http://www.ucanhali-interrailgnlkleri.blogspot.com/ interrail günlüklerim.
uzun zaman birçok yenilik karşısında yaptığım gibi inatla girişmediğim, inadımı kırdığımda oldukça sevdiğim internet yazı alanı. hatta gaza geldim, bir tane de yetmedi, farklı konularda iki tane yazmaya başladım.
http://www.alicevekurtlari.blogspot.com/ minicik öykülerimi yazdığım vehttp://www.ucanhali-interrailgnlkleri.blogspot.com/ adı üstünde interrail günlüklerim.
http://www.alicevekurtlari.blogspot.com/ minicik öykülerimi yazdığım vehttp://www.ucanhali-interrailgnlkleri.blogspot.com/ adı üstünde interrail günlüklerim.
ayrıca bir blogumun başlığıdır...
http://www.alicevekurtlari.blogspot.com/
http://www.alicevekurtlari.blogspot.com/
http://www.alicevekurtlari.blogspot.com/ minnacık öykü denemeleri...
kadın. sezen aksu deyince aklıma gelen ilk kelime kadın. şarkılarında kadınsı duyguları en iyi yansıtan kişi olduğunu düşündüğüm için, kendisi dişiliğin hakkını verdiği için... kadınlığını güçlülükle birleştirip birçok kadın duygusunun bastırıldığı toplumumuzda kendini cesurca haykırabildiği için. bunu asaletle yaptığı için. üstelik asalet derken öyle kibar hanımefendi tavırlarına girmeden.
insan. tüm içtenliği için. sanki hiç tanımadığı beni bir gün yolda ağlarken göre bağrına basarmışçasına anaç bir hali yok mu?
yürekli, aşk için ölmeli diyebilecek kadar.
gururlu, "ölürüm yoluna ölürüm de boyun eğmem" diyebilecek kadar.
hoşgörülü, "düşmanında kendini gördüğünü" itiraf edebilecek kadar.
olgun kimseden geçemeyecek kadar, pişmanlığı nefret öfke olmayacak kadar, bir fincan kahvenin hatrına eski sevgilisine yıllar sonra bile sitem etmeden dost olabilecek kadar.
ve bazen neşeli, muzip, beni yerimde oturtmayacak kadar.
merak ediyorum, nasıl oluyor da o kadar hissederek söyleyebiliyor onca şarkıyı. gerçekten hissederek mi söylüyor ya da hissedermiş hissi vermeyi mi çok iyi biliyor.
türkiye’de -özellikle de kadınlar için- aşkların vazgeçilmezi sanatçıdır.
sadece sanatçılığıyla değil, kadınlığıyla, hayata karşı duruşuyla da beni kendine hayran bırakan serçedir.
insan. tüm içtenliği için. sanki hiç tanımadığı beni bir gün yolda ağlarken göre bağrına basarmışçasına anaç bir hali yok mu?
yürekli, aşk için ölmeli diyebilecek kadar.
gururlu, "ölürüm yoluna ölürüm de boyun eğmem" diyebilecek kadar.
hoşgörülü, "düşmanında kendini gördüğünü" itiraf edebilecek kadar.
olgun kimseden geçemeyecek kadar, pişmanlığı nefret öfke olmayacak kadar, bir fincan kahvenin hatrına eski sevgilisine yıllar sonra bile sitem etmeden dost olabilecek kadar.
ve bazen neşeli, muzip, beni yerimde oturtmayacak kadar.
merak ediyorum, nasıl oluyor da o kadar hissederek söyleyebiliyor onca şarkıyı. gerçekten hissederek mi söylüyor ya da hissedermiş hissi vermeyi mi çok iyi biliyor.
türkiye’de -özellikle de kadınlar için- aşkların vazgeçilmezi sanatçıdır.
sadece sanatçılığıyla değil, kadınlığıyla, hayata karşı duruşuyla da beni kendine hayran bırakan serçedir.
kadrolu, hadi olmadı sözleşmeli olmak için çalışmak zorunda olduğumuz sınav. alanınızla alakası olmayan konulara da çalışıyor olmanız sıkıntısı vardır. mesela edebiyat öğretmeni olacak olsanız bile matematik çalışmak derdi vardır. hani soruyorum, ben şu matematiğe verdiğim saatleri kitap okumaya ayırsam da alanında daha etkin bir edeiyat öğretmeni olsam fena mı olur. tamam geçici bir süreç bu ama olsun, bir sene bir senedir. fazladan on kitap okusam zarar mı? ayrıca bir insanın iyi öğretmen olup olmayacağı o sınavla nasıl ölçüelebilir? devlet asker alırken incik cincik ediyor, yedi sülalesini araştırıyor. iyi güzel de bu milletin eğtimi ordusundan daha az ciddiye alınacak bir durum mu ki mesleki yeterlilikleri ölçemeyen bir sınavla öğretmen atanıyor? doğru düzgün konuşamayan, ciddi kişilik bozuklukları olan, alan bilgisi zayıf vs. bir sürü olup olmadık insan harıl harıl çalıştığı için öğretmen oluyor da bu işi gerçekten iyi yapabilecek olanlar elenebiliyor.
çocukken defalarca okuduğum bu kitap, yıllar sonra tam küçük prensteki "büyükler" tanımına uyum sağlamak üzereyken tekrar elime geçti, okudum. silkindim. seyahat etme hayallerimi hatırladım, küçük kara balık misali yollara düşmem gerektiğini anladım. harekete geçtim, yollara düştüm. hala daha seyahatler peşindeyim. biraz bezecek, zorluklar karşısında yılacak olduğumda aklıma o geliyor, o aşıp dereleri ulaştıysa okyanusa ben de ulaşabilirim diyorum. idolüm oldu, kafamın içinde yaşıyor ve koltuğuma çöküp oturmaya karar verdiğimde altıma raptiye koyuyor. vicdanım oldu, ben durduğum zaman o da çemkirip duruyor. küçük kara balıkım, canım benim... hiç bırakmasın beni ve kimseyi.
öncelikle "sarı odalar" manisadaki akıl hastanesinden geliyormuş. oranın duvarları sarıymış. sezen aksunun da izmirli olduğu düşünülürse gayet makul bir açıklama. demek ki söz konusu erkeğin bir akıl hastalığı var. eğer akıl hastası birini seviyorsanız, mümkün olduğunca destek olmaya çalışıyorsanız ona rağmen veya doğal olarak değeriniz bilinmiyorsa, size gitmekten başka çare bırakılmıyorsa, hastalığına rağmen kendinizle bütünleştirmiş, yudum yudum içmişsiniz o kişiyi, ayrılırken tam duygularınıza tercüme olacak şarkıdır. eğer yeteri olgunluğua eriştiyseniz içinizde fesatlık da olmaz, olamaz. azıcık kızgınlık olsa bile hoşgörmekten ve iyiliğini istemekten başka bir şey yapamazsınız. istenmediğinizi bir şekilde anladığınız için efeler gibi, gururlu ama fesatsızca gidersiniz, efeler gibi. geriye başka aşklar yaşamak için ne gücünüz kalmıştır, ne hevesiniz. onun aşkıyla ve hastalığının yıpratıcılığıyla içinizde bu tarz şeyler sönmüştür. uzaktır aşk ve öyle bir hale gelmişsinizdir ki zaten yaşamamanız gerekir aşkı, ne sarı odalardaki insanla ne de başkasıyla. adeta yasaklanmıştır.
evet, böyle bir duruma düşmüşseniz bu şarkı tam sizliktir.
evet, böyle bir duruma düşmüşseniz bu şarkı tam sizliktir.
sonu yine muallakta kaldığı için beni sinir eden film. onun dışında sevdim ama iş işten geçince buluşmaları canımı sıkmadı değil. bir de sürekli şüpheye düştüm adamdan. belki aslında o da gelmemişti aralıktaki buluşmaya. belki kızı o kadar da düşünmüyordu. önceki filmde de aynı güvensizliği yaşamıştım erkeğe karşı. onun dışında güzel. yaşamak isteyeceğim türden bir hikaye. ama sonu en azından bu sefer belli olsaydı...
martı’yı ve küçük prens’i sevenlere önerildiğini gördüğümde çok satan kitaplara karşı genelde önyargılı olmama rağmen aldım. ama hayal kırıklığına uğradım. belki de beklentim çok büyük olduğu için. yine de bence martı’nın ve küçük prens’in yanında oldukça zorlama, sığ geldi bana. okuduğum dönemle de alakalı olabilir, kitapta anlatılan şeyleri içimde henüz çözememiş olsaydım bir şey ifade ederdi belki. yine de sevmedim, sevemedim, martı ve küçük prens’le özdeşleştirilmesine de içerledim.
ayrıca hakkında yazılanları okuyunca fark ettim ki bu hayal kırıklığı konusunda yalnız değilim, benim gibi küçük prense ve martıya benzetilme tuzağına düşmüş pek çok okur var. kitabın içinde azıcık bir yerde küçük prensin lafı geçiyor, güllerden bahsediliyor. ama ruhu ve içeriği bakımından o kadar zayıf ki benim küçük prensimle bir arada anılması bile rahatsızlık verici. evet, pazarlama uğruna küçük prens, martı sevgimizin sömürülmesine gıcık oldum.
ayrıca hakkında yazılanları okuyunca fark ettim ki bu hayal kırıklığı konusunda yalnız değilim, benim gibi küçük prense ve martıya benzetilme tuzağına düşmüş pek çok okur var. kitabın içinde azıcık bir yerde küçük prensin lafı geçiyor, güllerden bahsediliyor. ama ruhu ve içeriği bakımından o kadar zayıf ki benim küçük prensimle bir arada anılması bile rahatsızlık verici. evet, pazarlama uğruna küçük prens, martı sevgimizin sömürülmesine gıcık oldum.
yaşayana ve çevresindekilere hayatı zehreden hastalık. canınız kadar sevdiğiniz birinin ağlayarak "paygamber olmadığımı biliyorum ama buna inanmakta zorlanıyorum ve buna kendimi inandırmaya çalışırken yoruluyorum" diye isyan etmesi, sürekli onun yanında olmaya çalışmak ama kafasından geçenleri asla kestiremediğin için sadece fiziksel olarak yanında olmak, ötesine geçememek, bu yüzden kendini kötü hissetmek. yiğit özgür karikatürlerindeki gerçeklik payına birebir tanık olup gülsem mi ağlasam mı bilememek. depresif dönemlerinde ne yaparsan yap sıkıntısını dağıtamamak, yardım dilenmeleri karşısında güçsüz kalmak. her an neye ne tepki vereceğini kestiremediğiniz için tedirginlik yaşamak.
birçok şarkının ismiymiş aslında. ne çok birileri tarafından alınıp götürülesi insan varmış demek. bazen kaçmak için dayanacak insan, bazen sadece birini arzulamak...
iki tane barış manço şarkısı. ikisi de çok güzeldir ama bence bu akşam değmesin yağlıboya albümündeki daha bir güzeldir. sanki uçuk mavi denizlerin ötesinden bir ses geliyor, ardından mançonun sesi. başka hiçbir ses yok, o kadar ıssız. derinlerimde bir şeyler hatırlatan melodiler. titretiyor içimi, depreştiriyor bir şeyleri. dinlemeye doyamıyorum. fazla melankolik, hatta biraz da saykodelik mi ne.
bir de asosyal olduklarından evlerinin kapısı pek çalmayan, gidecek de tanıdıkları olmayan asosyaller var. bütün sene insanlar kapılarını çalmasın diye selamı sabahı keserler. bayram günü kimse gelmedi diye sitem ederler.
bir de ardından özgürlük martavalları okunur bu cümlenin. yok sahiplenmek de neymiş, kim kimin sahibiymiş, ne bencilce bir anlayışmış... "her önüme gelenle birlikte olmak istiyorum" derken bu bencillik değil, sürekli başkalarıyla birlikte olmak istemek şımarıklık değil özgürlük; ama gerçekten bir şeylerin paylaşılacağı, sağlam, tarafların canı sıkıldığında bırakıp gitmeyeceği bir ilişki kurmak bencillik. özgürlüğü kendi çıkarlarımıza göre tanımladık, peki özgürlüğü ne yaptık? sadakatin bir yük gibi gelmediği ilişkileri "ciddi ilişki", "bencil ilişki" diye yaftaladık. ilişkiyi ne yaptık? tek gecelere indirgedik, kullan at plastik bardaklar gibi, kirlettik etrafı, eski flörtlerle karşılaşmadan yürünemeyen mekanlar yarattık, kimin eli kimin cebinde belli değilken, geceleri bir yerlere gidip saatlerce iki çift laf edemeden vakit geçirdiğimiz insanlara dost dedik. bu ilişkiler (!) arasında sadece biz boşalmadık, kavramların içlerini de boşalttık.
ilk ben kurdum sandığım ama burada görünce yanıldığımı anladığım cümle. ben sadece "bedenime sahip olabilirsin ama ruhuma asla" versiyonunu biliyordum nitekim. neyse, kendisine aşık bir kıza "senden ruhunu değil bedenini istiyorum sadece" diyen erkeğin alması muhtemel cevaptır.
malum, murathan mungan şiiri, yeni türkü şarkısı. bir tarafta olmalısın, seçmek zorundasın, seçme özgürlüğüne sahipsin tabii, içi veya dışı seçmek sana kalmış, hatta seçmemek veya hem içte hem dışta olmayı da seçebilirsin. ama bunu seçersen göze almalısın üzülmeyi de. özgürlük her istediğinin olması dğeildir, seçme şansın olmasıdır ama seçtiğin şeyin sorumluluğunu da kabul etmelisin. ne şiş yansın ne kebap, hem içeride olmak hem dışarıda olmak istiyorum diyorsan meyhane masalarında kendini şiirlerle şarkılarla avutmaya razı olacaksın.
bir de "kendin içindeyken kafan dışındaysa" diyor. sanki sınırlarının ötesini merak eden ama kendini o sınırların dışına çıkamayan insanın huzursuzluğundan da dem vuruyor.
bir de "kendin içindeyken kafan dışındaysa" diyor. sanki sınırlarının ötesini merak eden ama kendini o sınırların dışına çıkamayan insanın huzursuzluğundan da dem vuruyor.
avrupada bir süreliğine sınırsız dolaşım hakkı tanıyan tren bileti. gerisi size kalmış. hostellerde de kalabilirsiniz tren garlarında da. lüks turist restoranlarında da yiyebilirsiniz, marketten peynir ekmek alıp yolda da. her gün bir başka kente de gidebilirsiniz, kentlerde uzun süre de kalabilirsiniz. tercih sizin. biraz özgür ruhlu biriyseniz biletinizin daha uzun olmadığına yanarsınız. ileriye dönük tüm planlarınızı seyahat etmeye dönğk yaparsınız. türk genci için avrupaçok pahalı olduğuiçin genelde tren garları ve sokaklar ev olur. türkiyedeyken ürkütücü gelen bu düşünce orada çok normal gelir ve mışıl mışıl korkmadan uyunur. hatta kendinizi daha rahat ve bağımsız, şanslı hissedersiniz. hiçbir otel yabancı bir kentte, yıldızlar altında uyumanın, gözünüzü açtığınızda ilk gördüğünüz şeyin bir venedik gondolu olmasının keyfini veremez. yol arkadaşınızla peynir ekmeğinizi paylaşırkenyüzünüz, lüks bir restoranda önünüze gelenleri bencilce yerken olduğundan daha fazla güler. haritayı açıp "acaba buradan sonra nereye gitsek?" diye düşünmenin heyecanını, o sırada yanınıza gelen bir başka gezginin tavsiyesiyle aniden daha önce adını bile duymadığınız bir kente gitmenin heyecanını hiçbir paket tur size veremez. harita elde, hangi caddeye gireceğinize kendiniz karar vermek bir sürüye takılıp gitmekten kat kat daha güzeldir. sadece turistik yerlere değil, halkın toplandığı meydanlarda oturmak, onların ulaşım araçlarını kullanmak... uçakla gezmektense trenle kentlerin kasabalarını görerek yavaşça ilerlemek. keşke diğer kıtalarda da bu şekilde dolanma fırsatımız olsa demek ve bir an önce diğer kıtaları da nasıl özgürce ve ucuzca gezebileceğimizi araştırmaya başlamak.
bunalmışlıktandır ama henüz yeterince bunalınmamıştır ki hala isteme aşamasındadır. yeterince bunalınca istek olmaktan çıkıp gerçek olacaktır.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?