ali cenap gök, evli, bir çocuk babası. işsizliğin ne olduğunu iyi biliyor, atılmışlığı da var, istifa etmişliği de.
son işi bir finans şirketindeydi, patronuyla tartıştı, istifa etti. ailesine söylemedi, söyleyemedi. oturup işsizliğinin güncesini yazdı.
şimdi yine iş arıyor. kim bilir belki yarın, belki.
salı sabahı her zamanki bulantılarımla uyandığıma şaşırmamıştım, el-yüz yıkama, tıraştan sonra sokağa çıkıp iskeleye kadar yürüdüğümde de değişmemişti bu duygu.
vapur, otobüs. işe vardığımda kafamda var olan, gelecek kaygısı taşıyan yüzlerce soruyla masama oturdum ve günlük işlerimi yapmaya başladım.
öğleye doğru, kahve arasında patronumla karşılaştım, önceden konuştuğumuz ve hakkında bir karara vardığımız bir soruna ilişkin hatırlatma yaptı.
kuşkucu bir acaba ile düşüne düşüne odama geldim, belgeleri yeniden gözden geçirdim, her şey istediği gibiydi. odasına gittiğimde, aklımdan geçmiyordu birazdan yapacağım şey:
söylediklerim, sorularına yanıtlarım hoşuna gitmemiş olacak ki, sesini yükseltmeye başladı. içimin derinliklerinden gelen sinir titremesine rağmen bir şey söylememek için tuttum kendimi,
tam arkamı dönüp, belgeleri tekrar gözden geçirmek için çıkarken -ki onun dışında herkes emindi söylediklerimin doğruluğuna- daha önce de söylediği ve dolayısıyla alışık olmam gereken
sözlerle sinirlerimi daha da zıplattı. masasına doğru dönüp e çıkarın o zaman siz de demem, onun getir istifanı yanıtı sanki başka zamanda, başka insanlar arasında yaşanıyordu.
hayır korku değildi bu, aylardır yapmayı düşündüğüm şey biraz zamansız da olsa gelip dayatmıştı kendini.
istifam bir dakika sonra masasına konduğunda kırık bir sesle güle güle dedi.
şimdi, daha önceden alışık olduğum işsizlikle ani ve beklenmedik bir şekilde karşı karşıyaydım. içim ? garip bir şekilde rahatlamıştım,
üzerimden büyük bir yük kalkmış gibiydi. hatta işyerindeki arkadaşların söylediklerine göre yüzüme renk gelmişti.
biraz sakinleştikten sonra aklıma tek soru takıldı kaldı: eve bu haberi nasıl vereceğim?
daha önceki işsizliklerim nedeniyle yaşanacakları biliyordum, gerildim. gerekli belgeleri imzalayıp eve yollandığımda hemen söylememeyi kararlaştırmıştım.
söylemedim de.
1. gün:
erkenden uyandım yine, tıraşımı oldum ama bu sefer takımlarım yerine blucin ve tişörtümü giyindim, sorarsa mazeretim hazırdı.
yine vapura yetişecekmiş gibi hızlı hızlı yürüdüm, gazetemi alıp iskeleye yönelmişken hatırladım, artık işsizim ve saat 07.43 itibarıyla yapacak bir şeyler bulmalıyım.
dönüp iki gazete daha aldım ve bir şeyler atıştırmak için arada sırada börek yediğim yere gittim. her zaman hızlı hızlı yediğim böreği yavaş ve sakince yiyerek gazetelere göz gezdirdim.
gündem zaten yoğundu, gazeteler günün yarısını kurtardı, hemen her satırına varana dek okudum hepsini. yanına gidip vakit geçirecek birilerini bulmalıyım.
kardeşim gibi saydığım onuru aradım. evde. kapıda sarılıp merhabalaştık, soruyu geciktirmedi: -ağabey, hayırdır? -istifa ettim! -neden ağabey? -bildiğin nedenler!
sorular geldikçe içim sıkılıyor, bu eve de sorular olmasın diye gelmedim mi? onur gerildiğimi fark edip sustu, bir kahve yaptı, ondan, benden, hayattan, iki hafta önce kaybettiği babasından,
gelecek planlarından konuştuk uzun uzun. işten çıkış saatinde her zaman olduğu gibi 19.15 vapuruyla kadıköye geçtim. ne çok şey alışkanlık haline gelmiş,
otobüs, vapur, vapurdaki insanlar, neredeyse herkes yerli yerinde. vapur yanaştığında evi arayıp alınacakları öğrendim. evde, beklediğim soru geldi:
- neden bunları giydin?
- seans odalarına gittim, tanınmamam gerekiyordu.
oh, rahatladım, başka bir şey sorulmadı, huzurlu bir akşam yemeği yendi. erken kalkmış olmanın verdiği rehavet çöktü,
21.00 gibi yattım, ne de olsa yarın işsizliğimin ikinci günü.
2. gün:
ben evden çıkarken herkes uyuyordu. dükkânlarını yeni açmakta olan esnafa alışmak kaç gün sürecek?
parkta, kocamış ve şişman bir kedi sırnaştı bacaklarıma bütün şımarıklığıyla.
aldığım birkaç gazeteyi, ölüm ilanları dahil okuyup bitirdim, geride iki dergi kaldı.
hava hâlâ soğuk. sonuç itibarıyla yine işsizim, getireceği bir sürü sorunu nasıl alt edeceğimi biliyorum ve
fakat bu kedinin neden hâlâ bana sırnaştığını anlamış değilim.
yoksa, bu kediler, insanları seçiyorlar mı ?
bu sefer başka bir arkadaşı seçtim, kısa soru ve cevaplardan sonra işiyle baş başa bırakıp onun gazetelerine daldım.
soluklandığı zamanlarda aynı şeylerden konuştuk, farklı olan daha önce defalarca dile getirdiğim istifanın gerçekleşmiş olmasıydı.
arkadaşımın vay be helal olsun yüklü bakışlarıyla karşılıklı bir kutlama yapar gibiydik, kaygılarımı, pes etmeme ve kabullenmeme duygumu
zaten ikimiz de biliyorduk, o en azından anlıyordu ve bu beni rahatlatıyordu. akşam yine aynı saatte girdim eve,
yemekten sonra biraz televizyon izleyip yattım ve yine söylemedim işten istifa ettiğimi.
3. gün:
günler hızla birbirine benzemeye başladı. ne kadar çok şeyi otomatik bir şekilde yapıyormuşum.
yine hızlı adımlarla iskeleye iniş, yine gazeteler, yine vapurun gidişini seyretme, işli insanları işlerine yolcu etme.
bu hep bir yere yetişme duygusundan bıktım aslında, nasıl da çabuk yürüdüm iskeleden moda çay bahçesine.
işyerindeki arkadaşlar özgeçmişimi yollamışlar birkaç şirkete, adıma konuşmuşlar, arayıp söylediler.
teşekkür edip telefonu kapatırken aklıma saçlarım takıldı. iki senedir özene bezene uzattığım ve artık toplayabildiğim saçlarımı kesmemi isterler mi acaba yeni iş görüşmecilerim?
gümüş yüzüklerim onlar için sorun olur mu, şirket prensipleri gereği? e hani ben vazgeçmiştim? hani ben artık kimse için çalışmayıp kaderimi mümkün mertebe kendi ellerime alacaktım? ne oluyor ya?
4. gün:
yine çay bahçesindeyim. iş görüşmeleri planlıyorum kafamda: -bakın ben 40 yaşındayım beyefendi/hanımefendi ve siz benim özel hayatımı mı işe alıyorsunuz, işimi mi?
acaba böyle bir şey söylemeye cesaret edebilecek miyim? günler giderek uzuyor mu ne?
5. gün:
hâlâ eve söylemedim işten istifa ettiğimi. bu evdekilere haksızlık gibi gelse de en azından dışarı sorgusuz sualsiz çıkıp kafamı dinleme olanağı sağlıyor.
bu sefer dört gazete alıp çıktım çay bahçesine. gazeteler bittikten sonra daha önce keyfiyetten başvurduğum işlerin sonucuna bakmak için bir internet kafeye gittim.
kafenin sahibi de arkadaşım, şaşırdı, bu saatte ne arıyordum orada, istifa ettiğimi söyledim, büyük bir tevekkülle sabır diledi, niyeyse.
akşam yine söylemedim, üç gün tatil var, bari bu üç gün de evde gerilim ve sorular olmadan geçsin.
bu akşam söyleyeceğim.
ailemin nasıl tepki vereceğini, nasıl tavır alıp ne suçlamalar yapacaklarını biliyorum.
bu kez hepsini karşılayacak gücü içimde hissettiğimden olsa gerek rahatım.
onlarla da baş edebilirim.
6. gün:
söyleyemedim. gazetelerde iş ilanlarına bakıyorum.
7. gün:
söyleyemedim.
alıntıdır.
ıssızlığın güncesi
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?