bir şeyler geçti elime, bilinmeyen bir yerlerden gelmiş olmalı. bir şeyler geçti elime, bunu buraya yazınca. duruluyorum, duruluyorsun, duruluyor. durulması imkansız bir suyun bulanıklığıydı hayatım. yazdıkça anlıyor insan. o zaman durulmuyordu park edilmez levhasının altına. adam, adamı adam yapan hiç birşeyi bırakıp gitmek istemiyordu. yavaşça kalıyordu sadece. kalıyordu, kalıyordu, kalıyordu ve yazıyordu. kalışlarını yazıyordu. bir daha umutlanana kadar bırakmıştı umutlanmayı. kalmıştı sadece. umutlanıyordu ve kalıyordu çünkü. demek ki diyordu adam "umutlanmak bende hep, amansız bir kalmaya yol açıyorsa, umutlanmyacağım artık bir daha umutlanana kadar"
duygu öldü bir de. ben öldürdüm duyguyu. kahrından öldü kızcağız. ben diyorum ki "sen beni sadece zayıflatıyorsun, hayatta bir amaçlar silsilesi vardır, sen onların içinde sadece küçük bir ayrıntısın" nasıl içleniyor... çok zoruna gidiyor. "hayır" diyor "ben, sizi siz yapan şeyim. ben toprağın bereketiyim, çatlayan tomurcukum ben, sizim, herşeyinizim. o amaçlar dediğiniz şeyler ben olmadan olmazlar" gülüyorum. ayrılıyoruz duyguynan, kaçınılmaz bir ayrılık bu. duygu ölüyor çünkü. ölümsüz sandığım her şey de onunla ölüyor. ben yine anladığımı sanıyorum. ve yanılıyorum...
"
cehalet bilgeliktir" diyor adam. düşünüyorum insanı üzen sadece bildikleri mi? "duyarsızlık bizi ot gibi, saman gibi, solucan ve yosun gibi bir şey yapmaz mı?" diyorum. adam, dişlerinin arasında bir çocuk bacağı, sırtarıyor. anladığımı sanıyorum. ve yine yanılıyorum. tanrılar düşünmemizi istemiyor...