- nereye getirdin beni böyle? neresi burası?
- kelebek vadisi. hep anlatırdım ya. benim asıl mekan burası. nasıl güzel mi?
- evet çok güzel. iki sırdaş dağın arasına kucak açmış bir koy. nedir sende buranın karşılığı söylesene.
- burada dağlar “kocaman”, deniz “engin”, kelebekler “rengarenk”. ve tüm bunların insandaki karşılığı özgürlük. baksana şu dağlara. nasıl da müşfik ve koruyucular. insana nasıl da güven veriyorlar. adı bile babadağ…. ya şu denize ne demeli. sana doğru koşuyor adeta. tüm gizini açmış adeta seni davet ediyor kendine. doris day’in gülümsemesi gibi. ya bu kelebekler!.. rengarenk, canlı ve mütebessim. işte hepsi bu.
- peki, bu kadar övgü yeter. herhalde buraya beni kelebek vadisi’nin reklamını yapmak için getirmedin. asıl konuya geliver.
- asıl konu ruhi bey.
- a okudun demek. ne çabuk.
- irmak şiir diyorlar ama nil değil anlaşılan, olsa olsa göksu. pek vaktimi almadı. dün gece bir siteden buldum ve sabaha doğru okudum işte.
- eee… nasıl buldun ruhi bey’i? iyi miymiş?
- yok, benden klasik cevaplar bekleme. iyi mi, kötü mü bilmem ama sonuçta o bir insan ve dolayısıyla da bir alem. keşfedilmeyi, çözümlenmeyi, anlaşılmayı bekleyen ademciklerden biri işte. her yanından muamma ve bilmece akıyor.
- bu doğru. muamma ve bilmece. peki çözebildin mi bu ruhi bey denen bilmeceyi?
- kısmen.
- anlat öyleyse avucundakileri.
- öncelikle eserin tekniğinden başlamak lazım. bu türde bir şiiri ilk defa okuduğumu söylemem lazım. türk edebiyatında başka bir örneği var mı onu da bilmiyorum doğrusu. şiirin merkezinde bir “adam” var. bu adam, çocukluğuna, geçmişine dönüyor; daha doğrusu bilinçaltını eşeliyor ve bulabildiklerini, çıkarabildiklerini, hatırlayabildiklerini aktarıyor. bir yandan da, bu gizemli adamla bir şekilde vakit geçirmiş olanlar (çiçek sergicisi, meyhane patronu, garsonu, otel katibi, terzi yorgo, bir defa ilişkiye girdiği genelev kadını ve cenaze kaldırıcısı), kendi bakış açılarında anlayabildikleri, algılayabildikleri ölçüde anlatıyorlar adamımızı. böylece, hem içeriden, hem dışarıdan tanımaya başlıyoruz bu “tuhaf” kahramanı.
- evet, hem tuhaf, hem acınası, hem de sevimli değil mi?
- acıdığın için sevimli buluyorsun sen. neyse, ben kaldığım yerden devam edeyim. unutturma bana söyleyeceklerimi.
- tamam sustum, devam et.
- bu teknikle yazılan başka bir şiir bilmediğimi söylemiştim. ama bu teknikle yazılan birkaç roman okudum. mesela, abdülhak şinasi hisar’ın “fahim bey ve biz” romanı. bu romanda da, merkezdeki kişi o’nu tanıyanların dilinden nakledilir. böylece farklı açılarla ve deneyimlerle şekillenen dağınık bir portre geçer elimize. elimizdeki dağınık parçaları birleştirme işini de yazar biz okurlarına bırakıyor.
- bir nevi puzzle gibi.
- evet, aynen öyle. puzzle gibi. şunu ekleyeyim unutmadan: fahim bey, sıra dışı bir tiptir fakat bu sıra dışılıkta “toplumsal bir muhalefet bilinci” yoktur.
- ruhi bey’de bu bilinç var mı?
- elbette var. ruhi bey’in kendini toplumdan soyutlaması, adeta yaşamıyor gibi yaşaması, hep bir bilincin ürünü. bilerek yapılan bir tercih ruhi bey’inki. bir nevi isyan. ben bu hayatı kabul etmiyorum ve kabul etmediğim hayatta rol almak istemiyorum diyor adamcağız tüm varlığıyla. toplumun tüm kurallarına tek başına ve hayatını ortaya koyarak karşı duruyor. bir yönüyle idealist, bir yönüyle nihilist, bir yönüyle de anarşist bir tutum onunki.
- ya fahim bey?
- fahim bey sadece hayalperest. sevimli bir oyuncak sadece o. bu dünyada böylesi insanlar da varmış diyeceğiniz türden zavallı bir kişi. ama o da bir “loser” sonuçta ruhi bey gibi.
- ruhi bey’in ki bile bile lades durumu galiba. fahim bey ise daha bir “çocuksu”. ne yaptığının farkında olmayan bir çocuk.
- çok doğru bir tesbit. dinleyen anlatandan arif olsa gerek derler.
- peki başka roman var mı bu teknikle yazılan?
- aklıma bundan başka aziz nesin’in “tatlı betüş” geliyor. teknik olarak benzeşmelerinden ziyade içerik olarak da iki tip arasında yakınlıklar vardır. tatlı betüş, küçük yaşta bir yakınının tecavüzüne uğramıştır ve bu onda, hayatı boyunca erkeklere ve insanlara karşı hiç bitmeyen bir kin tohumunun yerleşmesine neden olur. bu açıdan, tatlı betüş’e ruhi bey’in kadın versiyonu diyebiliriz. ruhi bey’de, sen de biliyorsun ya, üvey annesinin cinsel tacizine uğrar limonlukta.
- peki, bu olayın ruhi bey’in ruhi bey oluşundaki etkisi ne sence? her şeyin düğüm noktası o limonlukta yaşananlar mı?
- hayır. bence değil. üvey annesinin cinsel tacizine uğraması, ruhi bey’in trajedisinin ana faktörü değil ama kuvvetli bir tetikleyicisi. üvey annesi ona o “kötülüğü” yapmasaydı bile, ruhi bey, burjuva hayatına karşı yine tavır takınacak ve yine şiir boyunca tanımaya çalıştığımız ruhi bey olacaktı.
- şunu bir özetleyelim. kim bu ruhi bey kısaca?
- ruhi bey, toplumdan kendini bile bile dışlayan insan. özgürlüğünü kendini toplumdan soyutlamakta bulan bir tip. geçmişinde yaşadıkları (=cebindeki ölüler) o’nun bütün hayatını etkilemiş. bir ayağı geçmişinde olduğu için, bugününü mahvetmiş ve yarını da olmayan biri.
- var mı bir örneğin? ama romanlardan değil, gerçek hayattan…
- hani bir sanat müziği sanatçısı vardı ya… adam, eşsiz besteler yaptıktan sonra, üç-dört metrekarelik bir çöp evde tek başına yaşamaya başlamıştı. saçı sakalı birbirine karışmış, pislik içinde. paparazziler her yıl hacca gider gibi bu adamın yanına gidiyorlar, bi dolu malzemeyle dönüyorlardı. “dön eski hayatına, seni sevenler var, yeniden besteler yap falan” diyorlardı. adamcağız en sonunda ikna oldu ve yeniden eski hayatına döndü. saçını sakalını kesti, temiz giysiler giyindi. sonra ne oldu bilmem. belki paparazziler kendilerine kızıyorlardır. amma salak adamlarız iyi kötü bir malzememiz vardı, onu da kendi elimizde yok ettik diye.
- ruhi bey’in topluma yabancılaşması ile bu adam arasında benzerlik mi kuruyorsun?
- evet, çok benziyor. ruhi bey vakası “burjuva hayatından tiksinmesinin” sonucu. sözünü ettiğim ve adını hatırlayamadığım sanat müziği sanatçısının ana meselesi de bu zaten. mücadele etmiyorlar ama kaçıyorlar. bu da bir tür kabullenmeme biçimi.
- peki ya ruhi bey’in edip cansever’le ilintisi?
- bilinemez ki bu sorunun cevabı. edip cansever, sadece kendi hayatından, kendi bilinçaltından damıttıklarıyla mı bu şiiri kotarmış, yoksa başlı başına kurgusal bir kahraman mı yaratmış, bilemeyiz.
- bir de bu şiirin oyunu oynanmış galiba.
- ya, hiç sorma. acıma parmak bastın. uğur polat’ın (ki kendisini ne çok takdir ederim) ruhi bey’i canlandırdığı oyunu seyretmediğime ne kadar yandım bilemezsin. bu oyunları da kaçırırsak büyük şehirde hele başkentte yaşamanın ne anlamı kalır ki! şu tiyatroya gitmeyi bir huy edinemedim kendime. oysa ben tiyatro oyunu okumayı ne çok severim. sanki gereksiz tasvirlerden arındırılmış sadece diyaloglarla sınırlandırılmış roman gibi. “romanın kılçıksız halidir tiyatro oyunları” bence.
- romanın kılçıksız hali. ay, ben bunu not alayım. kendimin diye satarım arkadaşlar arasında. havam olur.
- işine yarayacaksa ben de çok laf var. ama ucuza vermem bilesin.
- bak sen. anjel’e bakan ruhi bey gibisin şu an. burası çok ıssız zaten. içimi ürküntü bastı.
- yok daha neler.
- bırak şimdi. bütün erkekler aynı değil mi sonuçta.
- belki ben değilimdir.
- bir deneyelim istersen.
- pekala dene.
- bu şiirde en çok aklında yer eden üç mısrayı düşün. düşündün mü?
- evet, düşündüm.
- şimdi bana dürüstçe cevap ver. bu üç mısradan biri, meyhane patronunun kadınlar için söylediği sözler değil mi?
- evet haklısın ama orası şiirin en komik yeri. akılda kalmayacak gibi de değil hani. dinlesene şu mısraları:
kim ne derse desin kadınlara düşkünüm
ne yapayım öyleyim
kadın dendi mi sanki ben
vişneli bir dondurmayı durmaksızın yalarım.
- neyse bahsi ben kazandım bak. sonuçta siz erkekler hep aynısınız. şiire bile şeyinizi sokmadan edemezsiniz.
- bu yargı ağır oldu ama neyse misafirimsin sonuçta. sana “da” kızacak değilim ya. neyse şiirden başka bölümler de okuyalım istersen birlikte. vadide şiir okumak, o sokakta şiir okumaya benzemez. buranın havasında bile şiir fonu var baksana.
- öyle haklısın. oku bakalım.
- direk ruhi bey’i tanımlayan mısraları okuyacağım. böylesi daha iyi sanırım.
bütünüyle bir semte benziyor ruhi bey
binlerce, onbinlerce kedinin hep birden kımıldandığı
kedilerle örülmüs bir semte
ve soğuk bir tuvalde yerini bulamamış renkler gibi
soğuk ve ayakta tutan çelişkileri
bir görünümden bir başka görünüme kolayca sıçranan
her şeyin ama her şeyin çok dıştan fark edildiği
eh belki de bir satır fazlalığı ya da bir satır eksikliği
belki de genç bir sairden ödünç alınan.
yürüyor mu, yürümeyi mi düşünüyor ruhi bey
düşünmesi mi daha sonra koyuluyor yola
nereye gidecek ama, nereye varacak sanki
yoksa bir oyun tadı mı buluyor bunda
oyundan atılmaktan korkmayan bir oyuncu gibi.
boş vermiş de sanki oyunun kurallarına
üstelik son bölümde, perdenin kapanmasına
azıcık vakit kalmış
ya da vakit var daha ama ne çıkar
gövdenin yazgıya baş kaldırması mı
ruhi beyin başkaldırması mı yoksa
- çok güzel. meyhane patronunun tanımlaması da hoş. onu da ben okuyayım.
- lütfen.
- pekala.
bu meyhaneyi yirmi yıldır işletirim
doğrusu ruhi bey gibisini hiç görmedim
mısırçarşısında baharatçı dükkanları vardır, bilirsiniz
ruhi beyi ben o dükkanlara benzetirim
binlerce şeydir çünkü ruhi bey
nanedir, ada çayıdır, zencefildir
bu çevrede herkes onu tanır
bana sorarsanız tanımaz
şöyle ki, bir ayakkabı çivisi gibi kendine batar
şarabıyla batar, uykusuzluğuyla batar
gülmesi hüznüne
konuşması susmasına batar.
- vadide hava iyice soğudu. bırakalım istersen. uykum geldi. hem senin de sabah işin var biliyorum.
- pekala. fakat şunu söylememe izin ver. iyi ki bu şiiri okumama sebep oldun. sen olmasan hiç tanımayacaktım ruhi bey’i.
- eh peki, en başta sordum söylemedin, şimdi söyle bari. ruhi bey nasılmış?
- iyiymiş, hem de çok iyi!..
edip cansever – “ben ruhi bey nasılım?”, şiir, istanbul, 1976.
not : edip canseverin "ben ruhi bey nasılım" isimli şiir kitabı, halen piyasada "şairin seyir defteri" isimli şiir kitabının içinde yer almaktadır. bu güzel şiiri okumaya heveslendirdiklerim varsa ve güzelim paracıklarına kıyıp şiir kitabı alamıyorlar veya almak istemiyorlarsa, bu şiirin tamamını şu linkten okuyabilirler:
http://epigraf.fisek.com.tr/index.php?num=17.
ben de öyle yaptım netekim!
http://www.blogcu.com/butterflyvalley/1027109/