bogurtlenlisi tavsiye edilir. biraz sekerli gelebilir ilk basta ama moldova sarabi kadar sert/tatli degildir.guzel bir aromasi vardir.
evrenin varolusunu sorgularken akla takilan bir sorudur. zaman zaman da sarabi fazla kacirinca sorulur ki en makbuludur. zira zaten olmus bitmis birseyi sorgulamanin da luzumu yoktur. ha begenilmiyor olabilir bu yeryuzu, iste bu noktada en iyisi gul rengi saraptir...
hem komik hem acinasi bir durumdur. yolun ortasinda laf yediginizde agzindan cikanlari kulagi duymayanin arkadasiniz oldugunu anladiginiz an itibari ile komiktir, gulersiniz. ve fakat sonradan ben bu salakla nasil arkadas oldum ya, adam arkadasini tanimiyor laf atiyor diye kendi kendinizi yer, "arkadas"iniza da haliyle salakligi nedeniyle acirsiniz.
sevince pek islemeyen hissiyat uclusudur. icinizdeki sesin onune gecemeyen etkisiz elemanlardir ki normal zamanlarda insanoglunun en cok ihtiyac duydugu ucludur. ayryca issiz bir adaya dusulmesi durumunda insanin yanina almasina luzum yoktur.
ben onun ipini saldim, allah nasil biliyosa oyle yapsin demek.
oyun bozan anlaminda kullanilir. mizikcilarla oyun oynanmaz hele yola hic cikilmaz.olur olmadik yerde ariza yaratirlar.keyfinizi kacirirlar.cinsiyeti farketmez, unisex. ama tehlikeli tiplerdir.
eski hali daha enerjikti ama bu hali ile daha orjinal olmus.
kas yapayim derken goz cikarmak olarak da ifade edilebilir ki cok duz mantik olur, eril davranisa kacar.kalp kirmadan yol almak olarak ifade edebiliriz ya da cok buyuk hayallerin pesinden giderken, kucuk sevincleri yok etmeye degmez gibi.hani o hayaller elinde patlarsa, kucuk sevinclerini bile yitirirsin gibi daha iyi bir ifade.
postmodern gencligin yeni sukse metodu. ama hosuma gitti benim bu is.
kriz 3 kez olur.ondan sonrasi olumdur zira. bizim ulkemizde gerceklesenler kriz degil, sacmaliklar silsilesi olarak adlandirilabilen, isini bilmez cavuslarin yonettigi ve uydurdugu ekonomi politikalarinin aslinda politika olmayisi sonucu meydana gelen agir sakarliklardir. etkisi uzun yillar gecmeyecek, pembe tablolar cizilmesine ragmen kusaklarin canini yakacaktir.
ben zavalliyim anlamina gelir.
olmasa mektubun, yazdiklarin olmasa:
sozunu tutmus sarkilar
yaziyla lanetli olanlarin yuzunde kocaman bir yara acilir, kurur.
dunyaya
yuzunu surerek sarilmaktan, sarildigin yerden yanmaktan olan. o yara
gorunmesin diye de gosterilebilir yuz, sonsuz kez cogaltir insan yuzunu
saklamak icin yarasini
en buyuk sirri saklayanlar, hic sirri yokmus, artik hic sirri kalmamis
gibi
gorunebilir bazen. oyle de davranilabilir, dunyaya karsi. buyuk ve
karmasik
bir numaradir bu; korunmak icin. aslinda sirri saklamak icin...
sonra insanlar kapali kutulari merak ederler mesela. kapaliysa kutu
acmak,
bakmak, gozleriyle didik didik etmek isterler ne var ne yoksa. bunu
biliyorsan mesela, baska bir numara bulursun kendini kilitlemek,
kutulari
didik didik ettirmemek icin. ortaya acik bir suru kutu birakirsin,
kolay
acilabilecek kutular veyahut. oyalansinlar onlarla. nasilsa omur biter
onlar
asil kutuya ulastiklarinda. cok cok, kolay acilabilen kutular
birakirsin
ortaya... eve giden yolu ekmek kirintilariyla isaretler gibi... yiye
yiye
yuruduklerinde ya doyarlar sandiklarindan da once ya da gece olur, sen
coktan gocmus olursun.
fotograflar, pozlar, yuz gorunmesin diye de verilebilir aslinda. o son
yuzune varamasinlar, bunlara baksinlar, seni o poz sansinlar diye...
seni
"zannedilen yuzler tarihine kaydetsinler", kaydettiklerini sansinlar
diye.
boyle zannedip rahatlasinlar, seni de rahat biraksinlar diye...
yazdiklarin olmasa...
"yazdiklarin olmasa, kim inanir?" aslinda. cd kapagina, icine,
ortasina,
yanina, obur yanina yuzunun parcalarini dagitmis bir adamin "kendini
gostermeye" calismadigina... yani yazdiklari olmasa. yaziyla
lanetlenmis bir
adam oldugu icin soz konusu olan, bu pozlar baska bir sey gibi geldi
bana.
ortaya acik kutular birakmak gibi geldi, "zannedilen yuzler tarihini"
oyalamaya calisan birinin sirrini saklama yontemi gibi. murathan
munganin
sarki sozlerini iyi muzisyenlerin yeniden yorumladigi "soz vermis
sarkilar"
albumunden soz ediyorum. ya da munganin yuz parcalarindan...
yaziyla lanetli olanlarin yuzunde kocaman bir yara acilir, kurur.
dunyaya
yuzunu surerek sarilmaktan, sarildigin yerden yanmaktan olan. o yara
gorunmesin, kaybolsun diye de gosterilebilir yuz, fazla fazla
gosterilebilir, cogaltabilir insan yuzunu sonsuz kez. meraklisina
binlerce
kapi serabi kurmak gibi...
olmasa mektubun
soz, yaralari bulusturmaya, birbirine dayamaya, kani kanla
iyilestirmeye,
serinletmeye yarar belki de. sarkilar ve sarkicilar listesine bakinca
da...
soz oyle bir kara merhem.
sarkilarla seslendirenler oyle eslestirilmis ki soz, sahibine verilmis
gibi.
soz, tutulmus gibi sanki. cunku elbette muslum gurses soylemeliydi
"olmasa
mektubun" sarkisini, terk edilmis, takatsiz sesiyle. cem karaca elbette
"goc
yollari", zerrin ozer elbette "daginik yatak", gulden karabocek "otel
odalari", sezen aksu elbette o dudakli dudakli sesiyle "sevgili" ama en
cok
aylin aslim "kimdi giden kimdi kalan", oyle acita acita... butun sik
fotograflar, sahane pazarlama teknikleri vesaire vesairenin arkasinda
olan
biten bu degil midir aslinda? yani bakilarak bulandirilmadan once,
baslangicta. yuzunu dunyaya dayamislarin, hic bahsetmeden "maruzattan"
ama
yaniklarindan bulmasi birbirini. goz goze gelmeden, sakin itiraf
etmeden...
son sarki bu yuzden mi o sarki?
"istersen hic baslamasin / bu hikaye eksik
kalsin / onca yaralarin ardindan..."
sonra:
"kac sevda gecse de yuregimden / bu yikintilari onaramazsin..."
on yil kadar once murathan mungani, cumhuriyet ankara burodan,
muhabirken,
muhtemelen bir "gorus" almak icin aradigimda, niye oyle aniden bir
acildiysak birbirimize, "istanbula gelmelisin" demisti. "cunku
ankarada
herkes cok terbiyeli. istanbulda bicaklar masanin uzerinde!" sonra
geldim.
evet murathan, bicaklar masanin uzerindeymis... ama bana masanin
altinda da
bicaklar oldugunu soyleseydin keske!
ece temelkuran
sozunu tutmus sarkilar
yaziyla lanetli olanlarin yuzunde kocaman bir yara acilir, kurur.
dunyaya
yuzunu surerek sarilmaktan, sarildigin yerden yanmaktan olan. o yara
gorunmesin diye de gosterilebilir yuz, sonsuz kez cogaltir insan yuzunu
saklamak icin yarasini
en buyuk sirri saklayanlar, hic sirri yokmus, artik hic sirri kalmamis
gibi
gorunebilir bazen. oyle de davranilabilir, dunyaya karsi. buyuk ve
karmasik
bir numaradir bu; korunmak icin. aslinda sirri saklamak icin...
sonra insanlar kapali kutulari merak ederler mesela. kapaliysa kutu
acmak,
bakmak, gozleriyle didik didik etmek isterler ne var ne yoksa. bunu
biliyorsan mesela, baska bir numara bulursun kendini kilitlemek,
kutulari
didik didik ettirmemek icin. ortaya acik bir suru kutu birakirsin,
kolay
acilabilecek kutular veyahut. oyalansinlar onlarla. nasilsa omur biter
onlar
asil kutuya ulastiklarinda. cok cok, kolay acilabilen kutular
birakirsin
ortaya... eve giden yolu ekmek kirintilariyla isaretler gibi... yiye
yiye
yuruduklerinde ya doyarlar sandiklarindan da once ya da gece olur, sen
coktan gocmus olursun.
fotograflar, pozlar, yuz gorunmesin diye de verilebilir aslinda. o son
yuzune varamasinlar, bunlara baksinlar, seni o poz sansinlar diye...
seni
"zannedilen yuzler tarihine kaydetsinler", kaydettiklerini sansinlar
diye.
boyle zannedip rahatlasinlar, seni de rahat biraksinlar diye...
yazdiklarin olmasa...
"yazdiklarin olmasa, kim inanir?" aslinda. cd kapagina, icine,
ortasina,
yanina, obur yanina yuzunun parcalarini dagitmis bir adamin "kendini
gostermeye" calismadigina... yani yazdiklari olmasa. yaziyla
lanetlenmis bir
adam oldugu icin soz konusu olan, bu pozlar baska bir sey gibi geldi
bana.
ortaya acik kutular birakmak gibi geldi, "zannedilen yuzler tarihini"
oyalamaya calisan birinin sirrini saklama yontemi gibi. murathan
munganin
sarki sozlerini iyi muzisyenlerin yeniden yorumladigi "soz vermis
sarkilar"
albumunden soz ediyorum. ya da munganin yuz parcalarindan...
yaziyla lanetli olanlarin yuzunde kocaman bir yara acilir, kurur.
dunyaya
yuzunu surerek sarilmaktan, sarildigin yerden yanmaktan olan. o yara
gorunmesin, kaybolsun diye de gosterilebilir yuz, fazla fazla
gosterilebilir, cogaltabilir insan yuzunu sonsuz kez. meraklisina
binlerce
kapi serabi kurmak gibi...
olmasa mektubun
soz, yaralari bulusturmaya, birbirine dayamaya, kani kanla
iyilestirmeye,
serinletmeye yarar belki de. sarkilar ve sarkicilar listesine bakinca
da...
soz oyle bir kara merhem.
sarkilarla seslendirenler oyle eslestirilmis ki soz, sahibine verilmis
gibi.
soz, tutulmus gibi sanki. cunku elbette muslum gurses soylemeliydi
"olmasa
mektubun" sarkisini, terk edilmis, takatsiz sesiyle. cem karaca elbette
"goc
yollari", zerrin ozer elbette "daginik yatak", gulden karabocek "otel
odalari", sezen aksu elbette o dudakli dudakli sesiyle "sevgili" ama en
cok
aylin aslim "kimdi giden kimdi kalan", oyle acita acita... butun sik
fotograflar, sahane pazarlama teknikleri vesaire vesairenin arkasinda
olan
biten bu degil midir aslinda? yani bakilarak bulandirilmadan once,
baslangicta. yuzunu dunyaya dayamislarin, hic bahsetmeden "maruzattan"
ama
yaniklarindan bulmasi birbirini. goz goze gelmeden, sakin itiraf
etmeden...
son sarki bu yuzden mi o sarki?
"istersen hic baslamasin / bu hikaye eksik
kalsin / onca yaralarin ardindan..."
sonra:
"kac sevda gecse de yuregimden / bu yikintilari onaramazsin..."
on yil kadar once murathan mungani, cumhuriyet ankara burodan,
muhabirken,
muhtemelen bir "gorus" almak icin aradigimda, niye oyle aniden bir
acildiysak birbirimize, "istanbula gelmelisin" demisti. "cunku
ankarada
herkes cok terbiyeli. istanbulda bicaklar masanin uzerinde!" sonra
geldim.
evet murathan, bicaklar masanin uzerindeymis... ama bana masanin
altinda da
bicaklar oldugunu soyleseydin keske!
ece temelkuran
turkiyenin en yetenekli muzik adamlarindan timur selcukun babasi.
milliyet gazetesinde kiyidanyazan sahsiyet. aslinda edebiyatci da diyebiliriz. hayatin kiyisinda durur. dili iyidir. okunmasi gerekir.bazen bu kadina milliyet te iyi yazdiriyorlar valla dedirtir.
(bkz: erkan ogur)
don kisotun sag koludur.
(bkz: sanhco panza)
ozellikle ilkokul doneminde onerilmesine ragmen, ben cocuguma o yasta omer seyfettin okutup ruhunu daraltamam. liseye baslamadan onceki yaz tatilinde ,turk edebiyatinin bu unlu yazarindan haberdar olsun diye belki bir tane kitabini okuturum.
(bkz: sokrates)
sokratesin uclu filtresi
eski yunanda, sokrates bilgiyi saklamasi sebebi ile saygideger bir un yapmisti. bir gun buyuk filozof yolda bir tanidigina rastladi ve adam ona dedi ki: "arkadasinla ilgili ne duydugumu biliyor musun?"
-"bir dakika bekle" diye cevap verdi sokrates. "bana birsey soylemeden evvel senin kucuk bir testten gecmeni istiyorum. buna uclu filtre testi deniyor.
-"uclu filtre?"
-"dogru" diye devam etti sokrates. "benimle arkadasim hakkinda konusmaya baslamadan once, bir sure durup ne soyleyebilecegini filtre etmek iyi bir fikir bence. uclu filtre testi dememin sebebini de birazdan anlayacaksin. simdi, birinci filtre: gercek filtresi. birazdan bana soyleyecegin seyin tam anlamiyla gercek oldugundan emin misin?"
"hayir" dedi adam. "aslinda sadece duydum ve..."
"tamam" dedi sokrates. "oyleyse sen bunun gercekten dogru olup olmadigini bilmiyorsun. simdi ikinci filtreyi deneyelim: iyilik filtresi. arkadasim hakkinda bana soylemek istedigin sey, iyi birsey mi?"
-"hayir, tam tersi..."
"oyleyse" diye devam etti sokrates, "onun hakkinda bana kotu bir sey soylemek istiyorsun ve bunun dogru olup olmadigindan emin degilsin. fakat yine de testi gecebilirsin. cunku geriye bir filtre daha kaldi: ise yararlik filtresi. bana arkadasim hakkinda soyleyecegin sey benim isime yarar mi?"
-"hayir, pek degil..."
"iyi" diye tamamladi sokrates. "eger, bana soyleyecegin sey dogru degilse, iyi degilse ve ise yarar degilse bana niye soyleyesin ki?"
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?