ölüm

9 /
kasif
ölüm mü?
peki ya sonrası?
ötesi?

ama ben öncesini yaşadım, gördüm; nasıl olur da isterim ölümü? nasıl ararım ölümü? nasıl vazgeçerim nefes almaktan? aşık olmaktan? öpüşmekten? adem olmaktan? havva kalmaktan? kuş olup uçabilmekten? sema olup mavi kalmaktan? böcek olup doğa ile bütünleşmekten? esrik olmanın deminden ve dahi deliliğinden? var olmaktan? nihilist olup yok olmaktan? bunca gel-git hayhuy ve hislerden?

bilmediği şeyi nasıl sever? nasıl ister? nasıl tapınır insan?
tanrı’yı karıştırma.

“ hiçbir sözcüğün, hiçbir kavramın dokunamadığı bir kutsallık vardır. zihin onu kavrayamaz; sadece kurgular üretir. ama kelimelerin, sembollerin, kavramların ötesinde, kendi içinde bütünüyle tutarlı bir kutsallık vardır.
dile getirilemez. bir olgudur.”

ama peki ya ölüm?
bayım fena halde yanılıyorsunuz! bir canlı pekâla kendinden güçlü olana inanır, sığınır, onu bilinci ile şekle sokar; pekala deneyimlenmiş olanda bir tanrı yaratır, aslında hiçbir şeyde olmayanı bir forma sokmanın gafleti ile. ancak ölüm böyle değildir. o bilincin deneyimlemiş olduğu şey olmamasına rağmen tüketendir, sona erdirendir, sahip olduğun her şeyi elinden alandır ve seni bilmediğin yere götürendir.
bir düşünsene; kayıplara razı gelmeyen, kafa tutan adem, ölmeyi nasıl hazemeder?
ölüm denen eline koca bir ‘hiç’ koyacak durumu nasıl kabul eder?
kapı içerisine buyur eder?
yok olacağını seçimsiz, telaşsız ve korkusuz nasıl betimler ve sahip olduğu her şeyden feragat eder?
bir ‘hiçe’ mesela, ‘bir boşluğa’ pekâla, bir ‘bilinmezliğe’ en âlâsıyla, korkularıyla, savunmasızlığıyla…

insan hep kazancı için didinir. inancı kazancı içindir, aşkı kazancı uğrunadır, ebeveyn olması, zaruriyetleri; her şeyi ama baştan aşağısı, tepeden tırnağı; kazancı namına, güç istenci namınadır. varoluş kodları sanki kişiyi alaya alır gibi buna eşitlemiştir adeta. cerbezeli tanrı kelamları dahi bunun için kullanır insan aklı kurnazlığınca…

“ inanıyorsunuz. kendinizi inandırıyorsunuz. çok zeki grularınız, tapınaklarınız, sembolleriniz var. çatıştıkça para kazanıyorsunuz. para kazandıkça daha çok tapınak yapıyorsunuz. gülmeyin. sadece kazanmaya çalışıyorsunuz, hepsi bu.”

tüm kazandıklarını, yıllardır toplayıp biriktirdiklerini nasıl terk eder insan? hem de bilmediği bir ‘şeye’? ölüme? ve yok olmaya? ve elindekilerini kaybetmeye?
ölerek yaşacağını bilmek nasıl bir kader? nasıl bir akıl kavramıdır? bunu bilerek yaşamanın bedeli belki de bunca bencillik, namussuzluk, tüketim, çatışma, iki yüzlülüktür.

belki de yüzyıllardır ademoğluna ve havvakızına gereksiz haksızlık ve anlayışsız suçlamalar yaptık. ve belki de biz ölümlü canlıyı bu yüzden anlamadık. ölümden korkmasını anlamlandıramadık. sanırım sahip olmayı, hayatta kalacağına inandığı için biriktirmeyi ve çoğaltmayı bunun için istedi. ne kadar çok kazanırsa, o kadar çok ölümden kaçacaktı. ölümden kaçtıkça daha çok yaşayacaktı. daha çok yaşadıkça, daha çok ölümsüzleşecekti; ve kısırdöngüsünü yineleyecekti. ve belki de bilinçaltının hain oyunu ile sona yaklaşmayı erteleyecekti…
hep bilecekti oysa:
öleceğini;
ölümlü olduğunu…

independence
nerede ne zaman insani yakalayacagi hic belli olmuyor.

bir dakika once ulke yonetiminde soz sahibi olabilmek icin helikopterle miting alanina dogru ucuyorsun, bir dakika sonra bakmi$sin ki her $ey geride kalmi$.

hayatin bile.
phoebues
insanlar her zaman ölüme hazırlıklı olmalı,hiçbir zaman aklından çıkarmamalı ve her zaman bunun sonucu yaşamın değerini anlamalı.ölüm üzerine bir çok şiir yazar ’cahit sıtkı tarancı’ ölümü ne güzel dile getirmiştir.işte ölüm şairinin kısa bir şiiri;


öldük, ölümden bir şeyler umarak.
bir büyük boşlukta bozuldu büyü
nasıl hatırlamasın o türküyü,
gök parçası, dal demeti, kuş tüyü,
alıştığımız bir şeydi yaşamak.

şimdi o dünyadan hiçbir haber yok;
yok bizi arayan, soran kimsemiz.
öylesine karanlık ki gecemiz,
ha olmuş ha olmamış penceremiz;
akarsuda aks’imizden eser yok.
nickimi pisi 7
oğlum kelimesinin kısaltılmışı.

-lan olum adam ol, canımı ye.
+önce sen ol yavrum, hasta etme adamı, kırmiyim kafanı.
-bak olum, bak evladım, bak ciğerim..
+oğlum deme, çok konuşma. oğlum senin babandır...
huni delisi
ne gariptir ki şu dünyada öleceğini bilerek yaşamaya devam eden tek canlı insandır.bu bilgiyi kullanmak marifet ister.ya hiç düşünmeden yaşarız hovarda oluruz veya hep düşünüp melankolik karamsar.nedir bunun ortası bulmak lazım.
set me free
usanmadan yazıyorum kendi ellerimle. bu gece ölümü hatırlatacağım bizlere.

doğuşumuz nasıl ki bizim için her şeyin doğuşu olduysa, ölümümüz de her şeyin sonu olacak. öyleyse 100 sene daha yaşamayacağız diye ağlamak, yüz sene önce yaşamaığımıza ağlamak kadar deliliktir. ölüm başka bir hayatın kaynağıdır. bu hayata gelirken de ağladık, eziyet çektik; bu hayata da eski halimizden soyunarak girdik.

eğer ölümün önüne geçilemiyorsa, ne zaman gelirse gelsin. sokrates’e ’ otuz zalimler seni ölüme mahkum etiiler.’ dedikleri zaman onun cevabı: ’ doğa’ da onları! ’ olmuş. tüm dertlerin bittiği yere gideceğiz diye dertlenmek ne saçmalık!

başımıza bir kez gelen şey büyük bir dert sayılmaz. bir anda olup biten bir şey için uzun zaman korku çekmek akıl işi midir? ölüm uzun ömür ile kısa ömür arasındaki ayrımı kaldırır; çünkü yaşamayanlar için zamanın uzunu, kısası yoktur.

doğa bunu böyle istiyor. bize diyor ki : ’ bu dünyaya nasıl geldiyseniz, öylece çıkıp gidin. ölümden hayata geçerken hissetmediğiniz tasayı, hayattan ölüme geçerken de hissetmeyin. ölümünüz varolmanın, dünya hayatının şartlarından biridir.’

bizim güzel hatırımız için evrenin bu güzel düzeni değişecek değil ya? öelmek yaradılışımızın şartıdır; ölüm bizim varoluşumuzdadır. ondan kaçmak, kendi kendimizden kaçmaktır. bizim bu tadını çıkardığımız varlıkta hayat kadar ölümün de yeri vardır. dünyaya geldiğimiz gün bir yandan yaşamaya, bir yandan da ölmeye başlarız. elmayı ikiye kestiğimizde önce kararmasına sonra çürümesine bakalım. yetişmesi için ihtiyaç duyduğu şey oksijendir. ama aynı oksijen oksitlenme ile birlikte çürümesine de yol açmaktadır.

’ bize verdiği hayatı kemirmeye başlar ilk saatimiz. ’ seneka.

hayat kendiliğinden ne iyi, ne kötüdür. ona iyiliği de, kötülüğü de katan bizleriz. bir gün bile yaşadıysak, her şeyi görmüş sayılırız aslında. bir gün bütün günlerin eşi gibidir. bir başka gündüz ya da gece yok ki. atalarımızın, dedelerimizin gördüğü göreceği hep bu ay, bu güneş, bu yıldızlar, bu düzendir.

bizim tragedyamız bir yılda oynanır ve biter. dört mevsimin nasıl geçtiğine bir bakarsanız, dünyanın çocuklluğunu, gençliğini, olgunluğunu ve yaşlılığını onlarda görürsünüz. dünyanın oyunu bu kadardır, evet. mevsimleri bitti mi, yeniden başlatmaktan başka marifet gösteremez.

’ insan kendini saran çemberin içinde döner durur. ’ lucretius.

herkesin bağlı olduğu koşullara bağlı olmaktan kim yerinebilir? ne kadar yaşarsanız yaşayın, ölümde geçirilecek zamanı değiştiremeyiz. ölümden ötesi hep birdir. beşikte de ölseydik, o korktuğumuz mezarın içinde yine o kadar zaman kalacaktık.

’kaç yüzyıl yaşarsanız yaşayın,
ölüm yine de ebedi olacaktır.’ lucretius.

’ hiç kimse vaktinden önce ölmüş sayılmaz; çünkü sizden kalan zaman da, sizden önceki zaman gibi sizin değildir. ondan da bir şey yütürmiş olmuyorsunuz.
bizden önce geçmiş zamanları düşün. bizim için onlar yokmuş gibidir. ’ lucretius

hayat nerede biterse, orada tamamlanmıştır. hayatın değeri uzun yaşamakta değil, iyi yaşamaktadır. şunu anlamakta gecikmemek gerekir. doya doya yaşamak yılların çokluğuna değil, bizim gücümüze bağlıdır. her gün gittiğimiz yere hiçbir gün varmayacak mıyız sanıyorsunuz ? avunabilmek için eş-dost arıyorsanız, herkes de bizim gittiğimiz yere gitmiyor mu ?

öyle sanıyorum ki bizi korkutan ölümden çok bizim, cenaze alaylarıyla, asık suratlarla ölüme verdiğimiz korkunç durumdur. çocuklar sevdiklerini bile maske takmış görünce korkarlar. biz de öyle... insanların ve her şeyin yüzünden maskeyi, maskeleri çıkartıp atmalıyız.
greyfurt
genelde en hazırlıksız zamanda gelir haberi. en hayat dolu olduğunuz anda yada en dünyevi endişelerle pençeleşirken.
belki kişinin en az özlendiği anda gelir, içinize özlem yerine derin bir sızı saplanır kalır.
yokluğu acı verecek insanlarla son görüşmenizi (iyi olarak) hatırlamak istersiniz.
hayat kısadır. tahminimizden daha kısa.
orqn
insanın kendinden bu kadar uzaklaştırdığı başka bir gerçek var mıdır acaba?ne zaman bir yakınımız ölse,ya da bir cenazeye denk gelsek o zaman bir kaç dakikalığına düşünüp,sonra yine unutuyoruz mal gibi.şaka değil bak bu eninde sonunda öleceğiz biz de.
sipsi
direnmeye çalıştıkça üstümüze gelen gerçeklik bütünü. karşıdan karşıya geçerken, araba kullanırken, merdivenlerden inerken, eldivenlerle hasta muayene ederken hep adımlarca uzağımızda dursun istediğimiz, direnç bitince yüzde kibirli bir gülümsemeyle kucakladığımız sonsuzluk...
pipisik
bilecik’ten:

durumu ciddileşen hastanın yakınlarına haber verilir. son nefesinden önce zemzem içirilir. başında kur’an okunur. konuşabiliyorsa kelime-i şadet getirtilir. ölüm olayı gerçekleştikten sonra çene altından bir tülbentle baş üzerinden bağlanarak çene çekilir. gözler açıksa kapatılır. ayak baş parmakları birbirine bağlanır, yere yatak serilir, cenaze soyulduktan sonra ayakları kıbleye gelecek şekilde bu yatağa alınır. üzerine bir çarşaf örtülür. ölüm olayı gece olmuşsa,

yakınları tarafından sabaha kadar beklenir. ölüm haberi camiden sela verilerek duyurulur. diğer yandan yıkama, kefen ve mezar hazırlıkları yapılır.ölü evde sabun ve ölü lifi ile yıkanır. daha sonra kefenlenerek tabuta konur tabutun baş tarafına erkekse havlu, kadınsa oyalı yazma takılır.

cenaze evinde yapılan dini törenden sonra, orada hazır bulunan cemaat tarafından camiye götürülür. burada musalla taşına yatırılır. cenaze namazı, vakit namazından sonra kılınacaksa cenazenin yanında birkaç kişi bekçi bırakılır. vakit namazı kılındıktan sonra cenaze namazı kılınarak mezarlığa götürülür. daha önce açılmış olan mezara yakınlarından üç kişinin yardımıyla indirilir. yüzü kıbleye döndürülerek yerleştirilir. gömme işlemi bitiminde mezarın ayak ve baş ucuna kimliğini belirleyen iki tahta çakılır. kur’an ve dua okunur. dini tören bitiminde imam mezarın başında kalarak taklan duasını okur.

cenaze evinde yedi gün kur’an okunur ve bitiminde mevlit’le beraber duası yapılır. daha sonra 40. ve 52. günlerinin geceleri mevlit okutulur; konuklara şeker ve gülsuyu dağıtılır.

9 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol