confessions

set me free

- Yazar -

  1. toplam entry 759
  2. takipçi 1
  3. puan 20010

gecenin sessizligi

set me free
sadece kalp atışlarını duyarsın.günün rutini içerisinde attığını farkedemezsin ama yastığa başını biraz gömünce hatırlarsın varlığını.arada bir bozulur sessizliğin çöp kamyonuyla,kedi miyavlamasıyla,bebek ağlamasıyla.kalp atışların normale döndüğünde derin birşey farketmişçesine irkilirsin.zaman ya da daha kısa anlatımıyla an senin kalbinin iki atışı arasında geçene verilen isimdir.anı anlamlı kılan asıl şey, gecenin sessizliğinde kendi kalp atışlarını dinlerken yaptıklarındır.

improbable

set me free
poker masasında başalayan kitap tüm bölümlerinde aynı şeyi ele almış.ilginç görüntüsüyle beraber pek de sıradan geldi bana.
ölme olasılığı,ölmeme olasılığı...
başından sonuna tek bir şey : her an ölebiliriz.

the seamonkey project

set me free
pek de başarılı olamamış, all-in-one (irc çet,tarayıcı,posta sunucu,html yorumlayıcı) anlayışlı mozilla önderliğinde oluşturulmuş projedir.
şöyle bir gözucuyla bilgi sahibi olunabilinir :

http://www.seamonkey-project.org/

ıssızlığın güncesi

set me free
ali cenap gök, evli, bir çocuk babası. işsizliğin ne olduğunu iyi biliyor, atılmışlığı da var, istifa etmişliği de.
son işi bir finans şirketindeydi, patronuyla tartıştı, istifa etti. ailesine söylemedi, söyleyemedi. oturup işsizliğinin güncesini yazdı.
şimdi yine iş arıyor. kim bilir belki yarın, belki.

salı sabahı her zamanki bulantılarımla uyandığıma şaşırmamıştım, el-yüz yıkama, tıraştan sonra sokağa çıkıp iskeleye kadar yürüdüğümde de değişmemişti bu duygu.
vapur, otobüs. işe vardığımda kafamda var olan, gelecek kaygısı taşıyan yüzlerce soruyla masama oturdum ve günlük işlerimi yapmaya başladım.
öğleye doğru, kahve arasında patronumla karşılaştım, önceden konuştuğumuz ve hakkında bir karara vardığımız bir soruna ilişkin hatırlatma yaptı.
kuşkucu bir acaba ile düşüne düşüne odama geldim, belgeleri yeniden gözden geçirdim, her şey istediği gibiydi. odasına gittiğimde, aklımdan geçmiyordu birazdan yapacağım şey:

söylediklerim, sorularına yanıtlarım hoşuna gitmemiş olacak ki, sesini yükseltmeye başladı. içimin derinliklerinden gelen sinir titremesine rağmen bir şey söylememek için tuttum kendimi,
tam arkamı dönüp, belgeleri tekrar gözden geçirmek için çıkarken -ki onun dışında herkes emindi söylediklerimin doğruluğuna- daha önce de söylediği ve dolayısıyla alışık olmam gereken
sözlerle sinirlerimi daha da zıplattı. masasına doğru dönüp e çıkarın o zaman siz de demem, onun getir istifanı yanıtı sanki başka zamanda, başka insanlar arasında yaşanıyordu.
hayır korku değildi bu, aylardır yapmayı düşündüğüm şey biraz zamansız da olsa gelip dayatmıştı kendini.

istifam bir dakika sonra masasına konduğunda kırık bir sesle güle güle dedi.
şimdi, daha önceden alışık olduğum işsizlikle ani ve beklenmedik bir şekilde karşı karşıyaydım. içim ? garip bir şekilde rahatlamıştım,
üzerimden büyük bir yük kalkmış gibiydi. hatta işyerindeki arkadaşların söylediklerine göre yüzüme renk gelmişti.
biraz sakinleştikten sonra aklıma tek soru takıldı kaldı: eve bu haberi nasıl vereceğim?
daha önceki işsizliklerim nedeniyle yaşanacakları biliyordum, gerildim. gerekli belgeleri imzalayıp eve yollandığımda hemen söylememeyi kararlaştırmıştım.
söylemedim de.

1. gün:

erkenden uyandım yine, tıraşımı oldum ama bu sefer takımlarım yerine blucin ve tişörtümü giyindim, sorarsa mazeretim hazırdı.
yine vapura yetişecekmiş gibi hızlı hızlı yürüdüm, gazetemi alıp iskeleye yönelmişken hatırladım, artık işsizim ve saat 07.43 itibarıyla yapacak bir şeyler bulmalıyım.
dönüp iki gazete daha aldım ve bir şeyler atıştırmak için arada sırada börek yediğim yere gittim. her zaman hızlı hızlı yediğim böreği yavaş ve sakince yiyerek gazetelere göz gezdirdim.
gündem zaten yoğundu, gazeteler günün yarısını kurtardı, hemen her satırına varana dek okudum hepsini. yanına gidip vakit geçirecek birilerini bulmalıyım.
kardeşim gibi saydığım onur’u aradım. evde. kapıda sarılıp merhabalaştık, soruyu geciktirmedi: -ağabey, hayırdır? -istifa ettim! -neden ağabey? -bildiğin nedenler!
sorular geldikçe içim sıkılıyor, bu eve de sorular olmasın diye gelmedim mi? onur gerildiğimi fark edip sustu, bir kahve yaptı, ondan, benden, hayattan, iki hafta önce kaybettiği babasından,
gelecek planlarından konuştuk uzun uzun. işten çıkış saatinde her zaman olduğu gibi 19.15 vapuruyla kadıköy’e geçtim. ne çok şey alışkanlık haline gelmiş,
otobüs, vapur, vapurdaki insanlar, neredeyse herkes yerli yerinde. vapur yanaştığında evi arayıp alınacakları öğrendim. evde, beklediğim soru geldi:

- neden bunları giydin?

- seans odalarına gittim, tanınmamam gerekiyordu.

oh, rahatladım, başka bir şey sorulmadı, huzurlu bir akşam yemeği yendi. erken kalkmış olmanın verdiği rehavet çöktü,
21.00 gibi yattım, ne de olsa yarın işsizliğimin ikinci günü.

2. gün:

ben evden çıkarken herkes uyuyordu. dükkânlarını yeni açmakta olan esnafa alışmak kaç gün sürecek?
parkta, kocamış ve şişman bir kedi sırnaştı bacaklarıma bütün şımarıklığıyla.
aldığım birkaç gazeteyi, ölüm ilanları dahil okuyup bitirdim, geride iki dergi kaldı.
hava hâlâ soğuk. sonuç itibarıyla yine işsizim, getireceği bir sürü sorunu nasıl alt edeceğimi biliyorum ve
fakat bu kedinin neden hâlâ bana sırnaştığını anlamış değilim.

yoksa, bu kediler, insanları seçiyorlar mı ?

bu sefer başka bir arkadaşı seçtim, kısa soru ve cevaplardan sonra işiyle baş başa bırakıp onun gazetelerine daldım.
soluklandığı zamanlarda aynı şeylerden konuştuk, farklı olan daha önce defalarca dile getirdiğim istifanın gerçekleşmiş olmasıydı.
arkadaşımın vay be helal olsun yüklü bakışlarıyla karşılıklı bir kutlama yapar gibiydik, kaygılarımı, pes etmeme ve kabullenmeme duygumu
zaten ikimiz de biliyorduk, o en azından anlıyordu ve bu beni rahatlatıyordu. akşam yine aynı saatte girdim eve,
yemekten sonra biraz televizyon izleyip yattım ve yine söylemedim işten istifa ettiğimi.

3. gün:

günler hızla birbirine benzemeye başladı. ne kadar çok şeyi otomatik bir şekilde yapıyormuşum.
yine hızlı adımlarla iskeleye iniş, yine gazeteler, yine vapurun gidişini seyretme, işli insanları işlerine yolcu etme.
bu hep bir yere yetişme duygusundan bıktım aslında, nasıl da çabuk yürüdüm iskeleden moda çay bahçesi’ne.
işyerindeki arkadaşlar özgeçmişimi yollamışlar birkaç şirkete, adıma konuşmuşlar, arayıp söylediler.
teşekkür edip telefonu kapatırken aklıma saçlarım takıldı. iki senedir özene bezene uzattığım ve artık toplayabildiğim saçlarımı kesmemi isterler mi acaba yeni iş görüşmecilerim?
gümüş yüzüklerim onlar için sorun olur mu, şirket prensipleri gereği? e hani ben vazgeçmiştim? hani ben artık kimse için çalışmayıp kaderimi mümkün mertebe kendi ellerime alacaktım? ne oluyor ya?

4. gün:

yine çay bahçesindeyim. iş görüşmeleri planlıyorum kafamda: -bakın ben 40 yaşındayım beyefendi/hanımefendi ve siz benim özel hayatımı mı işe alıyorsunuz, işimi mi?
acaba böyle bir şey söylemeye cesaret edebilecek miyim? günler giderek uzuyor mu ne?

5. gün:

hâlâ eve söylemedim işten istifa ettiğimi. bu evdekilere haksızlık gibi gelse de en azından dışarı sorgusuz sualsiz çıkıp kafamı dinleme olanağı sağlıyor.
bu sefer dört gazete alıp çıktım çay bahçesine. gazeteler bittikten sonra daha önce keyfiyetten başvurduğum işlerin sonucuna bakmak için bir internet kafeye gittim.
kafenin sahibi de arkadaşım, şaşırdı, bu saatte ne arıyordum orada, istifa ettiğimi söyledim, büyük bir tevekkülle sabır diledi, niyeyse.
akşam yine söylemedim, üç gün tatil var, bari bu üç gün de evde gerilim ve sorular olmadan geçsin.

bu akşam söyleyeceğim.
ailemin nasıl tepki vereceğini, nasıl tavır alıp ne suçlamalar yapacaklarını biliyorum.
bu kez hepsini karşılayacak gücü içimde hissettiğimden olsa gerek rahatım.
onlarla da baş edebilirim.

6. gün:

söyleyemedim. gazetelerde iş ilanlarına bakıyorum.

7. gün:

söyleyemedim.

alıntıdır.

spread my wings

set me free
thunderstone grubunun aynı isimli 2002 albümünden bir şarkı.

i’m standing in the shadows, all alone
memories running through my heart and soul
this is the time when i should leave or stay
the future and the past slips away
every night i wake up and hear your voice
i reach out for you but you’re not there
i close my eyes and i see you before me
now i know it’s time for me to leave

spread my wings and fly
fly so high
above all i used to be
now i’m alone but i’m free
spread my wings and fly
over mountains so high
and the wind it’s carrying me
where i want to be
it’s hard to find a reason, it’s hard to understand
why you’ve been pulled away far to neverland
still i hear your name calling my name
and i realize my life will never be the same

spread my wings and fly
fly so high
above all i used to be
now i’m alone but i’m free
spread my wings and fly
over mountains so high
and the wind it’s carrying me
where i want to be

thunderstone

set me free
ayrı ayrı her şarkısını dinlemekten keyif aldığım iyi bir power metal grubudur.finlandiya malıdır.
yeniden yorumladıkları şarkılarla ayrı bir yerleri vardır.

www.thunderstone.org grubun sitesidir.

a tribute to the priest

set me free
judas priest’in çok çok iyi tribute albümüdür.
içerik şöyledir :

1 annihilator - hell bent for leather
2 primal fear - metal gods
3 skid row - delivering the goods
4 witchery - riding on the wind
5 iced earth - screaming for vengeance
6 siebenbürgen - jawbreaker
7 hammerfall - breaking the law
8 benediction - electric eye
9 death - painkiller
10 silent force - all guns blazing
11 steel prophet - dreamer, deceiver
12 armored saint - never satisfied
13 therion - green manalishi
14 thunderstone - diamonds and rust
33 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol