marquezin nobelli tuhaf romanı. üç neslin yüzyıl içinde yaşadıkları anlatılıyor. kitabın başına soyağacı çıkarılmış ama yine de tavsiyem sizin de kendi mantığınıza göre bir soyağacı çıkarmanız okurken. çünkü olaylar çok hızlı gelişiyor ve aynı adı taşıyan bir sürü insanı not almadan takip etmek çok zor oluyor. destan havasında yazılmış. her cümle eylem cümlesi. yani sürekli bir hareket hakim. tuhaf tuhaf şeyler oluyor. ölüler ziyarete geliyor, birileri havaya uçuyor, domuz kuyruklu çocuklar doğuyor... ama kimse garipsemiyor. bir yandan halkın kültürünü görürken öte yandan muz cumhuriyetlerinin dünyasına gidiyorsunuz. oldukça farklı bir dünya. roman da öyle.
kişiyi fazlasıyla hareketlendirecektir. ama ders çalışmak, işlerini halletmek gibi bir amaçla yaptıysa bunu işe yaramayacaktır. çünkü fazlasıyla hareketlenen beyin bu sefer de konsantre problemi yaşayacaktır. öyle olmasa bile, ne içerse içsin, çalışmak istemeyen insanın bilinçaltı beynine sinyaller gönderecek ve kişi uyuklamaya başlayacaktır.
pazardan kendini hissettirir. özellikle akşam saatlerinde iyice yoğunlaşır. pazartesinin habercisi olduğundan tatil olan pazarda da hep bir burukluk olur.ve bir tatil günü daha mahvolmuş olur.
büyük ihtimalle erkeğin baskısıyla olan şey. çünkü kadın regl halinin bitkinliğiyle seks yapmayı pek isteyeceğini sanmıyorum.
sevişip sevişip sonra millete akıllı uslu ev kızını oynayan kızlardır bunlar genelde. evlenecekleri zaman da bir bahaneyle erkeği bakireyim diye kandırırlar. kabul ediyorum, her ortamda bunu söylemek mümkün değil, gereksiz hatta ama bazı ortamlarda, bazı kişilere, özellikle evlenilecek erkek potansiyeline sahip olanlara ve onun çevresindekilere uslu kızı oynamaları midemi bulandırıyor.
bir barta buresi üzerinde babamın öldüğü yaştayım... uzun zaman kimseye sormadım, çünkü bilmediğin için utanç duydum ama hep merak ettim, barta nedir, bure nedir diye. bir de yeni türkünün olmasa mektubun adlı şarkısındaki "nerde sinema" kısmını yıllarca "nerdesin ema" diye anlayıp emayı bir kısmı sandım ki bence şarkı öyle olunca daha duygusal oluyor.
sarhoşken "köp-pek" gibiye dönüşen seviş şekli. sevilen insanın her yaptığına rağmen, bunları göre göre sevmek, her istediğini yapacak hale gelmek, gururun sıfırlanması, kovulmalara rağmen gitmemek, istenilmeyen yerde durmak... gibi yüzsüzlüklere sebep olur.
her gencin dönem dönem yaşayacağı duygu. sadece bu kadarda kalırsa sorun yok. her insan bünyesinin klasik tepkisidir. ama sürekli bir nefret varsa durum vahimdir. genellikle çocukluktan gelen bir sorundan kaynaklıdır bu ve zaten hiç sevilmemiştir baba. zaman ilerler, baba yaşlanır, güçlü konumdayken aciz duruma düşer. bu arada çocuğu büyümüştür, artık kendi ayakları üzerinde durabiliyordur. baba hatalarını anlamıştır, hareketleriyle özür diler bir nevi. bu, çocuğunun vicdan azabı çektiren acıma duygularıyla geçmişin acısı arasında bocalamaya başlayacağı dönemdir. bazen acıma duygusuna kapılıp babasını ziyaret eder ama ne yapsa da ona yakın olamamakta, zoraki sarılmaktadır. bir de ne kadar çabalasa da sevemediği, babası ona her daim yabancı geldiği için vicdan azabı çeker. bu da böyle sürüp gider. en kötüsü babasının bir gün ölünce yaşayacağı vicdan azabını önceden tahmin edebiliyor olması ama buna karşı hiçbir şey yapamamasıdır. kısacası babalar sevilmelidir ama bu babaların elindedir.
neden 404 olduğunu hep merak ettiğim yapıştırıcı. klasik sarı bir tüpü vardır. hala çocukların ellerinde geziyor mu bilmiyorum ama biz derslerde onu kaplı defterin üstüne döker, kırmızı kalemle karıştırıp durur, kendimizce kırmızı bir oyun hamuru üretirdik. üretken bir nesildik biz galiba.
seneryosunu murathan munganın yazdığı film. metis yayınları yarım kalan roman halini ve seneryosunu birlikte basmıştır. benli meryem vardır, sosyetenin meşhur metresi, ağına düşen kurtulamaz ondan. ta ki saf bir anadolu delikanlısına aşık olana kadar. fakat meryemin çevresine giren delikanlının gözleri açılacaktır. böylece hem meryem kendi sonunu, hem de istemeden delikanlıyı jigololuğa iterek onun sonunu getirmiş olur. sigara yakma sahneleri, dünya güzeli züleyha resimleri dikkat edilmesi gereken sembolik ayrıntılardır. izlemedim ama seneryosunu okuduğum kadarıyla tam bir seksenler fahişe filmi.
nabokovun yetişkin bir adamın kendi deyişiyle superciği olan daha ergenliğine girmemiş bir kıza duyduğu aşkın anlatıldığı ünlü romanı. bu romanı okuduktan sonra sübyancılara hala kızıyorum, hala onların sapık olduğunu düşünüyorum lakin kafalarından geçenleri biraz daha iyi anlayabiliyorum. kafalarında ne fantezi kurarlarsa kursunlar da kızlara bulaşmasalar diyorum. ama nabokov öyle cümleler kurmuş ki bir yandan sinirlendiği sapığa bir yandan hayran olmaktan kendimi alıkoyamadım. o nasıl bir insan tasviridir, ne ince ayrıntılara dikkat eden bir beyindir öyle. hele bir ara kızın çıplak göğsüne konan sineğin hareketlerini, kızın buna verdiği tepkileri öylesine anlatıyor ki sanarsınız kıza aşık olmamak mümkün değil.
her çalışan insanın mutlaka yaşayacağı bir durum. sadece biriyse şükretmeli. öylesine bir duygudur ki bu gıcıklık, bazen kırk yaşında koca koca insanların bile her gün aynı odada küs bir şekilde çalışmasına sebebiyet verebilmektedir. bir de gıcık olduğunuz insanın işe gelmediği bir gün olursa o gün size tatil gibi gelecektir.
ezberleyenlere şaştığım, her sorulduğunda önce çantadan cüzdanı, sonra cüzdandan kimliği çıkarma zahmetine katlanmak zorunda kaldığım numaramız.
ingiliz yazar sakinin bir öyküsü.
bir gittiğimde gülben ergen çalan sokak.
ağızda pembe pamuk helva tadı bırakan fransız filmi, daha doğrusu fransız kısa filmleri toplamı.
ufak mavi ışıklı karanlık odalarda dinlenesi pink floyd şarkısı. bir şeyler yapmak isterken, onları yapmak yerine boş oturularak geçirilen zamanlara yana yakıla üzerinde düşünülen sözleri var. bir nevi oblomovluk. harekete geçmek için hep bir şeyi bekleme hali ve tabii o bir şeyin köşesine çekilmiş birine hiç gelmemesi. harcanan hayat. insanı bir yandan gaza getiren öte yandan melankolik bir hale sokup iyice miskinleştiren şarkı.
insanın gece dışarı çıkma, çıkıp fazlasıyla içme, dans ederek flört etme arzularını tavana çıkaran balkan melodilerini kullanan dj. yerinde durmanızı zorlaştıran müziklerin adamı. toplu taşıma araçlarında veya genel olarak halka açık yerlerde, kulaklıkla dinlenmemesi gerek. zira insan zor duruyor, farkına varmadan vücudunun hareket ettiğini fark edip rezil oluyor. kentlere hopörlör bağlansa, müzikleri çalsa da tüm halk dans etse, üzerlerindeki bezginlik gitse, hayata neşeyle bakabilse insanlar böylece, belki daha hoşgörülü bir toplum olabiliriz. evet, evet, shantel dinlemek pek çok şeye çözüm getirebilir.
dişinin inanılmaz alıngan olduğu dönemdir. herkes kendisini aşağılıyor gibi gelir, özgüveni sıfırlanır, olup olmadık ağlar. bunun adet öncesi sendromu olduğunu biliyordur. kuruntularının gerçekle alakası olmadığının farkındadır. buna rağmen "aslında düşündüklerim doğru, sadece önceden önemsemiyorum ama bugün önemsiyorum" mantığı hükmeder kendisine. yakınların fazla şefkat göstermesi gereken bir iki günlük süreşten ibarettir.
zaten vermek için buluşmuşsa naz yapıp ağır abla ayaklarına yatmayan kız modelidir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?