ya asansörde ya bir araçta... kaçabileceğiniz, kısa sürede kurtulabileceğiniz ve ciğerlerinize temiz havayı doldurup ağzınıza geleni söyleyebileceğiniz tiplerdir.
bir de mecburen aynı ortamı paylaşmak zorunda kaldığınız tipler vardır. söylersin anlamaz, söversin anlamaz... bir kamuflajı, altı ay boyunca, bir kez olsun yıkamaz mı bir insan?
keşke, keşke olmasaydı.
serdar akinanın 10 nisan 2008 tarihli yazısı:
aydın doğan’a operasyon mu geliyor?
çok üst düzey biriyle sohbet ediyoruz. bugüne kadar benimle paylaştığı pek az şey boş çıktığından dikkatle dinliyorum...
öylesi detaylara haiz ki anlatamam... gerçekten yazılacak şeyler değil. ama çok önemli gördüğüm bir bilgiyi de, dolaylı olarak bir başka kaynaktan öğrendiğim için yazmadan edemeyeceğim.
o bilgi çok büyük bir operasyonla ilgili.
operasyon aydın doğan’a... dosya ise çok ciddi...
önce sohbetten kısa satırbaşlarını aktarayım size...
bakın bu kimsenin sürece dair nasıl öngörüleri var...
“başbakan frene basacak. yani sistemle çatışmayacak. ancak öte taraftan ne zamandır yapmadığı çok radikal reformlara imza atacak... engel olarak gördüğü bürokratik yapıyı yerle bir edecek... sistemin hastalıklı taraflarını çok iyi biliyor. derdinin türkiye olduğunu millete bu reformlarla anlatacak. özal’ın 83 yılında yaptığını yapmaya çalışacak. yani devrim niteliğinde değişikliklere gidecek. bunlar asla kapatma davasını etkileyecek adımlar da olmayacak...”
“çok zor” dedim, “bu yapıyı bunca yıldır değiştir(e)medi. şimdi nasıl başaracak? nereden başlayacak?”
“mesela doğan grubu hedefte... bizzat aydın doğan’ı hedef alacak. dosyası sağlam...” dedi.
güldüm ve şunu söyledim: “çıkartacak olsa çoktaan çıkartırdı...”
“yanılıyorsun. hazırlığını yaptı...türkiye’deki en büyük suç vergi kaçırmaktır... aydın doğan’ı buradan yakalayacak” dedi.
vergi kaçakçılığı meselesi çok yazıldı çizildi.
ama gene de dönüp bir baktım... kısaca hatırlamak gerekirse basına yansıyan boyutunun satır başları şöyle:
aydın doğan, 2000 yılında iş-doğan petrol yatırımları a.ş. adıyla kurduğu şirket aracılığıyla poaş’ın yüzde 51 hissesini 1 milyar 260 milyon dolara satın aldı.
2002 yılında 228 trilyon kâr edip 70 trilyon vergi ödeyen poaş birleşmeden ötürü 1.3 trilyon borçlu gösterildi ve tek kuruş vergi ödemedi.
gelir kontrolörleri 1.2 milyar ytl’lik vergi kaçağı belirledi.
sonra bir “uzlaşma” sağlandı ve bu borç 275.3 milyon ytl’ye indi.
şimdi burada duralım.
akaryakıt kaçakçılığı konusunda 1 ocak 2007’de “ulusal marker” uygulaması başladı.
geçtiğimiz günlerde “işaretr” adlı ulusal markerın 31 litresi “buharlaştı”...
tüpraş gayet makul bir açıklama yaparak bu kaybın on binde 3 gibi bir orana tekabul ettiğini ve sorun olmadığını açıkladı.
petrolcüler ise uygulamanın sağlıklı yürümediğinden şikayetçi oldu.
bu arada, formül çözülmüş olabilir... o zaman kayıp gene trilyonlar...
yani bize trilyonlara patlayan bu akaryakıt kaçakçılığı meselesinin halen önüne geçilebilmiş değil.
araştırma komisyonu raporuna göre ise bu iş artık tamamen kurumsallaşmış vaziyette...
komisyon raporundaki şu tarihi cümleyi yeri gelmişken hatırlatmakta fayda var.
“yukarıda belirtilen kamu kurum ihalelerinde bayi ve dağıtıcı şirket kâr payı oranları dikkate alındığında, kamu kurumu akaryakıt ihalelerinde ticari icaplara uymayacak bir şekilde yüksek iskontolu olarak mal satıldığı görülmektedir. kârlılık oranlarının bayiler açısından yüzde 5-7, dağıtıcı şirketler de dahil olmak üzere yüzde 8-11 arasında olduğu bu ortamda bu oranların üzerinde bir iskonto ile akaryakıt satılması, akaryakıtı satan şirketler açısından akaryakıt kaçakçılığı yapıldığının karinesini ortaya koymaktadır.”
bu listenin başında poaş var. 18.11. 2003 tarihinde başbakanlığa sattığı akaryakıtta yüzde 28 indirim yapmış...
bir başka cümle...
“komisyonumuz tarafından yukarıda isimleri yer alan tüm gönderici ve taşıyıcı şirketler ile ilgili bankalardan her türlü ortaklarının şahsi hesapları konusunda bilgiler istenmiş ve gelen bilgilerin değerlendirmesi sonucunda söz konusu bu şirketlerin, yurtiçi ve yurtdışı yüksek tutarlı para transferlerine rastlandığı...”
elbette tek başına bu iddialar yeterli değil.
ancak alt alta koyuyorum.
cem uzan nasıl indirildi?
bankaları üzerinden...
şimdi de aydın doğan poaş üzerinden mi indirilecek?
bu ciddi iddiayı zaman gösterecek.
ancak benimle paylaşılan bilgi şu:
erdoğan’daki üslup değişikliğini bir ric’at olarak okuyan yanılır.
bana gelen bilgi doğruysa aydın bey yukarıda saydığım argümanlar gerekçe gösterilerek çok ciddi bir operasyonla karşı karşıya kalabilir.
biliyorsunuz hilton arazisini 225 milyon dolara satın aldı.
imar planında bir düzenleme olmazsa doğan açısından büyük problem...
ankara’da siyasi bir istikrarsızlık onun açısından bir çıkış olabilirdi.
ama erdoğan taktik değiştiriyor.
türkiye’nin hastalıklarından beslenen ve bizatihi hastalık olan tümörlerine neşter atacaksa buna kimin nasıl bir itirazı olabilir?
aydın doğan son 5 yılda türkiye’nin en zengin adamı oldu...
allah daha çok versin.
şayet, trilyonlarca vergi kaçırıyor, akaryakıt kaçakçılığı yapıyorsa da üzerine cesaretle gidilsin.
bu süreçte erdoğan “gemileri yakıp” bu çok ciddi iddiaların üzerine gidecekse hem kendini hem türkiye’yi kurtarır...
bir sonraki yazıda bu konuda çok çarpıcı rakamlar vereceğim..."
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=114653,10,156
aydın doğan’a operasyon mu geliyor?
çok üst düzey biriyle sohbet ediyoruz. bugüne kadar benimle paylaştığı pek az şey boş çıktığından dikkatle dinliyorum...
öylesi detaylara haiz ki anlatamam... gerçekten yazılacak şeyler değil. ama çok önemli gördüğüm bir bilgiyi de, dolaylı olarak bir başka kaynaktan öğrendiğim için yazmadan edemeyeceğim.
o bilgi çok büyük bir operasyonla ilgili.
operasyon aydın doğan’a... dosya ise çok ciddi...
önce sohbetten kısa satırbaşlarını aktarayım size...
bakın bu kimsenin sürece dair nasıl öngörüleri var...
“başbakan frene basacak. yani sistemle çatışmayacak. ancak öte taraftan ne zamandır yapmadığı çok radikal reformlara imza atacak... engel olarak gördüğü bürokratik yapıyı yerle bir edecek... sistemin hastalıklı taraflarını çok iyi biliyor. derdinin türkiye olduğunu millete bu reformlarla anlatacak. özal’ın 83 yılında yaptığını yapmaya çalışacak. yani devrim niteliğinde değişikliklere gidecek. bunlar asla kapatma davasını etkileyecek adımlar da olmayacak...”
“çok zor” dedim, “bu yapıyı bunca yıldır değiştir(e)medi. şimdi nasıl başaracak? nereden başlayacak?”
“mesela doğan grubu hedefte... bizzat aydın doğan’ı hedef alacak. dosyası sağlam...” dedi.
güldüm ve şunu söyledim: “çıkartacak olsa çoktaan çıkartırdı...”
“yanılıyorsun. hazırlığını yaptı...türkiye’deki en büyük suç vergi kaçırmaktır... aydın doğan’ı buradan yakalayacak” dedi.
vergi kaçakçılığı meselesi çok yazıldı çizildi.
ama gene de dönüp bir baktım... kısaca hatırlamak gerekirse basına yansıyan boyutunun satır başları şöyle:
aydın doğan, 2000 yılında iş-doğan petrol yatırımları a.ş. adıyla kurduğu şirket aracılığıyla poaş’ın yüzde 51 hissesini 1 milyar 260 milyon dolara satın aldı.
2002 yılında 228 trilyon kâr edip 70 trilyon vergi ödeyen poaş birleşmeden ötürü 1.3 trilyon borçlu gösterildi ve tek kuruş vergi ödemedi.
gelir kontrolörleri 1.2 milyar ytl’lik vergi kaçağı belirledi.
sonra bir “uzlaşma” sağlandı ve bu borç 275.3 milyon ytl’ye indi.
şimdi burada duralım.
akaryakıt kaçakçılığı konusunda 1 ocak 2007’de “ulusal marker” uygulaması başladı.
geçtiğimiz günlerde “işaretr” adlı ulusal markerın 31 litresi “buharlaştı”...
tüpraş gayet makul bir açıklama yaparak bu kaybın on binde 3 gibi bir orana tekabul ettiğini ve sorun olmadığını açıkladı.
petrolcüler ise uygulamanın sağlıklı yürümediğinden şikayetçi oldu.
bu arada, formül çözülmüş olabilir... o zaman kayıp gene trilyonlar...
yani bize trilyonlara patlayan bu akaryakıt kaçakçılığı meselesinin halen önüne geçilebilmiş değil.
araştırma komisyonu raporuna göre ise bu iş artık tamamen kurumsallaşmış vaziyette...
komisyon raporundaki şu tarihi cümleyi yeri gelmişken hatırlatmakta fayda var.
“yukarıda belirtilen kamu kurum ihalelerinde bayi ve dağıtıcı şirket kâr payı oranları dikkate alındığında, kamu kurumu akaryakıt ihalelerinde ticari icaplara uymayacak bir şekilde yüksek iskontolu olarak mal satıldığı görülmektedir. kârlılık oranlarının bayiler açısından yüzde 5-7, dağıtıcı şirketler de dahil olmak üzere yüzde 8-11 arasında olduğu bu ortamda bu oranların üzerinde bir iskonto ile akaryakıt satılması, akaryakıtı satan şirketler açısından akaryakıt kaçakçılığı yapıldığının karinesini ortaya koymaktadır.”
bu listenin başında poaş var. 18.11. 2003 tarihinde başbakanlığa sattığı akaryakıtta yüzde 28 indirim yapmış...
bir başka cümle...
“komisyonumuz tarafından yukarıda isimleri yer alan tüm gönderici ve taşıyıcı şirketler ile ilgili bankalardan her türlü ortaklarının şahsi hesapları konusunda bilgiler istenmiş ve gelen bilgilerin değerlendirmesi sonucunda söz konusu bu şirketlerin, yurtiçi ve yurtdışı yüksek tutarlı para transferlerine rastlandığı...”
elbette tek başına bu iddialar yeterli değil.
ancak alt alta koyuyorum.
cem uzan nasıl indirildi?
bankaları üzerinden...
şimdi de aydın doğan poaş üzerinden mi indirilecek?
bu ciddi iddiayı zaman gösterecek.
ancak benimle paylaşılan bilgi şu:
erdoğan’daki üslup değişikliğini bir ric’at olarak okuyan yanılır.
bana gelen bilgi doğruysa aydın bey yukarıda saydığım argümanlar gerekçe gösterilerek çok ciddi bir operasyonla karşı karşıya kalabilir.
biliyorsunuz hilton arazisini 225 milyon dolara satın aldı.
imar planında bir düzenleme olmazsa doğan açısından büyük problem...
ankara’da siyasi bir istikrarsızlık onun açısından bir çıkış olabilirdi.
ama erdoğan taktik değiştiriyor.
türkiye’nin hastalıklarından beslenen ve bizatihi hastalık olan tümörlerine neşter atacaksa buna kimin nasıl bir itirazı olabilir?
aydın doğan son 5 yılda türkiye’nin en zengin adamı oldu...
allah daha çok versin.
şayet, trilyonlarca vergi kaçırıyor, akaryakıt kaçakçılığı yapıyorsa da üzerine cesaretle gidilsin.
bu süreçte erdoğan “gemileri yakıp” bu çok ciddi iddiaların üzerine gidecekse hem kendini hem türkiye’yi kurtarır...
bir sonraki yazıda bu konuda çok çarpıcı rakamlar vereceğim..."
http://www.aksam.com.tr/yazar.asp?a=114653,10,156
tam bir mahalle kabadayısı olan tuzsuz deli bekir, mahallede ne zaman bir dalaş çıksa, yanından ayırmadığı kamasıyla ortaya çıkar ve anlaşmazlıkları kaba kuvvetiyle çözüverir.
narası da meşhurdur:
"hieeeyt ben tuzsuz" diye megalomanik bir nidayla çıkıverir meydana.
hieeyt ben tuzsuz!
anamı kesen ben
babamı kesen ben
kardeşimi kesip rakıma meze yapan yine ben
hieeyt! var mı lan bana yan bakan?
narası da meşhurdur:
"hieeeyt ben tuzsuz" diye megalomanik bir nidayla çıkıverir meydana.
hieeyt ben tuzsuz!
anamı kesen ben
babamı kesen ben
kardeşimi kesip rakıma meze yapan yine ben
hieeyt! var mı lan bana yan bakan?
(bkz: cia)
sizin gibi teröristleri ipin ucunda görmek isteriz. "apo gelecek asılacak" diyen erkeklerin iktidarında kaldırılmasaydı idam!
çok da uzak sayılmayacak bir geçmişte, bir dizi devrimle birlikte yapılan şapka devrimi, bugün bile çağdaşlaşma yolunda önemli bir adım kabul edilirken....
evet. biz özgürlüğü kravatla falan anlatmayalım. siz buyrun... siz anlatınca daha güzel oluyor.
...
üniversiteye gelmiş, eşşek kadar adama dahi ne giyip giyemeyeceğini söyleyin siz yine.
birkaç gün sakallı, top sakallı, küpeli bireylere de yönelen zorbalık, sıkıyı görünce başörtülülerle yetinmek zorunda kaldı.
...
neyin simge ve neyin, neyin simgesi olduğunun tespiti de elbette size düşer.
...
ben üniversiteye isteyenin mini etekle, isteyenin başörtüsüyle girmesinden yanayım. isteyen istediği gibi...
çok da skimdeydi.
bana ne aq ve sana ne?
devlete ne?
kapiş kardeş?
evet. biz özgürlüğü kravatla falan anlatmayalım. siz buyrun... siz anlatınca daha güzel oluyor.
...
üniversiteye gelmiş, eşşek kadar adama dahi ne giyip giyemeyeceğini söyleyin siz yine.
birkaç gün sakallı, top sakallı, küpeli bireylere de yönelen zorbalık, sıkıyı görünce başörtülülerle yetinmek zorunda kaldı.
...
neyin simge ve neyin, neyin simgesi olduğunun tespiti de elbette size düşer.
...
ben üniversiteye isteyenin mini etekle, isteyenin başörtüsüyle girmesinden yanayım. isteyen istediği gibi...
çok da skimdeydi.
bana ne aq ve sana ne?
devlete ne?
kapiş kardeş?
2002’de devlet bahçeli, mhp’ye kurulan tuzağı görüp (görmesi istenmişti) erken seçime götürmüştü ülkeyi. ak parti hazırdı!
...
başbakan düğmeye bastı. ama o, yerel seçim öncesi bir hamle ya da artık isteklerinden, hırsından, baskılarından bunaldığı bir medya grubuna karşı harekete geçişin düğmesi değil! hiç sandığı gibi değil. en güçlü olduğunu düşündüğü anda olacak herşey.
"ben gazetecilerin yazdıklarını söylüyorum" diyen baykal, her zamanki gibi oyunda sadece rol alıyor, ne yaptığının farkında bile değil.
çok fazla dallandırıp budaklandırmaya gerek yok. içeride de, dışarıda da akp’nin sevmeyeni çok. destekleyenlerin bir kısmı da kerhen, alternatifsizlikten destekliyor.
hıncal uluç’un bir süre önce belki başka niyetlerle (engin ardıç’ın dediği gibi: "babana söyle beni oraya alsın") yazdığı arzuhan doğan yalçındağ’ın siyasete girmesi teklifi, belki ilk başta kendilerine değil ama birilerine cazip geldi.
arzuhan doğan yalçındağ siyasete girecek!
"alternatif yok" diyenlere, "al sana alternatif!" hem kadın, hem çağdaş, hem hem...
çiller’le yaşanan hüsranı telafi edecekler.
doğan medyasında taha akyol-özdemir ince-ahmet hakan gibi isimler birarada bulunabiliyor. "alçakları tanıyalım" yazısıyla 28 şubat döneminde sahte andıçla hedef gösterdiği, alçak dediği mehmet ali birand ve cengiz çandar’la aynı ortamda bulunuyor oktay ekşi!
bu yeni partide abdüllatif şener’i, -hatta eşiyle birlikte- ali müfit gürtuna’yı görürsek hiç şaşırmayalım! (edit: artı mustafa sarıgül tabii ki)
evet hilton olayı var, poaş var, rafineri var, rtük var; şaban dişli, deniz feneri, gaziantep... var, hepsi var. ama bunlar küçük resim.
...
başbakan düğmeye bastı. ama o, yerel seçim öncesi bir hamle ya da artık isteklerinden, hırsından, baskılarından bunaldığı bir medya grubuna karşı harekete geçişin düğmesi değil! hiç sandığı gibi değil. en güçlü olduğunu düşündüğü anda olacak herşey.
"ben gazetecilerin yazdıklarını söylüyorum" diyen baykal, her zamanki gibi oyunda sadece rol alıyor, ne yaptığının farkında bile değil.
çok fazla dallandırıp budaklandırmaya gerek yok. içeride de, dışarıda da akp’nin sevmeyeni çok. destekleyenlerin bir kısmı da kerhen, alternatifsizlikten destekliyor.
hıncal uluç’un bir süre önce belki başka niyetlerle (engin ardıç’ın dediği gibi: "babana söyle beni oraya alsın") yazdığı arzuhan doğan yalçındağ’ın siyasete girmesi teklifi, belki ilk başta kendilerine değil ama birilerine cazip geldi.
arzuhan doğan yalçındağ siyasete girecek!
"alternatif yok" diyenlere, "al sana alternatif!" hem kadın, hem çağdaş, hem hem...
çiller’le yaşanan hüsranı telafi edecekler.
doğan medyasında taha akyol-özdemir ince-ahmet hakan gibi isimler birarada bulunabiliyor. "alçakları tanıyalım" yazısıyla 28 şubat döneminde sahte andıçla hedef gösterdiği, alçak dediği mehmet ali birand ve cengiz çandar’la aynı ortamda bulunuyor oktay ekşi!
bu yeni partide abdüllatif şener’i, -hatta eşiyle birlikte- ali müfit gürtuna’yı görürsek hiç şaşırmayalım! (edit: artı mustafa sarıgül tabii ki)
evet hilton olayı var, poaş var, rafineri var, rtük var; şaban dişli, deniz feneri, gaziantep... var, hepsi var. ama bunlar küçük resim.
son açıklamalarıyla "sayın başbakan’ı" uyarmışlar.
"basın konseyi’nden başbakan’a cevap
basın konseyi başkanı oktay ekşi, “doğan medya grubunu hedef alan suçlamaların medyaya dönük yeni ve kısıtlayıcı politikaların habercisi olabileceğini gördüklerini” öne sürdü.
ekşi, yaptığı yazılı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “almanya’daki deniz feneriisimli dernek yöneticilerinin yoksullara yardım amacıyla yapılmış bağışların bir kısmını ceplerine attıkları, ticari faaliyetleri için kullandıkları iddiasıyla frankfurt’ta yargılanmalarıyla ilgili haberleri yayımlayan gazetelere, özellikle doğan medya grubuna mensup yayın organlarına ve bu grubun sahibi sayın aydın doğan’a sayın başbakan tayyip erdoğan tarafından hücumları ve doğan’ın yanıtlarını izliyoruz. basın konseyi olarak, biz bu tartışmanın tarafları arasında değiliz ve olmayız. (yersen)
ancak doğan medya grubunu hedef alan suçlamaların aslında medyaya dönük yeni ve kısıtlayıcı politikaların habercisi olabileceğini görüyoruz. sayın başbakan’ı şimdiden uyarmak isteriz. eğer gerçekleri halka duyurma görevimizi engelleme yönünde bir adım daha atarsanız, ’kanun koyucunun veya öteki kurum ve kişilerin iletişim (basın, ifade) özgürlüğünü kısıtlamalarına her zaman ve her yerde karşı çıkmaya’ söz verdiğimizi dikkate alarak, türkiye içindeki ve dışındaki tüm meslek kuruluşlarını, sizin bu teşebbüsünüze karşı tavır almaya davet edeceğiz. çağrımıza katılan olursa onlarla, katılma olmazsa kendi başımıza, ama hukukun bize verdiği hakları sonuna kadar kullanarak mücadelemize devam edeceğiz."
"basın konseyi’nden başbakan’a cevap
basın konseyi başkanı oktay ekşi, “doğan medya grubunu hedef alan suçlamaların medyaya dönük yeni ve kısıtlayıcı politikaların habercisi olabileceğini gördüklerini” öne sürdü.
ekşi, yaptığı yazılı açıklamada şu ifadelere yer verdi: “almanya’daki deniz feneriisimli dernek yöneticilerinin yoksullara yardım amacıyla yapılmış bağışların bir kısmını ceplerine attıkları, ticari faaliyetleri için kullandıkları iddiasıyla frankfurt’ta yargılanmalarıyla ilgili haberleri yayımlayan gazetelere, özellikle doğan medya grubuna mensup yayın organlarına ve bu grubun sahibi sayın aydın doğan’a sayın başbakan tayyip erdoğan tarafından hücumları ve doğan’ın yanıtlarını izliyoruz. basın konseyi olarak, biz bu tartışmanın tarafları arasında değiliz ve olmayız. (yersen)
ancak doğan medya grubunu hedef alan suçlamaların aslında medyaya dönük yeni ve kısıtlayıcı politikaların habercisi olabileceğini görüyoruz. sayın başbakan’ı şimdiden uyarmak isteriz. eğer gerçekleri halka duyurma görevimizi engelleme yönünde bir adım daha atarsanız, ’kanun koyucunun veya öteki kurum ve kişilerin iletişim (basın, ifade) özgürlüğünü kısıtlamalarına her zaman ve her yerde karşı çıkmaya’ söz verdiğimizi dikkate alarak, türkiye içindeki ve dışındaki tüm meslek kuruluşlarını, sizin bu teşebbüsünüze karşı tavır almaya davet edeceğiz. çağrımıza katılan olursa onlarla, katılma olmazsa kendi başımıza, ama hukukun bize verdiği hakları sonuna kadar kullanarak mücadelemize devam edeceğiz."
oktay ekşinin başkanlığını yaptığı, doğan medyası dışında kimsenin kaale almadığı, resmi bir varlığı olmayan kurumdur.
ergun babahan: "göndermeyin kardeşim kınama mınama. o gönderdiğiniz kâğıtları tuvalet kâğıdı olarak kullanıyoruz" demişti. onlar yine bildikleri gibi devam eder onu kınar, bunu uyarır falan.
ergun babahan: "göndermeyin kardeşim kınama mınama. o gönderdiğiniz kâğıtları tuvalet kâğıdı olarak kullanıyoruz" demişti. onlar yine bildikleri gibi devam eder onu kınar, bunu uyarır falan.
"milliyet gazetesinin 30 temmuz 2005 tarihli emlak ekinde (hiltonun satışı 12 ağustos) şu satırlar yer alıyormuş:
“şimdi gelelim ihaleyi kazanacak firmaya. piyasada yaygın olan kanaate göre yabancılar bu ihaleye teklif verecekler. ama yüksek teklifler genelde yerlilerden gelecek. çünkü 62 bin 337 metrekarelik arsaya sahip olan istanbul hilton, siyasi bağlantıları güçlü yatırımcılara, alışveriş merkezi, dev otopark ve residence sitesi gibi farklı alternatif proje olanakları sunuyor. bu açıdan bakıldığında hiçbir yabancı kurumsal gayrimenkul şirketinin bu işlere girmeyeceği belirtiliyor....”
...
hürriyet yazarlarından ege cansenin 10 ağustos 2005 tarihli yazısında yer alan şu satırlar da dikkat çekici:
“... ancak ihaleyi yapacak ilgilileri uyarmak istiyorum. bu otel binasını ve arsasını alacak olanların verecekleri çok yüksek bir fiyatın gerekçesi o emsalsiz arazi parçasının imar durumunu değiştirmek olabilir. ihalenin âdil bir şekilde yapılabilmesi ve maksimum fiyatın oluşması için arsanın yeni imar durumunun şimdiden belirlenmesi ve tüm teklif sahiplerinin bunu önceden bilmesi gerekir. bina ve arsası satıldıktan sonra, imar durumu değiştirilerek oluşacak ve aslında kamuya, ama şimdilik emekli sandığına ait bir rantın özel bir kişiye transfer edilmemesi için bu şarttır...”
kürşat buminin yazısından.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?t=08.09.2008&y=kursatbumin
“şimdi gelelim ihaleyi kazanacak firmaya. piyasada yaygın olan kanaate göre yabancılar bu ihaleye teklif verecekler. ama yüksek teklifler genelde yerlilerden gelecek. çünkü 62 bin 337 metrekarelik arsaya sahip olan istanbul hilton, siyasi bağlantıları güçlü yatırımcılara, alışveriş merkezi, dev otopark ve residence sitesi gibi farklı alternatif proje olanakları sunuyor. bu açıdan bakıldığında hiçbir yabancı kurumsal gayrimenkul şirketinin bu işlere girmeyeceği belirtiliyor....”
...
hürriyet yazarlarından ege cansenin 10 ağustos 2005 tarihli yazısında yer alan şu satırlar da dikkat çekici:
“... ancak ihaleyi yapacak ilgilileri uyarmak istiyorum. bu otel binasını ve arsasını alacak olanların verecekleri çok yüksek bir fiyatın gerekçesi o emsalsiz arazi parçasının imar durumunu değiştirmek olabilir. ihalenin âdil bir şekilde yapılabilmesi ve maksimum fiyatın oluşması için arsanın yeni imar durumunun şimdiden belirlenmesi ve tüm teklif sahiplerinin bunu önceden bilmesi gerekir. bina ve arsası satıldıktan sonra, imar durumu değiştirilerek oluşacak ve aslında kamuya, ama şimdilik emekli sandığına ait bir rantın özel bir kişiye transfer edilmemesi için bu şarttır...”
kürşat buminin yazısından.
http://yenisafak.com.tr/yazarlar/?t=08.09.2008&y=kursatbumin
aydın doğan’ın eski bir çalışanı, fatih altaylı yazıyor:
"aydın doğan desteği hak etmiyor
dediklerim bir bir çıkıyor mu?
aydın doğan’ın derdi hilton arazisi diye yazdım.
dava açtılar.
kaybettiler.
şimdi birinci ağızdan doğrulandı.
rafineri için başbakan’ın kapısına dayandı dedim.
“yalan” dediler.
şimdi kendileri doğruluyorlar.
ne yazdıysak doğru.
aynen 3 milyar dolarlık vergi kaçakçılığının doğru olduğu gibi.
biz hep doğruları yazdık.
aslına bakarsanız aydın doğan vergi kaçakçılığında köşeye sıkışmıştı.
ama 27 nisan e-muhtırası, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve erken genel seçim imdadına yetişti. 3 milyar dolar yerine 275 milyon ytl ödediler. iş kapandı. doğan medyası seçimlerde akp’yi destekledi.
şimdi yine seçim havasına girilirken, aydın doğan medyası yine yüklenmeye başladı.
rafineriye lisans, hilton arazisine imar ve ucuza kapatılan bir televizyonun karasal yayın izni lazım. seçim zamanı hükümet sıkıştırılırsa bunlar hallolur diye düşünmüş olmalılar.
başladılar bastırmaya.
sonunda başbakan patladı. hodri meydan dedi.
çünkü doğan’ın gözü doymak bilmiyor.
başbakan anladı ki, bugün bunları verse, yarın yeni talepler gelecek.
çıktı açıkça meydan okudu.
aslında bir gazeteci olarak benim burada aydın doğan’dan, yayıncıdan yana tavır almam gerek.
ama aydın doğan’a gazeteci demek mümkün mü?
gazete dediğin doğruları yazar, her zaman yazar, herkese karşı yazar.
doğan medyası öyle mi?
onlar için haber demek, aydın doğan’ın çıkarları demek.
medya aracılığıyla bilek bükmek, haksız rekabet yapmak, ticari avantaj sağlamak demek.
bunun için ben burada aydın doğan’ın tarafında olamıyorum.
çünkü bana göre türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumun en büyük sorumlusu aydın doğan ve onun medyayı kullanma biçimi.
aydın bey şimdi çıkmış, veryansın ediyor. namusdan, şereften, haysiyetten dem vuruyor.
iyi de taha akyol gibileri ankara’ya yollayıp iş bitirmeye çalışan, başbakanlardan haksız kazançlarına aracılık etmesi için ricacı olan birinin bunları söylemeye ne hakkı var!
sen adam gibi gazetecilik yapsaydın, hepimiz bugün arkanda olurduk.
bugün ne yazık ki, olamayacağız.
çünkü hak etmiyorsun."
http://www.fatihaltayli.com.tr/
"aydın doğan desteği hak etmiyor
dediklerim bir bir çıkıyor mu?
aydın doğan’ın derdi hilton arazisi diye yazdım.
dava açtılar.
kaybettiler.
şimdi birinci ağızdan doğrulandı.
rafineri için başbakan’ın kapısına dayandı dedim.
“yalan” dediler.
şimdi kendileri doğruluyorlar.
ne yazdıysak doğru.
aynen 3 milyar dolarlık vergi kaçakçılığının doğru olduğu gibi.
biz hep doğruları yazdık.
aslına bakarsanız aydın doğan vergi kaçakçılığında köşeye sıkışmıştı.
ama 27 nisan e-muhtırası, cumhurbaşkanlığı seçimleri ve erken genel seçim imdadına yetişti. 3 milyar dolar yerine 275 milyon ytl ödediler. iş kapandı. doğan medyası seçimlerde akp’yi destekledi.
şimdi yine seçim havasına girilirken, aydın doğan medyası yine yüklenmeye başladı.
rafineriye lisans, hilton arazisine imar ve ucuza kapatılan bir televizyonun karasal yayın izni lazım. seçim zamanı hükümet sıkıştırılırsa bunlar hallolur diye düşünmüş olmalılar.
başladılar bastırmaya.
sonunda başbakan patladı. hodri meydan dedi.
çünkü doğan’ın gözü doymak bilmiyor.
başbakan anladı ki, bugün bunları verse, yarın yeni talepler gelecek.
çıktı açıkça meydan okudu.
aslında bir gazeteci olarak benim burada aydın doğan’dan, yayıncıdan yana tavır almam gerek.
ama aydın doğan’a gazeteci demek mümkün mü?
gazete dediğin doğruları yazar, her zaman yazar, herkese karşı yazar.
doğan medyası öyle mi?
onlar için haber demek, aydın doğan’ın çıkarları demek.
medya aracılığıyla bilek bükmek, haksız rekabet yapmak, ticari avantaj sağlamak demek.
bunun için ben burada aydın doğan’ın tarafında olamıyorum.
çünkü bana göre türkiye’nin bugün içinde bulunduğu durumun en büyük sorumlusu aydın doğan ve onun medyayı kullanma biçimi.
aydın bey şimdi çıkmış, veryansın ediyor. namusdan, şereften, haysiyetten dem vuruyor.
iyi de taha akyol gibileri ankara’ya yollayıp iş bitirmeye çalışan, başbakanlardan haksız kazançlarına aracılık etmesi için ricacı olan birinin bunları söylemeye ne hakkı var!
sen adam gibi gazetecilik yapsaydın, hepimiz bugün arkanda olurduk.
bugün ne yazık ki, olamayacağız.
çünkü hak etmiyorsun."
http://www.fatihaltayli.com.tr/
umur talu’dan iki tarafa da geliyor:
"düzen budur!
"büyük iktidar" ile "büyük medya" arasında (nihayet) açıkta patlayan "kavga" ibretlik.
ülke yönetimine hâkim olan ile halkın "haber, bilgi alma hakkı"na büyük ölçüde hâkim olabilen arasındaki patlama, hepimizin beyninde ve hayatında patlamış bir boru!
"imtiyaz düzeni" nin su ve kanalizasyon faciası.
aydın doğan haklı!
1. gazeteci, tabii ki en küçük "yolsuzluk iddiası"nın da üstüne gidecek.
2. karikatür davalarından ve sokaklardan biliyoruz ki, başbakan ısrarlı eleştiriden hoşlanmıyor.
3. "hür basını susturmaya tam teşebbüs eden bir başbakanı" hakikaten "tarih, diktatörler sayfasına yazar."
4. iş dünyasının, medyanın beklentileri, talepleri karşı şantaj aracı haline getiriliyor olabilir.
5. gerçekten de "şantaj suçtur".
6. başbakan’ın "elindeki gücü de kullanıp şantaj yapmaya hakkı yoktur".
7. "türk basınında çok tehlikeli bir dönemin başladığı" da kısmen doğru. başlamadı, sürüyor çünkü.
8. "basın özgürlüğünün geleceği açısından çok derin bir endişe" yerinde.
tayyip erdoğan haklı!
1. dediği gibi, "daha önceki hükümetler aydın doğan ile pazarlığa oturmuş olabilirler".
2. hükümet ve belediyeden istediklerini alamadıkları için bu tür haberlere yüklenmiş, "iftira atmış" olabilirler.
3. başbakan’a "iyi niyet elçileri" gönderip "görüşelim, barışalım" demiş olabilirler.
4. "bu çılgınlıklar" denen bin nevi tehdit ve şantajı menfaat uğruna yapıyor olabilirler.
5. "bizzat bana (başbakan’a) bunu teklif etmiş" olabilirler.
6. "ahlaki değerler konusunda nasibini almamış" olabilirler.
durum vahim!
1. ülkenin tek parti iktidarı ile en büyük medya grubu, birbirlerini şantajcılıkla, menfaatçilikle suçluyor. belki de haklılar!
2. başbakan da eleştiriden hoşlanmıyor, büyük medya patronu da.
3. işler istedikleri gibi gitmeyince saldırganlaşabiliyorlar.
4. birinin devlet ve iktidar gücünü, diğerinin medya ve para gücünü kullanmayacağının ahlaki ve hukuki garantisi yok.
5. başbakan’ın daha suskun basın istediği anlaşılıyor; ama bundan yakınan büyük medya grubunun da kendini, gazetecilerini susturabildiğinin çok örneği var.
6. başbakan’ın "susturma" niyetinden yakınanların, başbakan için kendi sütunlarını susturduğunu biliyoruz; başka başbakanlar ve yardımcılarıyla tam iki yıl rtük ve basın kanunu’na dair tek kelime eleştiriyi yasakladıklarını da. kovduklarını da.
7. anlıyoruz ki, medya gücü ile başka sektörlerdeki işler kovalanıyor (anlamamışsak salağız zaten!). medyaya başka sektörlerden gelenler de. ama başka sektörlere medyadan uzayanlar da.
8. anlıyoruz ki, doğan grubu ile başbakan arasında böyle çok görüşme olmuş, çok elçi gitmiş gelmiş. kimler acaba? gazeteciler var mı? niye? hangi mesleki, ahlaki sorumlulukla?
9. anlıyoruz ki, bunları ikisi de topluma açık etmemiş, gizlemiş.
10. bir başbakan’ın, "bundan sonra saygılı götürelim, gizli götürelim yok" lafı, gaf değil, facia. birincisi; ne demek bugüne kadar "gizli götürmek"? neyi, ne hakla gizlediniz? aranızdaki "saygılı ve gizli ilişki, temas, mutabakat, müzakere, götürme" neydi? ikincisi, "bundan sonra yok" lafını kızgın aile babası veya herhangi bir baba söyler de, başbakan nasıl diyebilir!
11. "her şeyi açık şekilde millete duyuracağız" nasıl diyebilir başbakan? bugüne kadar duyurmamanız suç değil mi? neden duyurmadınız? sustukları için mi? sustunuz mu sahi?
12. şu manaya da geliyor: biri "haber" le saldırdığında hilton, paris hilton arzusu yüzünden ise; başkaları tatmin oldukları için mi yumuşak kalıyor?
13. başbakanların da şantaja hakkı yok; medyanın da. ama bunu söyleyebilmek için, gazetecilikle hiç şantaj yapmamış, şantajcıları sağınızda solunuzda konuşlandırmamış olmanız gerekir. oysa bu medya "şantaj çağı"na çoktan girdi ve oraya battı.
14. "türk basınında tehlike... basın özgürlüğünün geleceğinde endişe" gibi sözlerin sebebi sadece "azarlayan" başbakan değil, daha ziyade gazeteciliği "pazarlayan" medya zihniyeti.
15. emrinde istihbarat, güvenlik gücü, devlet kuvveti ile partili kitleler olan başbakan, haklı olsa bile; "diyecek ki, ’beni hedef gösterdi’; sen ak parti’yi hedef göstereceksin olacak, başbakan, partisine saldıran gazeteyi hedef gösterdiğinde olmayacak. bal gibi olur" diyemez. ama dedi. felaket!
16. başbakan, "daha önce bazı gazeteleri hangi metotla destekledi, sonra tetikçilik yaptırdı, onları da duyacaksınız" diyor. kastettiği destek ve tetikçilik vahim de, bugüne kadar neden gizlendiği, ne karşılığında bunları duymadığımız, o rezalet de vahim.
17. en büyük medya grubu sahibi diyor ki, "şimdiye kadar ellerinden gelen baskıyı yapıyorlardı... demek ki baskı daha da ağırlaşacak".
ben de diyeyim ki...
baskı yapana da, ağırlaştırana da yuh olsun...
"bugüne kadar ellerinden gelen baskıyı yapıyorlardı" diye şimdi söylenip varsa o baskıları bugüne kadar asla yazmayan, haber yapmayan, tavır almayan gazeteciliğe, gazetecilere kendisi baskı uygulayan medyacılığa da yuh olsun!
bir de "konsey duayeni" demiyor mu ki, "gerçeği yazacağız. bunu da böyle bilsin", aşk olsun!"
http://www.sabah.com.tr/talu.html
"düzen budur!
"büyük iktidar" ile "büyük medya" arasında (nihayet) açıkta patlayan "kavga" ibretlik.
ülke yönetimine hâkim olan ile halkın "haber, bilgi alma hakkı"na büyük ölçüde hâkim olabilen arasındaki patlama, hepimizin beyninde ve hayatında patlamış bir boru!
"imtiyaz düzeni" nin su ve kanalizasyon faciası.
aydın doğan haklı!
1. gazeteci, tabii ki en küçük "yolsuzluk iddiası"nın da üstüne gidecek.
2. karikatür davalarından ve sokaklardan biliyoruz ki, başbakan ısrarlı eleştiriden hoşlanmıyor.
3. "hür basını susturmaya tam teşebbüs eden bir başbakanı" hakikaten "tarih, diktatörler sayfasına yazar."
4. iş dünyasının, medyanın beklentileri, talepleri karşı şantaj aracı haline getiriliyor olabilir.
5. gerçekten de "şantaj suçtur".
6. başbakan’ın "elindeki gücü de kullanıp şantaj yapmaya hakkı yoktur".
7. "türk basınında çok tehlikeli bir dönemin başladığı" da kısmen doğru. başlamadı, sürüyor çünkü.
8. "basın özgürlüğünün geleceği açısından çok derin bir endişe" yerinde.
tayyip erdoğan haklı!
1. dediği gibi, "daha önceki hükümetler aydın doğan ile pazarlığa oturmuş olabilirler".
2. hükümet ve belediyeden istediklerini alamadıkları için bu tür haberlere yüklenmiş, "iftira atmış" olabilirler.
3. başbakan’a "iyi niyet elçileri" gönderip "görüşelim, barışalım" demiş olabilirler.
4. "bu çılgınlıklar" denen bin nevi tehdit ve şantajı menfaat uğruna yapıyor olabilirler.
5. "bizzat bana (başbakan’a) bunu teklif etmiş" olabilirler.
6. "ahlaki değerler konusunda nasibini almamış" olabilirler.
durum vahim!
1. ülkenin tek parti iktidarı ile en büyük medya grubu, birbirlerini şantajcılıkla, menfaatçilikle suçluyor. belki de haklılar!
2. başbakan da eleştiriden hoşlanmıyor, büyük medya patronu da.
3. işler istedikleri gibi gitmeyince saldırganlaşabiliyorlar.
4. birinin devlet ve iktidar gücünü, diğerinin medya ve para gücünü kullanmayacağının ahlaki ve hukuki garantisi yok.
5. başbakan’ın daha suskun basın istediği anlaşılıyor; ama bundan yakınan büyük medya grubunun da kendini, gazetecilerini susturabildiğinin çok örneği var.
6. başbakan’ın "susturma" niyetinden yakınanların, başbakan için kendi sütunlarını susturduğunu biliyoruz; başka başbakanlar ve yardımcılarıyla tam iki yıl rtük ve basın kanunu’na dair tek kelime eleştiriyi yasakladıklarını da. kovduklarını da.
7. anlıyoruz ki, medya gücü ile başka sektörlerdeki işler kovalanıyor (anlamamışsak salağız zaten!). medyaya başka sektörlerden gelenler de. ama başka sektörlere medyadan uzayanlar da.
8. anlıyoruz ki, doğan grubu ile başbakan arasında böyle çok görüşme olmuş, çok elçi gitmiş gelmiş. kimler acaba? gazeteciler var mı? niye? hangi mesleki, ahlaki sorumlulukla?
9. anlıyoruz ki, bunları ikisi de topluma açık etmemiş, gizlemiş.
10. bir başbakan’ın, "bundan sonra saygılı götürelim, gizli götürelim yok" lafı, gaf değil, facia. birincisi; ne demek bugüne kadar "gizli götürmek"? neyi, ne hakla gizlediniz? aranızdaki "saygılı ve gizli ilişki, temas, mutabakat, müzakere, götürme" neydi? ikincisi, "bundan sonra yok" lafını kızgın aile babası veya herhangi bir baba söyler de, başbakan nasıl diyebilir!
11. "her şeyi açık şekilde millete duyuracağız" nasıl diyebilir başbakan? bugüne kadar duyurmamanız suç değil mi? neden duyurmadınız? sustukları için mi? sustunuz mu sahi?
12. şu manaya da geliyor: biri "haber" le saldırdığında hilton, paris hilton arzusu yüzünden ise; başkaları tatmin oldukları için mi yumuşak kalıyor?
13. başbakanların da şantaja hakkı yok; medyanın da. ama bunu söyleyebilmek için, gazetecilikle hiç şantaj yapmamış, şantajcıları sağınızda solunuzda konuşlandırmamış olmanız gerekir. oysa bu medya "şantaj çağı"na çoktan girdi ve oraya battı.
14. "türk basınında tehlike... basın özgürlüğünün geleceğinde endişe" gibi sözlerin sebebi sadece "azarlayan" başbakan değil, daha ziyade gazeteciliği "pazarlayan" medya zihniyeti.
15. emrinde istihbarat, güvenlik gücü, devlet kuvveti ile partili kitleler olan başbakan, haklı olsa bile; "diyecek ki, ’beni hedef gösterdi’; sen ak parti’yi hedef göstereceksin olacak, başbakan, partisine saldıran gazeteyi hedef gösterdiğinde olmayacak. bal gibi olur" diyemez. ama dedi. felaket!
16. başbakan, "daha önce bazı gazeteleri hangi metotla destekledi, sonra tetikçilik yaptırdı, onları da duyacaksınız" diyor. kastettiği destek ve tetikçilik vahim de, bugüne kadar neden gizlendiği, ne karşılığında bunları duymadığımız, o rezalet de vahim.
17. en büyük medya grubu sahibi diyor ki, "şimdiye kadar ellerinden gelen baskıyı yapıyorlardı... demek ki baskı daha da ağırlaşacak".
ben de diyeyim ki...
baskı yapana da, ağırlaştırana da yuh olsun...
"bugüne kadar ellerinden gelen baskıyı yapıyorlardı" diye şimdi söylenip varsa o baskıları bugüne kadar asla yazmayan, haber yapmayan, tavır almayan gazeteciliğe, gazetecilere kendisi baskı uygulayan medyacılığa da yuh olsun!
bir de "konsey duayeni" demiyor mu ki, "gerçeği yazacağız. bunu da böyle bilsin", aşk olsun!"
http://www.sabah.com.tr/talu.html
askerdeyken hep olan durumdur . akşamdan yatağa girip horul horul uyuyanlara imrenerek çıkarsın koğuştan, bir paketi bitirene dek peşpeşe yakarsın sigaraları. saat 2de ancak uyuma moduna girersin, sabah 06:00da koğuş kalk naralarını duyana dek uyursun artık.
başlıktaki yanlışlık bir kenara... kendini tanımayan ve kendine güveni olmayanların içine düşeceği, acınası haldir.
entrysini okuyorsak, oy vermenin de bir sakıncası olmadığı kanaatindeyim. genelde muhteşem alır ya bu entryler, o ilginçtir asıl.
leman’daki bir karikatürde şu şekilde kullanılmıştı:
adam takım elbisesi ve çantasıyla yatak odasına girer. karısı olduğunu anladığımız kadın ve bir adam yatakta... çeker silahını.
kadın: dur necati düşündüğün gibi değil açıklayabilirim.
kadın: sen seyahate gitmiştin. benim de canım mikişmek istedi. bu adamı buldum ve mikiştim.
adam: (yatağa oturup elini alnına götürerek) ohh ben de sanmıştım ki...
yorum:ne sandın aq
adam takım elbisesi ve çantasıyla yatak odasına girer. karısı olduğunu anladığımız kadın ve bir adam yatakta... çeker silahını.
kadın: dur necati düşündüğün gibi değil açıklayabilirim.
kadın: sen seyahate gitmiştin. benim de canım mikişmek istedi. bu adamı buldum ve mikiştim.
adam: (yatağa oturup elini alnına götürerek) ohh ben de sanmıştım ki...
yorum:ne sandın aq
bu polemiğin başlamasının bir nedeni de yerel seçimlerin yaklaşmasıdır elbette. bu tür kavgalar hep seçmenin ilgisini çeker ve siyasetçiye puan kazandırır. hak etmediği puanlar...
işsizlik, eğitim, sağlık... bir sürü sorun bir anda unutulur. "helal olsun adama" diyerek maç gibi izlenir. eğlence çıkar...
türkiyenin bölgesinde ve dünyada itibar göreceği bir politika izlediniz eyvallah.
ekonomiyi şöyle böyle düzelttiniz eyvallah.
130 milyar dolar döviz stoklayarak krizlere karşı hazırlıklısınız eyvallah.
vs vs bunlar artılarınız sayın başbakan.
düzelen ekonomi sıradan vatandaşa yansımadı. aydın doğanın borçlarını ötelediniz. poaşı verdiniz, starı verdiniz, hiltonu verdiniz ve daha neler neler... ya vatandaşa???
ilk döneminizde duran fiyatlar, ikinci döneminizde yağmur gibi vatandaşın üzerine yağdı.
eğitim alanında köklü reformlar yapmak istiyorsunuz. geleceğe yönelik "bazı" girişimleriniz de güzel. ama arada kaynayan nesile yönelik bir girişiminiz maalesef yok.
iddialardan baykal ve doğan vd bahsediyor, ben bahsetmeyeceğim. neme lazım.
ama şu vatandaşı da görün be sayın başbakan.
son anketlerde oy oranınız %50leri de aşıyormuş. kutlu olsun.
ama şu vatandaşı da görün be sayın başbakan!!!
işsizlik, eğitim, sağlık... bir sürü sorun bir anda unutulur. "helal olsun adama" diyerek maç gibi izlenir. eğlence çıkar...
türkiyenin bölgesinde ve dünyada itibar göreceği bir politika izlediniz eyvallah.
ekonomiyi şöyle böyle düzelttiniz eyvallah.
130 milyar dolar döviz stoklayarak krizlere karşı hazırlıklısınız eyvallah.
vs vs bunlar artılarınız sayın başbakan.
düzelen ekonomi sıradan vatandaşa yansımadı. aydın doğanın borçlarını ötelediniz. poaşı verdiniz, starı verdiniz, hiltonu verdiniz ve daha neler neler... ya vatandaşa???
ilk döneminizde duran fiyatlar, ikinci döneminizde yağmur gibi vatandaşın üzerine yağdı.
eğitim alanında köklü reformlar yapmak istiyorsunuz. geleceğe yönelik "bazı" girişimleriniz de güzel. ama arada kaynayan nesile yönelik bir girişiminiz maalesef yok.
iddialardan baykal ve doğan vd bahsediyor, ben bahsetmeyeceğim. neme lazım.
ama şu vatandaşı da görün be sayın başbakan.
son anketlerde oy oranınız %50leri de aşıyormuş. kutlu olsun.
ama şu vatandaşı da görün be sayın başbakan!!!
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?