlikte, çocuk emeğinin doğrudan ya da dolaylı yoldan kapitalistçe sömürülmesini yaratan ana-baba otoritesi olmayıp, tersine, ana-baba otoritesinin ekonomik temelini yıkan kapitalist sömürü tarzı, bunun kullanılmasını, bir gücün kötüye kullanılması şeklinde yozlaştırmıştır. ne var ki, eski aile bağlarının kapitalist sistem altında uğradığı çözülme, ne kadar korkunç ve iğrenç görünürse görünsün, büyük sanayi, üretim sürecinde, kadınlara, gençlere ve her iki cinsiyetten çocuklara, ev alanının dışında önemli bir rol vermekle, daha üst düzeyde bir aile şekli ve cinsiyetler arası ilişki konusunda yeni bir ekonomik temel yaratır. cermen-hıristiyan aile şeklini mutlak ve değişmez saymak, birarada alındığı zaman bir dizi tarihsel gelişmenin halkaları olan, eski roma, yunan ya da doğu aile şekline bu özelliği vermek kadar saçmadır. ayrıca, her iki cinsiyetten ve her yaştan bireylerden oluşan kolektif çalışma grubunun, uygun koşullar altında, zorunlu olarak, insanı geliştiren bir kaynak halini alacağı açık bir gerçektir; oysa üretim sürecinin işçi için değil, işçinin üretim süreci için varolduğu, kendiliğinden ortaya çıkan, zalim ve kapitalistçe şekliyle bu durum, durmadan çevreye yayılan bir yozlaşma ve kölelik kaynağı olur." (marx)
"ama hiçbir devletin olmadığı bir zaman vardı; o zaman, genel bağlar, toplumun kendisi, disiplin, çalışma düzeni, alışkanlığın, geleneklerin gücüyle, soybirliğindeki yaşlıların ya da çoğu zaman erkeklerle eşit haklan olan ve sık sık da daha yüksek bir konumda bulunan kadın üyelerin otoritesiyle ya da saygınlığı ile sürdürülüyordu, o zaman, yönetmek için hiçbir uzman, hiçbir insan kategorisi yoktu." (lenin)
bu aşağıdaki lenin’in aşk konusunda yazmış olduğu bir mektup :
sevgili dost!
size kitapçığın planını olabildiğince ayrıntılı yazmanızı üsteleyerek salık veririm. yoksa aşırı belirsiz kalır.
bir konuda düşüncemi şimdiden söylemeliyim:
§ 3 - "(kadının) aşk özgürlüğü istemi"nin kesinlikle çizilmesini salık veririm.
gerçeklikte burada proleterce değil, tersine, burjuvaca bir istem sözkonusudur.
gerçekte bundan ne anlıyorsunuz? bundan ne anlaşılabilir?
1. aşkta maddi (mali) hesaplardan mı kurtuluş?
2. maddi kaygılardan mı?
3. dinsel önyargılardan mı?
4. babanın vb. yasağından mı?
5. "toplum"un önyargılarından mı?
6. çevrenin (köylü ya da küçük-burjuva ya da aydın-burjuva çevrenin) sınırlı ilişkilerinden mi?
7. yasanın, yargının ve polisin zincirlerinden mi?
8. aşkta ciddilikten mi?
9. çocuk yapmaktan mı?
10. zina özgürlüğü mü? vb.
birçok derecelenmeyi (elbette hepsini değil) saydım. elbette no 8-10’u düşünmüyorsunuz; ama ya no 1-7’yi ya da no 1-7’ye benzer bir şeyi düşünüyorsunuz.
ama no 1-7 için başka bir belirleme seçilmelidir; çünkü aşk özgürlüğü bu düşünceleri tam dışavurmuyor.
ama kamu, kitapçığın okurları, tartışmasız, "aşk özgürlüğü’nden, niyetinizin tersine, genellikle no 8-10 gibi bir şey anlayacaktır.
bugünkü toplumda en geveze, en çok gürültü koparan ve "yukarda görülen" sınıflar "aşk özgürlüğü"nden no 8-10’u anladıkları için, tam bunun içindir ki, bu proleterce değil, tersine, burjuvaca bir istemdir.
proletarya için her şeyden önce no 1 ve 2, ve sonra no 1-7 önemlidir; ama aslında bu "aşk özgürlüğü" değildir.
sizin öznel olarak bundan ne "anlamak istediğiniz" söz-konusu değildir. aşk konularında sınıf ilişkilerinin nesnel mantığı sözkonusudur.
dostça ellerinizden sıkarım!
v.i.
bakunin, devlet ve anarşi adlı kitabında şöyle der:
"ya da, sorunu ulusal bir bakış açısından ele alacak olursak, o zaman, alman proletaryasını kendi burjuvazisine kölece bir bağımlılık içine sokan aynı nedenlerle, slavların da, almanlar bakımından, alman proletaryasına kölece bir bağımlılık içinde olacağını düşünebiliriz."
marx ise bakunin’e cevap olarak yazdığı ’devlet ve anarşi kitabı üzerine düşünceler’de bakunin’in bu tespitini "okul çocuklarına yaraşır bir saçmalık" olarak nitelendirir.
marx ve bakunin arasındaki bu anlaşmazlık, uzlaşmazlık, anarşistlerin marx ve engels’i birer öcü gibi görmesine -her ne kadar kapital’i okuyup, onlardan feyzalsalar da- yol açmış; anarşistlerle marksistlerin bir uzlaşıya varmasında da sorun olmuştur. marx ve bakünin birbirlerini ve düşüncelerini bu yönden sevmezler. belki bunun bir nedeni de marx’ın bakünin kadar özgürlükçü olmayışı ya da bakünin’den çok daha rasyonalist oluşudur. çünkü marx bir bilim adamıdır ve marksizm yalnızca olacakları söyler, marx’ın olmasını istediklerini değil. marksizm (dolayısıyla marx) gelecek hakkında öngörüde bulunurken, bakünin yalnızca kendi gönlünden geçeni anlatmaktadır.
"ya da, sorunu ulusal bir bakış açısından ele alacak olursak, o zaman, alman proletaryasını kendi burjuvazisine kölece bir bağımlılık içine sokan aynı nedenlerle, slavların da, almanlar bakımından, alman proletaryasına kölece bir bağımlılık içinde olacağını düşünebiliriz."
marx ise bakunin’e cevap olarak yazdığı ’devlet ve anarşi kitabı üzerine düşünceler’de bakunin’in bu tespitini "okul çocuklarına yaraşır bir saçmalık" olarak nitelendirir.
marx ve bakunin arasındaki bu anlaşmazlık, uzlaşmazlık, anarşistlerin marx ve engels’i birer öcü gibi görmesine -her ne kadar kapital’i okuyup, onlardan feyzalsalar da- yol açmış; anarşistlerle marksistlerin bir uzlaşıya varmasında da sorun olmuştur. marx ve bakünin birbirlerini ve düşüncelerini bu yönden sevmezler. belki bunun bir nedeni de marx’ın bakünin kadar özgürlükçü olmayışı ya da bakünin’den çok daha rasyonalist oluşudur. çünkü marx bir bilim adamıdır ve marksizm yalnızca olacakları söyler, marx’ın olmasını istediklerini değil. marksizm (dolayısıyla marx) gelecek hakkında öngörüde bulunurken, bakünin yalnızca kendi gönlünden geçeni anlatmaktadır.
bakunin’in 1873’te yayınlanan kitabı.
"her türden devletin -hatta işçilerin kendi elleriyle kurdukları devletlerin bile- ordusu, polis gücü, hapishanesi varsa bu tiranlıktır."
"her türden devletin -hatta işçilerin kendi elleriyle kurdukları devletlerin bile- ordusu, polis gücü, hapishanesi varsa bu tiranlıktır."
"en ateşli devrimciyi alın, ona mutlak iktidar verin, bir yıl içinde çar’dan daha beter olacaktır." sözünün sahibi rus anarşist düşünür. devlet fikrine, nasıl olursa olsun tamamen karşıdır.
marx’la birbirlerine sıkı sıkıya muhalif olan bakünin hakkında marx "yıkmak, yıktığının yerine bir yenisini koymamak. işte bakünin felsefesi, işte anarşizm." demiştir. bakünin’se marx’ın bu iddiasını zaten kabul etmekte, hatta bunu gurur verici bir şey olarak görmektedir. bakünin, "yok etme tutkusu aynı zamanda yaratıcı bir tutkudur" diyerek bu konudaki görüşünü açıkça belirtmiştir.
marx’la birbirlerine sıkı sıkıya muhalif olan bakünin hakkında marx "yıkmak, yıktığının yerine bir yenisini koymamak. işte bakünin felsefesi, işte anarşizm." demiştir. bakünin’se marx’ın bu iddiasını zaten kabul etmekte, hatta bunu gurur verici bir şey olarak görmektedir. bakünin, "yok etme tutkusu aynı zamanda yaratıcı bir tutkudur" diyerek bu konudaki görüşünü açıkça belirtmiştir.
"...işçi paris, komün’ü ile birlikte, yeni bir toplumun şanlı öncüsü olarak her zaman yüceltilecektir. şehitlerinin anısı, işçi sınıfının büyük yüreğinde sevgi ve saygı ile korunmuştur. katliamcılarına gelince, tarih onları daha şimdiden sonsuz bir teşhir direğine çivilemiştir, ve rahiplerinin tüm duaları onların günahlarını bağışlatamayacaktır."
karl marx
karl marx
uluslararasi emekçiler derneği genel konseyinin 1871’de fransa’da iç savaş üzerine çağrısı
(karl marx tarafından kaleme alınmıştır)
18 mart sabahı, paris şu gökgürültüsü ile uyandı: vive la comune! peki ama komün, burjuva sağduyusunu böylesine tedirgin eden bu sfenks nedir?
"başkent proleterleri, diyordu 18 mart günü bildirgesinde merkez komitesi, yönetici sınıfların güçsüzlük ve döneklikleri ortasında, onlar için kamu işlerinin yönetimini ele alarak durumu kurtarma zamanının gelmiş bulunduğunu anlamışlardır."
ama işçi sınıfı devlet makinesini olduğu gibi almak ve onu kendi hesabına işletmekle yetinemez.
sürekli ordu, polis, bürokrasi, din adamları ve yargıçlar gibi, sistemli ve aşamalı bir işbölümü planına göre biçimlendirilmiş, her yerde varolan organları ile merkezileşmiş devlet iktidarı, doğmakta olan burjuva topluma, feodalizme karşı savaşımlarında güçlü bir silah hizmeti gördüğü mutlak krallık çağına değin çıkar. bununla birlikte, her türlü orta-çağsal molozlar, senyörlerin ve soyluların üstünlük hakları, yerel ayrıcalıklar, belediyesel ve loncasal tekeller, taşrasal anayasalar yüzünden, gelişmesi engellenmiş bulunuyordu. 18. yüzyıl fransız devriminin dev süpürgesi bütün bu geçmiş zaman kalıntılarını silip süpürdü ve böylece toplumsal dayanağı, modern devlet kuruluşu üstyapısı karşısına çıkan son engellerden de kurtarmış oldu. modern devlet, kendisi de yarı-feodal bir nitelik taşıyan eski avrupa’nın modern fransa’ya karşı birleşme savaşlarının ürünü olan i. imparatorluk döneminde kuruldu. daha sonraki rejimler sırasında parlamenter denetim altına, yani varlıklı sınıfların doğrudan denetimi altına konmuş bulunan hükümet, sadece engin ulusal borçların ve ezici vergilerin fideliği olmakla kalmadı; otorite, çıkar, mevki gibi dayanılmaz çekicilikleri ile, bir yandan yönetici sınıfların rakip fesat komiteleri ve serüvencileri arasında uyuşmazlık nedeni oldu, ve öte yandan toplumun iktisadi değişiklikleri ile birlikte siyasal niteliği de değişti. modern sanayinin ilerlemesi geliştikçe, sermaye ile emek arasındaki sınıf karşıtlığı da genişliyor, yoğunlaşıyor, devlet iktidarı gitgide sermayenin emek üzerindeki ulusal bir iktidar, toplumsal kölelik ereklerine göre örgütlenmiş toplumsal bir güç, bir sınıf egemenliği aygıtı niteliğini kazanıyordu. sınıflar savaşımında bir ilerleme gösteren her devrimden sonra, devlet iktidarının salt bastırıcı niteliği gitgide daha açık bir biçimde ortaya çıkıyordu. 1830 devrimi, hükümeti toprak sahiplerinden kapitalistlere, işçilerin en uzak düşmanlarından en dolaysız düşmanlarına geçirdi. devlet iktidarını, şubat devrimi adına ele geçiren cumhuriyetçi burjuvalar, işçi sınıfını "toplumsal" cumhuriyetin, onların toplumsal bağımsızlığını güvence altına alan cumhuriyetten başka bir şey olmadığına inandırmak, ve burjuvalar ile toprak sahiplerinın kralcı yığınına da, hükümetin mali kaygı ve üstünlüklerini tam bir güvenlik içinde "cumhuriyetçi" burjuvalara bırakabileceklerini tanıtlamak ereğiyle, bu iktidarı haziran kıyımlarını kışkırtmak için kullandılar. bununla birlikte, biricik kahramanca haziran başarılarından sonra, artık cumhuriyetçi burjuvalara, kapkaççılar sınıfının bütün rakip fraction et faction’ları tarafından, üretici sınıflar ile şimdi açıkça ortaya çıkmış bulunan karşıtlıklar içinde kurulmuş bir koalisyon olan "düzen partisi"nin ilk saflarından artçı birliğine geçmekten başka birşey kalmıyordu. hisse senetli şirket biçimindeki hükümetlerinin upuygun biçimi, başkan olarak louis bonaparte ile birlikte, "vile multitude"e kabul edilmiş sınıf terörizmi ve özgür haksızlık rejimi olan republique parlementaire oldu. her ne kadar parlamenter cumhuriyet, bay thiers’nin dediği gibi, "onları (yönetici sınıfın çeşitli bölüntülerini) en az bölen" cumhuriyet idiyse de, buna karşılık bu sınıf ile onun seyrek safları dışında yaşayan tüm toplum arasında bir uçurum yaratıyordu. birlikleri, daha önceki hükümetler döneminde, kendi öz uyuşmazlıklarının devlet iktidarı için henüz koymuş bulundukları engelleri ortadan kaldırıyordu. proletaryanın ayaklanma tehlikesi karşısında, birleşik varlıklı sınıf, o zaman devlet iktidarını, kimsenin gözünün yaşına bakmaksızın ve çalımla, sermayenin emeğe karşı ulusal savaş silahı olarak kullandı. üreticiler yığınına karşı sürekli savaşında, varlıklı sınıf, sadece yürütme gücünü durmadan artan baskı güçleri ile donatma zorunda değil, ama kendi öz parlamenter kalesini, ulusal meclisi, yürütme gücüne karşı tüm savunma araçlarından yavaş yavaş yoksun bırakma zorunda da kaldı. yürütme gücü, louis bonaparte’ın kişiliğinde, varlıklı sınıfın temsilcilerini kovdu. "düzen partisi" cumhuriyetinin doğal ürünü, ii. imparatorluk oldu...
imparatorluğun doğrudan antitezi, komün oldu. şubat devriminin, paris proletaryası tarafından kendisi ile ilan edilmiş bulunduğu "toplumsal cumhuriyet" çığlığı, sadece sınıf egemenliğinin kralcı biçimini değil, ama sınıf egemenliğinin kendisini kaldıracak bir cumhuriyet için duyulan belirsiz bir özlemden başka birşeyi dile getirmiyordu. komün, bu cumhuriyetin olumlu biçimi oldu.
eski hükümet ikitidarının merkezi, ve aynı zamanda fransız işçi sınıfının da toplumsal kalesi olan paris, thiers ve köylüleri tarafından, imparatorluğun onlara bıraktığı o eski hükümet iktidarını onarmak ve sürdürmek için kalkıştıkları girişime karşı silaha sarılmıştı. paris, sadece, kuşatma sonucu ordudan kurtulmuş, ve onun yerine çoğunluğu işçiler tarafından oluşturulan bir ulusal muhafızı geçirmiş bulunduğu için direnebiliyordu. şimdi sürekli bir kurum durumuna dönüştürülmesi söz konusu olan şey, işte bu durumdu. bu yüzden, komünün ilk buyrultusu (kararnamesi) sürekli ordunun kaldırılması, ve silahlanmış halk ile değiştirilmesi oldu.
komün, kentin çeşitli ilçelerinden genel oy hakkı ile seçilmiş belediye meclisi üyelerinden kurulmuştu. bu üyeler sorumlu ve her an görevden geri alınabilir idiler. komün üyelerinin çoğu doğal olarak işçilerden ya da işçi sınıfının ünlü temsilcilerinden oluşuyordu. komün, parlamenter bir örgenlik değil, ama aynı zamanda hem yürütmeci hem de yasamacı, hareketli bir gövde olacaktı. merkezi hükümetin aleti olmaya devam edecek yerde, polis siyasal özniteliklerinden hemen yoksunlaştırıldı ve komünün sorumlu ve her an görevden geri alınabilir bir aleti durumuna dönüştürüldü. yönetimin tüm öbür dallarındaki görevliler (memurlar) için de aynı şey oldu. komün üyelerinden aşama sırasının en alt düzeyine değin, kamu görevi işçi ücretleri karşılığı görülecekti. yüksek devlet görevlilerinin kullanma hakları ve temsil ödenekleri, bu yüksek görevlilerin kendileri ile birlikte ortadan kalktılar. kamu hizmetleri, merkezi hükümet tarafından korunan kimselerin özel mülkiyeti olmaktan çıktı. sadece belediye yönetimi değil, ama o güne değin devlet tarafından yürütülmüş bulunan tüm girişkenlik, komünün ellerine verildi.
eski hükümetin maddi iktidar aletleri olan sürekli ordu ile polis bir kez kaldırıldıktan sonra, komün manevi baskı aletini, "rahiplerin iktidarı"nı kırma işine girişti; varlıklı kurumlar oldukları ölçüde, tüm kiliselerin dağıtılması ve kamulaştırılması buyrultusunu çıkardı. rahipler, öncelleri olan havariler gibi, müminlerin sadakaları ile yaşamak üzere, özel yaşamın dünya işlerinden dingin el çekmişliğine gönderildiler. öğretim kurumlarının tümü parasız olarak halka açıldı, ve aynı zamanda kilise ile devletin her türlü karışmasından da kurtarıldı. böylece, sadece öğretimin herkes için erişilebilir kılınması ile kalınmamış, ama bilimin kendisi de, sınıf önyargıları ve hükümet iktidarının onu vurmuş bulundukları zincirlerden kurtarılmıştı.
adalet görevlileri, daha sonra bozmak üzere, sırayla bağlılık yemini etmiş bulundukları ardarda gelen bütün hükümetlere aşağılık bağımlılıklarını gizlemekten başka bir işe yaramayan o yapmacık bağımsızlıktan yoksunlaştırıldılar. öbür kamu görevlileri gibi, yüksek adalet görevlileri ve yargıçlar da seçilir, sorumlu ve geri alınabilir olacaklardı.
paris komünü, elbette, fransa’nın bütün büyük sanayi merkezlerine örnek hizmeti görecekti. komün rejimi, paris ve ikincil merkezlerde bir kez kurulduktan sonra, eski merkezi hükümet, taşra illerinde de, yerini üreticilerin kendi kendileri tarafından hükümetine bırakma zorunda kalacaktı. komünün geliştirme zamanı bulamadığı kısa bir ulusal örgütlenme taslağında, komünün en küçük kırsal yerleşme merkezlerinin bile siyasal biçimi olacağı ve kırsal bölgelerde, sürekli ordunun, hizmet zamanı son derece kısa bir halk milisi ile değiştirileceği, açıkça söylenmiştir. her ilin kırsal komünleri, ortak işlerini ilin yönetim merkezindeki bir delegeler meclisi aracıyla yönetecek, ve bu il meclisleri de paris’teki ulusal yetkililer kuruluna milletvekilleri göndereceklerdi; delegeler her an görevden geri alınabilir ve seçmenlerinin buyurucu yetki belgesi ile bağlı olacaklardı. bir merkezi hükümete gene de kalan, az sayıda ama önemli görevler, gerçeğe aykırılığı biline biline söylendiği gibi kaldırılmayacak, ama komünsel, başka bir deyişle sıkı sıkıya sorumlu görevliler tarafından yürütüleceklerdi. ulusun birliği bozulmayacak, ama tersine, komünsel kuruluş tarafından örgütlenecekti; bu birlik, onun cisimleşmesi olduğunu ileri süren, ama, ulusun asalak bir uru olduğu halde, ulusun kendisinden bağımsız, ve onun üzerinde olmak isteyen devlet iktidarının yıkılması ile bir gerçeklik durumuna gelecekti. eski hükümet iktidarının salt bastırıcı organlarının kesilip atılması önemli olduğu halde, bunların haklı görevleri, toplumun üzerinde bir üstünlük savında bulunan bir otoriteden çekilip alınacak, ve toplumun sorumlu hizmetkârlarına verileceklerdi. genel oy hakkı, her üç ya da altı yılda bir halkı parlamentoda yönetici sınıfın hangi üyesinin temsil edeceği ve ayaklar altına alacağını kararlaştıracak yerde, tıpkı kendi işi için işçi ve yönetim personeli arayan herhangi bir işverene hizmet eden bireysel seçim hakkı gibi, komünler biçiminde örgütlenmiş halka hizmet edecekti. ve bireyler gibi, toplulukların da, gerçek işler konusunda, genel olarak herkesi kendi yerine koymasını, ve eğer bir kez bir yanlışlık yaparlarsa, onu da hemen düzeltmesini bildikleri, iyi bilinen bir olgudur. öte yandan, komün anlayışına hiçbir şey, genel oy hakkı yerine hiyerarşik bir görevlendirme geçirmekten daha yabancı olamaz...
komün, şu iki büyük gider kaynağını: sürekli ordu ile devlet memurculuğunu kaldırarak, tüm burjuva devrimlerin o ucuz hükümet sloganını gerçekleştirdi. komünün varlığı bile, sınıf egemenliğinin, hiç değilse avrupa’da olağan yükü ve vazgeçilmez maskesi olan krallığın yokluğunu öngerektiriyordu. o, cumhuriyete gerçekten demokratik kurumlar temelini sağlıyordu. ama ne "ucuz hükümet", ne de "gerçek cumhuriyet" onun son ereği idiler; bunlar onun gerekli sonuçlarından başka birşey değildiler.
komünün konusu olduğu yorumların, ve ona dayanan çıkarların çeşitliliği, daha önceki bütün hükümet biçimlerinin özsel olarak bastırıcı bir nitelik taşımalarına karşın, onun gelişmeye son derece yetenekli bir siyasal biçim olduğunu gösterir. komünün gerçek gizemi şudur: o özsel olarak bir işçi sınıfı hükümeti, üreticiler sınıfının temellükçüler sınıfına karşı savaşımının ürünü, emeğin iktisadi kurtuluşunun gerçekleşmesini sağlayan ensonu bulunmuş siyasal biçim idi.
bu son koşul olmasaydı, komünsel kuruluş bir olanaksızlık ve bir aldatmaca olurdu. üreticinin siyasal egemenliği, onun toplumsal köleliğinin sonsuzlaştırılması ile birlikte varolamaz. demek ki, komün, sınıfların varoluşunun, öyleyse sınıf egemenliğinin üstüne dayandığı iktisadi temellerin kökünü kazımak için bir kaldıraç hizmeti görmeliydi. emek bir kez kurtulduktan sonra, her insan bir emekçi durumuna gelir ve üretken çalışma bir sınıfın özniteliği olmaktan çıkar.
tuhaf şeydir. emekçilerin kurtuluşu üzerindeki son altmış yılın bütün cafcaflı söylevlerine ve tüm engin yazınına karşın, işçiler, nerede olursa olsun, kendi öz davalarını ele almaya görsünler; sanki kapitalist toplum, daha tüm çelişkileri gelişmemiş, daha bütün yalanları ortaya çıkmamış, daha pis gerçekliği gözler önüne serilmemiş de, henüz bakir suçsuzluğunun en arı durumu içinde bulunuyormuş gibi, sermaye ve ücretli kölelik gibi iki kutbu (toprak sahibi artık kapitalistin komandit ortağından başka birşey değildir) ile birlikteki güncel toplum sözcülerinin tüm savunumlu lafazanlıklarının gürlediği hemen duyulur. komün, diye haykırırlar, tüm uygurlığın temeli olan mülkiyeti kaldırmak istiyor. evet baylar, komün, büyük bir yığının emeğini birkaç kişinin zenginliği durumuna getiren bu sınıf mülkiyetini kaldırmak istiyordu. mülksüzleştiricilerin mülksüzleştirilmesini amaçlıyordu. üretim araçlarını, bugün özsel olarak emeğin köleleştirme ve sömürü araçları olan toprağı ve sermayeyi, özgür ve ortaklaşa bir çalışmanın aletleri durumuna dönüştürerek, bireysel mülkiyeti bir gerçeklik yapmak istiyordu. ama komünizmdir bu, o "olanaksız" komünizm! ne yani, egemen sınıfların güncel sistemi sonsuza değin sürdürmenin olanaksızlığını anlayacak kadar kavrayışlı olan üyeleri -ve bunların sayısı kabarıktır-, kooperatif üretimin usandırıcı ve gürültücü havarileri oldular. ama eğer kooperatif üretim bir aldatmaca ve bir tuzak olarak kalmayacaksa; eğer o kapitalist sistemin yerini alacaksa; eğer kooperatif toplulukların tümü, ulusal üretimi, o kendi öz denetimleri altına alan, ve kapitalist üretimin kaçınılmaz yazgısı olan sürekli anarşi ve devrevi sarsıntılara son veren ortaklaşa bir plana göre düzenleyecekse, baylar, eğer bu komünizm değilse, o çok "olanaklı" komünizm değilse, nedir peki? (...)
zapatista lideri falan değildir, yalnızca bir zapatisttir.
1980den sonra açık olarak savaşma kararı almış örgüt.
şafak türküsü ve nice benzeri şiirin yazıldığı cezaevi.
(bkz: metris askeri cezaevi)
(bkz: metris türküsü)
defol git benim yurdumdan
amerika katil katil
yillardir bizi bitirdin
amerika katil katil
tuz diye yutturur buzu
gafil düştü kuzu kuzu
dünyanın en namussuzu
amerika katil katil
devleti devlete çatar
it gibi pusuda yatar
kan döktürüp, silah satar
amerika katil katil
japonyayi yiyen velet
dünyadaki tek nedamet
iki yüzlü kahpe millet,
amerika katil katil
insanın alçak sarısı
küstü dünyanın yarısı
vietnamin pis karısı
amerika katil katil
bunca milletlere yazık
sömürülmüş bağrı ezik
seni seven kanı bozuk
amerika katil katil
mahzuni der türk milleti
çiksin gitsin elin iti
demedim mi bu bunlar kötü
amerika katil katil
mahzuni şerif
amerika katil katil
yillardir bizi bitirdin
amerika katil katil
tuz diye yutturur buzu
gafil düştü kuzu kuzu
dünyanın en namussuzu
amerika katil katil
devleti devlete çatar
it gibi pusuda yatar
kan döktürüp, silah satar
amerika katil katil
japonyayi yiyen velet
dünyadaki tek nedamet
iki yüzlü kahpe millet,
amerika katil katil
insanın alçak sarısı
küstü dünyanın yarısı
vietnamin pis karısı
amerika katil katil
bunca milletlere yazık
sömürülmüş bağrı ezik
seni seven kanı bozuk
amerika katil katil
mahzuni der türk milleti
çiksin gitsin elin iti
demedim mi bu bunlar kötü
amerika katil katil
mahzuni şerif
bütün insanlik adina
amerika katil katil
kanun yapar kendi teper
amerika katil katil
vietnamin suçu nedir?
hür yaşamak ayip midir?
atom patlat ister kudur?
amerika katil katil
türk milleti! türk milleti!
nerden gelmiş elin iti?
bu gidişin sonu kötü
amerika katil katil
birgün gramlar bir olur
kilodan hakkini alir
zalim olan bela bulur
amerika katil katil
mahzuni şerif uyuma
gün geldi çatti akşama
bizden selam vietnama
amerika katil katil
mahzuni şerif
amerika katil katil
kanun yapar kendi teper
amerika katil katil
vietnamin suçu nedir?
hür yaşamak ayip midir?
atom patlat ister kudur?
amerika katil katil
türk milleti! türk milleti!
nerden gelmiş elin iti?
bu gidişin sonu kötü
amerika katil katil
birgün gramlar bir olur
kilodan hakkini alir
zalim olan bela bulur
amerika katil katil
mahzuni şerif uyuma
gün geldi çatti akşama
bizden selam vietnama
amerika katil katil
mahzuni şerif
çözülen bir yün yumağı
akıp giden günlerimiz
mezar taşlarından suskun
telaşsız sessiz sitemsiz
savrulan yapraklar gibi
akıp giden günlerimiz
cenaze törenlerinde
telaşsız sessiz sitemsiz
bir suçluyu aklar gibi
akıp giden günlerimiz
sanki bir sır saklar gibi
telaşsız sessiz sitemsiz
doğmayan şafaklar gibi
akıp giden günlerimiz
haksız ittifaklar gibi
akıp giden günlerimiz
bir kitaba başlar gibi
koşarken yavaşlar gibi
düşen arkadaşlar gibi
akıp giden günlerimiz
yağmur atsız
akıp giden günlerimiz
mezar taşlarından suskun
telaşsız sessiz sitemsiz
savrulan yapraklar gibi
akıp giden günlerimiz
cenaze törenlerinde
telaşsız sessiz sitemsiz
bir suçluyu aklar gibi
akıp giden günlerimiz
sanki bir sır saklar gibi
telaşsız sessiz sitemsiz
doğmayan şafaklar gibi
akıp giden günlerimiz
haksız ittifaklar gibi
akıp giden günlerimiz
bir kitaba başlar gibi
koşarken yavaşlar gibi
düşen arkadaşlar gibi
akıp giden günlerimiz
yağmur atsız
verebileceğinin hepsini verdi
yaşattı sana yaşanmamışlarını
ama sen sonsuz sınırsız doyumsuz
hiçbir sevi sür-git değil
cennet bir tadımlık
mutluluk bir şimşek parıltısınca
zaman nasıl donmuşsa bir resimde
donmuşluğudur zamanın mutluluk
ölümsüz olan bir anmalık
yaşattı seni yaşayamadıklarında
hem de ölesiye
daha ne
aziz nesin
yaşattı sana yaşanmamışlarını
ama sen sonsuz sınırsız doyumsuz
hiçbir sevi sür-git değil
cennet bir tadımlık
mutluluk bir şimşek parıltısınca
zaman nasıl donmuşsa bir resimde
donmuşluğudur zamanın mutluluk
ölümsüz olan bir anmalık
yaşattı seni yaşayamadıklarında
hem de ölesiye
daha ne
aziz nesin
yüreğim gövdeme sığmıyor
gövdem odama
odam evime sığmıyor
evim dünyaya
dünyam evrene sığmıyor
patlayacağım
acımın acısından susmuşum
ki suskunluğum göklere sığmıyor
böyle bir acıyı kimlere nasıl anlatacağım
gönül dar geliyor sevgime
kafam beynime
ah şakaklarım
çatlayacağım
anladım artık anladım
kimselere anlatamayacağım
aziz nesin
gövdem odama
odam evime sığmıyor
evim dünyaya
dünyam evrene sığmıyor
patlayacağım
acımın acısından susmuşum
ki suskunluğum göklere sığmıyor
böyle bir acıyı kimlere nasıl anlatacağım
gönül dar geliyor sevgime
kafam beynime
ah şakaklarım
çatlayacağım
anladım artık anladım
kimselere anlatamayacağım
aziz nesin
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?