ikrah getiren durum ve devamındaki koşarak uzaklaşma isteği.
sultanahmette,meşhur sultanahmet köftesi yenir, arkasından bir irmik helvası gelir helva gelir sen gidersin zevk deryalarına doğru.şekeri fıstığı sıcaklığı imtina isteyen bir tatlıdır,öyle her elden çıkmaz.
sen ne istersen olur ne istediğinin önemi yok iste gerisine karışma,istediğini belirtmen için evrene ayar ver ve bekle bak göreceksin nasılda armut piş ağzıma düş oluyor,gibi birçok noktasında destursuz atan,lakin kendini sevme merkezli bakmanın hayatın kangren anlarına iyi geldiğini anlatması bakımından faydalı, hayatı sev otu sev kuşu sev olmadı beni sev yaklaşımındaki popülist kitaplardan daha kalifiye bir dille insan psikolojisini anlatan eser. vizyona girmesi beklenmeyen lakin ev sinemasında izleyebileceğiniz filmi de mevcut.izledik ferahladık lokal olarak.bir film izledim hayatım değişti kıvamlı hassas bünyeleri coşturabilir aman dikkat.
tıka basa cerahat dolu bir mevzudur, örtbas edildikçe büyür büyüdükçe kanlanır. hayat içerisinde tezahürüne izin verilmemesi çekince duyulması,konunun vahamiyetini "sinema" yoluyla anlatmaya çalışan yönetmenler doğurmuştur.
demogoji kokar,beklentileri anlatmak için yanlış bir yöntemdir ebeveyn adına.lakin anlatamazsın kültürel mirasıdır terkedemez.
ara sıra mix yemek tarifleri esnasında kendini kaybettiğini düşünsem de-bir dilim ekmeğe pilav sürün,üstüne şıra dökün,krem karamele bulayın yiyin bakın ımmmmf nefis dercesine tozuttuğu tariflerden bahsediyorum-inanılmaz donanımlı ve geniş yürekli bir insan olduğunu her hafta her cümlesinde bir kez daha teyid ettiğim müthiş kalem.
genel homurdanma ve hoşnutsuzluk halinin kitleyi bileğe kuvvet entry girmeye yöneltmesi de ilginç olsa gerek dediğim tesbit.
çikolatayla akla gelen herşeyi yapmaya and içmiş çikolata markasıdır,kapı kolundan tutunda kroşeye kadar çikolatadan icraatlar yapmıştır neredeyse(biraz mübalağanın kimseye zararı olmaz)tadı tahmin edersin ki harikadır.özellikle alışveriş mağazalarında konuşlanan bayileri mevcuttur.
özellikle sütlü tatlılarda tadının hemen hemen hiçbir tatlıcıyla kıyaslanamadığı,işin sırrının başka ustalarda olduğu gibi usta sırrı olduğu babadan oğula devir halinde varlığını sürdüren sütlaca kazandibine kafa göz daldığın tatlıcı.
birçok bayiliği olan,türkiye’de tatlı-pasta klasmanında açık ara önde bulunan,binbir çeşit pasta seçeneğiyle müdavimlik yaratan,özsütün aynası adlı pastasıyla yurt dışında birincilik ödülü alan, gidilmesinde ve pastaların yenilmesinde hayır olan pastahane.
sürüyü bir arada tutan koyunların meşum yakınlıklarıdır,bu yakınlık sürücek arkasından koştukları kişi fikir meta yada soyutun anlamını bilmelerini gerektirmez,bilen bilmeyene anlatsından ziyade bilen olsada beraberiz olmasa da zemininde solur giderler.
kişilik bölünmesine delalettir aynı anda iki kişiye tek kişiden bir tane daha vardır biri birineden toplarsak tamamı sekiz ediyor,aşktan geçilmiyor ortalık.
filmden umduğunu bulamamakla birlikte -ki insan filmden ne umabilir dersen sadık bir sinemaseversen beklentilerin olmaya başlar azardan çoğara-üç beş kare yakaladı derken özellikle gus van santın bu az icraatla çok mana vermeye çalışması kasıntısından tam tabiriyle tiksindiğimi ekler öyle uzaktan değil kendi fikrin olsun izle derim.
şirinceden alındığı takdirde böğürtlen şarabı iyidir,meyve şaraplarının bir özelliği çok bekletilmeye gelmez o yönüyle üzüm şarabından ayrılır.
15 eylül 1894’te, paris’te doğdu. empresyonist ressam auguste renoir’in ikinci oğludur. 1913 yılında, d’aix-en-provence üniversitesi’nde felsefe ve matematik eğitimini tamamladı. önce süvari, sonra da hava kuvvetleri üyesi olarak orduya katıldı. birinci dünya savaşı’ndan sonra terhis olunca seramikçi olarak çalışmaya başladı. 1924’de sinema için seramikçiliği terk etti. 1930’lu yıllarda çoğu toplumsal ve siyasal konular üzerine olan, aralarında bir kaç başyapıt da bulunan filmler çekti. 1939 yazında visconti’nin asistanlığı ile la tosca’yı filme aktarmak amacıyla roma’ya gitti. ama haziran 1940’da italya, fransa’ya karşı hitler saflarında savaşa girince, zaten solcu eğilimleri olan renoir abd’ye iltica etmek zorunda kaldı. orada birbiri ardına filmler çekti. 1951’de hindistan’da, ilk renkli filmi, "the river"ı gerçekleştirdi. son filmlerinden le caporal épingle’de büyük yanılsama’nın temalarını kara bir mizahla işledi. renoir’in aktif sinemacılık yaşamı, 1969 yılında fransız televizyonu için yaptığı bir dizi kısa filmle sona erdi. bunun ardından güney kaliforniya’ya çekildi. 1975’de meslek yaşamındaki başarısı için onur oscar’ına layık görüldü. 1977’de legion d’honneur nişanı aldı. uzun bir hastalığın ardından 12 şubat 1979’da beverly hills, kaliforniya’daki evinde öldü.
bilginin tamamını avrupa filmleri sitesinden kopyala yapıştır yaptım,biyografisini bende yeni okumuş bulundum.
bilginin tamamını avrupa filmleri sitesinden kopyala yapıştır yaptım,biyografisini bende yeni okumuş bulundum.
1934 yapımı nasıl anlatacağımı bilemediğim jean renoirin başrolde oynadığı enfes yapım,fransanın o tarihteki yaşamı, insanı okadar bize benziyor ki izlerken heran eskilerden tanıdık bir yüz göreceğinizi düşünüyorsunuz.kadın üzerine savaşlar dünyanın kuruluşundan beri var demenize yol açacak ben kefilim.
etrafınızda bulduğunuz ilk velede izletin,çocukların hayalgücüne dair güzel ayrıntılar var içerisinde.film bi noktada tepetaklak ediyor andan ibaret olsada.hangi nokta izle gör.
alcoholic le birlikte bir ona bir buna bir ona şeklinde güzel bir menü oluşturan şahane starsailor parçası.
kalabalıklar içinde yalnızları öyle bir konuşturur ki ayakta alkışlayasın gelir,aynı kıvamda birde örselenmiş kadınları çizer yazar öyle böyle değil,seviyoruz uzundur.
bu hafta;
ağaca yaslanmış kafada huni bir deli, elde bir kitap kitapta şöyle bir başlık,"on adımda on iki adım"!
ağaca yaslanmış kafada huni bir deli, elde bir kitap kitapta şöyle bir başlık,"on adımda on iki adım"!
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?