son dönem türk şiirinin önde gelen genç şairlerinden zafer ekin karabay, 1975 yılında kayseride doğdu. lise öğrenimini kayseri atatürk ticaret lisesinde tamamlayan zafer ekin, 1993 yılında ankara üniversitesi hukuk fakültesine girdi. bu bölümden 1999 yılında mezun olduktan sonra, ankara üniversitesi sosyal bilimler enstitüsünde yüksek lisans programına başladı. anadolu üniversitesi hukuk fakültesinde araştırma görevlisiydi...13.09.2002 tarihinde 27 yaşında kendi isteğiyle aramızdan ayrılan,1999 varlık şiir ödülü ve 2000 arkadaş zekai özger şiir ödülü sahibi genç şairin üniversite yaşamı boyunca bahçe, damar, dize, edebiyat ve eleştiri, insancıl, islık, kavram-karmaşa, kül ve varlık gibi belli başlı edebiyat dergilerinde şiir ve eleştirileri yayımlandı., 1995 yılında kar-ya (bilimsel ve kültürel araştırma ve yayıncılık kooperatifi) aracılığıyla çıkarılan sanat eylemi adlı derginin de kurucularındandı. anadolu üniversitesi hukuk fakültesinde araştırma görevlisiydi... odasında, kendini tavana asarak intihar etti...
zafer ekin karabay
son mektubundan:
"aslında bütün mesele neydi?
hani, ‘hayatın neresinden dönülse kardır’ dizesi var ya nilgün’ün, canım benim, ben yaşamın neresinden döneceğimi çoktan belirlemiştim. nilgün marmara’nın 29 yaşında, s. plath’in şubat ayında intihar etmesi, benim de 29. yaşımın 29 şubatında intihar etmemi gerektirmezdi. ama madem ki yaşamda kalmaya kendimi ikna edemiyordum, o zaman bir tarih belirlemeliydim ve 29. yaşımın 29 şubatını seçtim. bu yüzden ‘şubatta saklambaç’a bir yığın başka sırla birlikte intihar edeceğim tarihi de gizlemiştim. ne var ki, kitabımı bir türlü bastıramadım (o kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz). ama şimdi...
ama şimdi yaşamımın bu ayrım noktasında hiçbir yerde huzur bulamadığıma göre bu tarihi bekleyecek gücüm de kalmadı. hem zebercet de belirlediği tarihten önce intihar etmemiş miydi? (kimbilir belki kendimle barışabilseydim...)
yerleşik yabancı’ydım her yere metin abi... sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim sana ulaşabilmek için.
daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama?
tüm arkadaşlarımı ve sevgilim meral’i çok seviyorum.
beni affedin."
"aslında bütün mesele neydi?
hani, ‘hayatın neresinden dönülse kardır’ dizesi var ya nilgün’ün, canım benim, ben yaşamın neresinden döneceğimi çoktan belirlemiştim. nilgün marmara’nın 29 yaşında, s. plath’in şubat ayında intihar etmesi, benim de 29. yaşımın 29 şubatında intihar etmemi gerektirmezdi. ama madem ki yaşamda kalmaya kendimi ikna edemiyordum, o zaman bir tarih belirlemeliydim ve 29. yaşımın 29 şubatını seçtim. bu yüzden ‘şubatta saklambaç’a bir yığın başka sırla birlikte intihar edeceğim tarihi de gizlemiştim. ne var ki, kitabımı bir türlü bastıramadım (o kitabı görmeden ölmek bana nasıl acı veriyor bilemezsiniz). ama şimdi...
ama şimdi yaşamımın bu ayrım noktasında hiçbir yerde huzur bulamadığıma göre bu tarihi bekleyecek gücüm de kalmadı. hem zebercet de belirlediği tarihten önce intihar etmemiş miydi? (kimbilir belki kendimle barışabilseydim...)
yerleşik yabancı’ydım her yere metin abi... sen yanarak öldün ve ben ne yangınlar geçirdim sana ulaşabilmek için.
daha ne kadar dayanabilirdim, herkesin bir başkasının acısı pahasına mutlu olduğu yaşama?
tüm arkadaşlarımı ve sevgilim meral’i çok seviyorum.
beni affedin."
can dündarın şair hakkındaki yazısı….
(bkz: http://www.milliyet.com.tr/...10/05/yazar/dundar.html)
(bkz: http://www.milliyet.com.tr/...10/05/yazar/dundar.html)
ararken
ezginin kederini dinledim
daktilonun sesini
anımsadım düş kırgını seni
anı yitti
gece
bıraktı çalar saate sessizliğini
masaya
kitaplara
biraz önce giden sesinin yokluğuna
bir hüzün ele verdi seni
gözlerinde görünüp yitiveren
ve özlemini bırakıp gitti
yastığındaki yüzün
serinliğinden başka bir şey
giymedim oysa yağmurun
durdum sokakta
sakınımlı ve ıslak
saçların dokundu çıplak omuzlarıma
anımsadım büyücünün kristal küreye baktığı gibi
bilyeme bakarken çocukluğumu
ve beni sakladı gece
saydam karanlığında duldasının
üşüdüm seninle ansızın
penceredeki pusun
parmak uçlarımı ayırdığı yerde
kimsem yoktu
çizgilerinden başka
bileğimdeki vaz geçilmiş intiharın
sokaktaki ıslak tenimi duyumsadım
ve ararken yakalandım
kayıp otobüsünde
kendi resmime
ezginin kederini dinledim
daktilonun sesini
anımsadım düş kırgını seni
anı yitti
gece
bıraktı çalar saate sessizliğini
masaya
kitaplara
biraz önce giden sesinin yokluğuna
bir hüzün ele verdi seni
gözlerinde görünüp yitiveren
ve özlemini bırakıp gitti
yastığındaki yüzün
serinliğinden başka bir şey
giymedim oysa yağmurun
durdum sokakta
sakınımlı ve ıslak
saçların dokundu çıplak omuzlarıma
anımsadım büyücünün kristal küreye baktığı gibi
bilyeme bakarken çocukluğumu
ve beni sakladı gece
saydam karanlığında duldasının
üşüdüm seninle ansızın
penceredeki pusun
parmak uçlarımı ayırdığı yerde
kimsem yoktu
çizgilerinden başka
bileğimdeki vaz geçilmiş intiharın
sokaktaki ıslak tenimi duyumsadım
ve ararken yakalandım
kayıp otobüsünde
kendi resmime
veronikanın üçüncü yaşamı
liliye
bir dize burkulup düştü dizlerine ve
kaldırdın düşlerine sokma çıkma yasağını.
sonra çekip uzattın saçlarını, başında
tinerci bir çocuğun esrikliği, saçlarındaki
trafikte sıkıştı ruhunun parmakları. oysa
yanlış adreslerde kaybolan mektubun
uğradığı son yerdin ve üşüdüğü rüzgar-
gülü handiyse dönmüş mevsimin ki,
yıkıyorsun- suskunluğunu sesinin.
ve yelkovan sessizce geçiyor yanımızdan.
ben çifte yaşamıyla saklıyorum
içimden içine savrulan veronikayı.
ama bir cinayet gibi istemesek de kendisine
dönen faili, her öldürüşünde bize dönen ve
uzun süren bir intihar oluyort yaşam.
saçlarının tokası gibi akıyor düş-
gülü handiyse açmış bahçenin ki,
susyorsun- yıkıntısına bedeninin.
sonra hevesini saklıyorum, incinmiş
ve incile bürünmüş kalbinin.
liliye
bir dize burkulup düştü dizlerine ve
kaldırdın düşlerine sokma çıkma yasağını.
sonra çekip uzattın saçlarını, başında
tinerci bir çocuğun esrikliği, saçlarındaki
trafikte sıkıştı ruhunun parmakları. oysa
yanlış adreslerde kaybolan mektubun
uğradığı son yerdin ve üşüdüğü rüzgar-
gülü handiyse dönmüş mevsimin ki,
yıkıyorsun- suskunluğunu sesinin.
ve yelkovan sessizce geçiyor yanımızdan.
ben çifte yaşamıyla saklıyorum
içimden içine savrulan veronikayı.
ama bir cinayet gibi istemesek de kendisine
dönen faili, her öldürüşünde bize dönen ve
uzun süren bir intihar oluyort yaşam.
saçlarının tokası gibi akıyor düş-
gülü handiyse açmış bahçenin ki,
susyorsun- yıkıntısına bedeninin.
sonra hevesini saklıyorum, incinmiş
ve incile bürünmüş kalbinin.
sevgilisinin intiharindan sonra yasama tutunamayarak sevgilisinin oldugu yas olan 29 yasinin 29 subatin’da intihar etmis fazla bilinmeyen;fakat zekice,mukemmel siirler yazan kisi ve siirlerinde intiharinin ipuclari vardir ayrica odul de almistir.odullu ve tek kitabı subatta saklambac.
siirlerini bir kac kere okudugumda tam anlayabildigim mukemmel kelimeleri,cumleleri barındıran siirleri yazmıs sair;
saklı
.
uyurdum,
dokunduğum camlar kırılırdı derinliğinde uykumun.
nil, gözlerimden geçsin diye
güne kirpiklerim kırılırdı.
oysa, saklambaç oynayan bir çocuktu büyüttüğüm;
babasının dudaklarına sıkışmış ve unutulmuş...
sobelendim, saklandığım saydam düşlerin ardında.
sunacak başka birşeyim yoktu, bir çocuğun
bayram sabahındaki beklentisini sundum yaşama
ve tedirginliğini oğlu savaşta bir annenin.
uzak ezgisini dinleyerek bırakıp gitmelerin.
nil güne akarken şubat gibi biriktim;
dört yıl topladığı acısını
yirmidokuzuncu adımında gösteren.
ve çıktım yaşama
onun sakladıklarını sunarak saklandığım yerden.
sonra kendime dönüp dinledim
yeniden acılarıma sordum:
yaşamın neresinde saklanmalı ozan,
yada nasıl saklamalı yaşamı?
intihar eden sevgilisinin adı nilgun’dur ve siirinde bunu sembolize etmistir.
saklı
.
uyurdum,
dokunduğum camlar kırılırdı derinliğinde uykumun.
nil, gözlerimden geçsin diye
güne kirpiklerim kırılırdı.
oysa, saklambaç oynayan bir çocuktu büyüttüğüm;
babasının dudaklarına sıkışmış ve unutulmuş...
sobelendim, saklandığım saydam düşlerin ardında.
sunacak başka birşeyim yoktu, bir çocuğun
bayram sabahındaki beklentisini sundum yaşama
ve tedirginliğini oğlu savaşta bir annenin.
uzak ezgisini dinleyerek bırakıp gitmelerin.
nil güne akarken şubat gibi biriktim;
dört yıl topladığı acısını
yirmidokuzuncu adımında gösteren.
ve çıktım yaşama
onun sakladıklarını sunarak saklandığım yerden.
sonra kendime dönüp dinledim
yeniden acılarıma sordum:
yaşamın neresinde saklanmalı ozan,
yada nasıl saklamalı yaşamı?
intihar eden sevgilisinin adı nilgun’dur ve siirinde bunu sembolize etmistir.
yara bandi
gün gizini sürdü sessizliğe, konuğunu
bütün gece bekleyen sokak ışıklarına,
kaldırımlara. ben sesini duydum yüzünde
ağlayan kedinin, acısını anladım ve annemi
anımsadım, bacağını saklayan basma eteği
görünce yara bandı satan kızın.
sarıydı teni ve kirliydi elleri. bir gecenin
kondusu yürümüştü gözlerindeki kısa
patikada. çocukluğunu oyuncak bir trenden
çıkarıp taşını sulamıştı kaldırımların.
ve anlamıştı: insanlığın yarası olan
varlığıyla en çok yarasını sarmayı
gereksindiğini insanların.
“yara bandı alın” mı diyordu yoksa
“beni sarın” mı? anlayamadım.
gün gizini sürdü sessizliğe, konuğunu
bütün gece bekleyen sokak ışıklarına,
kaldırımlara. ben sesini duydum yüzünde
ağlayan kedinin, acısını anladım ve annemi
anımsadım, bacağını saklayan basma eteği
görünce yara bandı satan kızın.
sarıydı teni ve kirliydi elleri. bir gecenin
kondusu yürümüştü gözlerindeki kısa
patikada. çocukluğunu oyuncak bir trenden
çıkarıp taşını sulamıştı kaldırımların.
ve anlamıştı: insanlığın yarası olan
varlığıyla en çok yarasını sarmayı
gereksindiğini insanların.
“yara bandı alın” mı diyordu yoksa
“beni sarın” mı? anlayamadım.
gündelikçi
güneş biraz önce anımsadı, uysal bakışlarını
odanın burukluğuna sığınan kedinin ve ağlayan
bir kadının ince bir ezgiyle dinen sesini,
perdenin kımıldarken söylediği ve eline
dudağında gülümseyen sözcüklerin sayıklarken
değmesini, sonra aydınlattı gecenin telaşında. ki kadın
acının sözcüğüydü yeryüzünde,
düşyüzüne serptiği bir avuç suyla uyandığında.
bacaklarında bir intihar cesaretiyle oturduğu
pervaza gün ansızın taşıdı onu, sayıklayarak
ve sarkarak sildiği cama. içine usulca yerleşen
ve üzerine oynanan oyunları görmeyen bir körebe
uğrun uğrun öldürdü onu, temizlerken
kirlendiğini düşünerek bu varsıl evleri.
bu yüzden cama yansıyan siluetini göremedi
ve dinleyemedi her cam sildiğinde kendisine
fısıldayan sözlerini...
güneş biraz önce anımsadı, uysal bakışlarını
odanın burukluğuna sığınan kedinin ve ağlayan
bir kadının ince bir ezgiyle dinen sesini,
perdenin kımıldarken söylediği ve eline
dudağında gülümseyen sözcüklerin sayıklarken
değmesini, sonra aydınlattı gecenin telaşında. ki kadın
acının sözcüğüydü yeryüzünde,
düşyüzüne serptiği bir avuç suyla uyandığında.
bacaklarında bir intihar cesaretiyle oturduğu
pervaza gün ansızın taşıdı onu, sayıklayarak
ve sarkarak sildiği cama. içine usulca yerleşen
ve üzerine oynanan oyunları görmeyen bir körebe
uğrun uğrun öldürdü onu, temizlerken
kirlendiğini düşünerek bu varsıl evleri.
bu yüzden cama yansıyan siluetini göremedi
ve dinleyemedi her cam sildiğinde kendisine
fısıldayan sözlerini...
çiçek
toprağa değen su dokununca anlatır
elinde kalan mektubu, durula
gözlerini sakındığın yarına
çiçek sandığın kadar açacaktır
sorma mektubun huyu böyle, yoksa
kim benzetir harfleri, toprağa deyen suya
ben benzetiyorum işte, bir de elini
dokununca mektubun ruhuma
toprağa değen su dokununca anlatır
elinde kalan mektubu, durula
gözlerini sakındığın yarına
çiçek sandığın kadar açacaktır
sorma mektubun huyu böyle, yoksa
kim benzetir harfleri, toprağa deyen suya
ben benzetiyorum işte, bir de elini
dokununca mektubun ruhuma
kağittan gemi
üstüne yaşamın serdiği perdeyle
geliyor ipi kadın, inceldiği yere
acısını asıyor ve bakıyor üstünden
perdenin: evreni beyazlarcasına
kirleniyor çamaşırı işçinin
sonra yıkıyor onları karısı ve asıyor
kendisini de asarak aynı çamaşır
ipine. içi kirli su dolu çamaşır
leğeni kalıyor geride. bir de umudunu
kağıttan bir gemiye yükleyen
ve suda yüzdüren çocuk
üstüne yaşamın serdiği perdeyle
geliyor ipi kadın, inceldiği yere
acısını asıyor ve bakıyor üstünden
perdenin: evreni beyazlarcasına
kirleniyor çamaşırı işçinin
sonra yıkıyor onları karısı ve asıyor
kendisini de asarak aynı çamaşır
ipine. içi kirli su dolu çamaşır
leğeni kalıyor geride. bir de umudunu
kağıttan bir gemiye yükleyen
ve suda yüzdüren çocuk
2002 de mayıs yayınları tarafından şubatta saklambaç adlı şiir kitabı yayınlanmıştı. kitabìn şiir ile ilgilenenlerin kütüphanesinde yerini alması gerektigin düşündüğüm şair..
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?