kriz dönemlerinden birisinde es kaza askerlik yaparken aranması halinde, telefon klubesinin yakınındakilerin duyması durumunda, heyecan dalgası yaratabilecek bir isimdir.
iyi tırnak atabilme potansiyelindeki kız gurubudur.
direkt 3 güne (3 gün disiplin hapsi demektir) gidilmesine sebep olan olay şeklidir. aslında cep telefonu bulundurmak, askeri yargıtay kararlarının da ışığında yasak olmamakla beraber; komutanlar tersi yönde emir verdiği için, emre itaatsizlik suçu sayılmaktadır. lakin bu da hukuka aykırıdır. çünkü kanuna ve dolayısıyla da askeri yargıtay kararlarının aleyhine "emir" verilemez. vermek, kanuna aykırı emir vermek suçunu oluşturur.
alt tarafı iki satır yazı yazıp, mahkemede okuyan, üstüne bir de utanmadan bunun için para istemesi yüzünden toplumca hor görülen meslek erbaplarına verilen isimdir. aslında bürodan girildiği anda sorulan ilk sorudan itibaren, para ödenmesi gerekmektedir. buna da danışma ücreti denmektedir. sonuçta bütün işi yıllar süren eğitimi sonucunda aldığı bilgiyi kullanmak olan avukatların en doğal hakkıdır. ancak halkımız, birisinin yazıhanesine girdikten sonra saatlerce sohbet etmeyi olağan karşıladığı için, elbette ki ücret ödemeye de yanaşmazlar.
aslında büroda boş, boş oturulmaz. açılan davarlın dosyaları kontrol edilir. karşı tarafa yapılan tebligatların yerine ulaşıp, ulaşamadığına bakılır. hatta çoğu tebligatı da, mahkeme kalemi yerine gene siz postanelere götürüp, yaparsınız. üstelik de bunu istanbul’un etrafına dağılmış adliyelere koşturarak yaparsınız. sizi dinlemek istemeyen hâkimlerle cebelleşir, müvekkilin hakkını savunursunuz. ama gene de davayı kazansanız bile yaranamazsınız. üstelik de adliyelere düşe, kalka kaşarlanmış bir müvekkile denk geldiniz mi, yandınız demektir. size bir de işinizi öğretmeye çalışır. neden onu, bunu yapmadınız diye hesap sorarlar.
sonuç olarak, doktorluk gibi hayat kurtaran, yorucu ama bir o kadar da saygın bir meslek olan avukatlık, hiçbir zaman hakkı olan saygıyı göremez. belki de bunda bazı kötü niyetli avukatların da rolü vardır.
aslında büroda boş, boş oturulmaz. açılan davarlın dosyaları kontrol edilir. karşı tarafa yapılan tebligatların yerine ulaşıp, ulaşamadığına bakılır. hatta çoğu tebligatı da, mahkeme kalemi yerine gene siz postanelere götürüp, yaparsınız. üstelik de bunu istanbul’un etrafına dağılmış adliyelere koşturarak yaparsınız. sizi dinlemek istemeyen hâkimlerle cebelleşir, müvekkilin hakkını savunursunuz. ama gene de davayı kazansanız bile yaranamazsınız. üstelik de adliyelere düşe, kalka kaşarlanmış bir müvekkile denk geldiniz mi, yandınız demektir. size bir de işinizi öğretmeye çalışır. neden onu, bunu yapmadınız diye hesap sorarlar.
sonuç olarak, doktorluk gibi hayat kurtaran, yorucu ama bir o kadar da saygın bir meslek olan avukatlık, hiçbir zaman hakkı olan saygıyı göremez. belki de bunda bazı kötü niyetli avukatların da rolü vardır.
avukatların mesleki dayanışmaları amacıyla kurulan örgütlerdir. bu örgütün amacı, avukatların bürokrasi karşısında ezilmesini önlemek; meslek kuralları saptayarak, mesleğin şanını korumaktır. tasfiye niteliğinde de olsa alınacak ücret miktarlarını belirlemektedir. herhangi bir meslek kuralının ihlali halinde, disiplin cezası verebilmektedir. ayrıca bazı ülkelerde, meslek içi eğitim vermek suretiyle, mesleğe kabulleri de gerçekleştirmektedirler. genelde her il sınırları içerisinde bir tane baro olur. dünyanın bazı büyük şehirlerinde birden fazla da olabilmektedir.
hukuken elverişsiz araç kullandığı için, intihar girişimi olarak değerlendirilemeyecek bir durumdur.
aslında temyiz mahkemesinden anlaşılan, alt dereceli mahkemenin yargılamasını yenileyip, sıfırdan karar verebilen mahkemelerdir. lakin türk hukuk sisteminde böyle bir uygulama yoktur. temyiz edilen dava, ilgili yargıtay dairesine gönderilir. idari davalarda ise danıştay’a. geçerli bir temyiz başvurusu olduğuna hükmedilirse, ilgili dairenin raportör hakimince incelenir ve dairece karara bağlanır. verilen kararla ya ilk derece mahkemesinin kararı onanır; ya da bozulur. eğer karar bozulacak olursa, tekrardan ilk derece mahkemesine döner ve hâkim yargılamasını yeniler. hakim yargıtay ya da danıştay’ın bozma sebebine uygun karar verirse sorun olmaz. ama isterse verdiği eski kararda “direnebilir” ki, buna da “direnme kararı” denilir. bu durumda tekrardan temyiz edilebilinir. bu noktada artık yargıtay hukuk ya da ceza genel kurulu karar verir. genelde hakimler buradan gelen kararlara uyarlar. ama gene de direnebilmeleri de mümkündür. çünkü hâkimlerin bağımsızlığı esastır. başka hiçbir kurum kararlarına karışamaz. tabiî ki uygulamada, tayinlerde yargıtayın verdiği puanlara da (yani ne kadar çok kararınızı onanmış, ne kadar azı bozulmuşsa) bakılarak atamalar yapıldığı için, yargıtay’ın kararlarına, hele de genel kurul kararlarına direnme karı uygulamada pek görülmez.
asliye hukuk ve asliye ceza olarak iki türü bulunan mahkemelerdir. asıl yetkili mahkemelerdir. yani kanunun açıkça diğer mahkemelerin yetkilerine bıraktığı davalar haricindeki tüm davalardan onlar sorumludur. üçer hakimden oluşurlar. ancak hakim yokluğundan, tek hakimlidir çoğu. asliye ceza mahkemelerinde, asliye hukuk mahkemelerindan ayrı olarak, ayrıca savcı da bulunur.
uzay yolu evrenindeki, federasyonun askeri gücüne verilen ad.
doğum günü kutlu olmasını dilediğim, eskrim meraklısı kedi.
türkçe karşılığı süvari kılıcı olan, hem kesici, hem de delici bir kılıç türüdür. daha ziyade kesici hamlelere uygundur. tek yanı kesici, sırtı ise düz olan eğimli bir görünümdedir. bu eğim, japon kılıçlarında da olduğu gibi, kesme hamlelerinin daha etkili bir şekilde yapılmasını sağlar. at üzerinde kullanılmak amacıyla dizayn edildiği için tek elle kullanılır. bazı modellerinin ağzı, sırtından daha ağırdır ki, yukarıdan aşağıya yapılan hamlelerde kılıç daha güçlensin.
bu tip kılıcın orijini, asya’dır. bu tip eğimli süvari kılıçları, türklerden evvel ne araplar arasında, ne de persler de yaygın değildi. ilk örnekleri, türkler de görüldüğü genel kabuldür. ingiliz ordusunda da zamanında memlük kılıcı olarak adlandırılmıştır. ingiliz generalleri, osmanlı imparatorluğunda kılıç ihracatı kesinlikle yasak olduğu için; ya kaçak olaraktan, ya da osmanlıdan hediye olaraktan elde edebilmekteydiler. el korumasının şekline bakıldığında, dönemin portrelerinde de bu açık olarak seçilebilmektedir. kıta avrupa’sı ise daha geç bir dönemde, macarlardan, onlar da osmanlıdan bu kılıcı almışlardır. ancak kabza koruması daha farklı olup, eli tamamen örten bir dizayndadır.
scimitar olarak da adlandırılan arap kılıçlarıyla, türk kılıçları bariz farklıdırlar. türk kılıçlarının ucu daha düz ev ağzının eğimi yukardan aşağı iken; arap kılıçlarında ise bu tam tersidir. bazı kaynaklarda bizim sadece kılıç dediğimiz süvari kılıçları (sabre) şimşir olaraktan da adlandırılmaktadır.
modern eskrimde ki kılıç da işte bunların torunudur. macarlar eskrim sporuna kazandırmışlar, bundan dolayı da uzunca bir süre en iyi sabre kullanıcıları macarlar arasından çıkmıştır. diğer eskrim kılıçlarından farklı olarak ucu yanında, yanından da puan alınabilmekte: saplama (dürtme) hamleleri yanı sıra, kesme hamlelerinden de puan gelmektedir. belden yukarısı hedef alınabilmektedir. gerçekten de diğer silahlara göre maçları daha hızlı gerçekleşir. eskrimde kullanılan sabrelerin hem eğimli, hem de düz modelleri vardır. ama ben eğimli modelini müsabakalarda kullananına henüz rastlamadım.
bu tip kılıcın orijini, asya’dır. bu tip eğimli süvari kılıçları, türklerden evvel ne araplar arasında, ne de persler de yaygın değildi. ilk örnekleri, türkler de görüldüğü genel kabuldür. ingiliz ordusunda da zamanında memlük kılıcı olarak adlandırılmıştır. ingiliz generalleri, osmanlı imparatorluğunda kılıç ihracatı kesinlikle yasak olduğu için; ya kaçak olaraktan, ya da osmanlıdan hediye olaraktan elde edebilmekteydiler. el korumasının şekline bakıldığında, dönemin portrelerinde de bu açık olarak seçilebilmektedir. kıta avrupa’sı ise daha geç bir dönemde, macarlardan, onlar da osmanlıdan bu kılıcı almışlardır. ancak kabza koruması daha farklı olup, eli tamamen örten bir dizayndadır.
scimitar olarak da adlandırılan arap kılıçlarıyla, türk kılıçları bariz farklıdırlar. türk kılıçlarının ucu daha düz ev ağzının eğimi yukardan aşağı iken; arap kılıçlarında ise bu tam tersidir. bazı kaynaklarda bizim sadece kılıç dediğimiz süvari kılıçları (sabre) şimşir olaraktan da adlandırılmaktadır.
modern eskrimde ki kılıç da işte bunların torunudur. macarlar eskrim sporuna kazandırmışlar, bundan dolayı da uzunca bir süre en iyi sabre kullanıcıları macarlar arasından çıkmıştır. diğer eskrim kılıçlarından farklı olarak ucu yanında, yanından da puan alınabilmekte: saplama (dürtme) hamleleri yanı sıra, kesme hamlelerinden de puan gelmektedir. belden yukarısı hedef alınabilmektedir. gerçekten de diğer silahlara göre maçları daha hızlı gerçekleşir. eskrimde kullanılan sabrelerin hem eğimli, hem de düz modelleri vardır. ama ben eğimli modelini müsabakalarda kullananına henüz rastlamadım.
kısaca: "ninjası kaplumbağa olanın, ustası da fareden olur" şeklinde bir özdeyişle özetlenebilecek durumdur.
kapıkulu ordusunda, tüm orduya lojistik destek veren çeşitli sınıflar bulunurdu. işte bu sınıflardan birisi de, ordu yol alırken, ağaç kesmekle görevli olan baltacılardı. tabiî ki savaşta da baltaları ile muharip görevlerde de bulunurlardı. ama diğer orduların baltacılarından farklı olarak, yol açmak gibi konularda da eğitilirlerdi. baltacı mehmet paşa da, eskiden bu sınıftan çıktığı için, baltacı lakabını almıştır.
israfçı zihniyetin, klasik bir örneği olan insan tipidir.
bunu size bir "kız arkadaşınız" diyorsa, üstünde bir kere daha düşünülmesi gereken cümledir.
gerek kitabını okurken, gerekse de filmini izlerken, tolken amcanın hunlardan esinlenip, esinlenmediğini merak ettiğim topluluktur. hatta isteselerdi, bütün orta dünyayı da nasıl fethederlerdi diye de düşünmemiş değildim.
yedinci mühür, ingilizcesi “the seventh seal“ olan, ingmar bergman tarafından çekilen bir filmdir: bir şövalyenin, yaşamını almaya gelen azrail’e, hayat hakkı için satranç maçı önermesi ile başlamakta ve evine dönüş yolculuğunda ki şövalyenin, bu esnada yaşadıkları olaylarla, insana ilişkin eleştiriler barındırmaktadır. zira döndüğü topraklarda veba salgını kol gezmektedir ve insanların bu esnadaki tepkileri, eleştirel bir gözle anlatılmaktadır. şövalye rolünde de, max von sydow amcanın da gençliğini görmekteyiz.
aslında bilmem kaçıncı haçlı seferinden dönen şövalyemizle, silahtarının ya da gezici tiyatronun da bu işten sorumlu olup, olmadığı filmde belirtilmemektedir.
aslında bilmem kaçıncı haçlı seferinden dönen şövalyemizle, silahtarının ya da gezici tiyatronun da bu işten sorumlu olup, olmadığı filmde belirtilmemektedir.
alber soboul, “1789 fransız inkılabı tarihi” adlı kitabın yazarıdır. fransız ihtilalinin, ekonomik ve sosyal geri planını, dönemin siyasilerinin psikolojileriyle birlikte anlatmaktadır.
90’ların sonuna kadar savaş uçağı (a-4) bulunduran; muhtemelen bu tarihe kadar pilotlarından bir kere bile yabancı bir uçakla it dalaşına girdiklerine dair raporun gelmemesi üzerine, ülkelerine yönelik bir hava tehdidinin bulunmadığını fark eden ve savaş uçağı kullanımı bırakan bir ülkedir. işin en komik tarafı da, o tarihe kadar ellerinde bulunan a-4’lerin, hava savunmasından ziyade, kısa menzilli bombardıman (yakın destek görevlerine) uygun oluşudur. avustralya senin dostun, ingiltere hamin; sovyetler desen zaten şansın olmaz, okyanusun ortasında, kendini adanı mı bombalayacaksın?
benim askerliğim esnasında, pek çok erin başına gelen bir durumdu. nişan bozanını bile gördüm.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?