ahmed hulusinin çok değerli bir yazısı :
muhteşem irsal
“nokta”, irsal oldu âlemlere “beyin” adıyla da...
“beyin” aynasında seyreyledi kendini!
“beyin”le seyredince kendini, “beni gören hak’kı görmüştür” şeklinde açık etti veçhini!
“hakikat-i muhammedî” irsal olduğunda, muhammedî hakikat zâhir oldu; muhammed mustafa adıyla isimlendi, dillendi, “allah rasûlüyüm” dedi... “iman” edilmesini talep etti açıkladıklarına!
şuurlarında, “lâ ilâhe...” anlayışı açığa çıkmayanlar, ya peygamber kabul ettiler o’nu ya da işitmediler kulakları olduğu halde!
göğe, ötelere, ötelerine attılar “hakikat-i muhammedî”yi “fesemme vechullah”tan bîhaber; tıpkı “tanrı”ları gibi!
muhammed (aleyhisselâm)’ın “hakikat”inde göremediler “hakikat-i muhammedî”yi gözleri olduğu halde!
ümmü hâni’nin kapısında, “beni gören (basîr ile) hakk’ı görmüştür” şeklinde seslenen’den perdeli oldular!..
bırakın “hakikat”te, esmâ mertebesindeki “ilmî sûret”lerin birbirini seyrinden ibaret olan âlemlerin varlığını; “tecelli”, “tecelli-i vâhid”den ibarettir. esasen o da “seyir”den ibarettir… ilmini, ilmiyle, ilminde “seyir”! buna da “vahdet-i şuhud” demişler geçmişte! “efâl âlemi hayalden ibarettir” gerçeği bir yana…
varlığın her zerresi olarak, “esmâ”sıyla dilediği gibi açığa çıkmakta olanın, “ete kemiğe bürünüp” muhammedî sûretle insanlara “iman edin allah rasûlü oluşuma” (âlemlerdeki rahmet açığa çıkışına) seslenişinin anlamına bir mânâ veremediler...
“ne yana dönsen vechullah’tır karşındaki”ye basîr olamadılar da, irsal olmuşu, “peygamber” sandılar!
beş duyularından öteye geçemedi akılları!
et gözle görüp, et kulakla duyup, et dille sesler çıkaran mahlûkat olmaktan öte bir değerlendirme yapamadılar!
o yüzden de “peygamber”likle “bloke” oldu beyinleri!
“beyin” ismi ardında zâhir olanı fark edemediler kendilerinde benzer açılım olmadığı için... bu yüzden de “iman” edemediler!.. et kemik yaşamından öteye geçemediler! et beyin, hücre beyin, nöron topluluğu beyin deyip, orada kaldılar!
bilim, tüm evreni ve yaşamı bir “hologram” olarak tespit ederken, onlar hâlâ “tüm varlık ve âlemler allah indinde ilmî sûretlerdir” işaretinin anlamını deşifre edemediler...
“gayrı” yaratıp, ötelerinde bir yerdeki “gayrına tapınarak” ömür tükettiler!
“allah yanı sıra tanrı edinme” dendi, ama onlar dünyalarındaki “tanrı”larını “allah” ismiyle etiketleyip, “allah yanı sıra tanrı edindiklerini” hiç fark edemediler!
“kur’ân”ı fermannâme, ciltli kanun kitabı; “esmâ mertebesi”ni gökte bir galaksi, bir katman; “rabb”ı da merdiven veya daha çağdaş(!) anlayışla asansörle (mi’râc) yanına çıkılan tanrı sandılar!.. “rasul”ü de tanrı katına tırmanan uzay peygamberi!!!
vah benim çağdaş aydınlarım, bilim adamlarım, din adamlarım, tanrı bilimci okullarım ve hocaları!..
“vahiy”, birim adı arkasında açığa çıkan “esmâ mertebesi” ilmidir!
arı gibi tüm varlık vahiy alır ve yaşamını o vahiy ile sürdürür!
“allah rasûlü” ise, vahye dayalı bir şekilde, hakikatlerini açıklayıcı olarak, o işlevle açığa çıkarılmış olanlara hizmet verir!
“ben, sizin misliniz olan beşerim” uyarısı, derûnunda, “siz de benim gibisiniz ama sizde tek olma şuuru açığa çıkmamış” gizini barındırır!
yaşamı yalnızca dışsal bağlar ve bağlantılar içinde geçmekte olan, elbette kendisinden açığa çıkmayan içsel hakikati fark edemez, yaşayamaz!
bu yüzden de dışsal bağları ve bağlantıları kadar sıkıntı ve azaba dönük yaşar!
neye sahip olduğunu sanırsan san, sonunda kaybedeceksin! ömür boyu kaybetme korkusuyla yaşayacaksın! sonunda da elinden çıkışı dolayısıyla yanacaksın!
insan, asla bir nebat veya hayvan değil! toprakta bir şekle dönüşecek bedeni ötesinde, bir ruh-beyin olarak sonsuza dek ileriye dönük yaşayacak; çünkü hakikati “hayy”dır!
diğer tüm isimleri (esmâyı) dahi böyle değerlendir ve dahi her an yeniden varlığını oluşturan bu isimlerin ne kadar farkındalığında olduğunu sorgula; yarın iş işten geçmeden önce!
sadece bu katmanda, milyarlarca galaksi olarak algılananlar gerçekte var olanın yalnızca yüzde dördü iken; hayal bile etmen mümkün olmayan âlemleri açığa çıkaran “esmâ mertebesi”ni, duyduğun, bildiğin isimlere (esmâya) verdiğin beş duyuya dayalı ilkel ve sınırlı anlamlarla kayıt altına alma!
yüzde doksanaltısı “karanlık madde” olan ve hakkında hiçbir bilgi olmayan bu katman (semâ) değil, daha nice katman içi katmanlar ve varlıkları ve dahi “üst madde” diye isimlendirdiğimiz katmanların varlığını alabilirse hafsalan, belki kısıtlı “dünyan”daki tanrın ve peygamberinden öteye geçebilirsin bir adım!
“nokta” kendini seyretmek için “beyin” adı altında irsal oldu ve o “beyin”e (kalbe-şuura) ilim, “vahiy” adıyla inzal oldu!
hatta ilim, “beyin” adıyla göründü gözü olanlara!
“ruhlariniz bedenlerinizdir; bedenleriniz ruhlarinizdir” işareti ve uyarısının ne olduğunu hiç fark edemediler…
ta ki yenileyici, dünya üzerindeki tüm bilimlere ve teknolojiye yeni bir bakış açısı getiririp, “madde”nin “hakikati” fark edilene kadar!
din adamlarının, “bir madde var, bir de ruh” anlayışına dayalı tüm anlatım ve yorumları iflas etti; göçtü!
müslümanların çoğunun henüz ruhlarının bile duymadığı bir gerçeği, bilim dünyasının gayri müslim düşünürleri seslendiriyor: “madde ve ruh diye iki ayrı şey yoktur! tüm varlık aynı tek şeydir. çokluk tespitleri, açığa çıkan duyu organlarının algılama farklılıklarından başka bir şey değildir!”
“data”, inzal olan “ilmin hakikati”dir! “esmâ ül hüsnâ”, o’ndaki özelliklerin isimleridir, bizim boyut ve algılama kapsamımız kadarıyla… biz buna “esmâ mertebesi” tanımlamasıyla agâh olduk! oysa o, yalnızca “data”dır! sûretsiz, şekilsiz, mekânsız! “vücud”dur!.. “ilim”dir!
“beyin”, seyreden oldu “esmâ mertebesi”nde; lâkin seyreden ol kendi oldu!
şimdi iyice bir konsantre olup gerçekçi bir biçimde düşünün...
esmâ mertebesi beynin neresinde?
beyin, “esmâ mertebesi”nin neresinde?
“tanrı”, ötende olarak kabul edip zannettiğin “ilah”ının adıdır!
“iman” edilesi şey ise, “hakikat-i muhammedî” olarak işaret edilen “esmâ mertebesi”nin, senin hakikatin olduğudur!..
hakikatinin, “hakikat-i muhammedî”, yani “esma mertebesi” olduğuna “iman” etmişlere “aminu b’illah” sırrına ermiş olan “mümin” denir! bunu yaşamanın (yakînin) ise üç aşaması vardır.
“denizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem...” ancak yüzde dördünün farkında olduğumuz “semâ”nın açığa çıkanlarının ne kadarını anlatabilir!
“kim dışsallıktan arınıp içselliğinde esmâ mertebesinin sonsuz sınırsız seyriyle yaşamak istiyorsa, kendisini dışsallıktan kurtarıp içselliğini yaşatacak çalışmalarda bulunsun ve asla hakikati yanı sıra dışsalı tanrı edinmesin!”(femen kane yercuu likae rabbihi...)
ahir zaman fitnesi olarak tanımlanan deccaliyet, insanları içselliğine dönmekten alıkoyup, dışsallıkta tüketecek olandır.
“iman” etmen istenen “hakikatin”, içselliğinde, sen farkında olmasan da her an hüküm sürerken; dışsallık içinde yarın hiçbir anlam ve değeri olmayacak şeylere dönük yaşamanın sana kaybettireceği şeyin değerini hiç hayal bile edemezsin!
dışsallığına dönük olarak tüm yaşamında en değerli olarak bulduğun her şey, içselliğin yanında, içselliğinin sahip olduğu değerler yanında hiçbir şey ifade etmez! sen bir atom bombasını bir tek sineği öldürmek için harcayan kişi gibi yaşamına devam ediyorsun hakikatinden bîhaber olarak!
“hakikat-i muhammedî”, muhammed mustafa sûretine bürünmüş olarak irsal olup; “iman”a davet etti insanları, kendi hakikatlerine! bu gerçeğe “iman” edenler, “mümin” oldu! onların nurundan, cehennemin ateşi sönmeye yüz tuttu! haykırdı cehennem, “çabuk geç ey mümin, nurun ateşimi söndürüyor”!
ne mutlu, hakikatleri olan “muhammedî hakikat”le “irsal olmuşluğu” yaşayan “mukarrebîn”e!.. “velî” isminin işaret ettiği özellik yaşantılarında açığa çıktı!
onlar kimlerdir bilir misin?
“sevgili peygamberim”i gören göz olmaktan arınmış, “irsal olmuş” olan “hakikat-i muhammedî”yi tüm haşmetiyle müşahede etmiş; bildirdiğine “iman” etmenin yaşantısıyla “velâyeti hassa” kendilerinde açığa çıkmış “kurb” ehlidir. “peygamberlik müessesesinin asla ve kesinlikle var olmadığını ve var olamayacağını” fark edemeyenlerin, velâyeti teleskopla bile görmesi mümkün olmaz!.. hayallerinde yarattıkları “sevgili peygamber”e hasretle bu dünyadan geçip giderler, ebeden o muhteşem irsal olmuşu göremeyecek bir hâlde!
evet dostum, işte sende var olup da, açığa çıkmamış olan o hakikat, “rasûl allah” yani “allah ilmi’nin açığa çıkış” sûreti olarak sana seslendiğinde, sen o’na hakkını vermezsen, sonucunu ebedî basîret körlüğü olarak yaşarsın! değerlendirmek suretiyle şükreden ol; bu en değerli şeyi görmezlikten gelerek değerlendirmemekle nankör olma!
hitap edeni gör ve edebini takın!
bil ki: “iman bilgisi iman değildir”!
“iman ettim” demek “iman edileni yaşamak” değildir!
“iman edileni yaşamanın” getirisi yaşamında açığa çıkmıyorsa, “yanma”ların bitmemişse, bir şeylerini “kaybetme korkusu” ile yaşıyorsan, çeşitli dışsal bağlantıların sonuçları bilincinde mevcutsa, “iman ettim” demen senin için “mekr” bile olabilir!
bu konuyu çok iyi düşünmen lazım... aksi takdirde, yaptığının karşılığını, kendin kendine vermiş olacaksın! ebedî basîret körlüğünü, beyninden açığa çıkanın sonucu olarak yaşayacaksın! “hesap görücü olarak nefsin (bilincin) yeter”!
basîretsiz, açığa çıkmış olan “peygamber”ini anıyor!
“salâvat” çekiyor, “peygamber”e, son derece laubali bir şekilde!
“allah yolunda öldürülenlere ölü demeyin” uyarısındaki “allah yolunda öldürülmeyi” de “allah için yola çıkmış birinin yolda öldürülmesi...” gibi anlıyor... “öldüren allah’tır”dan gafil olarak!
“muhyi” ve “mümit”in anlamını hiç düşünmemiş ki derinlikli olarak... her şeyi “madde”ye bağlıyarak düşünüp kabulleniyor! “madde ötesi” yapılarda bu isimlerin neye işaret ettiği hiç hatırına gelmemiş!
tanrı yukarıdan seyrediyor; yeryüzünde de birileri birilerini öldürüyor! ne acımasız tanrı!!!
“içselliğe dönüklüğü yaşamakta olup, bunun başkalarınca da yaşanması için hakikati seslendirenlere ölü demeyin...” işaretini fark etmiyorlar bile...
işaret yollu anlatımların işaret ettiklerini anlamaya çalışmayıp, geçmişteki değerli zevâtın mecazlarını tekrarla avunanların elbette ki hakikati yaşamaktan yana nasipleri olmaz. tasavvuf “dedi– kodu”suyla ömür tüketip giderler bu ilden! “hangi müşahede edilesi realite acaba bu mecazlarla, işaretlerle anlatılmak istendi?” diye düşünmek, taklitten çıkmanın kapısıdır!
neyi, niye, nasıl yaptığını düşünmek ise yaşantının başlangıcıdır!
ölmüş peygambere salâvat çekenler, dahi çekerler ebediyen!
en basit görgü ve nezaket kuralıdır selâm verip tokalaştığın kişinin gözüne bakmak! politikacı tokasının insan ilişkilerinde yeri olmaz!
hâl böyleyken, siz, kime yöneldiğinizin farkında değilseniz; şarkı veya ilahi okuyarak duygularınızı tatmin havasında “salâvat” çekerseniz; bunun sonuçlarını da ebediyen çekersiniz!
“salâvat ve ayna nöronlar” yazımı hatırlayın ve imkân bulursanız yeniden okuyun lütfen!
dua ve zikir isimli kitabımın salâvat bahsini okuyun ve orada geçmiş zevâtın rasûlullah’a nasıl salâvat okumuş olduğunu inceleyin!
salâvat okurken (anlamını düşünerek), veçhinizi dönmüşseniz o’na; o muhteşem zât, yönelişinize vâkıftır!
sistemde gerçekte zaman ve mekân kaydı yoktur! boyut farkı yoktur! bu ne demektir bunu çok iyi düşünüp anlamaya çalışın!.. bunu fark edebilirseniz, anlayabilirseniz, bütün düşünü dünyanız değişecektir!
bak dostum, günümüzdeki yaygın ve çok kalın bir “risâlet ve rasûlullah” örtüsünü açıklayayım:
sakın, “iyi ahlâk derneği başkanı sayın peygamber muhammed mustafa” bakış açısındakiler gibi, muhteşem risâlet hakikatinden perdelenme! bunu yaparsan dünya yaşamındaki en büyük kötülüğü sen kendine yapmış olursun!
o muhteşem ilim, o muhteşem hakikat, sana kendindeki hazineyi fark ettirmek için rasûl olarak irsal olmuş ve bunu sana fark ettirmek uğruna tüm yaşamını vermiştir. kur’ân-ı kerîm bunu fark ettirmek için nâzil olmuştur, irsal olmuş (açığa çıkmış) rasûl’e!
“mekârimi ahlâk”, “ahlâkı tamamlamak” diye türkçeye çevrilmez! bu çeviriyi yapmadan önce iyi düşünmek lazım: “allah ahlâkı ile ahlaklanın” ne demektir?
“mekârimi ahlâk” diye işaret edilen, “tahalluku biahlâkillah” uyarısıyla işaret edilen “allah ahlâkı”dır!
nedir “allah ahlâkı”? nasıl bir şeydir “allah ahlâkı ile ahlâklanmak”? bu realiteyi fark edip, düşünüp kavradın mı?..
allah, insan-beşer “huy”larıyla “huy”lu veya kayıtlı olmaktan münezzehtir; bilmez misin?
o zaman, insanda nasıl bir ahlâk olmasından söz ediliyor veya nasıl bir ahlâk sahibi olması isteniyor; bunu düşünen beyinlerinize havale ediyorum!
"din güzel ahlâktan ibarettir" şeklinde esas anlamı kaybolmuş hadisi anlamanın yolu “allah ahlâkıyla ahlâklanın–tahalluku biahlâkillah" hadisinin işaret ettiği sırrı kavramaktan geçer!
şurası kesindir ki… “din insanların iyi ahlâklı olması için gelmiştir”anlayışı ve amacı kesin yanlıştır! bu anlayışın sonu, “ben zaten iyi ahlâklıyım; öyleyse benim dine ve peygambere ihtiyacım yok” kabulüne çıkar!
din, insana, risâlet hakikatinin bildirisine iman etmesi ve bunu yaşaması için gelmiştir! bunu yaşayan insan ise doğal ve otomatik olarak iyi ahlâklı olur.
iyi ahlâk, risâlet hakikatine erdirmez; ama risâlet hakikatine iman ve bunun getirisini yaşamak, insanı iyi ahlâklı yapar! dünya üstünde sayısız iyi ahlâklı yardımsever, hayırsever insan vardır ama birçoğu “iman”ın hakikatinden ve dahi getirisinin ne olduğundan habersizdir!
“allah ahlâki ile ahlâklanin” uyarısı neye işaret ediyor; bunu, “tanrılarına tapanların” anlaması hiç mümkün değildir!
hazreti isa’nın “sen beşer gibi düşünüyorsun, allah gibi değil” uyarısının anlamını, düşünemeyenler fark edemez!
mecazları tekrarla tatmin olanların da sırları müşahedesi asla mümkün değildir!
ahmed hulûsi
10 ağustos 2007
http://www.ahmedhulusi.org
muhteşem irsal
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?