confessions

kirlisakal

- Yazar -

  1. toplam entry 339
  2. takipçi 1
  3. puan 49311

muhteşem irsal

kirlisakal
ahmed hulusinin çok değerli bir yazısı :

muhteşem irsal


“nokta”, irsal oldu âlemlere “beyin” adıyla da...

“beyin” aynasında seyreyledi kendini!

“beyin”le seyredince kendini, “beni gören hak’kı görmüştür” şeklinde açık etti veçhini!

“hakikat-i muhammedî” irsal olduğunda, muhammedî hakikat zâhir oldu; muhammed mustafa adıyla isimlendi, dillendi, “allah rasûlüyüm” dedi... “iman” edilmesini talep etti açıkladıklarına!

şuurlarında, “lâ ilâhe...” anlayışı açığa çıkmayanlar, ya peygamber kabul ettiler o’nu ya da işitmediler kulakları olduğu halde!

göğe, ötelere, ötelerine attılar “hakikat-i muhammedî”yi “fesemme vechullah”tan bîhaber; tıpkı “tanrı”ları gibi!

muhammed (aleyhisselâm)’ın “hakikat”inde göremediler “hakikat-i muhammedî”yi gözleri olduğu halde!

ümmü hâni’nin kapısında, “beni gören (basîr ile) hakk’ı görmüştür” şeklinde seslenen’den perdeli oldular!..

bırakın “hakikat”te, esmâ mertebesindeki “ilmî sûret”lerin birbirini seyrinden ibaret olan âlemlerin varlığını; “tecelli”, “tecelli-i vâhid”den ibarettir. esasen o da “seyir”den ibarettir… ilmini, ilmiyle, ilminde “seyir”! buna da “vahdet-i şuhud” demişler geçmişte! “efâl âlemi hayalden ibarettir” gerçeği bir yana…

varlığın her zerresi olarak, “esmâ”sıyla dilediği gibi açığa çıkmakta olanın, “ete kemiğe bürünüp” muhammedî sûretle insanlara “iman edin allah rasûlü oluşuma” (âlemlerdeki rahmet açığa çıkışına) seslenişinin anlamına bir mânâ veremediler...

“ne yana dönsen vechullah’tır karşındaki”ye basîr olamadılar da, irsal olmuşu, “peygamber” sandılar!

beş duyularından öteye geçemedi akılları!

et gözle görüp, et kulakla duyup, et dille sesler çıkaran mahlûkat olmaktan öte bir değerlendirme yapamadılar!

o yüzden de “peygamber”likle “bloke” oldu beyinleri!

“beyin” ismi ardında zâhir olanı fark edemediler kendilerinde benzer açılım olmadığı için... bu yüzden de “iman” edemediler!.. et kemik yaşamından öteye geçemediler! et beyin, hücre beyin, nöron topluluğu beyin deyip, orada kaldılar!

bilim, tüm evreni ve yaşamı bir “hologram” olarak tespit ederken, onlar hâlâ “tüm varlık ve âlemler allah indinde ilmî sûretlerdir” işaretinin anlamını deşifre edemediler...

“gayrı” yaratıp, ötelerinde bir yerdeki “gayrına tapınarak” ömür tükettiler!

“allah yanı sıra tanrı edinme” dendi, ama onlar dünyalarındaki “tanrı”larını “allah” ismiyle etiketleyip, “allah yanı sıra tanrı edindiklerini” hiç fark edemediler!

“kur’ân”ı fermannâme, ciltli kanun kitabı; “esmâ mertebesi”ni gökte bir galaksi, bir katman; “rabb”ı da merdiven veya daha çağdaş(!) anlayışla asansörle (mi’râc) yanına çıkılan tanrı sandılar!.. “rasul”ü de tanrı katına tırmanan uzay peygamberi!!!

vah benim çağdaş aydınlarım, bilim adamlarım, din adamlarım, tanrı bilimci okullarım ve hocaları!..

“vahiy”, birim adı arkasında açığa çıkan “esmâ mertebesi” ilmidir!

arı gibi tüm varlık vahiy alır ve yaşamını o vahiy ile sürdürür!

“allah rasûlü” ise, vahye dayalı bir şekilde, hakikatlerini açıklayıcı olarak, o işlevle açığa çıkarılmış olanlara hizmet verir!

“ben, sizin misliniz olan beşerim” uyarısı, derûnunda, “siz de benim gibisiniz ama sizde tek olma şuuru açığa çıkmamış” gizini barındırır!

yaşamı yalnızca dışsal bağlar ve bağlantılar içinde geçmekte olan, elbette kendisinden açığa çıkmayan içsel hakikati fark edemez, yaşayamaz!

bu yüzden de dışsal bağları ve bağlantıları kadar sıkıntı ve azaba dönük yaşar!

neye sahip olduğunu sanırsan san, sonunda kaybedeceksin! ömür boyu kaybetme korkusuyla yaşayacaksın! sonunda da elinden çıkışı dolayısıyla yanacaksın!

insan, asla bir nebat veya hayvan değil! toprakta bir şekle dönüşecek bedeni ötesinde, bir ruh-beyin olarak sonsuza dek ileriye dönük yaşayacak; çünkü hakikati “hayy”dır!

diğer tüm isimleri (esmâyı) dahi böyle değerlendir ve dahi her an yeniden varlığını oluşturan bu isimlerin ne kadar farkındalığında olduğunu sorgula; yarın iş işten geçmeden önce!

sadece bu katmanda, milyarlarca galaksi olarak algılananlar gerçekte var olanın yalnızca yüzde dördü iken; hayal bile etmen mümkün olmayan âlemleri açığa çıkaran “esmâ mertebesi”ni, duyduğun, bildiğin isimlere (esmâya) verdiğin beş duyuya dayalı ilkel ve sınırlı anlamlarla kayıt altına alma!

yüzde doksanaltısı “karanlık madde” olan ve hakkında hiçbir bilgi olmayan bu katman (semâ) değil, daha nice katman içi katmanlar ve varlıkları ve dahi “üst madde” diye isimlendirdiğimiz katmanların varlığını alabilirse hafsalan, belki kısıtlı “dünyan”daki tanrın ve peygamberinden öteye geçebilirsin bir adım!

“nokta” kendini seyretmek için “beyin” adı altında irsal oldu ve o “beyin”e (kalbe-şuura) ilim, “vahiy” adıyla inzal oldu!

hatta ilim, “beyin” adıyla göründü gözü olanlara!

“ruhlariniz bedenlerinizdir; bedenleriniz ruhlarinizdir” işareti ve uyarısının ne olduğunu hiç fark edemediler…

ta ki yenileyici, dünya üzerindeki tüm bilimlere ve teknolojiye yeni bir bakış açısı getiririp, “madde”nin “hakikati” fark edilene kadar!

din adamlarının, “bir madde var, bir de ruh” anlayışına dayalı tüm anlatım ve yorumları iflas etti; göçtü!

müslümanların çoğunun henüz ruhlarının bile duymadığı bir gerçeği, bilim dünyasının gayri müslim düşünürleri seslendiriyor: “madde ve ruh diye iki ayrı şey yoktur! tüm varlık aynı tek şeydir. çokluk tespitleri, açığa çıkan duyu organlarının algılama farklılıklarından başka bir şey değildir!”

“data”, inzal olan “ilmin hakikati”dir! “esmâ ül hüsnâ”, o’ndaki özelliklerin isimleridir, bizim boyut ve algılama kapsamımız kadarıyla… biz buna “esmâ mertebesi” tanımlamasıyla agâh olduk! oysa o, yalnızca “data”dır! sûretsiz, şekilsiz, mekânsız! “vücud”dur!.. “ilim”dir!

“beyin”, seyreden oldu “esmâ mertebesi”nde; lâkin seyreden ol kendi oldu!

şimdi iyice bir konsantre olup gerçekçi bir biçimde düşünün...

esmâ mertebesi beynin neresinde?

beyin, “esmâ mertebesi”nin neresinde?

“tanrı”, ötende olarak kabul edip zannettiğin “ilah”ının adıdır!

“iman” edilesi şey ise, “hakikat-i muhammedî” olarak işaret edilen “esmâ mertebesi”nin, senin hakikatin olduğudur!..

hakikatinin, “hakikat-i muhammedî”, yani “esma mertebesi” olduğuna “iman” etmişlere “aminu b’illah” sırrına ermiş olan “mümin” denir! bunu yaşamanın (yakînin) ise üç aşaması vardır.

“denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem...” ancak yüzde dördünün farkında olduğumuz “semâ”nın açığa çıkanlarının ne kadarını anlatabilir!

“kim dışsallıktan arınıp içselliğinde esmâ mertebesinin sonsuz sınırsız seyriyle yaşamak istiyorsa, kendisini dışsallıktan kurtarıp içselliğini yaşatacak çalışmalarda bulunsun ve asla hakikati yanı sıra dışsalı tanrı edinmesin!”(femen kane yercuu likae rabbihi...)

ahir zaman fitnesi olarak tanımlanan deccaliyet, insanları içselliğine dönmekten alıkoyup, dışsallıkta tüketecek olandır.

“iman” etmen istenen “hakikatin”, içselliğinde, sen farkında olmasan da her an hüküm sürerken; dışsallık içinde yarın hiçbir anlam ve değeri olmayacak şeylere dönük yaşamanın sana kaybettireceği şeyin değerini hiç hayal bile edemezsin!

dışsallığına dönük olarak tüm yaşamında en değerli olarak bulduğun her şey, içselliğin yanında, içselliğinin sahip olduğu değerler yanında hiçbir şey ifade etmez! sen bir atom bombasını bir tek sineği öldürmek için harcayan kişi gibi yaşamına devam ediyorsun hakikatinden bîhaber olarak!

“hakikat-i muhammedî”, muhammed mustafa sûretine bürünmüş olarak irsal olup; “iman”a davet etti insanları, kendi hakikatlerine! bu gerçeğe “iman” edenler, “mümin” oldu! onların nurundan, cehennemin ateşi sönmeye yüz tuttu! haykırdı cehennem, “çabuk geç ey mümin, nurun ateşimi söndürüyor”!

ne mutlu, hakikatleri olan “muhammedî hakikat”le “irsal olmuşluğu” yaşayan “mukarrebîn”e!.. “velî” isminin işaret ettiği özellik yaşantılarında açığa çıktı!

onlar kimlerdir bilir misin?

“sevgili peygamberim”i gören göz olmaktan arınmış, “irsal olmuş” olan “hakikat-i muhammedî”yi tüm haşmetiyle müşahede etmiş; bildirdiğine “iman” etmenin yaşantısıyla “velâyeti hassa” kendilerinde açığa çıkmış “kurb” ehlidir. “peygamberlik müessesesinin asla ve kesinlikle var olmadığını ve var olamayacağını” fark edemeyenlerin, velâyeti teleskopla bile görmesi mümkün olmaz!.. hayallerinde yarattıkları “sevgili peygamber”e hasretle bu dünyadan geçip giderler, ebeden o muhteşem irsal olmuşu göremeyecek bir hâlde!

evet dostum, işte sende var olup da, açığa çıkmamış olan o hakikat, “rasûl allah” yani “allah ilmi’nin açığa çıkış” sûreti olarak sana seslendiğinde, sen o’na hakkını vermezsen, sonucunu ebedî basîret körlüğü olarak yaşarsın! değerlendirmek suretiyle şükreden ol; bu en değerli şeyi görmezlikten gelerek değerlendirmemekle nankör olma!

hitap edeni gör ve edebini takın!

bil ki: “iman bilgisi iman değildir”!

“iman ettim” demek “iman edileni yaşamak” değildir!

“iman edileni yaşamanın” getirisi yaşamında açığa çıkmıyorsa, “yanma”ların bitmemişse, bir şeylerini “kaybetme korkusu” ile yaşıyorsan, çeşitli dışsal bağlantıların sonuçları bilincinde mevcutsa, “iman ettim” demen senin için “mekr” bile olabilir!

bu konuyu çok iyi düşünmen lazım... aksi takdirde, yaptığının karşılığını, kendin kendine vermiş olacaksın! ebedî basîret körlüğünü, beyninden açığa çıkanın sonucu olarak yaşayacaksın! “hesap görücü olarak nefsin (bilincin) yeter”!

basîretsiz, açığa çıkmış olan “peygamber”ini anıyor!

“salâvat” çekiyor, “peygamber”e, son derece laubali bir şekilde!

“allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin” uyarısındaki “allah yolunda öldürülmeyi” de “allah için yola çıkmış birinin yolda öldürülmesi...” gibi anlıyor... “öldüren allah’tır”dan gafil olarak!

“muhyi” ve “mümit”in anlamını hiç düşünmemiş ki derinlikli olarak... her şeyi “madde”ye bağlıyarak düşünüp kabulleniyor! “madde ötesi” yapılarda bu isimlerin neye işaret ettiği hiç hatırına gelmemiş!

tanrı yukarıdan seyrediyor; yeryüzünde de birileri birilerini öldürüyor! ne acımasız tanrı!!!

“içselliğe dönüklüğü yaşamakta olup, bunun başkalarınca da yaşanması için hakikati seslendirenlere ölü demeyin...” işaretini fark etmiyorlar bile...

işaret yollu anlatımların işaret ettiklerini anlamaya çalışmayıp, geçmişteki değerli zevâtın mecazlarını tekrarla avunanların elbette ki hakikati yaşamaktan yana nasipleri olmaz. tasavvuf “dedi– kodu”suyla ömür tüketip giderler bu ilden! “hangi müşahede edilesi realite acaba bu mecazlarla, işaretlerle anlatılmak istendi?” diye düşünmek, taklitten çıkmanın kapısıdır!

neyi, niye, nasıl yaptığını düşünmek ise yaşantının başlangıcıdır!

ölmüş peygambere salâvat çekenler, dahi çekerler ebediyen!

en basit görgü ve nezaket kuralıdır selâm verip tokalaştığın kişinin gözüne bakmak! politikacı tokasının insan ilişkilerinde yeri olmaz!

hâl böyleyken, siz, kime yöneldiğinizin farkında değilseniz; şarkı veya ilahi okuyarak duygularınızı tatmin havasında “salâvat” çekerseniz; bunun sonuçlarını da ebediyen çekersiniz!

“salâvat ve ayna nöronlar” yazımı hatırlayın ve imkân bulursanız yeniden okuyun lütfen!

dua ve zikir isimli kitabımın salâvat bahsini okuyun ve orada geçmiş zevâtın rasûlullah’a nasıl salâvat okumuş olduğunu inceleyin!

salâvat okurken (anlamını düşünerek), veçhinizi dönmüşseniz o’na; o muhteşem zât, yönelişinize vâkıftır!

sistemde gerçekte zaman ve mekân kaydı yoktur! boyut farkı yoktur! bu ne demektir bunu çok iyi düşünüp anlamaya çalışın!.. bunu fark edebilirseniz, anlayabilirseniz, bütün düşünü dünyanız değişecektir!

bak dostum, günümüzdeki yaygın ve çok kalın bir “risâlet ve rasûlullah” örtüsünü açıklayayım:

sakın, “iyi ahlâk derneği başkanı sayın peygamber muhammed mustafa” bakış açısındakiler gibi, muhteşem risâlet hakikatinden perdelenme! bunu yaparsan dünya yaşamındaki en büyük kötülüğü sen kendine yapmış olursun!

o muhteşem ilim, o muhteşem hakikat, sana kendindeki hazineyi fark ettirmek için rasûl olarak irsal olmuş ve bunu sana fark ettirmek uğruna tüm yaşamını vermiştir. kur’ân-ı kerîm bunu fark ettirmek için nâzil olmuştur, irsal olmuş (açığa çıkmış) rasûl’e!

“mekârimi ahlâk”, “ahlâkı tamamlamak” diye türkçeye çevrilmez! bu çeviriyi yapmadan önce iyi düşünmek lazım: “allah ahlâkı ile ahlaklanın” ne demektir?

“mekârimi ahlâk” diye işaret edilen, “tahalluku biahlâkillah” uyarısıyla işaret edilen “allah ahlâkı”dır!

nedir “allah ahlâkı”? nasıl bir şeydir “allah ahlâkı ile ahlâklanmak”? bu realiteyi fark edip, düşünüp kavradın mı?..

allah, insan-beşer “huy”larıyla “huy”lu veya kayıtlı olmaktan münezzehtir; bilmez misin?

o zaman, insanda nasıl bir ahlâk olmasından söz ediliyor veya nasıl bir ahlâk sahibi olması isteniyor; bunu düşünen beyinlerinize havale ediyorum!

"din güzel ahlâktan ibarettir" şeklinde esas anlamı kaybolmuş hadisi anlamanın yolu “allah ahlâkıyla ahlâklanın–tahalluku biahlâkillah" hadisinin işaret ettiği sırrı kavramaktan geçer!

şurası kesindir ki… “din insanların iyi ahlâklı olması için gelmiştir”anlayışı ve amacı kesin yanlıştır! bu anlayışın sonu, “ben zaten iyi ahlâklıyım; öyleyse benim dine ve peygambere ihtiyacım yok” kabulüne çıkar!

din, insana, risâlet hakikatinin bildirisine iman etmesi ve bunu yaşaması için gelmiştir! bunu yaşayan insan ise doğal ve otomatik olarak iyi ahlâklı olur.

iyi ahlâk, risâlet hakikatine erdirmez; ama risâlet hakikatine iman ve bunun getirisini yaşamak, insanı iyi ahlâklı yapar! dünya üstünde sayısız iyi ahlâklı yardımsever, hayırsever insan vardır ama birçoğu “iman”ın hakikatinden ve dahi getirisinin ne olduğundan habersizdir!

“allah ahlâki ile ahlâklanin” uyarısı neye işaret ediyor; bunu, “tanrılarına tapanların” anlaması hiç mümkün değildir!

hazreti isa’nın “sen beşer gibi düşünüyorsun, allah gibi değil” uyarısının anlamını, düşünemeyenler fark edemez!

mecazları tekrarla tatmin olanların da sırları müşahedesi asla mümkün değildir!

ahmed hulûsi
10 ağustos 2007
http://www.ahmedhulusi.org

her halk hakettigi şekilde yönetilir

kirlisakal
muhteşem bir hakikati vurgulayan hadistir. bir yerdeki halkın oluşturduğu toplam bilinç o yerin idaresini oluşturur, idaresinin hükümlerine karşı gelerek veya destekleyerek idarenin halk üzerindeki tasarrufunu belirler. aslında biz ne kadar yönetenleri suçlasak da asıl suçlu bizizdir. çünkü eğer haksızlık yapılıyor da hakkı aramıyorsak buna göz yumuyorsak onu kabul etmişiz, izin vermişiz anlamına gelir.

bilgiçlerin şiirleri

kirlisakal
nokta, ip ucu

nokta boyutsuz varlık, sonsuzluğu anlatırken, her cümlelerin sonunda
bu bir oyun mudur ? hilesi mi hayatın, edebiyatın dilbazlığı mı ?
her sona sonsuzluk gelmesi tesadüfmü ki!
yoksa büyük bir ipin ucu
imlâ bile hatılatırken bitmez’i bu son arayışı,
büyük bir yalan mı
bileşik
ânlar kümesi, ya da algıların oyunu...
an(lamaz)lar!

nokta o
huuuu
her şeyin başlangıcı ve kâdir son
sahi varsak, tutsak iki nokta arasındaki nedir ?
bulabilir miyiz ikincisini ?
o da mı yalan!
ya üçüncüsü...

ya olursa!? belki yakalayacağımız bir nokta
evet sadece bir nokta, yutarsa bütün elemanlarını
velice delirip
delice genişleyip,
bir nokta yutarsa
"ben"i dahi
.

israf

kirlisakal
bir işi, o işi yapmakta kullandığınız şeyin daha azıyla yapabiliyorsanız, bunu yapmamış olmak israftır. mesela elimizi yıkıyoruz, musluk sonuna kadar açık. ama yarım açsak da yıkayabiliriz. o zaman yarım açmamız gerek ki sonradan suyumuz bitmesin, gereksiz yere harcamış olmayalım.

beyin geliştirme

kirlisakal
bismillahirrahmanirrahim
neden beyin ?
madem böyle bir beyin sadece insanoğlunda var, o zaman insanın asli görevi bu beyinle ilgili bir şey. madem olan biten her şey bu beyinde anlamını buluyor o zaman o beyin en önemli organımız.
bu yüzden beynimizi geliştirmeliyiz.
beyni geliştirmenin bir çok farklı metodu, uygulaması vardır.

* bir kere şu kesin ki bir şeyi zorlamazsanız, bir şey üzerinde zorlanmazsanız gelişme söz konusu olamaz. "amelin iyisi zor olandır" (hadis). bu hakikatten yola çıkarak ilk denilebilinecek şey, insanın bahanelerle yalanlarla kaçıp üşengeçlik yapması değil, hayata dair her türlü sorunlarının üzerine gitmesi onları halledebilmek için çözümler araması sonuna kadar zorlanması lazım. daha iyi için kafa yorması lazım. ve bunu yaptıkça daha da açıldığını, artık problemlerinin üzerine daha kolay gidebildiğini görecektir. kendine güveni gelecektir. bu sadece beyin değil ahlaki ve her türlü gelişimi kapsar.

* teffekkür denilen derin düşünme hali, karanlık sessiz bir yerde mümkünse insanın kendi iç sesleriyle konuşması anlmaya çalışması yorumlaması birçok konuyu yüzeysel değil de özellikle bir konu üzerine düşünmesi, onu derinlemesine incelemesi bu davranışı huy edinmiş olması lazım. her türlü şeyi umarsaması her türlü şeyin üzerine düşünmesi lazım, ama dediğim gibi her şeyin üzerine derinlikli düşünebilmesi.

* okumak insana çok şey katar, ama asıl okumak alıp kitapı bir şey anlamadan bitirmek değil, sadece kitaptan da değil hayatta gördüğü her şeyi yorumlamaya anlamaya çalışmaktır. okumak anlamlandırmaktır aslında. böyle her an değerlendirilmeli ve çeşitli konularda güzel kaynaklar bulunup gerçekten anlamaya çalışarak onlarla fikirlere, ruha cila çekilmeli. böyle yapıldıkça kelime haznesi de gelişir insanın ve daha daha başka düşünebilmesi kolaylaşır. ki gerçek çoğu zaman daha daha başkadır.

* aşırı yemek hele hele günün üç öğünü oluyorsa insanlara üç vakit büyük ve gereksiz, ziyan bir ağırlık verir. ve bu ağırlık düşünebilme yetisini tamamen alır. "müslüman bir bağırsağını doldurur, kafir 7 bağırsağını" hadisi de bize her zaman yemekten karnımız burnumuza kadar dolmadan kalkmamız gerektiğini hatırlatır. ki böyle yemek, insana hem gerekli besinsel enerjiyi sağlar hem de sindirim için fazladan enerji harcamayacağından dolayı potansiyel düşünebilme yetisi artar. deneyimle sabittir.

* ayrıca ne tür besinler tükettiğiniz de düşünceyi doğrudan etkiler. mesela (bkz: omega 3) diğer bir adıyla (bkz: balık yağı), ceviz ve türlü besinler düşünebilmeyi arttırır. mümkün olduğunca çeşitli ve dengeli yemekte fayda var. kuranda dahi faydalı olduğu geçen bal, genel sağlığı arttıracağı için beyne de faydalı olacaktır.

* spor insanda kan dolaşımını kuvvetlendirir, ve kan dolaşımı iyi olan bir insan diğer insanlara göre çok avantajlıdır. çünkü bütün gerekli enerji her türlü organımıza kan yoluyla gider. koşu veya yüzme bunun için gayet ideal. özellikle yüzme vücudun bütün kaslarını dengeli çalıştırdığı için sağlığa çok faydalıdır.

* kanın bir de beyne yönlendirilmesi gerek değil mi... bilimsel veriler kanın en çok ve uygun şekilde beyne gittiği duruşun secde duruşu olduğunu söylüyorlar. secde de sabahlayan insanlar belki de beyinlerinin daha iyi besin almasını ve hayatında bir çok problemi daha kolay çözebilmelirini sağladığını farketmediler bile. ayrıca namazda ki hareketlerin bu kan dolaşımını mükemmel bir şekilde yönlendirdiği, ve ayrıyetten en rahat nefes alabilme duruşu da olduğunu vurgulamak elzem.

* american scientific dergisinde çok önceleri çıkan ve sonra başka bilim adamlarınca da deneyimlenen bir diğer şey ise : kelime tekrarı ile aynı frekansın beyinde sürekli üstüste bindirilmesiyle oluşan rezonans gücünün, insanın beyninde kullanılmayan hücreleri canlandırdığı, kullanıma geçirdiğidir. ve de daha da ilginci o hücreler daha çok zikredilen kelimenin manasını, o kelimenin frekansını icra edecek işlerde kullanılıyor. mesela siz allahın halim ismini zikrediyorsunuz. bir süre sonra karakteriniz halim isminin özelliğine göre değişmeye, gelişmeye başlıyor. daha sevecen, yumuşak bir insan olmaya başlıyorsunuz. hatta ahmed hulusi kişinin karakterine göre bilgili bir insan tarafından çıkarılacak zikir programıyla o kişinin hayata dair sürekli acı çektiği büyük problemlerinin hallolabileceğini vurgulamıştı. bu konuda ayrıntılı bilgi ve tamamen ücretsiz geniş döküman için :http://www.ahmedhulusi.org/
sitesinden dua ve zikir kitabını okuyabilirsiniz.

* bir de yılmadan mücadele etmek için: aşk gerek, aşk!

cinsellik

kirlisakal
cinsellik üzerine yaygın yanlış bir kanı vardır. cinselliği kötülük zanneder insanlar. halbuki cinselliğin kendisi kötü değildir. sadece uygun olmayan durumlarda yaşanması çok kötüdür! halbuki usulüne göre olması bilakis güzeldir. sevgiyle gelen birleşme...

sevap

kirlisakal
evrenin sistemin işleyişi neden sonuç ilişkilerine bağlı geri dönümlerden ibarettir. yani siz bu gün bir şey yapıyorsunuz karşılığı, cezası (iyi veya kötü) muhakkak gelip sizi bulacaktır. işte bu geridönüşleri iyi olan işlere sevap denir. yani eğer bunu yaparsan öyle veya böyle iyi karşılığını alacaksın, günah ise tam tersi...

günah

kirlisakal
evrenin sistemin işleyişi neden sonuç ilişkilerine bağlı geri dönümlerden ibarettir. yani siz bu gün bir şey yapıyorsunuz karşılığı, cezası (iyi veya kötü) muhakkak gelip sizi bulacaktır. işte bu geridönüşleri kötü olan işlere günah denir. yani eğer bunu yaparsan öyle veya böyle kötü karşılığını alacaksın, sevap ise tam tersi...

mini etek

kirlisakal
bayanların eteklerinin boyuyla birlikte kendilerini, güzelliklerini, haysiyetlerini, şereflerini nasıl bu kadar alçaltabildiklerine bir bahane bulamıyorum. moda ve medeniyet kılığına girmiş yaşlı, boyalı, uzun tırnaklı kadın olan dünyanın durmak bilmeyen uzun dili nasıl körpe beyinleri uyuşturup ahlaksızlıkla terbiye ediyorsa ve buna karşı duracak hakikati söyleyecek haykıracak kadar cesur insanların dilleri nasıl bu kadar kısalmışsa!... netice bir bakkala gidip gelene kadar türlü ahlaksızlıkların beyne beyne nüfuz etmesi kaçınılmaz olmuş. buna karşı durmak bilinçsizlik gericilik olmuş. kaybedecek hiçbir şeyi olmayan küçük çocuk çıkıp "kıral çıplak" : "kendinizi kasabın vitrinine asılmış kuzu etleri gibi, bir mal gibi pazarlıyorsunuz! siz hakikatte çok daha güzel, alemi değiştirecek potansiyele sahip insan’sınız! rabbin hilafetini hak gördüğüsünüz!" diye haykırana kadar herkes inanmış bu yalana. itiraf etmekten korkmuş. milyonlarca senelik ömrün yanında şu 70 senelik dünyada en fazla ne kaybedilebilir ki ? en fazla milyonlarca senelik bir yaşam kaybedilir... insan’lık kaybedilir.

bu açıklığın, ahlaksızlığın medeniyet olduğu fikrini içimize salandan da o sözden de şikayetçiyim!
9 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol