ancak kafasına başkanlık edebilecek tiplerin ülke yönetiminde olmasının utanç verici yanları.
1970 yılında, geliboluda doğdu. ilkokulu çocukluk yıllarının geçtiği keşanda atatürk ilkokulunda bitirdi. özel darüşşafaka lisesi ve dokuz eylül üniversitesi iktisadi idari bilimler fakültesinden mezun oldu. 1996 yılında muğla ilinin milas ilçesinde öğretmenliğe başladı. öğretmenlik görevini halen izmirde sürdürüyor. şiirin yanı sıra öykü ve deneme yazıları da kaleme aldı. radikal ve milliyet gazetelerinde yazılarını yayımladı. evli ve bir kız çocuğu babası.
(bkz: yetimler ağıdı)
http://www.siirgen.org/
(bkz: yetimler ağıdı)
http://www.siirgen.org/
1959 yılında ankara’da doğdu. ilkokulu ankara’da, ortaöğrenimini antalya ve seydişehir’de tamamladı. ankara üniversitesi hukuk fakültesi’ni bitirdi.
şiir ve şiir sorunlarına ilişkin yazıları ve denemeleri edebiyat dostları, edebiyat ve eleştiri, tan, türkiye yazıları, üç çiçek, yarın, yazko edebiyat, yeni düşün gibi çeşitli yayın organlarında yayınlandı.
(bkz: yetimler ağıdı)
http://www.siirgen.org/
şiir ve şiir sorunlarına ilişkin yazıları ve denemeleri edebiyat dostları, edebiyat ve eleştiri, tan, türkiye yazıları, üç çiçek, yarın, yazko edebiyat, yeni düşün gibi çeşitli yayın organlarında yayınlandı.
(bkz: yetimler ağıdı)
http://www.siirgen.org/
1938 yılında balıkesir’de doğdu. savaştepe ilköğretmen okulu’nu, gazi eğitim enstitüsü eğitim bölümü’nü bitirdi. ilkokul, lise, eğitim enstitüsü öğretmeni olarak çalıştı. ilköğretim müfettişliğinden emekli oldu.
12. antalya film festivali öykü yarışmasında (harç kovası adlı öyküyle) mansiyon 1975
damar edebiyat dergisi / çankaya belediyesi çocuk şiirleri yarışmasında (kuşgölü’nde günler adlı dosyayla) ikincilik 1992
kırmızı fare çocuk dergisi öykü yarışmasında (çeşitli öykülerle) başarı 1992
ceyhun atuf kansu şiir ödülü (suyla sınanmış şiirler adlı dosyayla, sonradan uzak yazlarda adıyla kitaplaştı) 1998
yunus nadi şiir ödülü (acının gümüşü adlı dosyayla) 1999
edebiyat dergilerinden ardıçkuşu, bahçe, damar, kıyı, insan, morca, çağdaş türk dili, pencere, söylem, yaşasın edebiyat, şiir lik’te yazmayı sürdürüyor.
(bkz: yetimler ağıdı)
http://www.siirgen.org/
12. antalya film festivali öykü yarışmasında (harç kovası adlı öyküyle) mansiyon 1975
damar edebiyat dergisi / çankaya belediyesi çocuk şiirleri yarışmasında (kuşgölü’nde günler adlı dosyayla) ikincilik 1992
kırmızı fare çocuk dergisi öykü yarışmasında (çeşitli öykülerle) başarı 1992
ceyhun atuf kansu şiir ödülü (suyla sınanmış şiirler adlı dosyayla, sonradan uzak yazlarda adıyla kitaplaştı) 1998
yunus nadi şiir ödülü (acının gümüşü adlı dosyayla) 1999
edebiyat dergilerinden ardıçkuşu, bahçe, damar, kıyı, insan, morca, çağdaş türk dili, pencere, söylem, yaşasın edebiyat, şiir lik’te yazmayı sürdürüyor.
(bkz: yetimler ağıdı)
http://www.siirgen.org/
1953 yılında, izmir`de doğdu. ilk ve orta öğrenimini izmir`de yaptı. gazetecilik yüksek okulu`nu bitirdi. ilk yazıları demokrat izmir gazetesinin `edebiyat ve sanat` sayfasında yayımlandı. 1976 yılında; hüseyin yurttaş, ali rıza ertan ve mehmet kadri sümer`le aylık edebiyat dergisi dönemeç`i kurdu ve sorumlu yönetmenliğini yaptı. şiir, eleştiri ve incelemeler yazdı. son yıllarda kitap tanıtım yazılarıyla ünlendi. agora dergisinin de kurucuları arasında bulunan yazar, zaman zaman edebiyat yaşamından uzak kaldı.
(bkz: yetimler ağıdı)
http://www.siirakademisi.com
(bkz: yetimler ağıdı)
http://www.siirakademisi.com
1950 yılında siverek (şanlıurfa)’te doğdu. diyarbakır eğitim enstitüsü sosyal bilgiler bölümü’nü bitirdi. çeşitli okullarda öğretmenlik yaptı. şiirleri ayrım, dönemeç, düşlem, edebiyat 81, evrensel kültür, imece, oluşum, poetik us, sanat rehberi, su, temmuz, varlık gibi dergilerde yer aldı.
(bkz: yetimler ağıdı)
(bkz: yetimler ağıdı)
1958’de istanbul’da doğdu. hukuk ve gazetecilik okudu. günlük gazetelerde ve dergilerde değişik sanat disiplinleri üzerine eleştiri yazıları, siyasi makaleler, denemeler yazdı. siyasi polemiklerini kitaplaştırdı; türkiye hala mümkün (1999). tiyatro yönetmeni (istanbul şehir tiyatroları). 1982’de şiir yayımlamaya başladı. beş şiir kitabı var; parçalanmış divan (1990); a etika (1991); yenilgiler tarihi(1994); erken sözler (1999); tuz günleri (2001)
(bkz: yetimler ağıdı)
http://www.yayinevi.bilesim.com.tr
(bkz: yetimler ağıdı)
http://www.yayinevi.bilesim.com.tr
türkçenin 73 şairi, 19 ocak günü sinsice, korkakça işlenen organize bir suikaste kurban edilen kardeşleri, cesur aydın, iyi gazeteci, mükemmel hayat arkadaşı, baba, dede ve türkiye’nin iyi kalbi hrant dink’in ardından dizelerini buluşturdu. ’yetimler ağıdı’, kardeşliğin, eşitliğin, özgürlüğün övgüsü; susturulmaya karşı koyan türkiye’nin, faşist katillerden korkup sinmeyen yurttaşların, tarihiyle yüzleşmekten çekinmeyen berrak zihinlerin kederli ve ama teslimiyetten son kertede uzak sesi, acı ile karılmış gür fısıltısıdır.
bunu sana nasıl söylerim
hata benim günah benim suç benim
dünyalar içinde dünyalar sevgilim
ateşten çıkardım baktım uzunca kendimdi
bir de başımın üstünde yok bir ülke; kendimdi
dilim yola düştü pupa yelken pınarlarım yas içinde, hey hey
yüzümde kan kalmadı kuraklık can alıyor bir yandan, dan!
bir travmam var kenarı hâreli
yine hâreli geçti yine zulüm beni
meydan başaklarım kanıyor
uzun bir yürüyüşüm ben; bakın
anlarsınız yol yorgunu gözlerimden
şiircebimden beslenen tedirgin güvercin
dayamış gagasını yavrusununkine
eyvah ki hrant, bir vakitte
göğerçinleri yemlemişti, seninki!
kanı gördük okul dönüşünde ders kitaplarında
seslere karşı çok ilgiliyiz de ondan seslerden olur ölümümüz
sonra büsbütün çıkarız raydan, her vagon kendi cehennemine
kalbimiz doludizgin, kimse avutmasın içimizdeki tren düdüklerini
toprak insana gömülüyor, bodina da öldü
sınırlar biraz daha kırmızı
bütün karakamuları alaşağı eden bir bun
bir bayraktın düştüğün yerde patikalar’ın açtığı
bir kısrağın tayını emzirme sesiydi soluğun
şimdi çığ gürlemesidir aşan zamanı
bembeyaz tırnaklarla kazdığı o görülmedik arkta
kan ve gözyaşının birbirine değmeyen ortaklığı
yattım yere bakıyorum toprağın hisli eşitliğine
sular sınırları pasaportsuz geçer
asıl azınlık yerkürenin kendisidir
tek millet, gökyüzüdür ölürken yürekli düşünüldüğünde
çan ve ezan arasına gerili mahyada
acıyı dengeler yazı: ah-ya!
orda hrant, başı dumanlı ararat’ta
ırağı bilmez bir yağız atla vardı oraya
hrant ki, külü bile nemlendirir çorak dünyayı
yine de her damlada ürperir yaşlı ararat
ne değişir hayatla karşılaşsan
hemen yanında arkadaşın ölüme gülerek bakıyorsa
gözün arkada değildi, içerideydi a hrant! gözüm
içerdeydi ve sözcükler – ki onlardı ve öldüren idi
ürkekliğin ürperdi karardı boz güruhun
yırtık tabanaltından kaçtı güvercin ruhun
yaslandığım duvarın uğultusuydun
beni sessizlikle açıklayan
hüznü giydiğin pabuçlarında bin ahhh!
içini delmiş kuzeyli bir rüzgârın
erguvan kalbine kuzu’layan bir güvercin
beykoz iskelesinde karaya vuruyor göçebe
ağarmış bir gül var yakamda
içimizdeki bahçelerden goncası
bir yağmur kenti ne kadar ıslatır?
- kanın insanı ıslattığı kadar ancak!
neden ayakta ölür aylar?
- kim bilir!
ölümün yüzüne gülüyorsun
bedenin kurşun geçirse de
kanamasın yaprakları güllerin
üşüyen sular ırmakların tenine karışsın
akımını vurdular sözcüklerden kurulu fırat’ın
beyaz bere bile ağlar çamurun işine
iki damla göz yaşı düştü vurulunca sen
pülümür’ün yaşsız kadınının gözlerinden
oysa küçük bir çocuktum ben de tren raylarında
bozuk para gibi ezilen, hiç gelmeyecek sandığım baba
duydu mu mersinli balıkçı cemal, yağmurun yağdığını
ölümsüzlük denizine sabaha karşı?
fazlasıyla geciktin, suyu dinle, aynayla ödeş, toprağa dokun
buluşmayı bil kemik fırtınasında; sancınla yüzleş
şeytan tiryakilerinin sivilcelerindeki irin,
ey! kulak zarımı kanatan antik öfke
topla köpek dişlerini, düşlerini çektir ve git!
ölüm saklar ölümsüzlüğü yaşamın bildik türküsünde; hrant dink’i de
zehrini yağmalar karanlık
sis peçesine çakılı çöller
affet! yoksulduk, ezilmiştik; aval aval seyrettik mülk talan kavgasını
kan revan içinde söktüğümüz hayatlar, sözde şanlar sundu bizlere
korkumuz kutsaldı gölgemizden, gönüllü kurşun olduk düş kırımında
sesimizi linç tutup, kazıdık vicdanı, altın ve gümüş kakmalı hançerlerle
bu kez çatlak bulunca suyunu, yasaklandı
ikinci emre kadar dökmek zehirli kanı
ne cehennemi ne cenneti
gurbeti de sılası da içindedir insanın
ömrümüzün biriktirdiği onca kavram ve sözcük
şimdi işgal altında
son pankart sokakta gerili birazdan polis kesip atacak
hepimizin ölümü en küçüğümüzün elinden olacak!
ah ile eyvah ile geçiyor zaman
dönsek kardeşliğimizi kutsayacak ardımızdaki kan
vart’a gül demişler, ağlayan kim
iki kalp, iki zehir, yüz yıllık birikim
bin dereden kanla dolmuş kuyuları hep ıslak
sen, ben, hrant... bu toprak püskürtüyor sevgimizi
artık kış çiğdemleriyle anacağız seni
onlara kanınla, terin karıştı
yüreğindeki tohumlar
rüzgârlı sözcüklerle girecek türkülere
kırık bir zamanda uçan güvercin
üzgün tutar ağzındaki zeytin dalını
sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
bulutlara rüzgâra asarım suretini her akşam
her akşam bir mektup yazarım ararat kadar
unutmadım bırakıp giderken söylediğin sözleri
günler mi ağdı, ah, sular mı boğuldu
sisten kapılar mı var şehrin gözlerinde
göğüslerinin arasını şiirlerle süsledim hayatın
aranızdan geçerken incinmeler düştü payıma
güvercin kapaklandığında, yüzüm albatros ve yağmur
borandır, bahardır, uzar sakallarım çıtırtılarla mavi
kuşların sabahından geçelim hrant
çiçek tozları havalansın göklerimizden
zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir
ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi
bu yüzden sesini düşürmüş kaldırımlar leylak
kırmızı, kanla gül arasında gidip gelirken kanı çekilmiş yaprak
ışık bilir vuracağı yüzü, konacağı kalbi
güvercin, toprağın düşüne kanat
kimi ölülerin ayakkabısı delik
ve sakalları saklanmış ertesi güne
kimi silahlı çiçek taşır öldürdüğüne
bayrağa sararlar gözsüz yüzünü
çorabını dikerler suç kime
ak bir güvercin kanıyla çiziyor ölümünde
ölümsüzlüğün resmini
çocuksu, muzip, yakışıklı
yüzün ki
canlar içinde bir can
kanlar içinde altı milyar insan!
ve onlar vurdukça sana, alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle
küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde
güvercinlerin dudaklarındaki sıcak rüya, korkularımızı dolduruyordu
dilini susarken anlıyordum, konuşurken
birden kendimi bir kardeş çavlanında bulurken
çatılara konan kırmızı
güvercinin bıraktığı vedayı büyütüyordu
gölgesi ansız çekilen bir ağaç gibi yıkılırdım
bir elim ötekini tutmasaydı
o ki bir fincan tuz istemişti yalnızca komşudan
şimdi tuzlu bir nehir akıyor kalan ömürler arasından
şimdi kim
bu uzak diyen
diyen bu yalan
bu burkulan ruhun üşümesiyle kardeşliğin
şu kurşun dökülmüş zaman
bir ölüm şiirine eklensin diye
gövdesiyle yazmıştı son dizeyi
sürgüne okunmuş arguvan havası; ki kan
yüzünü acıya dönmüş duduk, ah! gasparyan
unutulmuş; ötekinin cenneti değil miydi her insan
kim yırttı vicdanımızı, sevgimizi kim düğümledi
kaç bin kerre öldük seni
seni öyle sevdik, bağışla bizi
bu evleri borçlu olduğumuz taş ustaları
yürüyecek. anı: hiçbir şey kalmadığında
su inceliğiyle gülümseyen günahsız kan
masum yüzünün görüntüsüdür dağılan
kan kabuğun altında fokurduyor yeniden
usanmış acısını sokakta gezdirmekten
şairleri dinlemek lazım: kabuk, su, tir, naz-
bir nar ki kırılınca hikâyemiz olacak
hadi ölümü tuzlayalım sonsuz deniz
hrant’tan sonra kokmasın bari ülkemiz
aslında ne türk’üz, ne kürd’üz, ne ermeni’yiz
öyle bir “baba”mız var ki hrant, hepimiz yetimiz!
hicri izgören, adnan satici, ahmet ada, ahmet günbaş, ahmet telli, ahmet uysal, akif kurtuluş, altay öktem, altay ömer erdoğan, arif damar, asuman susam, ataman avdan, aydın şimşek, betül tariman, bilsen başaran, bülent güldal, celal soycan, cezmi ersöz, cihan oğuz, dinçer sezgin, enver ercan, fadıl öztürk, fergun özelli, fuat çiftçi, gonca özmen, gülten akin, gültekin emre, halim şafak, halim yazici, haydar ergülen, hayri kako yetik, hüseyin peker, hüseyin yurttaş, ilhan tülman, ilker işgören, ismail mert başat, kadir aydemir, küçük iskender, mahmut temizyürek, mavisel yener, mehmet atilla, mehmet can doğan, mehmet mahzun doğan, mustafa mazhar alphan, sadık kirimli, mehmet sarsmaz, mehmet mümtaz tuzcu, metin cengiz, metin kaygalak, mustafa özturanli, muzaffer kale, namık kuyumcu, nesimi aday, nevzat çelik, oğuz tümbaş, olcay özmen, onur akyil, orhan alkaya, özkan satilmiş, özlem sezer, pelin batu, rahmi emeç, salih bolat, sedat şanver, selim temo, sennur sezer, sina akyol, tarık günersel, tuğrul keskin, turgay gönenç, veysel çolak, yunus koray, yücelay sal, zeynep uzunbay
bunu sana nasıl söylerim
hata benim günah benim suç benim
dünyalar içinde dünyalar sevgilim
ateşten çıkardım baktım uzunca kendimdi
bir de başımın üstünde yok bir ülke; kendimdi
dilim yola düştü pupa yelken pınarlarım yas içinde, hey hey
yüzümde kan kalmadı kuraklık can alıyor bir yandan, dan!
bir travmam var kenarı hâreli
yine hâreli geçti yine zulüm beni
meydan başaklarım kanıyor
uzun bir yürüyüşüm ben; bakın
anlarsınız yol yorgunu gözlerimden
şiircebimden beslenen tedirgin güvercin
dayamış gagasını yavrusununkine
eyvah ki hrant, bir vakitte
göğerçinleri yemlemişti, seninki!
kanı gördük okul dönüşünde ders kitaplarında
seslere karşı çok ilgiliyiz de ondan seslerden olur ölümümüz
sonra büsbütün çıkarız raydan, her vagon kendi cehennemine
kalbimiz doludizgin, kimse avutmasın içimizdeki tren düdüklerini
toprak insana gömülüyor, bodina da öldü
sınırlar biraz daha kırmızı
bütün karakamuları alaşağı eden bir bun
bir bayraktın düştüğün yerde patikalar’ın açtığı
bir kısrağın tayını emzirme sesiydi soluğun
şimdi çığ gürlemesidir aşan zamanı
bembeyaz tırnaklarla kazdığı o görülmedik arkta
kan ve gözyaşının birbirine değmeyen ortaklığı
yattım yere bakıyorum toprağın hisli eşitliğine
sular sınırları pasaportsuz geçer
asıl azınlık yerkürenin kendisidir
tek millet, gökyüzüdür ölürken yürekli düşünüldüğünde
çan ve ezan arasına gerili mahyada
acıyı dengeler yazı: ah-ya!
orda hrant, başı dumanlı ararat’ta
ırağı bilmez bir yağız atla vardı oraya
hrant ki, külü bile nemlendirir çorak dünyayı
yine de her damlada ürperir yaşlı ararat
ne değişir hayatla karşılaşsan
hemen yanında arkadaşın ölüme gülerek bakıyorsa
gözün arkada değildi, içerideydi a hrant! gözüm
içerdeydi ve sözcükler – ki onlardı ve öldüren idi
ürkekliğin ürperdi karardı boz güruhun
yırtık tabanaltından kaçtı güvercin ruhun
yaslandığım duvarın uğultusuydun
beni sessizlikle açıklayan
hüznü giydiğin pabuçlarında bin ahhh!
içini delmiş kuzeyli bir rüzgârın
erguvan kalbine kuzu’layan bir güvercin
beykoz iskelesinde karaya vuruyor göçebe
ağarmış bir gül var yakamda
içimizdeki bahçelerden goncası
bir yağmur kenti ne kadar ıslatır?
- kanın insanı ıslattığı kadar ancak!
neden ayakta ölür aylar?
- kim bilir!
ölümün yüzüne gülüyorsun
bedenin kurşun geçirse de
kanamasın yaprakları güllerin
üşüyen sular ırmakların tenine karışsın
akımını vurdular sözcüklerden kurulu fırat’ın
beyaz bere bile ağlar çamurun işine
iki damla göz yaşı düştü vurulunca sen
pülümür’ün yaşsız kadınının gözlerinden
oysa küçük bir çocuktum ben de tren raylarında
bozuk para gibi ezilen, hiç gelmeyecek sandığım baba
duydu mu mersinli balıkçı cemal, yağmurun yağdığını
ölümsüzlük denizine sabaha karşı?
fazlasıyla geciktin, suyu dinle, aynayla ödeş, toprağa dokun
buluşmayı bil kemik fırtınasında; sancınla yüzleş
şeytan tiryakilerinin sivilcelerindeki irin,
ey! kulak zarımı kanatan antik öfke
topla köpek dişlerini, düşlerini çektir ve git!
ölüm saklar ölümsüzlüğü yaşamın bildik türküsünde; hrant dink’i de
zehrini yağmalar karanlık
sis peçesine çakılı çöller
affet! yoksulduk, ezilmiştik; aval aval seyrettik mülk talan kavgasını
kan revan içinde söktüğümüz hayatlar, sözde şanlar sundu bizlere
korkumuz kutsaldı gölgemizden, gönüllü kurşun olduk düş kırımında
sesimizi linç tutup, kazıdık vicdanı, altın ve gümüş kakmalı hançerlerle
bu kez çatlak bulunca suyunu, yasaklandı
ikinci emre kadar dökmek zehirli kanı
ne cehennemi ne cenneti
gurbeti de sılası da içindedir insanın
ömrümüzün biriktirdiği onca kavram ve sözcük
şimdi işgal altında
son pankart sokakta gerili birazdan polis kesip atacak
hepimizin ölümü en küçüğümüzün elinden olacak!
ah ile eyvah ile geçiyor zaman
dönsek kardeşliğimizi kutsayacak ardımızdaki kan
vart’a gül demişler, ağlayan kim
iki kalp, iki zehir, yüz yıllık birikim
bin dereden kanla dolmuş kuyuları hep ıslak
sen, ben, hrant... bu toprak püskürtüyor sevgimizi
artık kış çiğdemleriyle anacağız seni
onlara kanınla, terin karıştı
yüreğindeki tohumlar
rüzgârlı sözcüklerle girecek türkülere
kırık bir zamanda uçan güvercin
üzgün tutar ağzındaki zeytin dalını
sen dostumdun benim gülünce güneşler açan
bulutlara rüzgâra asarım suretini her akşam
her akşam bir mektup yazarım ararat kadar
unutmadım bırakıp giderken söylediğin sözleri
günler mi ağdı, ah, sular mı boğuldu
sisten kapılar mı var şehrin gözlerinde
göğüslerinin arasını şiirlerle süsledim hayatın
aranızdan geçerken incinmeler düştü payıma
güvercin kapaklandığında, yüzüm albatros ve yağmur
borandır, bahardır, uzar sakallarım çıtırtılarla mavi
kuşların sabahından geçelim hrant
çiçek tozları havalansın göklerimizden
zalimin gecesi mazlumun gecesiyle birdir
ve daha uzundur zulme karar verenin gecesi
bu yüzden sesini düşürmüş kaldırımlar leylak
kırmızı, kanla gül arasında gidip gelirken kanı çekilmiş yaprak
ışık bilir vuracağı yüzü, konacağı kalbi
güvercin, toprağın düşüne kanat
kimi ölülerin ayakkabısı delik
ve sakalları saklanmış ertesi güne
kimi silahlı çiçek taşır öldürdüğüne
bayrağa sararlar gözsüz yüzünü
çorabını dikerler suç kime
ak bir güvercin kanıyla çiziyor ölümünde
ölümsüzlüğün resmini
çocuksu, muzip, yakışıklı
yüzün ki
canlar içinde bir can
kanlar içinde altı milyar insan!
ve onlar vurdukça sana, alışkanlıklarımız çözülüyordu böylelikle
küçümsediğimiz yollar açılıyordu önümüzde
güvercinlerin dudaklarındaki sıcak rüya, korkularımızı dolduruyordu
dilini susarken anlıyordum, konuşurken
birden kendimi bir kardeş çavlanında bulurken
çatılara konan kırmızı
güvercinin bıraktığı vedayı büyütüyordu
gölgesi ansız çekilen bir ağaç gibi yıkılırdım
bir elim ötekini tutmasaydı
o ki bir fincan tuz istemişti yalnızca komşudan
şimdi tuzlu bir nehir akıyor kalan ömürler arasından
şimdi kim
bu uzak diyen
diyen bu yalan
bu burkulan ruhun üşümesiyle kardeşliğin
şu kurşun dökülmüş zaman
bir ölüm şiirine eklensin diye
gövdesiyle yazmıştı son dizeyi
sürgüne okunmuş arguvan havası; ki kan
yüzünü acıya dönmüş duduk, ah! gasparyan
unutulmuş; ötekinin cenneti değil miydi her insan
kim yırttı vicdanımızı, sevgimizi kim düğümledi
kaç bin kerre öldük seni
seni öyle sevdik, bağışla bizi
bu evleri borçlu olduğumuz taş ustaları
yürüyecek. anı: hiçbir şey kalmadığında
su inceliğiyle gülümseyen günahsız kan
masum yüzünün görüntüsüdür dağılan
kan kabuğun altında fokurduyor yeniden
usanmış acısını sokakta gezdirmekten
şairleri dinlemek lazım: kabuk, su, tir, naz-
bir nar ki kırılınca hikâyemiz olacak
hadi ölümü tuzlayalım sonsuz deniz
hrant’tan sonra kokmasın bari ülkemiz
aslında ne türk’üz, ne kürd’üz, ne ermeni’yiz
öyle bir “baba”mız var ki hrant, hepimiz yetimiz!
hicri izgören, adnan satici, ahmet ada, ahmet günbaş, ahmet telli, ahmet uysal, akif kurtuluş, altay öktem, altay ömer erdoğan, arif damar, asuman susam, ataman avdan, aydın şimşek, betül tariman, bilsen başaran, bülent güldal, celal soycan, cezmi ersöz, cihan oğuz, dinçer sezgin, enver ercan, fadıl öztürk, fergun özelli, fuat çiftçi, gonca özmen, gülten akin, gültekin emre, halim şafak, halim yazici, haydar ergülen, hayri kako yetik, hüseyin peker, hüseyin yurttaş, ilhan tülman, ilker işgören, ismail mert başat, kadir aydemir, küçük iskender, mahmut temizyürek, mavisel yener, mehmet atilla, mehmet can doğan, mehmet mahzun doğan, mustafa mazhar alphan, sadık kirimli, mehmet sarsmaz, mehmet mümtaz tuzcu, metin cengiz, metin kaygalak, mustafa özturanli, muzaffer kale, namık kuyumcu, nesimi aday, nevzat çelik, oğuz tümbaş, olcay özmen, onur akyil, orhan alkaya, özkan satilmiş, özlem sezer, pelin batu, rahmi emeç, salih bolat, sedat şanver, selim temo, sennur sezer, sina akyol, tarık günersel, tuğrul keskin, turgay gönenç, veysel çolak, yunus koray, yücelay sal, zeynep uzunbay
adamdır.
çok fazla üzülüp kırılmasına gerek olmayan yazardır. emekleri gün gibi duracaktır sözlükte göze batacaktır ve haddini bilmezliğin resmide.
(bkz: taraf)
ibda cnin yayın organıdır.
15.02.2007 itibariyle "savaşa dur diyenler şu an 150677 kişi" olmuştur.
emeklilik istemi ya da zorunlu emeklilik olmaması muhtemel şekilde görevden uzaklaştırılması hatta el çektirilmesi mümkünse görevini kötüye kullanmaktan istifa ettirilmesi yok etmiyorsa kapının önüne koyulması gereken emniyet müdürüdür.
gizliden gizliye hatta partili diyaloglarında art olarak anılan türkiye cumhuriyeti ve halkının temel televizyon kanalı eli ayağı çok şeyidir.
ne adaletini ne de kalkındırmasını gördüğümüz inançlı inançsız bir çok toplum mensubunun her sözünde kınadığı oluşum.
abdullah güle başbakanlık koltuğunu teslim edemeyeceğinden dolayı bir daha ki seçimlerde yeniden başbakan seçilmesi muhtemel şahsiyet.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?