halk meydani.
agora
(bkz: agora meyhanesi)
izmirde semt.
eski yunan kentlerinde, ozellikle helenistik donemde pek yaygin bir yerdir agora. agoranin anlami pazar yeridir (market place) ve genellikle sehirin tam ortasinda genis bir arazi uzerine kurulur, genellikle ionik duzendeki sutunlariyla dikkat ceken bir yapidir. sehirde yasayan insanlarin ve ticaretle ugrasanlarin ortak bulusma yeridir agora. bir nevi alisveris merkezidir. helenistik donemde en dikkat ceken agora hic suphe yok ki atinada ki agoradir ve burada cok sayida yapi yer almaktadir.
sarkilarimizdan birine malzeme olmus izmir semtlerinden birisi.
underground yapida adindan sikca soz ettiren senfonik metal grubu.dinleyenler turk olduklarini ogrendiklerinde almora grubunda oldugu gibi dumur bir vaziyette tek ayak ustunde dururlar.demolari satisa cikmisti gecenlerde.ama bulamayanlar ve gidip almaya usenenler icin;http://www.agoraband.com
götik/doom metal yapan istanbul-karaköylü gruptur.karaköylüler diye gruptaki 3 hatuna asılmaya gelmez.hele flut çalana aman ha.2 adet epleri mevcuttur.
kadroları:
seyda çakir : soprano vokal
oya çeken : female vokal
kivanç sengül : male vokal
çetin çetintas : bas
isa dogan : gitar
mehmet çinar : gitar
gönul yasar : flut
melih pekinbas : keyboard
sezay demirbacak : davul
kadroları:
seyda çakir : soprano vokal
oya çeken : female vokal
kivanç sengül : male vokal
çetin çetintas : bas
isa dogan : gitar
mehmet çinar : gitar
gönul yasar : flut
melih pekinbas : keyboard
sezay demirbacak : davul
antik kentlerde çeşitli etkinlikler için toplanılan yerlerdir. çogunlukla kentin merkezinde ya da limana yakın yerlerde bulunur.
izmirde şehir merkezinde antik yapılar bulunan tarihi ve turistik yerdir.fakat bırakın turistleri izmirlilerin yüzde 90ının bile girip göremediği yerdir.hele hele bir bağyan girmeye kalksın sağ çıkmaz maazallah.
bir alejandro amenabar filmi. m.s. 391 iskenderiyesinden bir kesit sunuyor. rachel weisz her zamanki gibi sade, duru ve akıcı. izlenmesi gereken filmlerden.
dvd arka kapağından:
m.s. 4. yüzyılda roma imparatorluğunun egemenliği altındaki mısırda... iskenderiye sokaklarındaki şiddetli dini ayaklanmalar şehrin ünlü kütüphanesine kadar yayılıyor. kütüphanenin duvarları arasında tarihin gördüğü en parlak kişiliklerden biri olan astronom hypatia ve öğrencileri antik dünyanın bilgeliğini korumak için savaşıyorlar.
ve bir kaç cümle daha var ama çok üşendim, evet. alın izleyin, bu kadar.
dvd arka kapağından:
m.s. 4. yüzyılda roma imparatorluğunun egemenliği altındaki mısırda... iskenderiye sokaklarındaki şiddetli dini ayaklanmalar şehrin ünlü kütüphanesine kadar yayılıyor. kütüphanenin duvarları arasında tarihin gördüğü en parlak kişiliklerden biri olan astronom hypatia ve öğrencileri antik dünyanın bilgeliğini korumak için savaşıyorlar.
ve bir kaç cümle daha var ama çok üşendim, evet. alın izleyin, bu kadar.
insanlık tarihi denen olgunun, insanın tarihten günümüze süregelen “mazlumdan zalim yaratma” kabiliyetinin, dinlerle doku uyuşmasının bir örneğini sunuyor bizlere film.
sadece konu ettiği başroldeki inancın adının değiştirilmesi ile, güncele dair ipuçları bulabilirsiniz filmde.
kendi adıma üzücü bulduğum şey; hypatia’ nın içinde yaşadığı çevreye ait kimi yansımaların, çağdaşımız olan benzerlerinde de karşımıza çıkıyor oluşu. bu benzerlik gösterdiğini söyleyebileceğimiz çevrelerin, onca zamanın süzgecinden elenip, insanlık bilincine eklenen bilgiye rağmen, bilgiye/bilime o günlerde yaşamış bir pagan misali iman ediyor, inanç sistemleri ile yarıştırıyor, savaşma/savaştırma arzusu sergiliyor olması üzücü değil mi?
iman edilmesi gereken inançları sorgulamadığı için, sorgusuzca inanan yığınları beyhude bir çaba ile yargılamaktan ziyade, bilim insanlarının, insanı algılama-bir bütün olarak- çabasını sorgulamak daha anlamlı geliyor.
bilim iman etmek yerine sorgulamayı gereksiniyor. ama günümüz dünyasında, dinin yerini “gerçeğin”(sunulan, mevcut bilgilerle ulaşılabilen) almasını, insanların bu “gerçeğe” iman etmesini bekleyenlerle karşılaşıyorum. insanlardaki inanma, tapınma arzusunun nesnesini değiştirmeye çalışan, başarısız bir ilüzyon çabasından öteye gidemiyor bu hali ile bütün bu çabalar.
bir haksızlığa sebebiyet vermemek için, bu insanları, işini yapan bilim insanlarından ayrı değerlendirmek gerek. bu insanları daha çok, sahip oldukları bilgiyi kullanarak “çağdaşlığa tapınanlar” olarak adlandırıyorum. salt nesnesini ve ritüellerini değiştirip, tapınmaya devam ettikleri sürece, bir inancı, diğer bir inançla yargılamak, benim dinim(bilgim), senin dinini döver hatasına düşmenin ötesine geçemiyorlar; ve böylelikle bilginin ve gerçeğin yayılmasının önünde birer sete dönüşüyorlar.
gerçek diye adlandırılan, bilim yolu ile elde edilmiş olgular, iman terazisinde tartılmaz. oysa din ile bilimi “çağdaşlık” adına savaştırma arzusu, gerçeği bu terazinin kefesinde tartılmaya zorlamaktan öte bir işe yaramıyor.
gerçek, ona ulaşma arzusu ile sorgulama ve araştırma gereksiniyor. insanlarda araştırma ihtiyacını yaratarak, kendi kabul edeceği bir gerçeğe ulaşma arzusunu tetikleyecek yolları bulmalı.
haddimi aşan bu laf ebeliğinden sonra, filme dönelim. hypatia’ nın yörüngesinde iki adam görüyoruz filmde. biri hypatia’ nın kölesi davus, diğeri de iskenderiye’ nin varlıklı ve etkili bir ailesinden gelen, öğrencisi orestes. orestes, ailesinin yaşadığı topluluk içerisindeki konumunun ve aldığı eğitimin o’ na kattığı entellektüel birikimin rahatlığı içerisinde yaşarken; davus, yokluğun dibinden kendine inanacak bir tek hypatia’ yı(tutkulu bir aşkla) buluyor.
hypatia’ nın parçası olarak yaşadığı topluluğun kuralları açısından bakılınca, anlaşılabilir olan hoyrat tavırları ve yaşanan pagan-hristiyan çatışmasından etkilenen davus, inancının merkezindeki hypatia’ ya duyduğu tutkulu aşkın yerini din ile değiştirmeye kalkıyor. bundan sonrasında ise öfke ve yıkımlar belirliyor davus’ un yolunu. arada kalmanın cinnetini olduğu gibi yansıtıyor davus. olmayan bir şeyin, eksik bir şeyin, onu bulamadığı müddetçe kendini de bulamadığı bir şeyin, tamamlanamayan bir şeyin/kendisinin, kelimelere dökülemeyen, göze görünmeyen yıpratıcı, ulaşılmaz varlığını hissediyor.
orestes ise, zaman içinde yetiştirilme amacına uygun olarak toplum içerisindeki yönetici konumunu alıyor ve hypatia ile entellektüel bir yakınlık lüksünün son ana kadar keyfini sürüyor. hypatia’ yı orestes’ in yakınında tutan entellektüel sohbetlerin yanı sıra, çalışmaları için ihtiyaç duyduğu imkanları hypatia’ ya sunabilecek güce sahip olması.
hypatia’ nın karakterini belirleyen, öğrenmeye, bilgiye duyduğu sonsuz açlık. tek aşkı dünya, güneş ve çevreleyen gezegenlerin hareketlerindeki gizemin çözümü. düşünününce, her türlü tapınmadan uzak, aklı merkeze alan yaşamı; o’ nu aşkın bile tuzaklarından koruyup, özgür kılıyor. evet, filmdeki hypatia karakterini anlatacak en anlamlı cümle: özgür bir kadın/insan, olabilir.
hypatia’ ya bakınca, tamamlanmış, bütün bir insan görebiliyorum. özgür, akıllı, güzel, arzu dolu. ama yörüngesindeki iki erkeğin toplamından bile, bir tam insan elde edilemiyor. kendi başlarına zaten eksikler; ancak toplamları bile bir bütüne denk gelmiyor.
iman edecek mertebede tutkulu bir aşkı, tüm yıkıcı unsurları ile davus’ ta; eğitimi ve ailesinden gelen mirasın o’ nu toplumda getirdiği konumla gücü orestes’ te buluyoruz. ama ne davus’ un tutkulu aşkı, ne orestes’ in gücü ve aklı tamamlanmış bir bütün olmalarına yetmiyor; ve tabii arzularının ortak nesnesini korumaya da.
doğurganlıklarının kendilerine verdiği yaratıcı gücün, kadınları her daim tanrıya, biz erkeklerden bir adım daha yakın kıldığını düşünüyorum. eğer tanrı insanı yaratırken kendinden bir şey koyduysa bunu kesinlikle kadında aramak gerektiğine inanıyorum. eğer tanrıyı arıyorsak, kadının bereketli doğurganlığına bakmalıyız; erkeğin değersiz tohumları yerine.
filme dönersek son olarak, görünen o ki; bilmem kaç yüzyıldır değişen bir şey yok! hala sahip olduğumuzu düşündüğümüz gücü, kadınların ele geçirmesinden it gibi korkuyoruz. anlamadığım ve bilemediğim: neden?
sadece konu ettiği başroldeki inancın adının değiştirilmesi ile, güncele dair ipuçları bulabilirsiniz filmde.
kendi adıma üzücü bulduğum şey; hypatia’ nın içinde yaşadığı çevreye ait kimi yansımaların, çağdaşımız olan benzerlerinde de karşımıza çıkıyor oluşu. bu benzerlik gösterdiğini söyleyebileceğimiz çevrelerin, onca zamanın süzgecinden elenip, insanlık bilincine eklenen bilgiye rağmen, bilgiye/bilime o günlerde yaşamış bir pagan misali iman ediyor, inanç sistemleri ile yarıştırıyor, savaşma/savaştırma arzusu sergiliyor olması üzücü değil mi?
iman edilmesi gereken inançları sorgulamadığı için, sorgusuzca inanan yığınları beyhude bir çaba ile yargılamaktan ziyade, bilim insanlarının, insanı algılama-bir bütün olarak- çabasını sorgulamak daha anlamlı geliyor.
bilim iman etmek yerine sorgulamayı gereksiniyor. ama günümüz dünyasında, dinin yerini “gerçeğin”(sunulan, mevcut bilgilerle ulaşılabilen) almasını, insanların bu “gerçeğe” iman etmesini bekleyenlerle karşılaşıyorum. insanlardaki inanma, tapınma arzusunun nesnesini değiştirmeye çalışan, başarısız bir ilüzyon çabasından öteye gidemiyor bu hali ile bütün bu çabalar.
bir haksızlığa sebebiyet vermemek için, bu insanları, işini yapan bilim insanlarından ayrı değerlendirmek gerek. bu insanları daha çok, sahip oldukları bilgiyi kullanarak “çağdaşlığa tapınanlar” olarak adlandırıyorum. salt nesnesini ve ritüellerini değiştirip, tapınmaya devam ettikleri sürece, bir inancı, diğer bir inançla yargılamak, benim dinim(bilgim), senin dinini döver hatasına düşmenin ötesine geçemiyorlar; ve böylelikle bilginin ve gerçeğin yayılmasının önünde birer sete dönüşüyorlar.
gerçek diye adlandırılan, bilim yolu ile elde edilmiş olgular, iman terazisinde tartılmaz. oysa din ile bilimi “çağdaşlık” adına savaştırma arzusu, gerçeği bu terazinin kefesinde tartılmaya zorlamaktan öte bir işe yaramıyor.
gerçek, ona ulaşma arzusu ile sorgulama ve araştırma gereksiniyor. insanlarda araştırma ihtiyacını yaratarak, kendi kabul edeceği bir gerçeğe ulaşma arzusunu tetikleyecek yolları bulmalı.
haddimi aşan bu laf ebeliğinden sonra, filme dönelim. hypatia’ nın yörüngesinde iki adam görüyoruz filmde. biri hypatia’ nın kölesi davus, diğeri de iskenderiye’ nin varlıklı ve etkili bir ailesinden gelen, öğrencisi orestes. orestes, ailesinin yaşadığı topluluk içerisindeki konumunun ve aldığı eğitimin o’ na kattığı entellektüel birikimin rahatlığı içerisinde yaşarken; davus, yokluğun dibinden kendine inanacak bir tek hypatia’ yı(tutkulu bir aşkla) buluyor.
hypatia’ nın parçası olarak yaşadığı topluluğun kuralları açısından bakılınca, anlaşılabilir olan hoyrat tavırları ve yaşanan pagan-hristiyan çatışmasından etkilenen davus, inancının merkezindeki hypatia’ ya duyduğu tutkulu aşkın yerini din ile değiştirmeye kalkıyor. bundan sonrasında ise öfke ve yıkımlar belirliyor davus’ un yolunu. arada kalmanın cinnetini olduğu gibi yansıtıyor davus. olmayan bir şeyin, eksik bir şeyin, onu bulamadığı müddetçe kendini de bulamadığı bir şeyin, tamamlanamayan bir şeyin/kendisinin, kelimelere dökülemeyen, göze görünmeyen yıpratıcı, ulaşılmaz varlığını hissediyor.
orestes ise, zaman içinde yetiştirilme amacına uygun olarak toplum içerisindeki yönetici konumunu alıyor ve hypatia ile entellektüel bir yakınlık lüksünün son ana kadar keyfini sürüyor. hypatia’ yı orestes’ in yakınında tutan entellektüel sohbetlerin yanı sıra, çalışmaları için ihtiyaç duyduğu imkanları hypatia’ ya sunabilecek güce sahip olması.
hypatia’ nın karakterini belirleyen, öğrenmeye, bilgiye duyduğu sonsuz açlık. tek aşkı dünya, güneş ve çevreleyen gezegenlerin hareketlerindeki gizemin çözümü. düşünününce, her türlü tapınmadan uzak, aklı merkeze alan yaşamı; o’ nu aşkın bile tuzaklarından koruyup, özgür kılıyor. evet, filmdeki hypatia karakterini anlatacak en anlamlı cümle: özgür bir kadın/insan, olabilir.
hypatia’ ya bakınca, tamamlanmış, bütün bir insan görebiliyorum. özgür, akıllı, güzel, arzu dolu. ama yörüngesindeki iki erkeğin toplamından bile, bir tam insan elde edilemiyor. kendi başlarına zaten eksikler; ancak toplamları bile bir bütüne denk gelmiyor.
iman edecek mertebede tutkulu bir aşkı, tüm yıkıcı unsurları ile davus’ ta; eğitimi ve ailesinden gelen mirasın o’ nu toplumda getirdiği konumla gücü orestes’ te buluyoruz. ama ne davus’ un tutkulu aşkı, ne orestes’ in gücü ve aklı tamamlanmış bir bütün olmalarına yetmiyor; ve tabii arzularının ortak nesnesini korumaya da.
doğurganlıklarının kendilerine verdiği yaratıcı gücün, kadınları her daim tanrıya, biz erkeklerden bir adım daha yakın kıldığını düşünüyorum. eğer tanrı insanı yaratırken kendinden bir şey koyduysa bunu kesinlikle kadında aramak gerektiğine inanıyorum. eğer tanrıyı arıyorsak, kadının bereketli doğurganlığına bakmalıyız; erkeğin değersiz tohumları yerine.
filme dönersek son olarak, görünen o ki; bilmem kaç yüzyıldır değişen bir şey yok! hala sahip olduğumuzu düşündüğümüz gücü, kadınların ele geçirmesinden it gibi korkuyoruz. anlamadığım ve bilemediğim: neden?
eski yunanca toplantı yeri anlamındadır.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?