aydın doğan, kendisine "hakkımdaki haberlere müdahale etsin" diye aracı gönderen veli küçüke: "hürriyet, her ne kadar benim gibi görünse de, aslında rahmi koçundur. milliyete müdahale edemem. radikal de gazetecilik yapıyor" falan gibi birşeyler söylemişti. "vay be, küçükün ricasını yerine getirmemiş" diye bakabilirsiniz olaya.
ya da...
-aynı nehirde iki kez yıkanamazsın
+başka nehir yok ki be kardeşim. ne yapayım?
-yıkan aq istediğin kadar yıkanabilirsin.
+başka nehir yok ki be kardeşim. ne yapayım?
-yıkan aq istediğin kadar yıkanabilirsin.
sayın imparator "cevap" adı altında demagoji yapıyor. hilton olayını doğrular tarzda "bir başbakana şantaj yakışır mı?" diyor. hani o dinci (ne demekse) vakit gazetesi var ya, taaa 2 yıl önceden bu hilton girişimini yazdı. doğan hemen yüklü miktarda tazminat davaları açtı. avukatları :"tarafımızdan bu yönde yapılmış bir başvuru yoktur" deseler de, öğrendik ki mustafa sarıgülün başkanı olduğu şişli belediyesinden bu planlar geçmiş!hiltonu satın almış falan da değil, 10 yıllık bir kullanım hakkı kaldı. geçici bir süre için kullanmak için aldığın binaya-arsaya ve çevresine (hazine malı) ne hakla rezidans yapmayı aklından geçiriyorsun ki? yoksa imparator dedilerdi de inandın mı?
o pek saygıdeğer gazeteci arkadaşlar ve anlı şanlı gazeteleri acaba bu olayı da yazarlar mı?
yılmaz özdil bi güzelleme de doğan holdinge yazar mı?
ahmet hakan bir de bu tarafa sallar mı?
ertuğrul özkök bir ombudsman da bu olaya ister mi?
mehmet yılmaz yasalara saygıdan bahseder mi? (yargıtayın kararıyla kesinleşen poaşın cezası "hala" ödenmedi)
akp için, "destekliyoruz/desteğimizi çektik" diyen pek dik duruşlu liberalimsi, demokratımsılar bu konuda iki çiziktirebilirler mi?
özdemir ince, bir de bu yalanları bozmaya girişebilir mi?
sizin gibi gazetecileri şimdi görmek isteriz.
her gün köşelerinde aleme nizamat verenler... huuu?
...
aydın doğanın ticari başarısı ile ilgili, isteyen internetten küçük bir araştırma yapabilir. orada yazar olmasa iki koyunu dahi güdemeyecekleri bünyesine toplamış, ideolojik olarak da, kişilik olarak da zaten bugünkü gibi yazacak olanlara, "yaz" demesine bile gerek yok.
ertuğrul özkök bir yazısında: "... yaşımdan sonra iyi bir arabaya bindim, ... yaşımdan sonra kaliteli bir şarap içtim, ... yaşımdan sonra güzel bir evde oturuyorum...." demişti. bu imkanları kaybetmeyi kim ister. ... yaşından sonra bir de...
herkese, herşeye ideolojik at gözlükleriyle bakanlar, olayların hiç de göründüğü gibi olmadığını; bazen "al gülüm ver gülüm", bazen al gülüm niye vermedin gülüm?", çoğunlukla da karşılıklı "maymuna bak"larla, herkesin kendi çarkını çevirdiğini görebilirler mi?
o pek saygıdeğer gazeteci arkadaşlar ve anlı şanlı gazeteleri acaba bu olayı da yazarlar mı?
yılmaz özdil bi güzelleme de doğan holdinge yazar mı?
ahmet hakan bir de bu tarafa sallar mı?
ertuğrul özkök bir ombudsman da bu olaya ister mi?
mehmet yılmaz yasalara saygıdan bahseder mi? (yargıtayın kararıyla kesinleşen poaşın cezası "hala" ödenmedi)
akp için, "destekliyoruz/desteğimizi çektik" diyen pek dik duruşlu liberalimsi, demokratımsılar bu konuda iki çiziktirebilirler mi?
özdemir ince, bir de bu yalanları bozmaya girişebilir mi?
sizin gibi gazetecileri şimdi görmek isteriz.
her gün köşelerinde aleme nizamat verenler... huuu?
...
aydın doğanın ticari başarısı ile ilgili, isteyen internetten küçük bir araştırma yapabilir. orada yazar olmasa iki koyunu dahi güdemeyecekleri bünyesine toplamış, ideolojik olarak da, kişilik olarak da zaten bugünkü gibi yazacak olanlara, "yaz" demesine bile gerek yok.
ertuğrul özkök bir yazısında: "... yaşımdan sonra iyi bir arabaya bindim, ... yaşımdan sonra kaliteli bir şarap içtim, ... yaşımdan sonra güzel bir evde oturuyorum...." demişti. bu imkanları kaybetmeyi kim ister. ... yaşından sonra bir de...
herkese, herşeye ideolojik at gözlükleriyle bakanlar, olayların hiç de göründüğü gibi olmadığını; bazen "al gülüm ver gülüm", bazen al gülüm niye vermedin gülüm?", çoğunlukla da karşılıklı "maymuna bak"larla, herkesin kendi çarkını çevirdiğini görebilirler mi?
6. sınıfta türkçe dersinde öğretmenin "adet’in anlamını sözlükten okuyun" komutuyla sözlüğe daldım. birileri okudu, aferinlerini aldılar. arka sırada oturan, normalde lise 1-2’de falan olması gereken birey: "al sen de bunu söyle" diyerek sözlüğü elime tutuşturdu. parmak kaldırdım tabi, hoca söz verdi: "kadınlarda aybaşı hali" deyiverdim. hoca gülümsedi, "sen fazla araştırmışsın" diyerek dönüp gitti. hiçbirşey anlamamıştım.
biz buna bedelli askerlik diyoruz.
erdoğanın bayrampaşa ilçe kongresindeki konuşmasından notları yine hürriyet.com.trden öğreniyoruz. işte doğan medyası bunu iyi yapıyor. bazen herşeyi eline yüzüne bulaştırsa da, kimsenin vermediği, üstelik kendilerini eleştiren o konuşmayı sayfasında yayınlıyor, sıcağı sıcağına. "bizim tek yaptığımız gazetecilik" diyebiliyorlar bu yüzden.
erdoğan yine aydın doğan ve medyasına suçlamalarda buılunuyor ve bir hafta süre tanıyor. grup açıklamamazsa kendisi açıklayacakmış. rtük, cnn türk, hilton...
eğlenceli günler göreceğiz çocuklar...
erdoğan yine aydın doğan ve medyasına suçlamalarda buılunuyor ve bir hafta süre tanıyor. grup açıklamamazsa kendisi açıklayacakmış. rtük, cnn türk, hilton...
eğlenceli günler göreceğiz çocuklar...
müyap’a kocaman bir aferin gönderiyoruz.
"pastayı nasıl büyütürüm" değil de, "nasıl pastanın hepsini mideme indiririm"in hesabını yaptıkları için.
tam bir türk gibi davrandıkları için.
küçük düşündükleri için.
afferindir. bravodur!
"pastayı nasıl büyütürüm" değil de, "nasıl pastanın hepsini mideme indiririm"in hesabını yaptıkları için.
tam bir türk gibi davrandıkları için.
küçük düşündükleri için.
afferindir. bravodur!
serbest mali müşavir
mehmet olmuş
-ben kesin mehmet olur dediydim zaten.
mehmet olmuş
-ben kesin mehmet olur dediydim zaten.
star haber, ankara anchormen’i.
bu küresel ısınmayla petrol olacak yakın gelecekte.
kitaplarında, ismi tarık dursun k olarak geçen, tarık dursun kakınç’ın oğludur kendisi. bilgi üniversitesi kurulduğunda öğrenci dekanı idi ve mütevelli heyeti üyesiydi aynı zamanda.
ziyaretin azerbaycan ve ermenistan cephesi ile siyasi gözlemci/gazeteciler tarafından nasıl görüldüğü/değerlendirildiği ile ilgili, bir halit kakınç yazısı:
"azerbaycan, baştan bu yana olayın içinde
azerbaycan, bir bütün olarak cumhurbaşkanı abdullah gül ün ermenistan ziyaretini destekliyor. hatırlayacaksınız - erdoğan, aliyev’le sıcak çatışma sırasında 5 saat baş başa görüştü. azerbaycan’ın yumuşak tavrının temeli bu görüşmede atıldı. yani ziyaretin olası olumlu sonuçları ve geleceğe dönük yararları konusunda fikir birliğine varıldı.
bakü odaklı eleştiriler hiç yok mu? elbette var, var ama az. en ağır eleştiri, milletvekili anar memmethanov’dan geldi. memmethanov, makalesini rusça yazıyor. kendine ait internet sitesi day.az’da, “abdullah’ın, bizim gülümüz’ün ziyareti” başlıklı - sarkastik olmanın ötesinde, hakaret dolu bir yazı yazdı.
ziyareti, azerbaycan’daki rus ve iran uzantıları da aleyhte kullanma çabasına girdiler. bir millet-iki devlet söylemini sarsmak için kullanmak istediler. “orası ayrı devlet, bu ziyaret bunu kanıtlıyor. türkiye, aslına döndü. biz kendi işime bakalım.” (zerdüşt alizade. türkiye’yi önemsemez. karabağ kurtarılacaksa, bunu azerbaycan yapacak görüşünün savunucusu)
alizade, 1999’da azerbaycan harp akademisi’nin türkiye’nin desteği ile kurulmasına sıcak bakmamıştı.
türkiye’ye rusya ve ermeni övgüsü
karabağ azatlık teşkilatı gibi bazı sivil toplum kuruluşları, doğal olarak eleştirdi. muhalefet partileri, “canım, ille de görüşülecekse, başka bir zeminde görüşselerdi” diye geçiştirdi.
özellikle dikkatimi çeken iki yorum var: internet dergisi ruskiy reporter’i 28 ağustos - 4 eylül tarihli 32. sayısında, rus siyasal gözlemcilerin ortak görüşü şu şekilde idi:
“bu süreçte türkiye çok başarılıydı: rus, gürcü ve amerikan istihbaratları iyi çalışamadı. türk istihbaratı en iyi çalışandı. olayları iyi kestirdi. manzarayı tesbit etti ve aliyev’e telkinde bulunarak işe karışmasını engelledi. türkiye, amerikan gemilerini boğaz’da birkaç gün oyaladı. o da ruslar’ın işine yaradı. türkiye’nin performanı iyi idi. ermenistan ziyaretini de bu açıdan değerlendirmek doğru olur...”
ünlü bir ermeni gözlemci, edward abramyan da mitq.org internet sitesinde şu yorumu yaptı: “türkiye, genel olarak kafkasya’da daha aktif olmak istiyor. rusya bunu biraz kıskanıyor. ermenistan’a türkiye bir olta atıyor... ve ermenistan da bu tezgâha geliyor. ermenistan, türkiye’ye bağımlı hale dönüşüyor...”
azerbaycan kamuoyuna ayrıntılı bilgi verilmeli...
özetle, azerbaycan’da çoğu lehte, birtakım şeyler söylendi ama, ziyaretin muhtemel zararları konusunda doğru dürüst bir eleştiri gelmedi.
azerbaycan, bağımsız bir devlet olarak yenidir. ilişkilerin karakteri, tam olarak oturmamıştır. kamuoyunun siyasi bilinci tam olarak olgunlaşmamıştır.
cumhurbaşkanı’ndan, ziyaret sonrası geniş bir açıklama gelse, iyi olur... niye gittim’in anlatılması, azerbaycan için çok önemlidir.
gül, dönüşünde azerbaycan tarafını iyice bilgilendirmeli ve bunun azerbaycan kamuoyuna yansıtılmasını sağlamalıdır. bu, azerbaycan’a hesap verme değil, mevcut kardeşlik ilişkilerinin gereğidir."
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=128951,10,207
"azerbaycan, baştan bu yana olayın içinde
azerbaycan, bir bütün olarak cumhurbaşkanı abdullah gül ün ermenistan ziyaretini destekliyor. hatırlayacaksınız - erdoğan, aliyev’le sıcak çatışma sırasında 5 saat baş başa görüştü. azerbaycan’ın yumuşak tavrının temeli bu görüşmede atıldı. yani ziyaretin olası olumlu sonuçları ve geleceğe dönük yararları konusunda fikir birliğine varıldı.
bakü odaklı eleştiriler hiç yok mu? elbette var, var ama az. en ağır eleştiri, milletvekili anar memmethanov’dan geldi. memmethanov, makalesini rusça yazıyor. kendine ait internet sitesi day.az’da, “abdullah’ın, bizim gülümüz’ün ziyareti” başlıklı - sarkastik olmanın ötesinde, hakaret dolu bir yazı yazdı.
ziyareti, azerbaycan’daki rus ve iran uzantıları da aleyhte kullanma çabasına girdiler. bir millet-iki devlet söylemini sarsmak için kullanmak istediler. “orası ayrı devlet, bu ziyaret bunu kanıtlıyor. türkiye, aslına döndü. biz kendi işime bakalım.” (zerdüşt alizade. türkiye’yi önemsemez. karabağ kurtarılacaksa, bunu azerbaycan yapacak görüşünün savunucusu)
alizade, 1999’da azerbaycan harp akademisi’nin türkiye’nin desteği ile kurulmasına sıcak bakmamıştı.
türkiye’ye rusya ve ermeni övgüsü
karabağ azatlık teşkilatı gibi bazı sivil toplum kuruluşları, doğal olarak eleştirdi. muhalefet partileri, “canım, ille de görüşülecekse, başka bir zeminde görüşselerdi” diye geçiştirdi.
özellikle dikkatimi çeken iki yorum var: internet dergisi ruskiy reporter’i 28 ağustos - 4 eylül tarihli 32. sayısında, rus siyasal gözlemcilerin ortak görüşü şu şekilde idi:
“bu süreçte türkiye çok başarılıydı: rus, gürcü ve amerikan istihbaratları iyi çalışamadı. türk istihbaratı en iyi çalışandı. olayları iyi kestirdi. manzarayı tesbit etti ve aliyev’e telkinde bulunarak işe karışmasını engelledi. türkiye, amerikan gemilerini boğaz’da birkaç gün oyaladı. o da ruslar’ın işine yaradı. türkiye’nin performanı iyi idi. ermenistan ziyaretini de bu açıdan değerlendirmek doğru olur...”
ünlü bir ermeni gözlemci, edward abramyan da mitq.org internet sitesinde şu yorumu yaptı: “türkiye, genel olarak kafkasya’da daha aktif olmak istiyor. rusya bunu biraz kıskanıyor. ermenistan’a türkiye bir olta atıyor... ve ermenistan da bu tezgâha geliyor. ermenistan, türkiye’ye bağımlı hale dönüşüyor...”
azerbaycan kamuoyuna ayrıntılı bilgi verilmeli...
özetle, azerbaycan’da çoğu lehte, birtakım şeyler söylendi ama, ziyaretin muhtemel zararları konusunda doğru dürüst bir eleştiri gelmedi.
azerbaycan, bağımsız bir devlet olarak yenidir. ilişkilerin karakteri, tam olarak oturmamıştır. kamuoyunun siyasi bilinci tam olarak olgunlaşmamıştır.
cumhurbaşkanı’ndan, ziyaret sonrası geniş bir açıklama gelse, iyi olur... niye gittim’in anlatılması, azerbaycan için çok önemlidir.
gül, dönüşünde azerbaycan tarafını iyice bilgilendirmeli ve bunun azerbaycan kamuoyuna yansıtılmasını sağlamalıdır. bu, azerbaycan’a hesap verme değil, mevcut kardeşlik ilişkilerinin gereğidir."
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=128951,10,207
cem uzanın reklamcısı olarak ünlenen, çok başarılı reklamcı. bugünlerde klasik reklam ajansı faaliyetlerini sonlandırdığını açıklamış. artık personel evinden, işinden, havuzbaşından işlerini takip edebilecekmiş. şehirdışı için 7, yurtdışı için 15 gün önceden haber vermek koşuluyla seyahat de edebileceklermiş. belirlenen bir merkez, "toplantı salonu" olarak ortak buluşmalarda kullanılacakmış.
http://www.atcw.com
ayrıca:
(bkz: şerefsizim benim aklıma gelmişti)
http://www.atcw.com
ayrıca:
(bkz: şerefsizim benim aklıma gelmişti)
ali tarana ait, "ali taran creatiwe workshop"un kısaltması. ali taran, cem uzanın reklamcısı olarak hatırlanır ama pek çok başarılı çalışması vardır sektörde.
gün itibariyle ali saydamın başına geldiğini yazdığı hadisedir. geçmişler olsun diyoruz...
"gelin de ali taran’ı kıskanmayın...
arkadaşlar ali taran’ın mektubunu göndermişler. ajansın (atcw) web sitesinde yayınlanmış. başlığına veda mektubu demiş. okutmak için olsa gerek. okutuyor da zaten. hem de nasıl okutuyor...
aslında ustanın veda ettiği falan yok, ‘başka bir lige’ geçiyor...
benim interneti duyduğum günden beri hayalini kurduğum bir lige...
okuduğumda kıskançlıktan tam ortamdan “çaaat!” diye çatlamadım, desem yalan olur...
öyle ya sen yıllarca hayalini kur. adımlarını ona göre at. sistemi yavaş yavaş ona göre kur. bir tane kemerburgaz’a, bir tane bozcaada’ya video konferans yapısı ayarla. bersay iletişim enstitüsü’ndeki (bie), konferans ve seminer salonlarını bu anlayışla düzenle... 2011 için uçuş planları (!) yap... sonra taran’ın ‘take off’unu (tekerlekleri yerden kesmesini) izle... adam kalksın, “kasımda ‘home office’ (ev ofis) uygulamasına geçiyoruz. elveda reklam ajansçılığı!” diye dünya âleme ilan etsin...
hazmi kolay değil
allah’tan reva mı (!) bu?..
hazmetmem bir süre aldı doğal olarak.
sonra yazıyı ikinci kez okudum. okudukça daha çok sevdim. kıskançlığın yerini empati (duygudaşlık) aldı... her ortamda müthiş bir iletişim sihirbazı olduğunu teslim etmeme rağmen, ender de olsa bazı işlerini eleştirdiğimde bana içerlemiştir. buna rağmen ona olan saygımda ve onu anlama çabamda en küçük bir azalma olmamıştır... bu kez de onu en iyi anlayanlardan birinin ben olduğuma eminim. tamamını okumanızı salık vereceğim (http://www.atcw.com) ‘mektubunda’ ali taran şöyle diyor:
“...hamdolsun, bu ülkede reklamcı + yaratıcı + dahi + dürüst denildiğinde, adı her zaman akla gelen 0 - 5 kişiden biri oldum.
hoş, reklamcı + zor + pahalı + paragöz + geçimsiz denildiğinde de adı her zaman akla gelen 0 - 1 kişiden biri de oldum ama ona da eyvallah.
yıllar boyu, hakkımda duyduğum ‘çoğu şişirme, uydurma, türetme, yapıştırma, sallama, gazlama, üfürme, köpürtme fıkracıklar, hikayecikler, masalcıklar’ reklamcılıkla ve yaratıcılıkla aramı açmadı. açamadı...”
aslolan dilediğin gibi, esenlik içinde yaşamaktır diyenlerin mutlaka okuması gereken mektubunun bir başka bölümünde ise taran geçmişle şöyle hesaplaşıyor:
“...demek, iş ve özel, hayatımın 35 yıldan fazlasını ki bu bütün hayatımın koskocaman bir bölümü eder, ajansta ve ajanslarda geçirdim. önceleri daktilo başında, sonraları bilgisayar başında. ama hep ajansta, hep işin başında.
artık veda zamanı geldi. geç bile kaldım sayılır.
ajansta bulunmalara, evden ajansa gelmelere, ajanstan eve gitmelere, ajansta tuvalet sırası beklemelere, ajans toplantılarına, karşılıklı konuşmalara, ne giysem acabalara, trafikte sıkışmalara, yollarda ömür tüketmelere, kocaman bir nokta koyuyorum...”
tarihe not düştük
taran sistemin nasıl çalışacağını ise şu cümlelerle anlatıyor:
“tüm çalışanlar, mesai saatleri içinde, canlarının çektiği, paşa gönüllerinin dilediği yerlerde bulunuyorlar. bir videofon, bir blackberry, bir laptop, bir desktop, bir scanner, hangisi gerekiyorsa, yanlarında. istanbul dışına çıkmak isteyen 7 gün önceden, yurt dışına çıkmak isteyen 15 gün önceden bildiriyor, onay istiyor.”
müşteri görüşmeleri ve gerekli toplantılar için şehirde 500 metrekare büyüklüğünde bir toplantı salonu (!) tutuyorlarmış. isteyen istedikleriyle orada randevulaşıyormuş... adı da hoş: ali taran creative workshop show office.
hani derler ya, “aynısını ben de düşünmüştüm..”
derler de kimse inanmaz... benimki de o durum...
mektupta şu bölüme ayrıca bayıldım: “kıyafeti kötüymüş, ayakları ojesizmiş, saçları berbatmış, ayakkabısı ne biçimmiş, tıraş olmamış, saçını taramamış, gürültülü yürümüş, alçak sesle konuşmuş, yüksek sesle konuşmuş, niye konuşmuş, niye konuşmamış, çok yemiş, az yemiş, nerede kalmış, neden gecikmiş, kim gelmiş, kime gelmiş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde diye başlayıp anlatılacak tatlı birer anıcık oldu hepsi...”
ben, bir de parmak arası terlik (erkeklerde) eklerdim bu listeye... ali taran mektubunu el yazısıyla imzalamış... philadelphia’dan... nispet yapar gibi.
helal olsun usta... benden tam üç yıl önce çektin silahı... diğerlerini bilemem. belki de “kardeşim biz çoktan home office’e geçmiştik” diyeceklerdir... desinler... home office meselesini iletişim sektöründe ilk kez senin ‘kurumsallaştırmış’ olduğunu ben ve benim gibi pek çok iletişimci tarihe not düşmüş bulunmaktayız... aklına, yüreğine sağlık.
yolun açık olsun. biraz da bana örnek olacağı için, başarılı olmanı en ‘kalbi’ duygularla diliyorum..."
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=128957,10,152
"gelin de ali taran’ı kıskanmayın...
arkadaşlar ali taran’ın mektubunu göndermişler. ajansın (atcw) web sitesinde yayınlanmış. başlığına veda mektubu demiş. okutmak için olsa gerek. okutuyor da zaten. hem de nasıl okutuyor...
aslında ustanın veda ettiği falan yok, ‘başka bir lige’ geçiyor...
benim interneti duyduğum günden beri hayalini kurduğum bir lige...
okuduğumda kıskançlıktan tam ortamdan “çaaat!” diye çatlamadım, desem yalan olur...
öyle ya sen yıllarca hayalini kur. adımlarını ona göre at. sistemi yavaş yavaş ona göre kur. bir tane kemerburgaz’a, bir tane bozcaada’ya video konferans yapısı ayarla. bersay iletişim enstitüsü’ndeki (bie), konferans ve seminer salonlarını bu anlayışla düzenle... 2011 için uçuş planları (!) yap... sonra taran’ın ‘take off’unu (tekerlekleri yerden kesmesini) izle... adam kalksın, “kasımda ‘home office’ (ev ofis) uygulamasına geçiyoruz. elveda reklam ajansçılığı!” diye dünya âleme ilan etsin...
hazmi kolay değil
allah’tan reva mı (!) bu?..
hazmetmem bir süre aldı doğal olarak.
sonra yazıyı ikinci kez okudum. okudukça daha çok sevdim. kıskançlığın yerini empati (duygudaşlık) aldı... her ortamda müthiş bir iletişim sihirbazı olduğunu teslim etmeme rağmen, ender de olsa bazı işlerini eleştirdiğimde bana içerlemiştir. buna rağmen ona olan saygımda ve onu anlama çabamda en küçük bir azalma olmamıştır... bu kez de onu en iyi anlayanlardan birinin ben olduğuma eminim. tamamını okumanızı salık vereceğim (http://www.atcw.com) ‘mektubunda’ ali taran şöyle diyor:
“...hamdolsun, bu ülkede reklamcı + yaratıcı + dahi + dürüst denildiğinde, adı her zaman akla gelen 0 - 5 kişiden biri oldum.
hoş, reklamcı + zor + pahalı + paragöz + geçimsiz denildiğinde de adı her zaman akla gelen 0 - 1 kişiden biri de oldum ama ona da eyvallah.
yıllar boyu, hakkımda duyduğum ‘çoğu şişirme, uydurma, türetme, yapıştırma, sallama, gazlama, üfürme, köpürtme fıkracıklar, hikayecikler, masalcıklar’ reklamcılıkla ve yaratıcılıkla aramı açmadı. açamadı...”
aslolan dilediğin gibi, esenlik içinde yaşamaktır diyenlerin mutlaka okuması gereken mektubunun bir başka bölümünde ise taran geçmişle şöyle hesaplaşıyor:
“...demek, iş ve özel, hayatımın 35 yıldan fazlasını ki bu bütün hayatımın koskocaman bir bölümü eder, ajansta ve ajanslarda geçirdim. önceleri daktilo başında, sonraları bilgisayar başında. ama hep ajansta, hep işin başında.
artık veda zamanı geldi. geç bile kaldım sayılır.
ajansta bulunmalara, evden ajansa gelmelere, ajanstan eve gitmelere, ajansta tuvalet sırası beklemelere, ajans toplantılarına, karşılıklı konuşmalara, ne giysem acabalara, trafikte sıkışmalara, yollarda ömür tüketmelere, kocaman bir nokta koyuyorum...”
tarihe not düştük
taran sistemin nasıl çalışacağını ise şu cümlelerle anlatıyor:
“tüm çalışanlar, mesai saatleri içinde, canlarının çektiği, paşa gönüllerinin dilediği yerlerde bulunuyorlar. bir videofon, bir blackberry, bir laptop, bir desktop, bir scanner, hangisi gerekiyorsa, yanlarında. istanbul dışına çıkmak isteyen 7 gün önceden, yurt dışına çıkmak isteyen 15 gün önceden bildiriyor, onay istiyor.”
müşteri görüşmeleri ve gerekli toplantılar için şehirde 500 metrekare büyüklüğünde bir toplantı salonu (!) tutuyorlarmış. isteyen istedikleriyle orada randevulaşıyormuş... adı da hoş: ali taran creative workshop show office.
hani derler ya, “aynısını ben de düşünmüştüm..”
derler de kimse inanmaz... benimki de o durum...
mektupta şu bölüme ayrıca bayıldım: “kıyafeti kötüymüş, ayakları ojesizmiş, saçları berbatmış, ayakkabısı ne biçimmiş, tıraş olmamış, saçını taramamış, gürültülü yürümüş, alçak sesle konuşmuş, yüksek sesle konuşmuş, niye konuşmuş, niye konuşmamış, çok yemiş, az yemiş, nerede kalmış, neden gecikmiş, kim gelmiş, kime gelmiş, evvel zaman içinde, kalbur zaman içinde diye başlayıp anlatılacak tatlı birer anıcık oldu hepsi...”
ben, bir de parmak arası terlik (erkeklerde) eklerdim bu listeye... ali taran mektubunu el yazısıyla imzalamış... philadelphia’dan... nispet yapar gibi.
helal olsun usta... benden tam üç yıl önce çektin silahı... diğerlerini bilemem. belki de “kardeşim biz çoktan home office’e geçmiştik” diyeceklerdir... desinler... home office meselesini iletişim sektöründe ilk kez senin ‘kurumsallaştırmış’ olduğunu ben ve benim gibi pek çok iletişimci tarihe not düşmüş bulunmaktayız... aklına, yüreğine sağlık.
yolun açık olsun. biraz da bana örnek olacağı için, başarılı olmanı en ‘kalbi’ duygularla diliyorum..."
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=128957,10,152
askerlik sorununun çözümlenmesi(!)nin ardından çıkması nedeniyle, değişik anlamlar da içerir.
dün gece davulcuya eşlik eden zurnacının, kahtalı mıçının "ah le le sakine" türküsünü çalmasıyla gece vakti ilginç hisler yaşamamıza neden olmuşlardır. tebrik ediyoruz. kuzu kuzuyu çalacak değildi ya...
aydın doğanın iş bankasından 90 milyon dolara, yine iş bankasından kredi kullanarak alıp 800 küsür milyon dolara fortise sattığı banka.
gözü bir türlü doymayan doğan grubunun, "şunu da isterim, bunu da isterim" taleplerine olumlu cevap alamamasıyla sahip olduğu medyayı resmen çamur atmak için kullanması sonucu patlamış olaydır.
hilton arazisine rezidans kurmak için yaptığı başvurular hep reddedildi. milyarlarca ytl’nin hayali suya düştü.
o pek çevreci, pek dürüst gazeteleri/gazetecileri sultanahmet’te, eski iett garajında yapılan/yapılacak yapılara çevre, tarih, kültür gibi pek çekici gerekçelerle karşı çıkarken, aynı tavrı trump towers istanbul’a göstermediler nedense. tepki göstermedikleri gibi sayfalarında bol bol reklamını yapmaktan da geri durmadılar.
her yıl tıkır tıkır vergisini ödeyen petrol ofisi, doğan tarafından alındıktan sonra tam üç yıl vergi ödemedi. kesilen 1.5 milyar ytl’lik cezasını kuşa çeviren de tayyip erdoğan’dı. yine de yaranamadı.
bir selam da iş bankası’na gönderelim. dışbank’ı kendi açtığı krediyle aydın doğan’a satan chp’nin hissedarı olduğu bu banka, petrol ofisi ihalesini de doğan’la birlikte kazandı. sonra nedense(?) hisselerini ölü eşek fiyatına doğan’a devretti. doğan da misliyle yabancılara... halka açık, türkiye’nin en büyük bankalarından birinin, böyle kâr getirmesi gereken işlerden hep zarar etmesi ve kâr kısmının da hep aydın doğan’da kalması tesadüf mü? chp’nin de aynı bankanın hissedarı olması hasebiyle...
hilton arazisine rezidans kurmak için yaptığı başvurular hep reddedildi. milyarlarca ytl’nin hayali suya düştü.
o pek çevreci, pek dürüst gazeteleri/gazetecileri sultanahmet’te, eski iett garajında yapılan/yapılacak yapılara çevre, tarih, kültür gibi pek çekici gerekçelerle karşı çıkarken, aynı tavrı trump towers istanbul’a göstermediler nedense. tepki göstermedikleri gibi sayfalarında bol bol reklamını yapmaktan da geri durmadılar.
her yıl tıkır tıkır vergisini ödeyen petrol ofisi, doğan tarafından alındıktan sonra tam üç yıl vergi ödemedi. kesilen 1.5 milyar ytl’lik cezasını kuşa çeviren de tayyip erdoğan’dı. yine de yaranamadı.
bir selam da iş bankası’na gönderelim. dışbank’ı kendi açtığı krediyle aydın doğan’a satan chp’nin hissedarı olduğu bu banka, petrol ofisi ihalesini de doğan’la birlikte kazandı. sonra nedense(?) hisselerini ölü eşek fiyatına doğan’a devretti. doğan da misliyle yabancılara... halka açık, türkiye’nin en büyük bankalarından birinin, böyle kâr getirmesi gereken işlerden hep zarar etmesi ve kâr kısmının da hep aydın doğan’da kalması tesadüf mü? chp’nin de aynı bankanın hissedarı olması hasebiyle...
ikinci mahmuta takılan lakap. memurlara getirdiği fes-pantolon giyme ve kravat takma zorunluluğu nedeniyle.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?