ruhsal, ruhla ilgili.
(bkz: psikolojik)
alkolizmin doruğundaki kişilerdir. bünyedeki alkol ihtiyacı ve/veya bir takım ruhsal, adı üzerinde karmaşık bir sürecin ürünüdür. ruhsal kişi, büyük olasılıkla beyninde fütursuzca gezinmekte olan düşünce ve duygulara, alkol yüzünden o kadar yabancılaşmıştır ki, artık onların kendinin olmadığını ve hiç susmadıklarını düşünür. nihayet bunlardan kurtulmak, zamandan ve mekandan azad olmak arzusu o kadar ağır basar ki, artık bilincin bir anlamı yoktur. artık aradığınız bilinç meşgul ya da kapsama alanı dışanda da denilebilir.
aslında böylece iptilanın da ruhsal süreçlerini çözümleme yolunda küçük bir adım atmış bulunuyoruz.
aslında böylece iptilanın da ruhsal süreçlerini çözümleme yolunda küçük bir adım atmış bulunuyoruz.
(bkz: melankoli)
(bkz: aristokrasi)
aristokratlıkla ilgili.
biz gidiyorduk öyle. öyle bir gitmek idi ki, öyle bir gitmek daha görülmemiştir. düşün, 2008’de türkiye’de ilk gençlik yıllarımızı yaşıyorduk ve gidiyorduk. biliyorum, inanası gelmiyor insanın. boşver yüzünü dökme küçük kız. biz alışmıştık ikibinsekiz türkiyesine ilk gençlik yıllarımızı yaşamaya. o zaman terabyte’larla falan uğraşıyoruz. zor günlerdi ama sen yinede yüzünü dökme küçük kız. biz çünkü, yinede yüzümüzü dökmüyorduk. simit atıyorduk martılara. sofra örtüsü silkeliyorduk serçelere. serçe mi?... sende öyle birşey sordun ki şimdi. köre beyaz’ı anlatmak kadar zor.
neyşınıl coorafik’te vardır görüntüleri ama yetmez ki bir serçe’yi dimağına yerleştirmek için. onun her hareketinde anlam aramak, o hareketleri beyninde çalan bir melodiye uydurmaya çalışmak, serçenin şarkısını yazmaya öykünmek gerektirir.
şöyle eze eze ağzımda bir hormonsuz domates daha yiyemeden ölmekten çok korkuyorum biliyor musun? sonra korkularımı düşünmemenin daha kolay olduğunu öğrendim. bar filozofu oldum bazen, bazen en aristokratik beyi ben oldum fil dişi sahilleri’nin, melankolik "takıl"dığım oldu, çok sofistike ortamlarda buldum kendimi bazen. küu klavyeyle "hormonsuz domates" yazmak kadar zorlanmadım hiç birinde. ki fe klavye de olsa çok farketmiyor. çünkü hormonsuz domates daktilonun bile alkışlandığı bir yerinde kaldı "resmi tarih"in...
neyşınıl coorafik’te vardır görüntüleri ama yetmez ki bir serçe’yi dimağına yerleştirmek için. onun her hareketinde anlam aramak, o hareketleri beyninde çalan bir melodiye uydurmaya çalışmak, serçenin şarkısını yazmaya öykünmek gerektirir.
şöyle eze eze ağzımda bir hormonsuz domates daha yiyemeden ölmekten çok korkuyorum biliyor musun? sonra korkularımı düşünmemenin daha kolay olduğunu öğrendim. bar filozofu oldum bazen, bazen en aristokratik beyi ben oldum fil dişi sahilleri’nin, melankolik "takıl"dığım oldu, çok sofistike ortamlarda buldum kendimi bazen. küu klavyeyle "hormonsuz domates" yazmak kadar zorlanmadım hiç birinde. ki fe klavye de olsa çok farketmiyor. çünkü hormonsuz domates daktilonun bile alkışlandığı bir yerinde kaldı "resmi tarih"in...
finansbankı her aradığımda. bekleme süremin 5dkdan fazla olduğu belirtilen yerde çalışan.
finans sektörünün en lakayıt, ciddiyetsiz ve samimiyetsiz kuruluşudur.
(bkz: 68 kuşağı)
kuşak, belli bir dönem yaşamış insan topluluğu.
(bkz: vakitsiz gelen paranın)
durum, kişi ve olayların vakitsizliği yada işe yaramazlığı karşısında kullanılan bir deyiş.
en çok, bir çoğunun normal yaşantısında örtündüğünü orda anladığım, yanında, yöresinde örtünen kızları, bir sene sonra farkettiğim mahal.
ilk gördüğümde çok şaşırdığım, beni beyin dalgalanmalarına maruz bırakan, "ulan sıçsam mı sıçmasam mı" diye tufaliyette beni en çok düşündüren, en çok tufaliyette o zaman düşündüğüm diye şimdi beni düşündürmekte olan edevat. hala düşünüyorum. acaba en çok o zaman mı tufaliyette o kadar düşünmüştüm diye...
anadoluda, kırsalda... bilenler bilir anadoluda kırsal diye bi yer var. atların malum, çiftleştirilmesi söz konusudur. ne var ki çok hazin bir şekilde erkek atlar, kolay konrtol edemeyecekleri şeylere sahiptirler yine bilenler bilir. çiftleşme esnasında insanlardan, ki anadoluda sadece atlar yaşamıyor o zaman. insanlardan bir iş bilen demiş ki "ben bu duruma dayanamıyorum yardım edecem, isbet konusunda bu atı yalnız, sahipsiz kimsesiz bırakmayacam"
işte bu işin kendisine verilen ad kıyak,
yapılan işe de, o gün bu gündür kıyakçılık denir
işte bu işin kendisine verilen ad kıyak,
yapılan işe de, o gün bu gündür kıyakçılık denir
sigara içiyorum. öööyle kalmışım monitöre ayrılmış ağzım. mustafa var işte bizim. çok matah bi adam değil de, yani işte olmasa da olurdu. aramızda bir sorun varmış gibi olmasın dedim, selam verdim messengerde. vermez olaydım. ben böyle tereddütte kaldığım zaman bir şeyler yapmaya, mutlaka tuhaf bir şeyler oluyor. önseziyede inanmam da. demekki olanları iyi tahlil ediyorum. bu yeni jenerasyon öldürecek beni. bir şey olduğundan da değil, bunun yanında serseri bi kaç tip var takılmıyorum epeydir, selamlaşmıyoruz dahi gıcık oluyorum bebelere. el hasıl bu da bi kaç sefer onların yanında bulunmuş bulundu ya, selamdan nasibini alamayınca tabi... öyle oldu.
öyle işte diye bi bitiriş var bide. yazıyı "öyle işte" diye bitirenleri severim. bilirler çünkü karşı tarafın hala beklemede olduğunu, bunun nereye bağlanacığının merakla beklendiğini bilirler.
mesela: ben dün ali abi’nin oraya gittim bir de ne göreyim, eski sevgilim orda, içim hopladı böyle, böyle bi tuhaf oldum. öyle işte.
gibi. çok sempatik değil mi?
nası kavruluyor içim bide. bi su içeceğim kırk dereden su getiriyorum, kırk saattir sana yazıyorum, kalkamıyorum yerimden. kafamda kıyak gibi ufaktan. nası kavruluyor ama içim. ciğerim yanıyor resmen. "akşam kavurma mı yedin" diye sorulası bi durum yani. tuhaf. tuhaf oldum. öyle işte....
öyle işte diye bi bitiriş var bide. yazıyı "öyle işte" diye bitirenleri severim. bilirler çünkü karşı tarafın hala beklemede olduğunu, bunun nereye bağlanacığının merakla beklendiğini bilirler.
mesela: ben dün ali abi’nin oraya gittim bir de ne göreyim, eski sevgilim orda, içim hopladı böyle, böyle bi tuhaf oldum. öyle işte.
gibi. çok sempatik değil mi?
nası kavruluyor içim bide. bi su içeceğim kırk dereden su getiriyorum, kırk saattir sana yazıyorum, kalkamıyorum yerimden. kafamda kıyak gibi ufaktan. nası kavruluyor ama içim. ciğerim yanıyor resmen. "akşam kavurma mı yedin" diye sorulası bi durum yani. tuhaf. tuhaf oldum. öyle işte....
ahmed arif’in akşam erken iner mahpushaneye adlı ölümsüz şiirinin bir dizesi:
ve dışarda delikanlı bir bahar,
seviyorum seni, çıldırasıya. diye biter bu şiir.
ve dışarda delikanlı bir bahar,
seviyorum seni, çıldırasıya. diye biter bu şiir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?