sözleri şöyle:
hiç yoksan da, yalnız bir düşsen de
aklım hep sende, sende, hep sende
gelmesen de, yalnızca beklensen de
aklım hep sende, sende, hep sende
ırmak olsan sulasan toprağımı benim
yıkansa suyunda derim
bir gizsen de, şarkımda tütsen de
aklım hep sende, sende, hep sende
bir yolsan da, hasrete çıksan da
aklım hep sende, sende, hep sende
bıçak olsan saplansan ruhuma benim
kanasa ucunda derim
bir gizsen de, şarkımda tütsen de
aklım hep sende, sende, hep sende
bir yolsan da, hasrete çıksan da
aklım hep sende, sende, hep sende
hep sende, hep sende, hep sende
(bkz: aklım hep sende)
tanju durunun yazdığı, aysenur kolivarın seslendirdiği, tanıştıktan sonra belli bir müddet başka bir şey dinleyemeyeceğiniz muhteşem şarkı
o gece gidecek başka bir yeriniz yoktur, geçer bir köşeye kıvrılırsınız. aklınıza hiç bir şey gelmez. "ulan hazır sözluk karşımda açık, tek başıma at koşturuyorum, karalasam ya şuraya bir şeyler" dersiniz ama nafile. beyin durmuştur. bakarsınız sadece.
(bkz: ataerkil toplum)
(bkz: anaerkil toplum)
ilkel komunal toplum’dan geçilen mülkiyet toplumuna, ataerkil toplum demek mümkündür. çünkü ilkel komünal toplum anaerkil idi ve üretim araçları toplumun ortak malıydı. ne zaman ki, avlanma konusunda yetenekli vatandaşlar, avı bölüştürmede söz hakkı kazanmaya başladılar, işte o zaman dünyanın çivisi çıktı. adam, madem ben çok iyi avlanıyorum ve güçlüyüm, yakaldığım avı istediğime veririm, istediğime vermem yada iyi kısımları ben yerim diğerleri ondan sonra sofraya oturur demeye başladı. bundan önce bütün av ortada pişirildikten sonra herkes tarafından bir ısırık alınarak yeniyordu ve doyan sofradan kalkıyordu. herkesten yeteneği ve herkese ihtiyacı kadar...
sonra "adam" toprağı ekmeyi ve hayvanları evcilleştirmeyi öğrendi. yavaş yavaş değiş tokuş dönemi söz konusu olmaya başladı. artık malın kime kalacağı söz konusuydu ve anaerkil toplumda soy takibi yapmak mümkün değildi. ataerkil toplumun temelleri atılmış oldu ve artık malın kim veya kimlere kalacağı basit bir şekilde ortaya kondu. bu yüzden ataerkil toplum’a, miras toplumu’da denilir.
sonra "adam" toprağı ekmeyi ve hayvanları evcilleştirmeyi öğrendi. yavaş yavaş değiş tokuş dönemi söz konusu olmaya başladı. artık malın kime kalacağı söz konusuydu ve anaerkil toplumda soy takibi yapmak mümkün değildi. ataerkil toplumun temelleri atılmış oldu ve artık malın kim veya kimlere kalacağı basit bir şekilde ortaya kondu. bu yüzden ataerkil toplum’a, miras toplumu’da denilir.
bukalemunun rengi.
(bkz: ziyan)
(bkz: zarar)
ahmet aslanın son albümünün ismi.
şarkılar:
1-ali hayder(ali haydar)
2-dağlı bir kabiledir aşk
3-dirbete tuye mite(yaraların bende kaldı)
4-düzege xarpeti(harputun düzlüğü)
5-minnet eylemem
6-oli diwan de(ulu divan)
7-silsile
8-veyve milaketo(meleklerin dansı)
9-ya xizire xozati(hozanın hızırı)
10-zere mara goni cirkena(ne taht ne baht)
şarkılar:
1-ali hayder(ali haydar)
2-dağlı bir kabiledir aşk
3-dirbete tuye mite(yaraların bende kaldı)
4-düzege xarpeti(harputun düzlüğü)
5-minnet eylemem
6-oli diwan de(ulu divan)
7-silsile
8-veyve milaketo(meleklerin dansı)
9-ya xizire xozati(hozanın hızırı)
10-zere mara goni cirkena(ne taht ne baht)
veyve milaketo.
(bkz: meleklerin dansı)
(bkz: meleklerin dansı)
müslümanlıkta, cenaze törenlerinde, ölen kişi için, tören kişilerine sorulan sorudur.
(bkz: sanı)
hüzün ayı, çiftleşme ayı olan marttan iki sonra gelen ay. her yılın en önemli olayı mayısta vuku bulmuş. e. ay... kaka ay.
2003’ün 19 mayısıydı. ve ben onunla burayı doldurabilirdim. sayfalarca ve sayfalarca yazabilirdim ancak yetmezdi onu anlatmaya. sevdayı iyi bilmiyorduk, nasıl bilirdiniz?? iyi bilmezdik. gözlerinde kaybolmak kelime öbeği modaydı o zaman ve ben gözlerinde kaybolmayı isterdim. moda olduğu için değil. alıp götüren gözleri olduğu için. sevda nasıl olsa gidecekti ve yerinde kocaman bir boşluk bırakacaktı. bildiğimiz, sevdayı sevda yapanın, bitmek olduğuydu. o halde sevdalanmamalıydık ki bitmemeliydi. ama tüketmekte üzerimize yok. bi baktık tükenmişiz. hepsini sonsuza kadar istiyorduk oysa...
sevda canlı müzikli bir kafeteryaya gelirdi. müziği canlı bir çok cafeden birine gelirdi. çok güzel gözleri vardı ve canlı müzik seviyordu. aşk yasağına hiç takılmadık. o yüzden çok üzülmedik ama bu üzmediğimiz anlamına gelmedi. üzdük, hem de ağız dolusu üzdük. ne kadar kıymetli şey varsa bi ereksiyonda hepsini düzdük. kendine tecavüzden ortaya çıkan yaratığa ne isim vereceğimizi bilemedik. ilk defa bir adam hem anne hem de babaydı şimdi. doğurdu...
ne isim vereceğini bilemedi. hem yasal olmayan bir durumdu bu. yasal olmayan çocuk sorunsalı vardı o zaman. kendine olanca saygısını yitirdi ve kapattı gözlerini. yazarak ölmek istiyordu. kendini ne kadar tüketirse yazmakla, o kadar yazmak, yazmak istiyordu bu illegal çocuğu. tükenmek istiyordu ve durmadan yazıyordu. içinde kalmasından iyiydi, bir şeyler üretebiliyorsa, kendini tükettiği anlamına gelirdu bu.
seni seviyorum zannettim, aslında bütün sevgilerimi sadece zannetmişim. sevmemişim, sevmeyi öğrenememişim. cereyan çarptı sonra. elektrikler gitti. ev yandı. herkes içinde yandı. sonra ev, yıkıldı. herkes içinde kaldı. enkaz, enkaz ve enkaz. ikinci dünya savaşı sonrası stalingrad manzarasıydı. üzülüyordu enkaz. belki de yeryüzünde ilk kez bir enkaz üzülüyordu. üzüntüsünün şarkısını yapabilrdi üzüntüden. ama "sevgilinin yokluğunda yağmalanmış bir kent görüntüsüydü".
özentiden başka bir şey değildi aslında üzüntüsü. üzülmeyi de bilmiyordu tıpkı sevmek gibi. üzüldüğünü sanıyordu sadece. uçlarda yaşadığını sonra. ama yaşadığı uç, ona öğretilen ya da öğrenebildiği kadar uç’tu. uçtu sanra kısa bir ziyaret gerçekleştirmek için. kanatları varken uçsundu zaten. kanat ziyanlığının nedeni yoktu. kanatlarının yarını da yoktu. doya doya yaşadı hayatı. her sevdiğini, bir öncekinden daha çok sevdiğini sandı. sevdiğini aldı, alamadığını sevmedi zaten. üzüntüden dizilişteki seslerin hepsini unuttu, sesi kısıldı ve şarkı söyleyemedi. sevda gitti sonra. hiç bir şey kaldı geriye. çünkü o’ndan sevdayı çıkardığınızda kalan: "sıfır"dı
sevda canlı müzikli bir kafeteryaya gelirdi. müziği canlı bir çok cafeden birine gelirdi. çok güzel gözleri vardı ve canlı müzik seviyordu. aşk yasağına hiç takılmadık. o yüzden çok üzülmedik ama bu üzmediğimiz anlamına gelmedi. üzdük, hem de ağız dolusu üzdük. ne kadar kıymetli şey varsa bi ereksiyonda hepsini düzdük. kendine tecavüzden ortaya çıkan yaratığa ne isim vereceğimizi bilemedik. ilk defa bir adam hem anne hem de babaydı şimdi. doğurdu...
ne isim vereceğini bilemedi. hem yasal olmayan bir durumdu bu. yasal olmayan çocuk sorunsalı vardı o zaman. kendine olanca saygısını yitirdi ve kapattı gözlerini. yazarak ölmek istiyordu. kendini ne kadar tüketirse yazmakla, o kadar yazmak, yazmak istiyordu bu illegal çocuğu. tükenmek istiyordu ve durmadan yazıyordu. içinde kalmasından iyiydi, bir şeyler üretebiliyorsa, kendini tükettiği anlamına gelirdu bu.
seni seviyorum zannettim, aslında bütün sevgilerimi sadece zannetmişim. sevmemişim, sevmeyi öğrenememişim. cereyan çarptı sonra. elektrikler gitti. ev yandı. herkes içinde yandı. sonra ev, yıkıldı. herkes içinde kaldı. enkaz, enkaz ve enkaz. ikinci dünya savaşı sonrası stalingrad manzarasıydı. üzülüyordu enkaz. belki de yeryüzünde ilk kez bir enkaz üzülüyordu. üzüntüsünün şarkısını yapabilrdi üzüntüden. ama "sevgilinin yokluğunda yağmalanmış bir kent görüntüsüydü".
özentiden başka bir şey değildi aslında üzüntüsü. üzülmeyi de bilmiyordu tıpkı sevmek gibi. üzüldüğünü sanıyordu sadece. uçlarda yaşadığını sonra. ama yaşadığı uç, ona öğretilen ya da öğrenebildiği kadar uç’tu. uçtu sanra kısa bir ziyaret gerçekleştirmek için. kanatları varken uçsundu zaten. kanat ziyanlığının nedeni yoktu. kanatlarının yarını da yoktu. doya doya yaşadı hayatı. her sevdiğini, bir öncekinden daha çok sevdiğini sandı. sevdiğini aldı, alamadığını sevmedi zaten. üzüntüden dizilişteki seslerin hepsini unuttu, sesi kısıldı ve şarkı söyleyemedi. sevda gitti sonra. hiç bir şey kaldı geriye. çünkü o’ndan sevdayı çıkardığınızda kalan: "sıfır"dı
isim olarak da kullanılır(mış).
bu isimde bir hocam olana kadar bilmiyordum.
bu isimde bir hocam olana kadar bilmiyordum.
iç anadoluda çok kullanılan bir deyim.
neresi karanlık, neresi aydınlık bilemez oldum. göz gözü görmez bir sis içindeyim. nargilede duman, dağda eşkıyayım. sağımda cehennem, solumda cennet, ortada araf, ben üstündeyim. kararsızın önde gideniyim. bilemiyorum ne tarafa yöneleyim. çaresiz oturuyorum arafın üzerine. bakıyorum cehennemde de cennette de ayrı bir hayat yaşanıyor. bakıyorum, o kadar gerizekalı tip, o kadar özgüvenle varlar ki. ben diyorum, bende, diyorum neden yok? paramız mı yoktu acaba? evde mi yoktu acaba? ebeveynlerim gereken dönemde vermeyi unuttular da, sonra da yaşı mı geçti bunun?
bu ne kontrolsüzlük? bu ne kendiliğindencilik? ille genellemeler mi yapmalıyız? ille de çekinmeli miyiz acaba? korkmalı mıyız? çok mu tehlikeliler? bu cesareti nerden buluyorlar? neye dayanarak hayatımı izinsiz istila ediyorlar ve tam ben alışmaya başlarken, neden gidiyorlar?
bu ne kontrolsüzlük? bu ne kendiliğindencilik? ille genellemeler mi yapmalıyız? ille de çekinmeli miyiz acaba? korkmalı mıyız? çok mu tehlikeliler? bu cesareti nerden buluyorlar? neye dayanarak hayatımı izinsiz istila ediyorlar ve tam ben alışmaya başlarken, neden gidiyorlar?
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?