rallici ercan kazazın türk pazarına sunduğu ayakkabı markası.
(bkz: timberland)
yıllar sonra...
mecliste idam kararını oylayanlardan,
süleyman demirelin yapmış olduğu bir açıklama
"devirler değişiyor. bundan 30 sene evvelin şartları bugün yoktur. başka şartlar vardır. bugünkü şartları düne götürerek düşünemezsiniz, çok yanlış olur. binaenaleyh insani tarafını düşündüğümüz zaman, kimsenin, karıncanın incinmesine razı olmayız. fakat bir olay var: hikmet - i idare, devletin bekası gibi kavramlar bizim geleneklerimizde vardır. padişahlar, kardeşlerini, çocuklarını astırmıştır".
mecliste idam kararını oylayanlardan,
süleyman demirelin yapmış olduğu bir açıklama
"devirler değişiyor. bundan 30 sene evvelin şartları bugün yoktur. başka şartlar vardır. bugünkü şartları düne götürerek düşünemezsiniz, çok yanlış olur. binaenaleyh insani tarafını düşündüğümüz zaman, kimsenin, karıncanın incinmesine razı olmayız. fakat bir olay var: hikmet - i idare, devletin bekası gibi kavramlar bizim geleneklerimizde vardır. padişahlar, kardeşlerini, çocuklarını astırmıştır".
işte orada ölümü düşündüm bak.
ölüm ürkütücü gelmiyor insana. ama insan ölümü kabul edemiyor. kesin bir gerçek bu.
bilimi düşünüyorsun orada. iki yüz yıl, üç yüz yıl sonrasını düşünüyorsun. ve bilimin insanlığa getireceklerini. ve birden içinde bulunduğun o durum anlamsız geliyor sana. ionesco’nun oyunları gibi bir şey. saçma geliyor kimi şeyler sana o anda. yaşaman gerektiğini kavrıyorsun. bilim almış başını yürürken, karşındaki bir sürü insanın ne kadar küçük şeylerle uğraştıklarını düşünüp acınıyorsun. içerliyorsun. “lânetli adamlar” diye geçiriyorsun kafandan.
insanlığın geleceğini; ve senin o günleri göremeyeceğini düşünüyorsun; insanı hüzünlendiriyor bu. bir yanda güzel, eşsiz bir gelecek, bir yanda o güzelim günleri göremeyeceğin duygusu. “nasılsa öleceğim” diye düşünmeye başlıyorsun.
mermi vardı oysa yanımda.
birazdan bir bomba sallayacaklar üzerime diyordum, ölüp gideceksin.
ilk anda ölmemeyi düşünüyordum; yaralanmayı, yaralı ve rahat bir ölümü. ama bir süre sonra, dünyanın dört bir yanında ölen bir sürü devrimciyi düşünüyorsun ve bir an nasılsa rahat bir ölümü düşünmüş olduğun için korkunç bir utanç duyuyorsun kendi kendine.
bir devrimci nasıl ölmesi gerekiyorsa öyle ölmeli.
ölüm ürkütücü gelmiyor insana. ama insan ölümü kabul edemiyor. kesin bir gerçek bu.
bilimi düşünüyorsun orada. iki yüz yıl, üç yüz yıl sonrasını düşünüyorsun. ve bilimin insanlığa getireceklerini. ve birden içinde bulunduğun o durum anlamsız geliyor sana. ionesco’nun oyunları gibi bir şey. saçma geliyor kimi şeyler sana o anda. yaşaman gerektiğini kavrıyorsun. bilim almış başını yürürken, karşındaki bir sürü insanın ne kadar küçük şeylerle uğraştıklarını düşünüp acınıyorsun. içerliyorsun. “lânetli adamlar” diye geçiriyorsun kafandan.
insanlığın geleceğini; ve senin o günleri göremeyeceğini düşünüyorsun; insanı hüzünlendiriyor bu. bir yanda güzel, eşsiz bir gelecek, bir yanda o güzelim günleri göremeyeceğin duygusu. “nasılsa öleceğim” diye düşünmeye başlıyorsun.
mermi vardı oysa yanımda.
birazdan bir bomba sallayacaklar üzerime diyordum, ölüp gideceksin.
ilk anda ölmemeyi düşünüyordum; yaralanmayı, yaralı ve rahat bir ölümü. ama bir süre sonra, dünyanın dört bir yanında ölen bir sürü devrimciyi düşünüyorsun ve bir an nasılsa rahat bir ölümü düşünmüş olduğun için korkunç bir utanç duyuyorsun kendi kendine.
bir devrimci nasıl ölmesi gerekiyorsa öyle ölmeli.
deniz gezmiş in anlatımı ile
yakalanışım mı?
o da bir garip hikâyedir.
pusu. son düştüğüm pusu. yakalandığım.
tarlanın içinde. çukurda.
tarla. vıcık vıcık çamur. her yan çamur. bir yandan da aralıksız yağmur yağıyor, sulusepken.
parkamın başlığını başıma geçiriyorum.
ellerim üşüyor. eldivenlerimi, silahı daha rahat kullanayım diye daha önce bir yerlerde fırlatıp atmıştım. eldiven de yok.
hava buz gibi.
bir çukurun içindeyim.
çepeçevre sarmışlar.
bütün arabaların farları üzerimde.
içine girdiğim çukur, işte bu hücre kadar bir yer.
yakalanışım mı?
o da bir garip hikâyedir.
pusu. son düştüğüm pusu. yakalandığım.
tarlanın içinde. çukurda.
tarla. vıcık vıcık çamur. her yan çamur. bir yandan da aralıksız yağmur yağıyor, sulusepken.
parkamın başlığını başıma geçiriyorum.
ellerim üşüyor. eldivenlerimi, silahı daha rahat kullanayım diye daha önce bir yerlerde fırlatıp atmıştım. eldiven de yok.
hava buz gibi.
bir çukurun içindeyim.
çepeçevre sarmışlar.
bütün arabaların farları üzerimde.
içine girdiğim çukur, işte bu hücre kadar bir yer.
infaz haberini okuyan trt spikerinin sesi titredi diye görevine son verilmiştir.
türk ceza kanunu 146/1
3 genç yürek tek istekleri yitik milleti için idealleri için bağımsızlıktı...
türk ceza kanunu 146/1
3 genç yürek tek istekleri yitik milleti için idealleri için bağımsızlıktı...
avukat halit çelenkin anlatımıyla
infaz anı...
ulucanlar cezaevi’nin avlusunda kurulan darağacı, başgardiyanın odasının penceresinden net bir şekilde görülüyordu. biz cezaevine geldiğimizde deniz bu odaya alınmıştı ve pencerenin tam karşısındaki koltukta oturuyordu. deniz’in biraz sonra can vereceği darağacı, tam karşısında duruyordu. hazırlıklar tamamlandıktan sonra deniz’i darağacına çıkardılar. infaz sürerken, odaya yusuf’u getirdikler. yusuf, pencereden deniz’in son nefesini verişini izledi. yusuf infaz edilirken de, hüseyin’i odaya getirdiler ve o da, yusuf’un infazını saniye saniye gördü. bunu kitabımda bile yazmadım, sadece yusuf aslan’ın, “duydum deniz’in sesini” sözlerine yer verdim. biraz sonra aynı darağacında ölecek birine, arkadaşının infazını seyrettirmekten daha ağır bir işkence olabilir mi?
bir kuşun kanadındadır mutluluk, bir bakmışsınız elinizden uçup gidivermiş...
(bkz: sahaf)
aynı topraklar üzerinde farklı dilleri konuşan türk-kürt halkının binlerce benzer hikayelerinden,
küçücük bir yüreğin, yorgun ve yaşlı bir yüreğe akışının öyküsü...
küçücük bir yüreğin, yorgun ve yaşlı bir yüreğe akışının öyküsü...
vapur,deniz, martılar ve rüzgar....
daha ne olsun...
daha ne olsun...
ruhu bedenine sığmayan ruhlar...
hayalleri ardına kapılıp giden serseri ruhlar ın takip ettikleri rota..
(bkz: serseri rüzgar)
özgürlüğe hasret kadınların ve küçücük gözleri ile hapishane içinde sıkışmış hayatlara tanıklık yapan barışın hikayesinin anlatıldığı tunç başaran ın bir çok ödülü toplamış muhteşem filmi...
chp sermayesi ile televizyon kuran tuncay özkan ın başlattığı eylem...
nedeni bilmediğiniz bir hüzün rüzgarı sarmıştır etrafını , binlerce ayrılıklara tanıklık etmenin yorgunluğu vardır üzerinde...
yazıları kadar muhteşem sesi ile yüreğimize dokunabilen can çocuk..
(bkz: bilgiçcan)
aşkın nefrete dönüşmesi sebebi ile vakitsiz bir şekilde yitirdiğimiz muhteşem bir ses tonuna sahip seslendirme sanatçısı (bkz: mümtaz sevinç )in de rol aldığı dizi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?