(bkz: azalan marjinal yarar ilkesi)
feysbukun zekayı ölçtüğünü iddia eden flash oyunu. alkollü ve pek tınlamaz bi halde 822 gr beyin elde ettim (ki bu ilk seferi gerçek zekayı gösteriyor bence. bundan sonra 10 ton zeka vursan ne olur sanal alemde? sonuçta zeka dediğin ilk seferinde başardığındır)
oyun tasarımı olsun, verdiği mesaj olsun tam feysbuk işidir. en mülayim adama bile hırs yaptırır. (bana "822 gr beyine maymunlar sahip" felan dedi ve arkadaşlarımın beyinlerinin ağırlığını gösterdi. en yakını 2,5 kilo. yuh yani. şimdi gidip bayıltmak farz oldu kusura bakmasınlar)
öle bi oyundur kendisi işte.
oyun tasarımı olsun, verdiği mesaj olsun tam feysbuk işidir. en mülayim adama bile hırs yaptırır. (bana "822 gr beyine maymunlar sahip" felan dedi ve arkadaşlarımın beyinlerinin ağırlığını gösterdi. en yakını 2,5 kilo. yuh yani. şimdi gidip bayıltmak farz oldu kusura bakmasınlar)
öle bi oyundur kendisi işte.
anlatılması zor bir deneyim yaşatır.
"ulan bu ölmez" dedğiniz adamların saçlarına aklar düşmüş, "bundan bi .ok olmaz" dediğiniz insanlar çoluk çombalakla fonda yat olan pozlar vermiş olabilirler.
ilk sigarayı içtiğiniz arkadaşınızı da bulursunuz, son söylediğiniz kırıcı sözü unuttuğunuz kişiyide...
sonuç olarak ilginçtir . (yaşa, başa, defterin kalınlığına bağlı bir ilginçlik ihtiva eder)
"ulan bu ölmez" dedğiniz adamların saçlarına aklar düşmüş, "bundan bi .ok olmaz" dediğiniz insanlar çoluk çombalakla fonda yat olan pozlar vermiş olabilirler.
ilk sigarayı içtiğiniz arkadaşınızı da bulursunuz, son söylediğiniz kırıcı sözü unuttuğunuz kişiyide...
sonuç olarak ilginçtir . (yaşa, başa, defterin kalınlığına bağlı bir ilginçlik ihtiva eder)
sabaha karşı programdan yorgun gelip (mesai saatleri içerisinde) diğer kadroları (hemşire yada pratisyen) -uyumak için- kalorifersiz ortamlara sevk ettiği, gerekçe olarakta; sesinin bozulma ihtimalini öne sürdüğü iddia edilen şahıs.
evet iddia, evet burası türkiye, evet ferhat göçer...
evet iddia, evet burası türkiye, evet ferhat göçer...
episode i :
sayı olarak hemen hemen düşmana denktik ama nitelik olarak düşman bizi tokatlayıp pazara yollardı. yani aradaki fark o kadar aleyhimizeydi ki yaşlı teyzelerin bir grup ninjaya karşı gösterebileceği mukavemeti düşünün, bundan bile aşağı seviyedeydik.
genzimde hala dün gece otağımda içtiğim şarapların mayhoş tadı vardı. güçlükle yutkundum. kolay değil, yurdun şehirlerden oluşan savunma hattının göbeğindeki şehri savunacaktık. bin bir kalleşlik ve gizlilikle bizi hiç uyandırmadan şehrin yakınına sokulmuş düşman orduları, biz onlar son nefesini veriyor diye sevinirken aniden karşımıza dikilmişlerdi.
kendimi çöllere vurup, ıssız adam olup üstüne birde türlü aşklara dalıp, telefmi olacaktım ey sözlük?
kolay pes etmeye niyetim yoktu. "bana bir bakraç şarap getirin" diye haykırdım. baş barmenim "sultanım, bu havada bozar" dedi. onu kırmayarak buzlu bir votka redbull aldım. bardağı vurduğum gibi atımı mahmuzladım ve araziye hakim olan 297 rakımlı tepeye çıktım. rakım dedimde; ne kadar dramatiktir ki; daha geçenlerde, rakı mangal yapmak üzere geldiğimiz bu tepe, savaşı yönetmek için karargahım olacaktı. çevirdiğimiz kuzunun külleri sönmeden bu hibnetorlar gelmiş ve stratejimizin mına koymuşlardı. neyse...
ben ve muhafızlarım tepenin kuzey yamacından zirveye doğru tırmanırken, düşman ordusunda belli belirsiz bir takım kıpırdanmalar başlamıştı. hemen ordunun formasyonunu son bir kez gözden geçirmeliydim. artık tek bir kadeh daha içecek bile vakit yoktu. neyseki diğer savaşlardan deneyim edinmiş yaverim, kartal gözlerimle düşmanın konuşlandığı sırtları süzerken bana bir cep matarası uzattı. gözlerimi düşmandan ayırmadan bir kaç fırt çektim.
tam o esnada konyakın kokusunu alan atım gonzales huysuzlandı. (geçen sene bi gece çok kanyak içirdik hayvana. e at bile olsa onunda bir raddesi var sonuçta. bir haftaya yakın ishal oldu hayvan. ne yese aynı saat çıkıyor, ne yese, neyse... o baytar senin, bu baytar benim, zor iyileştirdik beygirciğimi)
düşmanın bazı unsurları tepelerden yavaşça akmaya, az sonra kızılca kıyametin kopacağı ovaya doğru sakin ama tempolu şekilde ilerlemeye başlamışlardı. orduyu coşturmak ve gaz vermek için kılıcımın sapını sıkıca kavradım. tam kılıcımı çekip "firidooom" diye bağıracakken kılıcımın yerinden oynamadığını farkettim. kılıç kınından çıkmıyordu.
yaverimle göz göze geldik. hibino, kızardı, küçüldü, nokta kadar kaldı.
- tacettin, olm temizlenip yağlanmadımı bu kılıç? genemi alemde pastırma sucuk kestiniz kılıcımla?
+ ehe....kem...şeey...
daha savaş başlamadan 2 yanımdan darbe almıştım. kullanmayacağım halde kılıcımı çekip bir nara bile atamıyordum. defalarca uyarmama rağmen yaverim denen dallama "size padişahın kılıcıyla salam sucuk doğriicam, gelin, gelin" diye aşifteleri ayartıp alemlere akıyordu. sonuç buydu işte...
...to be continued
sayı olarak hemen hemen düşmana denktik ama nitelik olarak düşman bizi tokatlayıp pazara yollardı. yani aradaki fark o kadar aleyhimizeydi ki yaşlı teyzelerin bir grup ninjaya karşı gösterebileceği mukavemeti düşünün, bundan bile aşağı seviyedeydik.
genzimde hala dün gece otağımda içtiğim şarapların mayhoş tadı vardı. güçlükle yutkundum. kolay değil, yurdun şehirlerden oluşan savunma hattının göbeğindeki şehri savunacaktık. bin bir kalleşlik ve gizlilikle bizi hiç uyandırmadan şehrin yakınına sokulmuş düşman orduları, biz onlar son nefesini veriyor diye sevinirken aniden karşımıza dikilmişlerdi.
kendimi çöllere vurup, ıssız adam olup üstüne birde türlü aşklara dalıp, telefmi olacaktım ey sözlük?
kolay pes etmeye niyetim yoktu. "bana bir bakraç şarap getirin" diye haykırdım. baş barmenim "sultanım, bu havada bozar" dedi. onu kırmayarak buzlu bir votka redbull aldım. bardağı vurduğum gibi atımı mahmuzladım ve araziye hakim olan 297 rakımlı tepeye çıktım. rakım dedimde; ne kadar dramatiktir ki; daha geçenlerde, rakı mangal yapmak üzere geldiğimiz bu tepe, savaşı yönetmek için karargahım olacaktı. çevirdiğimiz kuzunun külleri sönmeden bu hibnetorlar gelmiş ve stratejimizin mına koymuşlardı. neyse...
ben ve muhafızlarım tepenin kuzey yamacından zirveye doğru tırmanırken, düşman ordusunda belli belirsiz bir takım kıpırdanmalar başlamıştı. hemen ordunun formasyonunu son bir kez gözden geçirmeliydim. artık tek bir kadeh daha içecek bile vakit yoktu. neyseki diğer savaşlardan deneyim edinmiş yaverim, kartal gözlerimle düşmanın konuşlandığı sırtları süzerken bana bir cep matarası uzattı. gözlerimi düşmandan ayırmadan bir kaç fırt çektim.
tam o esnada konyakın kokusunu alan atım gonzales huysuzlandı. (geçen sene bi gece çok kanyak içirdik hayvana. e at bile olsa onunda bir raddesi var sonuçta. bir haftaya yakın ishal oldu hayvan. ne yese aynı saat çıkıyor, ne yese, neyse... o baytar senin, bu baytar benim, zor iyileştirdik beygirciğimi)
düşmanın bazı unsurları tepelerden yavaşça akmaya, az sonra kızılca kıyametin kopacağı ovaya doğru sakin ama tempolu şekilde ilerlemeye başlamışlardı. orduyu coşturmak ve gaz vermek için kılıcımın sapını sıkıca kavradım. tam kılıcımı çekip "firidooom" diye bağıracakken kılıcımın yerinden oynamadığını farkettim. kılıç kınından çıkmıyordu.
yaverimle göz göze geldik. hibino, kızardı, küçüldü, nokta kadar kaldı.
- tacettin, olm temizlenip yağlanmadımı bu kılıç? genemi alemde pastırma sucuk kestiniz kılıcımla?
+ ehe....kem...şeey...
daha savaş başlamadan 2 yanımdan darbe almıştım. kullanmayacağım halde kılıcımı çekip bir nara bile atamıyordum. defalarca uyarmama rağmen yaverim denen dallama "size padişahın kılıcıyla salam sucuk doğriicam, gelin, gelin" diye aşifteleri ayartıp alemlere akıyordu. sonuç buydu işte...
...to be continued
medieval 2nin ek görev paketidir.
geçen gün gene tvde yayınlanan ve gene tırsıtan filmdir.
öle aniden açılan pencerele ve ani ses efektleriyle korkutmaz. film genelde durağandır ama konu zaten insanı gerer.
hikayeyi çok iyi saklamışlardır. neredeyse filmin ostasına kadar ne olup bittiğini anlamazsınız.
not:#47244 nolu entryde spoiler kullanmak varken neden direk yazarız ki bunları? izleyen var, izlemeyen var. en hafif tabiriyle saygısızlık diyorum.
öle aniden açılan pencerele ve ani ses efektleriyle korkutmaz. film genelde durağandır ama konu zaten insanı gerer.
hikayeyi çok iyi saklamışlardır. neredeyse filmin ostasına kadar ne olup bittiğini anlamazsınız.
not:#47244 nolu entryde spoiler kullanmak varken neden direk yazarız ki bunları? izleyen var, izlemeyen var. en hafif tabiriyle saygısızlık diyorum.
antakyada yaşayan alevilerin etnik bir yiyeceğidir.dini ayinlerinlerinde(bayaramlarda)katılım gösterenlere ücretsiz dağıtılan bol etli ve buğdaydan oluşmuş yiyecektir...
kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/antioch
kaynak:http://tr.wikipedia.org/wiki/antioch
tartışmak istemeyeceğiniz, kodumu oturtan, hatta yatıran, üstüne birde ninni hanüsilasyonu görmenizi sağlayacı boksördür.
derisini yüzüp, tuzlayıp, davul yapmak için ring iplerine germesini beklediğimiz kaoklai kaennorsinge nakavt olmuş ve k1de şike hislerimize tavan yaptırmıştır. (tamam o tekme ile mo amcanın salyaları ön sıradaki izleyenlere kadar ulaşıyor ama yapma be mo... sen ki ikiz kuleler gibi adamları pata küte döv, çitile, kurusunlar diye ring iplerine as, sonra git elin tüy sikletinden sana sinek vızıltısı gelecek tekmeyle nakavt ol)
herneyse, kahvemizde mo abinin sandalyesi her zaman hazırdır.
derisini yüzüp, tuzlayıp, davul yapmak için ring iplerine germesini beklediğimiz kaoklai kaennorsinge nakavt olmuş ve k1de şike hislerimize tavan yaptırmıştır. (tamam o tekme ile mo amcanın salyaları ön sıradaki izleyenlere kadar ulaşıyor ama yapma be mo... sen ki ikiz kuleler gibi adamları pata küte döv, çitile, kurusunlar diye ring iplerine as, sonra git elin tüy sikletinden sana sinek vızıltısı gelecek tekmeyle nakavt ol)
herneyse, kahvemizde mo abinin sandalyesi her zaman hazırdır.
manavlık yaparak insanlığa büyük faydaları dokunabilecekken büyük talihsizlik eseri futbolcu olmuş, ispanyol şahıstır. talihsizlik zinciri bununla kalmamış, büyük umutlarla fenerbahçeye transfer olarak bizi yasa boğmuştur.
takımın en zor anlarında ispanyol patates tarlalarında dolaşırmışcasına rahatlığı, her gol kaçırdığında takındığı küçük emrah surat ifadesiyle kalplerimizde yer etmiştir.
bu sezon bizi utandırmasını temenni ederken, attığı gollerle anılmasını ve fenerbahçemizin saçtığı dolarların boşa gitmemesini canı gönülden arzular, gözlerinden öperiz.
takımın en zor anlarında ispanyol patates tarlalarında dolaşırmışcasına rahatlığı, her gol kaçırdığında takındığı küçük emrah surat ifadesiyle kalplerimizde yer etmiştir.
bu sezon bizi utandırmasını temenni ederken, attığı gollerle anılmasını ve fenerbahçemizin saçtığı dolarların boşa gitmemesini canı gönülden arzular, gözlerinden öperiz.
ilk olarak adı üstünde tasarımdır, tasarlamaktır. öyle "2 fotoyu bir araya getir, copy paste scripti daya, hadi sıradaki..." demek değildir. (böyle yapanlarda bu kadar para alıyorlar zaten. sonra oturup ağlıyorlar; "ay bizim işi artık ilk okul çocukları bile el attı, piyasayı kırıyorlar, para kazanamıyoruz" diyorlar. oysa sen gerçekten kaliteli iş yapıyorsan rekabete açık olmalısın. farkın ortaya çıksın işte)
birde grafik tasarım, web yazılım gibi çeşitli alt dalları vardır. genelde bu işe el atanlar, hepsini birden kotarmayı hedeflediklerinden, hiç birini başaramayıp soğurlar yada geçim derdine düşüp şikayet ettikleri adamlardan biri olur çıkarlar. (300 liraya site yaparım ağbii)
müşterinin ihtiyaçları ve talepleri, hitap ettiği ve/veya hedeflediği kitle (genç/yaşlı, zengin fakir yada çok genel bir müşteri profili olabilir) , ön plana çıkarmak istediği ürün ve/veya hizmetleri (genelde ana sayfadaki bannerların konusunu oluşturur bunlar), faaliyette bulunduğu sektör yada sektörler (gıda, inşaat vb...) tasarımı etkileyen temel bazı kriterlerdir.
kısacası müşteriyi anlamadan, dinlemeden, çalışanlarıyla patron olmadan sohbet etmeden (önemli tiyoları alacaksınız, benden söylemesi) müşterinin kısa ve uzun vadeli amacını anlamadan, faaliyette olduğu sektörü ve sektördeki konumunu anlamadan, öğrenmeden web tasarım olmaz. (olursada 300 tl olur. eheuhehe)
aslında yazacak o kadar çok şey varki, hangi birinden başlasam bitmeyecek. bu yüzden kısa bir kaç tavsiye yazıp tamamlayayım istiyorum:
- müşterinize bu işin bir süreç olduğunu iyi anlatın, süreç hakkında bilgilendirin ve takvime uyun.
- muhatabınızın kim olacağını, konu hakkında ne kadar bilgiye sahip olduğunu öğrenin (10 kişinin dahil olduğu tasarım işlerinin asla bitmediğini acı deneyimlerle öğrenmenize gerek yok)
- yerli yabancı rakip sitelere bakın, sırasıyla; sektörü, müşteriyi ve müşterinin sektördeki konumunu iyi öğrenin. (patron/yöneticilerle konuşun, çalışanlarla konuşun, internette gezinin vb...)
- muhatabınıza(müşterinin vekil tayin ettiği kimse) her istediğinin neden olamayacağını iyi anlatın. (sonuçta işten kaçmadığınızı yada istediği şeyin kompozisyona neden zarar verdiğini yada her ne sebepse bilmek hakkı)
- talip olduğunuz işin niteliğini iyi öğrenin (bir arkadaşım büyük bir kırtasiye toptancısından bir sipariş almıştı. siteye girilmesi gereken 4000den fazla ürünü olduğunu sonradan öğrendim ve başarılar diledim kendisine - burada dikkat çekmek istediğim nokta şu; her işin bir fiyatı vardır. piyasanın biraz üstü bir fiyata bu kadar dehşet bir iş yüküne talip olmamalıydı)
- nelere söz vermeniz gerektiğini öğrenene kadar verdiğiniz sözeri tutun. gerekirse zaman ve para kaybedin ama sözlerinizi tutun. (bir süre sonra zaten otomatik olarak tutamayacağınız sözler vermemeye başlıyorsunuz)
- müşterinin kurumsal grafiklerini mümkün olan en iyi, en güvenilir kalite ve formatta (vektörel olursa dadundan yinmez) alın. alamazsanız sze yaşatacağı sıkıntı ve iş yükünü anlatın, gerekiyorsa fiyatlandırın. (bu müşterinin yükümlülüğüdür)
- aklınıza gelen mükemmel fikiri müşteriye itelemek için uğraşmayın. sizin niteliklerinizi en üst düzeyde gösterebileceğiniz bir fonksiyon, müştenin amacına uygun kompozisyona ters düşüyorsa değersizdir. (örneğin; abartılı animasyonlar yapıyorlar. bir süre sonra sıkıcı geliyor, gözü yoruyor. abartmayın, her işin makulu var)
- kim ne derse desin bütçe tasarımı etkiler. adama kazanacağının 10 katı iş çıkarma. aldığın para kadar vaktini ayır. (bu dengeyi tutturmayı da bir süre sonra öğreneceksin. aslında reklam piyasasında en önemli 2-3 kriterden biridir bu - tümüyle bence)
- kendi beğenmediğin şeyi müşteriye götürme. kendi yaptığın şeyi sırf sen yaptın diye beğenme. (genelde bu işi yapanlar müşteriden önce bu işi yapan diğer arkadaşlarına göz attırırlar. 2. bir göz her zaman faydalıdır)
aklıma gelenleri yazdım. aklıma gelmeyenler başınıza gelmesin inşallah.
birde grafik tasarım, web yazılım gibi çeşitli alt dalları vardır. genelde bu işe el atanlar, hepsini birden kotarmayı hedeflediklerinden, hiç birini başaramayıp soğurlar yada geçim derdine düşüp şikayet ettikleri adamlardan biri olur çıkarlar. (300 liraya site yaparım ağbii)
müşterinin ihtiyaçları ve talepleri, hitap ettiği ve/veya hedeflediği kitle (genç/yaşlı, zengin fakir yada çok genel bir müşteri profili olabilir) , ön plana çıkarmak istediği ürün ve/veya hizmetleri (genelde ana sayfadaki bannerların konusunu oluşturur bunlar), faaliyette bulunduğu sektör yada sektörler (gıda, inşaat vb...) tasarımı etkileyen temel bazı kriterlerdir.
kısacası müşteriyi anlamadan, dinlemeden, çalışanlarıyla patron olmadan sohbet etmeden (önemli tiyoları alacaksınız, benden söylemesi) müşterinin kısa ve uzun vadeli amacını anlamadan, faaliyette olduğu sektörü ve sektördeki konumunu anlamadan, öğrenmeden web tasarım olmaz. (olursada 300 tl olur. eheuhehe)
aslında yazacak o kadar çok şey varki, hangi birinden başlasam bitmeyecek. bu yüzden kısa bir kaç tavsiye yazıp tamamlayayım istiyorum:
- müşterinize bu işin bir süreç olduğunu iyi anlatın, süreç hakkında bilgilendirin ve takvime uyun.
- muhatabınızın kim olacağını, konu hakkında ne kadar bilgiye sahip olduğunu öğrenin (10 kişinin dahil olduğu tasarım işlerinin asla bitmediğini acı deneyimlerle öğrenmenize gerek yok)
- yerli yabancı rakip sitelere bakın, sırasıyla; sektörü, müşteriyi ve müşterinin sektördeki konumunu iyi öğrenin. (patron/yöneticilerle konuşun, çalışanlarla konuşun, internette gezinin vb...)
- muhatabınıza(müşterinin vekil tayin ettiği kimse) her istediğinin neden olamayacağını iyi anlatın. (sonuçta işten kaçmadığınızı yada istediği şeyin kompozisyona neden zarar verdiğini yada her ne sebepse bilmek hakkı)
- talip olduğunuz işin niteliğini iyi öğrenin (bir arkadaşım büyük bir kırtasiye toptancısından bir sipariş almıştı. siteye girilmesi gereken 4000den fazla ürünü olduğunu sonradan öğrendim ve başarılar diledim kendisine - burada dikkat çekmek istediğim nokta şu; her işin bir fiyatı vardır. piyasanın biraz üstü bir fiyata bu kadar dehşet bir iş yüküne talip olmamalıydı)
- nelere söz vermeniz gerektiğini öğrenene kadar verdiğiniz sözeri tutun. gerekirse zaman ve para kaybedin ama sözlerinizi tutun. (bir süre sonra zaten otomatik olarak tutamayacağınız sözler vermemeye başlıyorsunuz)
- müşterinin kurumsal grafiklerini mümkün olan en iyi, en güvenilir kalite ve formatta (vektörel olursa dadundan yinmez) alın. alamazsanız sze yaşatacağı sıkıntı ve iş yükünü anlatın, gerekiyorsa fiyatlandırın. (bu müşterinin yükümlülüğüdür)
- aklınıza gelen mükemmel fikiri müşteriye itelemek için uğraşmayın. sizin niteliklerinizi en üst düzeyde gösterebileceğiniz bir fonksiyon, müştenin amacına uygun kompozisyona ters düşüyorsa değersizdir. (örneğin; abartılı animasyonlar yapıyorlar. bir süre sonra sıkıcı geliyor, gözü yoruyor. abartmayın, her işin makulu var)
- kim ne derse desin bütçe tasarımı etkiler. adama kazanacağının 10 katı iş çıkarma. aldığın para kadar vaktini ayır. (bu dengeyi tutturmayı da bir süre sonra öğreneceksin. aslında reklam piyasasında en önemli 2-3 kriterden biridir bu - tümüyle bence)
- kendi beğenmediğin şeyi müşteriye götürme. kendi yaptığın şeyi sırf sen yaptın diye beğenme. (genelde bu işi yapanlar müşteriden önce bu işi yapan diğer arkadaşlarına göz attırırlar. 2. bir göz her zaman faydalıdır)
aklıma gelenleri yazdım. aklıma gelmeyenler başınıza gelmesin inşallah.
(bkz: web tasarım)
"öyle olsa estetik cerrahlar 100 yaşına kadar yaşardı" şeklinde bir karşı tezle yıkım yıkım yıkılan uydurma söylem.
açıla açıla bir türlü bitmeyen siyasi pakettir. açılsada kurtulsak.
deniz kuvvetlerinde acemi erlerin ilk kayıt işlemlerinin yürütüldüğü birimdir.
tanıdığım herkesin (rütbeliler dahil) ısrarla yanlış söylediği, gerçekte celp ve konak amirliği şeklinde adlandırılan askeri kurum.
fikir, uygulama ve aslında bütün olarak kötü bir kampanya ile reklamı yapılmaya çalışılan teknolojidir.
hayır, 3gyi bilen bizler bile "ulan bu farklı bişeymi acaba?" olduk.
hayır, 3gyi bilen bizler bile "ulan bu farklı bişeymi acaba?" olduk.
hiç bir insan evladının ayıkken böyle saçma bir karar alamayacağını saptamış bünyenin haklı çıkarımıdır.
amerikada 1946-1964 yıllarda nüfus artışında yaşanılan patlamaya verilen isim.
fındık tüketimi artmış olabilirmi acaba ?
kaynak:http://www.u-s-history.com/pages/h2061.html
fındık tüketimi artmış olabilirmi acaba ?
kaynak:http://www.u-s-history.com/pages/h2061.html
sanılanın aksine 68de doğanlar değil, o yıllarda 18-20li yaşlarda olan siyasi gruptur.
bence en önemli özellikleri 2. dünya savaşını görmeyen ilk nesil olmalarıdır.
ayrıca (bkz: baby boom generation)
bence en önemli özellikleri 2. dünya savaşını görmeyen ilk nesil olmalarıdır.
ayrıca (bkz: baby boom generation)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?