2007 baharında 6 gün olarak bizi şenlenmekten bunaltmış üniversitenin şenlikleri. sadece üniversite öğrencileri gelse daha iyi olabilecektir ama tüm kentin akınına uğrar.
sivri burunlu tanreklerin oluşturduğu sülale. tanrek, madagascarda yaşayan, soyu tükenmek üzere olan 22 memeli bir hayvan. burnunu yumuşak toprağı eşelemek için kullanıyormuş. bir nevi kirpi. bir sözlükte kelime ararken görünce beni epey güldüren kelime.
altını çizdiğim satırlarını dönüp dönüp okuduğum kitap. unutamayacağınız, yaşarken, insanları izlerken sürekli kafanızda dolaşacak iki karakter tanırsınız bu kitabı okuyunca. biri özgürlüğüne düşkün bir kadındır. değişik bir ahlak anlayışı vardır, etik demeli belki de. diğeri çok sıradan gözüken, bir memur adamdır. ama başından alışılmış dışı bir aşk macerası geçmiştir ve aslında hiç de sıradan değildir. onu tanıyınca sıradan gözüken insanların öyle olduklarından asla emin olamazsınız. tabii romanda madonna ve adamın karısı arasında bir karşılaştırma yapmak da mümkün. tabuları olan ve olmayan kadın. ve gözler önüne serilir hangisinin daha gerçek, daha mutluluk verici olduğu. kitabın sonu ise... çarpıcıdır.
her bir halta gruplar açan, bu sayede seslerini duyuracaklarını sanan, gruplarına katılmayı reddedince sizi vatan haini ilan eden gençler. vicdan rahatlatmaya çalıştıklarını düşünüyorum.
-sen bu ülke için ne yaptın?
-facebookta grup açtım, bak bu kadar kişi katıldı.
-eee?
-öyle işte, bana söylüyorsun da sen ne yaptın?
-bir şey yapmadım ama senden daha az şey yapmış değilim
-sen bu ülke için ne yaptın?
-facebookta grup açtım, bak bu kadar kişi katıldı.
-eee?
-öyle işte, bana söylüyorsun da sen ne yaptın?
-bir şey yapmadım ama senden daha az şey yapmış değilim
nazar duası okutmak. şöyle ki nazar çıkarken sürekli esnersiniz, o kadar ki gözleriniz yaşarır, yazılanları okuyamazsınız... ebeveynler neden çalışmadığınızı sorarlarsa esnemekten cevap veremezsiniz. onlar da yemez gerçi ama olsun. lisedeyken ders çalışmamak için en alakasız yöntemdi galiba. insana her hafta nazar değince ebeveynler de işe el atmaya başlıyor.
teomanın bir şarkısında geçer "tanırsınız benim gibileri boş sokaklardan, çizgilere basmadan yürüyen insanlardan, ama dün akşam dedim ki kendi kendime, kendi kendime düşünme, düşünme, kim anlamış ki sen anlayasın böyle" bu durumda her bi halta fazla kafa yoran insanların bir takıntısı olduğu sonucu çıkabilir mi? bence çıkabilir.
yıllarca inat edip yemediğim, bi misafirlikte ev sahibini kırmamak için yemek zorunda kalıp ne kadar reddetsem de beynimde havaifişekler patlatan şey.
kapımı çalma ölüm
açmam
ben ölecek adam değilim...
dizelerinin şairi. sanılanın aksine karamsar değil,ölmeyi hiç istemeyecek kadar yaşama bağlıdır aslında. ilkgençlik yılları hariç tabii. ömrünün son yıllarına dek de hep platonik aşklar yaşamıştır ve bu şiirlerine yansımıştır. yaşamdan keyif almayı bilen biridir kendileri, ne var ki yaşamın tadını çıkarmayı bilmeyen birçok insandan daha kısa sürmüştür ama. meğer otuz beşine vardığında yolun yolun yarısını çokten geçmiş.
açmam
ben ölecek adam değilim...
dizelerinin şairi. sanılanın aksine karamsar değil,ölmeyi hiç istemeyecek kadar yaşama bağlıdır aslında. ilkgençlik yılları hariç tabii. ömrünün son yıllarına dek de hep platonik aşklar yaşamıştır ve bu şiirlerine yansımıştır. yaşamdan keyif almayı bilen biridir kendileri, ne var ki yaşamın tadını çıkarmayı bilmeyen birçok insandan daha kısa sürmüştür ama. meğer otuz beşine vardığında yolun yolun yarısını çokten geçmiş.
"çalışmak zor değil..." cümlesinin devamında gelen, zor olarak tanımlanan şeydir. bunu söyleyen kişi, kendisinin de başkaları için zorluk olduğunu hesaba katmaz genelde. o doğru, tüm sorun diğerlerinde gibi görür. hemen herkes de söyler bunu.
pişman olmamalı, ders almalı. pişman olması hiçbir şey değiştirmez ama üstüne kafa patlatması ilerisi için bir şeyleri değiştirebilir.
bir kitabın ismi galiba. duyduğumda bülent ortaçgil ismini oradan almış herhalde diye düşünmüştüm sanki.
kabus. eleştirir, somurtur, memnun olmaz, gereksiz detaycı ve titizdir, rutindir, kendini güvenli hissetmediği şeyleri yapmaz... iyidir gerçi, dürüsttür, sadıktır falan filan ama yine de benim çekemeyeceğim bir tiptir.
yarın tv8de "içimizdeki müzik" adıyla gösterilecek film. engellilere haklarını vermek için mücadele eden, yetenekli bir hatipin hikayesi. birçok amerikan filminde olduğu gibi araya vietnam savaşı, hippiler sokulmasa daha iyi olabilirmiş, birkaç seneryo açısından gereksiz bulduğum olay haricinde iyi film.
bugünlerde bursa ahmet vefik paşa tiyatrosu’nda oynanan bir oyun. ıssız adamla ıssız kadın hikayesi de denebilir. 60ların paris’inde geçiyor. ilişkilerini bile bir iş gibi yaşayan bir adamla mantıksız yaşamayı mantıklı bulan bir kadının birbirlerine aşık oluşları anlatılıyor. adam, bir gün uyanır, gece beraber olduğu kadın kapıyı açık bırakıp gitmiştir, aradan başka kadın girer, adamın tüm itirazlarına rağmen eve yerleşir ve her şey gelişir...
bu günlerde bursada ahmet vefik paşa tiyatrosunda izleyebileceğiniz oyun. bir kızın nasıl fahişe olduğunu ve hayatını kurtarmak için çırpınmalarını anlatıyor. oyunculuklar abartılı olsa daha keyifli olabilirdi ama toplumsal eleştiri olarak bakarsam başarılı bulduğum oyun.
göbeği çıkmış zayıf insan modeli.
aslında bir aşk filmi değil de günümüzde sorumluluk, özgürlüğün yitimi korkusuyla yapayalnız kalan insanların halini anlatan bir film. aile hayatını banal görüp kendilerini mutsuzluğa mahkum edenlerin.
seks yapmak istediğini ilk buluşmada belirten erkektir.
kpss ile devlet kadrosuna giremeyen öğretmen. kendini kanıtlayınca bir nebze rahata kavuşur ama o zamana kadar da canı çıkar.
bir türkiye klasiği.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?