kesinlikle sözlük yazarları içinde en sevdiklerimden biri.
"neden? biz blgi paylaşmaya geldi amaa.." diyen tavuk eti beyazlığı kadar temiz kalpli yazarlar! anlatayım,
şimdi bir adam geliyor, "ahah bilgi sözlük ne lan, klon sözlük dur bi neşemi bulayım" diyerekten sözlüğün amına koymaya yemin ediyor, dikkat çeken entryler giriyor, genel geçer ne varsa saldırıyor, kendi başlığının altına "ehe mehe" temalı entry giriyor, histerik yazarlar da ayaklanıyor... uzaktan bakıyorum, ben bu filmi daha önce gördüm. hem de defaatle.. ilginç olan bu değil bittabi, sözlük her seferinde aynı gerzek tepkiyi veriyor.
1. cevap vermeye kalkıyor
2. onun dilinden konuşmuyor
yani,
1. adam senle taşak geçiyor zaten, sen "hayır benle taşak geçemezsin" diyorsun. "siktir lan" diyemiyorsun
2. cevap vereceksin diyelim. -hatta senin anlamını asla kavramadığın ayar vermek tabirini kullanayım- ayarın da bir adabı bir üslubu var. sana ne, diyene saman ye dersen adam da içime don giymedim der gökten 3 elma düşerken parabolik bir yörünge izler ve götüne girer. bu konuda söylenmesi gereken söylenmiş arayan bulur (bkz: ayar insanın kendine yakışanı giymesidir)
demem o deme değil, kayser sozer, zarhan pandesno, ali veysa, zenci, kerizettin hatta bruker... hepsini seviyorum. pederin yeri ayrı zaten.
peşin edit: ayh alınırım amaa yapmayın herkes ders çıkarsın, beni sevmenizi istemedim sizden.
(bkz: güç istenci)
selman karadayı’nın kısa filmi.
tıp fakültesinde okuyan hemen herkesin ahahha asttir ya çok iyi diyerek izlediği, bu bölümün dışında kalan yurttaşların da eheh iyi gibi dediği kısa film. marmara üniversitesi tıp fakültesi öğrencileri çekmiş güldürmüş, tanıtmak lazım.
tıp okuyanlara yöneltilen "oha abi bütün bunları nasıl ezberliyorsunuz?" sorusu ilgili bölümde yapılan açıklama son derce doyurucu olmuş, olmalı ya da...
bu arada başta da söylendiği gibi:
"tıp fakültesi nde geçen ilk üç sene, hiç bu kadar iyi özetlenmemişti.. çünkü daha önce kimse böyle bir girişimde bulunmamıştı.. neyse, yine de ilk cümle karizmatik oldu.. "
daha iyisi neden olmasın, güzel bir başlangıç, devam...
tıp fakültesinde okuyan hemen herkesin ahahha asttir ya çok iyi diyerek izlediği, bu bölümün dışında kalan yurttaşların da eheh iyi gibi dediği kısa film. marmara üniversitesi tıp fakültesi öğrencileri çekmiş güldürmüş, tanıtmak lazım.
tıp okuyanlara yöneltilen "oha abi bütün bunları nasıl ezberliyorsunuz?" sorusu ilgili bölümde yapılan açıklama son derce doyurucu olmuş, olmalı ya da...
bu arada başta da söylendiği gibi:
"tıp fakültesi nde geçen ilk üç sene, hiç bu kadar iyi özetlenmemişti.. çünkü daha önce kimse böyle bir girişimde bulunmamıştı.. neyse, yine de ilk cümle karizmatik oldu.. "
daha iyisi neden olmasın, güzel bir başlangıç, devam...
platon, ismini spor hocasının geniş omuzları ile ilgili yakıştırmasından dolayı kazanmıştır. hatta bu idealist filozofumuzdan bize kalanlar içinde "fikir ve vücut sağlığı aynı oranda sağlam olmazsa gerçek bir insan olamayız" gibi ifadeler de var.
(bkz: plato)
(bkz: plato)
bok atmak çok kolay ben bu ülkede bunu öğrendim. bu haydar baş denen adam "milli ekonomi modeli" denen süper bir yöntem geliştirmiş, türki cumhuriyetlerde normal olarak övgü ile karşılanmış. hatta rusya da dahi dikkate alınan bu "milli ekonomi modeli" komunizmden serbest kur ekonomisine geçişte sağladığı pratik çözümlerden dolayı büyük yankı uyandırmış. tamam, adam pushed, fırsatçılık yapıyor, ismi de süper şeyler çağrıştırıyor sayılmaz. ama hele bi otur soluklan yiğenim, bu adamdan faydalanmaya bak.
#617338
birlikte yaşadığım, aynı havayı soluduğum, aynı parayı kullandığım, aynı dili konuştuğum, görünürde aynı ideolojiye sahip olduğum, aynı sözlüğü paylaştığım hatta, kısacası kendi halkımın bir bölümünden ilk kez nefret etmeme yol açmış, oy kullandığım ilk genel seçimdir.
evinde televizyonu olan, sağda solda bir kaç köşe yazısı okuyan her vatandaş yorum yapıyor, ateş püskürüyor, bazısı "iyi oldu" diyor, bazı kendini bilmezlerse iki kişiden birinden nefret edebilecek kadar tırt olduğunu marifetmiş gibi beyan ediyor. herhangi bir yazı kaleme almadım seçimden bu yana konuyla alakalı, fakat benim halkıma yapılan bu terbiyesizliği kabul etmemi beklemesin kimse.
bu duruma nasıl gelindi? akp’nin bu denli fazla oy alacağını kestirememekle birlikte şahsi kanaatim yüzde 40 civarı oy alacağıydı akp’nin. netice olarak yüzde 50 ye yakın oy alan akp yine de şaşırtmadı.
ilk sonuçlar geldiğinde [yüzde 51] verdiğim tepki "lan gitsek mi acep buradan" oldu. saniyeler içerisinde kendimden utandım; yapmacık toplumculuk peşinde koşup, utançsızca hamasi söylemlerle kafa siken, ağzından köpükler saçarak "atatürk" diye bağıran güruhun tam aksine. mevzu bahis halkın iradesi ise bok yemek düşerdi bana. sadece düşündüm:
adalet ve kalkınma partisi milli görüşten kopup liberal fikriyatını "ılımlı liberal müslüman sağ" olarak adlandırdı. kime güveneceğini bilemeyen türkiye halkından yüzde 33 aldı, tek başına iktidar oldu. son derece basit ve global dünya koşullarına uygun ekonomik düzenlemeler yapıldı. ne baykal’ın neye dayandığı belli olmayan öngörüsü gibi imf programı çöpe atıldı, ne müslüman sermayeye kulaktan kulağa anlatldığı gibi peşkeşler çekildi, ne saçma sapan laiklik-türban ekseni kısır tartışmalarına prim verildi. akp hükümeti yaklaşık 5 yıl boyunca pek az tutarsızlıkla bir bir esasında liberal olan programını uyguladı. avrupa birliğinin dayattığı reformları meclisten teker teker geçirdi, pek az insanın bahsettiği sosyal reformlara imza attı. [bilakis sağlık]
belki imf programı akp’nin başarısı değildi, belki sadece zamanlaması iyiydi... ne olursa olsun iktidar süreci, artık türkiye halkının prim vermediği laiklik, atatürk, kimlik konularının dışında idare edilebildi.
peki bu sırada muhalefet, sol cephe, sosyal demokrasi kahramanları neredeydi? akp, çatır çatır kollektif üretim araçlarını satarken neredeydi? petrol yasası geçerken neredeydi? baraj tartışmalarında neredeydi? dokunulmazlıklar mevzusunda neredeydi?
itiraz edilen noktlar özelleştirmeler çevresinde toplanıyor. ulan bu adamlar zaten liberal ekonomi diyor, satacağız diyor, devletin yükünü azaltacağız, rekabetle hizmet kalitesini yükselteceğiz diyor, yerli yabancı paranın dini-kimliği olmaz diyor. birer birer de dediğini yapıyor. tam bir tutarlılık var yani. iktisadi bağlamda mevcut dünya düzeni içerisinde ülkede istikrar yaratacak ne varsa yapıyor, istikrarı yaratıyor da... bu akp’nin özel becerisinden ziyade kemal derviş’in başarısıdır kuşkusuz ama sürecin tepesinde bu adamlar var. kısacası güzel insanlar, bu adalet ve kalkınma partisi merkez sağ bir partinin uygulayacağı pek çok politikayı başarıyla uyguluyor.
***
sol kimliği ile "halkın muhalefet yetkisi verdiği" ya da vermediği parti(ler) ne yapıyor? sekülarizm, atatürk, atatürkçülük, cumhuriyet, türklük...
türban konusunda araştırmalar yapılıyor, alınan sonuçlar [yalnızca yüzde 20 nin altında bir rakam, türbanı sorun olarak görüyor] tıpkı tarhan erdem’im seçim anketi gibi hakarete uğruyor. özgürlük özgürlük diye bağıran benim gibi sol cephede olanlar nedense türban/başörtüsü -herneyse- konusunda "ama o ayrı, o sembol" diyor. [avrupa’da bir türkiye yurttaşına şu türban meselesi ile ilgili soru sorulduğunda ortaya çıkan manzalarar, "hasiikktir lan doğru söylüyor gavurlar" düşüncesi olayın trajikomikliğini gözler önüne seriyor. neyse oraya girmeyeyim]. tüm dünya paranın gücüne kayıtsız şartsız teslim olmuş hala dini hassasiyetlerden bahsediliyor. para girdikten sonra işin içine ne dini ne imanı? yahudiye de satarsın, sülün osman’a da.
atatürk, atatürkçülük diye insanlar kendini parçalıyor. bakıyorsun zamanında bolşevikliğe teğet geçen mustafa kemal, tıpkı stalin’in toprak reformlarından önce sanayiyi geliştirme çabaları ve tek ülkede sosyalizm muhabbeti ile diğer ülkelere nazaran daha güçlü olmak için uyguladığı politikalar gibi, önce devletçilik diyor sonra izmir iktisat kongresinde özel teşebbüsün önündeki engelleri inanılmaz bir hızla kaldırıyor. yani pragmatik ve son derce akıllı bir hamle ile ülkenin milletler sahnesinde yerini almasını kökten ideolojik tavizler vermeden sağlıyor. ha ataürk milliyetçiliği diyorsan zaten "türkiye halkı"ndan bahsederken 2 sene sonra türk halkı demeye başlıyor, "ne mutlu türküm diyene" yi hafızalara kazıyor, kurtuluş savaşını beraber verdiği kürtleri unutuyor ki bu da ulus devletin idaresinin kolaylığını seziş zekası ve uygulayışı noktasında takdiri hakediyor, pragmatistçe olsa da.[bu arada kimse bana kürtler savaşmadı ki diye masal anlatmasın, hem çanakkale’de hem kurtuluş harbinde şehit olmuş onlarca akrabam var]. anayasa’da atatürkçülük muhabbetleri gündemi meşgul ediyor son zamanlarda. anayasalar incelensin kaç yerde işlevsel atatürkçülük vurgusu yapılıyor gerçek manada?
cumhuriyet, rejim dersen zaten kimsenin ülkeye komunizm ya da şeriat getirmeye çalıştığı yok [bilmek isteyen bilir, milli görüş sonrası rte, erbakan perspektifi siyasetten ciddi manada sıyrılmıştır. kendi tabiri ile değişmiştir gerçekten. hatta bugünlerdeabdüllatif şener’in dp başkanlığı konuşuluyor, şener bakarız diyor]
***
akp karşıtı ne yapıyor peki?
hala aynı cümleler, milli marşı "korkma" ilen başlayan bir milletle siyaset yapıyoruz, o halde neden korku siyaseti yapmayalım diyor. nefret edecek gerici arayan gazlı kanaltürk seyircisi 40-60 yaş grubu sarı saçlı laik ablalar pazar sabahı pikniğe gider gibi çıkıyor, mitinglerde bayrak sallıyor; akşam üstü de arnavutköt - bebek sahilinde balık lokantalarında rakı yudumluyor. atatürk diye bağıranlar şoven dedikleri güruhtan aşağı kalmadan meydanlarda bağırıyor. sosyal demokratlarımız sağa göz kırpıp yaşar okuyan’la kol kola salon geziyor, demirel’in kucağında rota belirliyor. bu ülke de sanki bi tek türklük, cumhuriyet, laiklik mevzusu var sanki amına koyayım. doğuda kürt yurttaşın aç, "ben oyumu ya dtp’ye veririm ana- baba kürt; ya da akp’ye veririm bizi burada başka hatırlayan, halimizi soran yok" diyor ki birebir işittim bunu pek çok kişiden. başka ne yapıyor akp karşıtı? öss, mazot rodos üçgeninin içaçılarını ölçüyor. peki bunu hangi şartlarda yapıyor? dsp’nin, shp’nin chp’ye destek verdiği ortamda. akp karşıtı seçmen ne yapıyor, ya marjinalize olmuş sola oy veriyor fantezisine, ya da ne yapayım amına koyayım birileri temsil etsin beni diyip tatlı su solcusuna veriyor oyunu tıpkı benim yaptığım gibi. sağın diğer seçmenine bakınca bir mhp’yi, iki dp’yi görüyorsun ki dp’nin akp’den pratikte hiçbir farkı yok. mhp de "askerlik yan gelip yatma yeri değildir"lerle oyunu yüzde 13-14lere çıkarıyor.
ne sağcıyım ne solcu futbolcuyum futbolcu diyen düz vatandaş ne yapsın? enflasyon ilk kez rahat vermiş, çocuğuna kitap alma derdinden kurtulmuş, inşaatta çalışırken aldığı yevmiye yüzde 20 ye yakın artmış yer yer. seçim haftası borsada yükseliş var. [bunun sebebi de türkiye borsasında yabancı sermaye hegemonyasıdır. bu politikayı da akp başarı ile gerçekleştirmiştir. her ne kadar evdeki eşyalarını satılığa çıkaran sorumsuz aile reisi gibi davranıyor olsa da. daha önce de dediğim gibi, adam zaten ben bunu yapacağım diyor] e naapsın düz vatandaş? macera arayıp dp’ye mi oy versin, mhp’ye mi, yoksa bağırıp çağırmaktan başka birşey yapmayan sözüm ona sosyal demokrata mı? ödp’ye mi oy versin işçi partisi’ne mi amına koyayım.
yani, burada şaşılacak bir şey yok. daha da önemlisi nefret edilecek de kimse yok. kendi halkından sırf bu nedenle nefret edecek birileri varsa önce bulunduğu sosyal statüyü gözden geçirsin, imkanlarını, bu düşünce yapısına ulaşması için geçmesi gerektiği kademeleri düşünsün. yığınla kavga etmekten vazgeçsin, adam olsun öyle gelsin. ben bu ülkenin insanını seviyorum, o da vatanseverse atatürk ve cumhuriyet’ten başka tekrar edeceği şeyler arasın.
evinde televizyonu olan, sağda solda bir kaç köşe yazısı okuyan her vatandaş yorum yapıyor, ateş püskürüyor, bazısı "iyi oldu" diyor, bazı kendini bilmezlerse iki kişiden birinden nefret edebilecek kadar tırt olduğunu marifetmiş gibi beyan ediyor. herhangi bir yazı kaleme almadım seçimden bu yana konuyla alakalı, fakat benim halkıma yapılan bu terbiyesizliği kabul etmemi beklemesin kimse.
bu duruma nasıl gelindi? akp’nin bu denli fazla oy alacağını kestirememekle birlikte şahsi kanaatim yüzde 40 civarı oy alacağıydı akp’nin. netice olarak yüzde 50 ye yakın oy alan akp yine de şaşırtmadı.
ilk sonuçlar geldiğinde [yüzde 51] verdiğim tepki "lan gitsek mi acep buradan" oldu. saniyeler içerisinde kendimden utandım; yapmacık toplumculuk peşinde koşup, utançsızca hamasi söylemlerle kafa siken, ağzından köpükler saçarak "atatürk" diye bağıran güruhun tam aksine. mevzu bahis halkın iradesi ise bok yemek düşerdi bana. sadece düşündüm:
adalet ve kalkınma partisi milli görüşten kopup liberal fikriyatını "ılımlı liberal müslüman sağ" olarak adlandırdı. kime güveneceğini bilemeyen türkiye halkından yüzde 33 aldı, tek başına iktidar oldu. son derece basit ve global dünya koşullarına uygun ekonomik düzenlemeler yapıldı. ne baykal’ın neye dayandığı belli olmayan öngörüsü gibi imf programı çöpe atıldı, ne müslüman sermayeye kulaktan kulağa anlatldığı gibi peşkeşler çekildi, ne saçma sapan laiklik-türban ekseni kısır tartışmalarına prim verildi. akp hükümeti yaklaşık 5 yıl boyunca pek az tutarsızlıkla bir bir esasında liberal olan programını uyguladı. avrupa birliğinin dayattığı reformları meclisten teker teker geçirdi, pek az insanın bahsettiği sosyal reformlara imza attı. [bilakis sağlık]
belki imf programı akp’nin başarısı değildi, belki sadece zamanlaması iyiydi... ne olursa olsun iktidar süreci, artık türkiye halkının prim vermediği laiklik, atatürk, kimlik konularının dışında idare edilebildi.
peki bu sırada muhalefet, sol cephe, sosyal demokrasi kahramanları neredeydi? akp, çatır çatır kollektif üretim araçlarını satarken neredeydi? petrol yasası geçerken neredeydi? baraj tartışmalarında neredeydi? dokunulmazlıklar mevzusunda neredeydi?
itiraz edilen noktlar özelleştirmeler çevresinde toplanıyor. ulan bu adamlar zaten liberal ekonomi diyor, satacağız diyor, devletin yükünü azaltacağız, rekabetle hizmet kalitesini yükselteceğiz diyor, yerli yabancı paranın dini-kimliği olmaz diyor. birer birer de dediğini yapıyor. tam bir tutarlılık var yani. iktisadi bağlamda mevcut dünya düzeni içerisinde ülkede istikrar yaratacak ne varsa yapıyor, istikrarı yaratıyor da... bu akp’nin özel becerisinden ziyade kemal derviş’in başarısıdır kuşkusuz ama sürecin tepesinde bu adamlar var. kısacası güzel insanlar, bu adalet ve kalkınma partisi merkez sağ bir partinin uygulayacağı pek çok politikayı başarıyla uyguluyor.
***
sol kimliği ile "halkın muhalefet yetkisi verdiği" ya da vermediği parti(ler) ne yapıyor? sekülarizm, atatürk, atatürkçülük, cumhuriyet, türklük...
türban konusunda araştırmalar yapılıyor, alınan sonuçlar [yalnızca yüzde 20 nin altında bir rakam, türbanı sorun olarak görüyor] tıpkı tarhan erdem’im seçim anketi gibi hakarete uğruyor. özgürlük özgürlük diye bağıran benim gibi sol cephede olanlar nedense türban/başörtüsü -herneyse- konusunda "ama o ayrı, o sembol" diyor. [avrupa’da bir türkiye yurttaşına şu türban meselesi ile ilgili soru sorulduğunda ortaya çıkan manzalarar, "hasiikktir lan doğru söylüyor gavurlar" düşüncesi olayın trajikomikliğini gözler önüne seriyor. neyse oraya girmeyeyim]. tüm dünya paranın gücüne kayıtsız şartsız teslim olmuş hala dini hassasiyetlerden bahsediliyor. para girdikten sonra işin içine ne dini ne imanı? yahudiye de satarsın, sülün osman’a da.
atatürk, atatürkçülük diye insanlar kendini parçalıyor. bakıyorsun zamanında bolşevikliğe teğet geçen mustafa kemal, tıpkı stalin’in toprak reformlarından önce sanayiyi geliştirme çabaları ve tek ülkede sosyalizm muhabbeti ile diğer ülkelere nazaran daha güçlü olmak için uyguladığı politikalar gibi, önce devletçilik diyor sonra izmir iktisat kongresinde özel teşebbüsün önündeki engelleri inanılmaz bir hızla kaldırıyor. yani pragmatik ve son derce akıllı bir hamle ile ülkenin milletler sahnesinde yerini almasını kökten ideolojik tavizler vermeden sağlıyor. ha ataürk milliyetçiliği diyorsan zaten "türkiye halkı"ndan bahsederken 2 sene sonra türk halkı demeye başlıyor, "ne mutlu türküm diyene" yi hafızalara kazıyor, kurtuluş savaşını beraber verdiği kürtleri unutuyor ki bu da ulus devletin idaresinin kolaylığını seziş zekası ve uygulayışı noktasında takdiri hakediyor, pragmatistçe olsa da.[bu arada kimse bana kürtler savaşmadı ki diye masal anlatmasın, hem çanakkale’de hem kurtuluş harbinde şehit olmuş onlarca akrabam var]. anayasa’da atatürkçülük muhabbetleri gündemi meşgul ediyor son zamanlarda. anayasalar incelensin kaç yerde işlevsel atatürkçülük vurgusu yapılıyor gerçek manada?
cumhuriyet, rejim dersen zaten kimsenin ülkeye komunizm ya da şeriat getirmeye çalıştığı yok [bilmek isteyen bilir, milli görüş sonrası rte, erbakan perspektifi siyasetten ciddi manada sıyrılmıştır. kendi tabiri ile değişmiştir gerçekten. hatta bugünlerdeabdüllatif şener’in dp başkanlığı konuşuluyor, şener bakarız diyor]
***
akp karşıtı ne yapıyor peki?
hala aynı cümleler, milli marşı "korkma" ilen başlayan bir milletle siyaset yapıyoruz, o halde neden korku siyaseti yapmayalım diyor. nefret edecek gerici arayan gazlı kanaltürk seyircisi 40-60 yaş grubu sarı saçlı laik ablalar pazar sabahı pikniğe gider gibi çıkıyor, mitinglerde bayrak sallıyor; akşam üstü de arnavutköt - bebek sahilinde balık lokantalarında rakı yudumluyor. atatürk diye bağıranlar şoven dedikleri güruhtan aşağı kalmadan meydanlarda bağırıyor. sosyal demokratlarımız sağa göz kırpıp yaşar okuyan’la kol kola salon geziyor, demirel’in kucağında rota belirliyor. bu ülke de sanki bi tek türklük, cumhuriyet, laiklik mevzusu var sanki amına koyayım. doğuda kürt yurttaşın aç, "ben oyumu ya dtp’ye veririm ana- baba kürt; ya da akp’ye veririm bizi burada başka hatırlayan, halimizi soran yok" diyor ki birebir işittim bunu pek çok kişiden. başka ne yapıyor akp karşıtı? öss, mazot rodos üçgeninin içaçılarını ölçüyor. peki bunu hangi şartlarda yapıyor? dsp’nin, shp’nin chp’ye destek verdiği ortamda. akp karşıtı seçmen ne yapıyor, ya marjinalize olmuş sola oy veriyor fantezisine, ya da ne yapayım amına koyayım birileri temsil etsin beni diyip tatlı su solcusuna veriyor oyunu tıpkı benim yaptığım gibi. sağın diğer seçmenine bakınca bir mhp’yi, iki dp’yi görüyorsun ki dp’nin akp’den pratikte hiçbir farkı yok. mhp de "askerlik yan gelip yatma yeri değildir"lerle oyunu yüzde 13-14lere çıkarıyor.
ne sağcıyım ne solcu futbolcuyum futbolcu diyen düz vatandaş ne yapsın? enflasyon ilk kez rahat vermiş, çocuğuna kitap alma derdinden kurtulmuş, inşaatta çalışırken aldığı yevmiye yüzde 20 ye yakın artmış yer yer. seçim haftası borsada yükseliş var. [bunun sebebi de türkiye borsasında yabancı sermaye hegemonyasıdır. bu politikayı da akp başarı ile gerçekleştirmiştir. her ne kadar evdeki eşyalarını satılığa çıkaran sorumsuz aile reisi gibi davranıyor olsa da. daha önce de dediğim gibi, adam zaten ben bunu yapacağım diyor] e naapsın düz vatandaş? macera arayıp dp’ye mi oy versin, mhp’ye mi, yoksa bağırıp çağırmaktan başka birşey yapmayan sözüm ona sosyal demokrata mı? ödp’ye mi oy versin işçi partisi’ne mi amına koyayım.
yani, burada şaşılacak bir şey yok. daha da önemlisi nefret edilecek de kimse yok. kendi halkından sırf bu nedenle nefret edecek birileri varsa önce bulunduğu sosyal statüyü gözden geçirsin, imkanlarını, bu düşünce yapısına ulaşması için geçmesi gerektiği kademeleri düşünsün. yığınla kavga etmekten vazgeçsin, adam olsun öyle gelsin. ben bu ülkenin insanını seviyorum, o da vatanseverse atatürk ve cumhuriyet’ten başka tekrar edeceği şeyler arasın.
#617001
çılgınsın.
çılgınsın.
necati ateşin kim olduğunu bilmeyen biri için ilk etapta bir arena haberi gibi görünüyor bu başlık. ı - ıhm neyse.
(bkz: hep sonradan)
iki haftadır aktif olarak bilgi sözlük yazarıyım lakin görebildiklerim içerisinde en takibe değer yazarlardan biri olduğunu düşünüyorum.
oral sanderin 2 ciltlik kitabı. ilk ciltte 1918 öncesi ele alınırken, ikinci cilt 1918-1994 yıllarını kapsayan genel bir değerlendirme içeriyor.
önemli olaylar baz alınarak bölümlere ayrılan kitap siyasi tarih hakkında ne aşırı detay ne de magazinel bilgi veriyor. mutlaka okunmalı...
önemli olaylar baz alınarak bölümlere ayrılan kitap siyasi tarih hakkında ne aşırı detay ne de magazinel bilgi veriyor. mutlaka okunmalı...
stalinin, yüzeysel milliyetçilik ile sosyalizmi pragmatikçe birleştirdiği "tek ülkede sosyalizm" tezi ile karşı cephelerde yer alan olay.
(bkz: troçkizm)
(bkz: troçkizm)
primitif refleks yayı işleyişi:
"evrim, maymun, allah, kitap, günah, evrim, maymun, ecdadım maymun, maymun, ana bacı, ben maymundan gelmedim."
"evrim, maymun, allah, kitap, günah, evrim, maymun, ecdadım maymun, maymun, ana bacı, ben maymundan gelmedim."
fikirlerin çatışma alanı olduğundan sebep, objektiviteden uzak dallamaların "ben evrime inanmıyorum abi, maymundan gelmedim ben." deyişi ile anlamından uzaklaştırılmaya çalışılan, ne var ki ancak üçüncü dünya ülkelerinde bu tartışmalara saplanabilecek teori.
evet teori, tamamen ispatı imkansıza yakın şu an için, kanun değil. tıpkı modern atom teorisi gibi. bizim bi arkadaş var o da "modern atom teorisine inanmıyorum ben abi" diyor, ak alnından öpüyorum.
ha bir şey daha var, birleştirici liberal üslubu takınacak olursam şunu da söyleyebilirim ki islam dininde evrimin allahın takdiri olmadığına dair hiçbir bağlayıcı yorum yok. buna da inanbiliriz yani, bilim daha hızlı gelişir bu şekilde belki.
(bkz: evrime inanmıyorum ama bir maymun var)
evet teori, tamamen ispatı imkansıza yakın şu an için, kanun değil. tıpkı modern atom teorisi gibi. bizim bi arkadaş var o da "modern atom teorisine inanmıyorum ben abi" diyor, ak alnından öpüyorum.
ha bir şey daha var, birleştirici liberal üslubu takınacak olursam şunu da söyleyebilirim ki islam dininde evrimin allahın takdiri olmadığına dair hiçbir bağlayıcı yorum yok. buna da inanbiliriz yani, bilim daha hızlı gelişir bu şekilde belki.
(bkz: evrime inanmıyorum ama bir maymun var)
evrenin en mühim kelimesi olan "ben" e, aciz bir yapım eki eklenmesi ile anlam kazandırılmış kelime.
"doğurulduğumdan bu yana beni ben yapan her ne ise..." başlayan cümleler kurarım sıklıkla. ne var ki bilemem bu beni ben yapan şeyi. "benlik" dediler bir keresinde. "nasıl lan?" dedim, doyurucu bir yanıt almadım, alacağım konusunda da oldukça şüpheliyim samimi olmak gerekirse. samimi olmak gerekir zaten. neyse, onu diyordum bilincin en merkezinde yer aldığından mıdır bilinmez, ben kavramını çözümleyemiyorum.
ihtiva ettiği su molekülleri durmaksızın değişen nehrin, her şeye rağmen ’nehir’ olması gibi belki, kalıptan başka bir şey değil benlik denen kabul. rahme düşüp de hızla hacim kazandım, kazanmaya da deva ediyorum, fizyolojik olarak pek az canlılık içeren yapım değişime uğramadı. beni ben yapan bu mu peki? yoksa bilincimde oluşturduğum ben fikri sadece algılayışımın farkındalığı mı?
ortaokulda al yanaklı bir cemaat tosunu olan da, lisede "insanlardan nefret ediyorum, niçe en büyük peygamberdir" diye tribe bağlayan da, bu harf dizinini arz eden de bensem ben kimim? varoluşun mekanizmasına gizlenmiş bir formül var da görüş alanım dışında mı kalıyor? belki de descartes’in tanrıdan bahsederken sezgiyi rasyonelize edişi ile mukayese etmeliyim bu arayışı. zihine hapsedilmiş bir fikirden ibaret de olabilir benlik hissitayı veya fikriyatı. bu bir bahşoluş olmasını nedense kabul edilemez gibi geliyor bana. akılcılıktan uzaklaştıkça dualist kabuller, özsaygımı kemiriyotmuş gibi hissediyorum.
daha özdekçi ve bilimsel bir bakış açısı ile yaklaşacak olduğumda şunları söyleyebiliyorum:
"nesneye atadığımız anlam da, nesneye anlam atayış biçimimiz de zamanla değişime uğruyor. bunun içinden, düşün sistemimiz daha tutarlı ve çok yönlü hale gelerek değişiyor işte diyip çıkmak istemiyorum. insanı eviren sürecin, bu benlik duygusunu daha sağlam hale getirdiği bu benlik bir öz olmalı. karakter skalamızı belirleyen genetik mirasımız, bu aralıkta salınmamızı sağlıyor olmalı. bu aralıkta zaman zaman değişen konumlanma alanlarımız [hayata görüşünün uğradığı değişim, benlik fikri] ’benlik’ i vücuda getiriyor ve onu tanıma yaklaştırıyor."
herneyse. dediğim gibi aradığım şey, bi öz [bu kelime çok sihirli, çünkü çok fazla sırlı. tanrı arayışı ve bir kaçış yolu olarak inanç sistemler gibi yani] . basite indirgenmiş bir benlik formulü. lkby özü misal. "basit olan aslında en karmaşık olandır" diyor abiiler malesef. hayırlısı...
"doğurulduğumdan bu yana beni ben yapan her ne ise..." başlayan cümleler kurarım sıklıkla. ne var ki bilemem bu beni ben yapan şeyi. "benlik" dediler bir keresinde. "nasıl lan?" dedim, doyurucu bir yanıt almadım, alacağım konusunda da oldukça şüpheliyim samimi olmak gerekirse. samimi olmak gerekir zaten. neyse, onu diyordum bilincin en merkezinde yer aldığından mıdır bilinmez, ben kavramını çözümleyemiyorum.
ihtiva ettiği su molekülleri durmaksızın değişen nehrin, her şeye rağmen ’nehir’ olması gibi belki, kalıptan başka bir şey değil benlik denen kabul. rahme düşüp de hızla hacim kazandım, kazanmaya da deva ediyorum, fizyolojik olarak pek az canlılık içeren yapım değişime uğramadı. beni ben yapan bu mu peki? yoksa bilincimde oluşturduğum ben fikri sadece algılayışımın farkındalığı mı?
ortaokulda al yanaklı bir cemaat tosunu olan da, lisede "insanlardan nefret ediyorum, niçe en büyük peygamberdir" diye tribe bağlayan da, bu harf dizinini arz eden de bensem ben kimim? varoluşun mekanizmasına gizlenmiş bir formül var da görüş alanım dışında mı kalıyor? belki de descartes’in tanrıdan bahsederken sezgiyi rasyonelize edişi ile mukayese etmeliyim bu arayışı. zihine hapsedilmiş bir fikirden ibaret de olabilir benlik hissitayı veya fikriyatı. bu bir bahşoluş olmasını nedense kabul edilemez gibi geliyor bana. akılcılıktan uzaklaştıkça dualist kabuller, özsaygımı kemiriyotmuş gibi hissediyorum.
daha özdekçi ve bilimsel bir bakış açısı ile yaklaşacak olduğumda şunları söyleyebiliyorum:
"nesneye atadığımız anlam da, nesneye anlam atayış biçimimiz de zamanla değişime uğruyor. bunun içinden, düşün sistemimiz daha tutarlı ve çok yönlü hale gelerek değişiyor işte diyip çıkmak istemiyorum. insanı eviren sürecin, bu benlik duygusunu daha sağlam hale getirdiği bu benlik bir öz olmalı. karakter skalamızı belirleyen genetik mirasımız, bu aralıkta salınmamızı sağlıyor olmalı. bu aralıkta zaman zaman değişen konumlanma alanlarımız [hayata görüşünün uğradığı değişim, benlik fikri] ’benlik’ i vücuda getiriyor ve onu tanıma yaklaştırıyor."
herneyse. dediğim gibi aradığım şey, bi öz [bu kelime çok sihirli, çünkü çok fazla sırlı. tanrı arayışı ve bir kaçış yolu olarak inanç sistemler gibi yani] . basite indirgenmiş bir benlik formulü. lkby özü misal. "basit olan aslında en karmaşık olandır" diyor abiiler malesef. hayırlısı...
#597677
benimki hayli ilginç.
ankaradayım. yaşım, bedenimi henüz ailemden kilometrelerce uzakta soğuk bir devlet yurdu ranzasında sermek için oldukça küçük.
13-14 yaşlarındayım.
bir yatılı okul ritüeli olan yurttan kaçma atraksiyonunu yaşayacağım günü heyecan içerisinde beklemişim ki bunun soğuk bir kış gecesi olacağını bilmiyorum. bilenler bilir ankaranın kışı belalıdır, hele de fen tepedeyseniz. anadolunun çeşitli yörelerinden gelmiş pek çok ergen yaşıtımla birlikte yurttan kaçmaya karar veriyoruz. bize çok uzun görünen o duvardan teker teker atlıyoruz bir yandan kafamızın içerisinde "götümüzü kesecekler götümüzü..." korkusu filizlenirken. 5 metrelik duvardan atlarken korkanlar oluyor, hatta bir eleman intihar eder gibi atlayınca aşağı bir kaç yerinden ciddi hasar görüyor.
13-14 yaşlarında 7 çocuk simsiyah bir ormanı uluyan köpeklerin gölgesinde ürkerek geride bırakıyoruz. anayola çıktığımızda ilk hedefimiz internet cafe. gündüz ayarlamışız, sabaha kadar oradayız diyerek. internet cafeye ulaşıp da yerlerimizi aldığımızda cafede bizden başkalarının da olduğunun ayırdına varıyoruz ama üzerinde durmuyoruz çok fazla. counterlar, age oflar birbirini kovalıyor saat sabah 4 sularında hemen herkes uyumuş oluyor. bir kaç uyanık arkadaşım, ben ve o garip adamlar internetteyiz sadece.
saatlerdir yanımda oturan adam benim gibi porno sitelere giriyor. nedense çekinmiyorum adam, hayvanlı ve çocuklu pornolara geçene kadar. sonrasında da korkudan çok şaşkınlık hasıl oluyor vücudumun her yöresinde.
yarım saat sonra cafeye 2 polis giriyor. "tamam" diyorum, "boku yedim". oysa polisler son derce rahat tavırlarla bir masaya oturuyorlar. işletme sahipleri derhal polislere limonata ve kek ikram ediyor. korkudan kaskatı kesilmiş biz ise olacakları bekliyoruz.
10-15 dakika dah geçiyor, gerekli ödemeler yapıldıktan sonra polis benim oturduğum bilgisayarın yanına geliyor, gözgöze geliyoruz, geçip gidiyor. diğer polis ise yanımdaki adamın kulağına eğilip "kardeş biz de bu sitelere girmek istiyoruz" diye fısıldıyor bir yandan ekrandaki köpekli sahneyi göstererek. tüylerimin diken diken olduğunu hatırlıyorum, titreye titreye okula yürüdüğümü sonra. büyüdüğümü anladığımı hatırlıyorum.
ankaradayım. yaşım, bedenimi henüz ailemden kilometrelerce uzakta soğuk bir devlet yurdu ranzasında sermek için oldukça küçük.
13-14 yaşlarındayım.
bir yatılı okul ritüeli olan yurttan kaçma atraksiyonunu yaşayacağım günü heyecan içerisinde beklemişim ki bunun soğuk bir kış gecesi olacağını bilmiyorum. bilenler bilir ankaranın kışı belalıdır, hele de fen tepedeyseniz. anadolunun çeşitli yörelerinden gelmiş pek çok ergen yaşıtımla birlikte yurttan kaçmaya karar veriyoruz. bize çok uzun görünen o duvardan teker teker atlıyoruz bir yandan kafamızın içerisinde "götümüzü kesecekler götümüzü..." korkusu filizlenirken. 5 metrelik duvardan atlarken korkanlar oluyor, hatta bir eleman intihar eder gibi atlayınca aşağı bir kaç yerinden ciddi hasar görüyor.
13-14 yaşlarında 7 çocuk simsiyah bir ormanı uluyan köpeklerin gölgesinde ürkerek geride bırakıyoruz. anayola çıktığımızda ilk hedefimiz internet cafe. gündüz ayarlamışız, sabaha kadar oradayız diyerek. internet cafeye ulaşıp da yerlerimizi aldığımızda cafede bizden başkalarının da olduğunun ayırdına varıyoruz ama üzerinde durmuyoruz çok fazla. counterlar, age oflar birbirini kovalıyor saat sabah 4 sularında hemen herkes uyumuş oluyor. bir kaç uyanık arkadaşım, ben ve o garip adamlar internetteyiz sadece.
saatlerdir yanımda oturan adam benim gibi porno sitelere giriyor. nedense çekinmiyorum adam, hayvanlı ve çocuklu pornolara geçene kadar. sonrasında da korkudan çok şaşkınlık hasıl oluyor vücudumun her yöresinde.
yarım saat sonra cafeye 2 polis giriyor. "tamam" diyorum, "boku yedim". oysa polisler son derce rahat tavırlarla bir masaya oturuyorlar. işletme sahipleri derhal polislere limonata ve kek ikram ediyor. korkudan kaskatı kesilmiş biz ise olacakları bekliyoruz.
10-15 dakika dah geçiyor, gerekli ödemeler yapıldıktan sonra polis benim oturduğum bilgisayarın yanına geliyor, gözgöze geliyoruz, geçip gidiyor. diğer polis ise yanımdaki adamın kulağına eğilip "kardeş biz de bu sitelere girmek istiyoruz" diye fısıldıyor bir yandan ekrandaki köpekli sahneyi göstererek. tüylerimin diken diken olduğunu hatırlıyorum, titreye titreye okula yürüdüğümü sonra. büyüdüğümü anladığımı hatırlıyorum.
+ lkby, lkby, lkby... sonunda buradasın
- trafik amıma koydu abi, köprüy..
+ şş-şş-şş... [sağ elin işaret parmağı ileri gidiyor, gözler kapalı, kafa sola yatıyor]tek bir söz daha söylemeni istemiyorum
- ...
+ neden yazıyoruz buraya sence?
- ...
+ susuyorsun... sus bakalım, konuşurken de susar gibisin zaten.
- yok abi sen sus diyince
+ yeter! yeter... [daha kısık sesle, kafa öne eğiliyor] şimdi buradan gitmeni istiyorum, sadece gitmeni.
odadan çıktığımda bilincimi kaybetmiş gibiydim, koridorun sonundan şuh kahkalar net bir şekilde işitiliyordu. zamanla görüntüler de berraklaştı. derhal kendimi pencereye doğru fırlattım, pencereyi açmaya çalıştım. ne var ki yine ilk seferde açamamıştım pencereyi. "winsa" yazısından olsa gerek dikkatim dağılmıştı. "adıyla da farklı kalitesiylede" diyordu reklamda. sarsılmıştım. annem sarsıyordu, yat artık sabah erken kaldırıcam diyordu.
- trafik amıma koydu abi, köprüy..
+ şş-şş-şş... [sağ elin işaret parmağı ileri gidiyor, gözler kapalı, kafa sola yatıyor]tek bir söz daha söylemeni istemiyorum
- ...
+ neden yazıyoruz buraya sence?
- ...
+ susuyorsun... sus bakalım, konuşurken de susar gibisin zaten.
- yok abi sen sus diyince
+ yeter! yeter... [daha kısık sesle, kafa öne eğiliyor] şimdi buradan gitmeni istiyorum, sadece gitmeni.
odadan çıktığımda bilincimi kaybetmiş gibiydim, koridorun sonundan şuh kahkalar net bir şekilde işitiliyordu. zamanla görüntüler de berraklaştı. derhal kendimi pencereye doğru fırlattım, pencereyi açmaya çalıştım. ne var ki yine ilk seferde açamamıştım pencereyi. "winsa" yazısından olsa gerek dikkatim dağılmıştı. "adıyla da farklı kalitesiylede" diyordu reklamda. sarsılmıştım. annem sarsıyordu, yat artık sabah erken kaldırıcam diyordu.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?