yazar sayısına oranlamak gerekirse sözlük genelinin %80 inin gerçekleştirdiği eylemdir.konuyla alakalı boş bkz.ı bir diğer yazarın hürmetli elleri için sayfaya salan kısmımızın yanı sıra, başlıkla tamamen alakasız dönemin esprisini taşıdığını düşündüğüm bkzlar ortalıkta kol gezmektedir.
örnek vermek gerekirse;
başlık:içim süt içmek
"bkz:içim sensin sütte sana girsin" hatta abkz:puhahaha
şimdi bu bkzı kim alsın? ne yazsın? hangi yazar kalksın "millet buna çok güler lan" zihniyetiyle onu ukde versin? sonra gelsin tartışmalar,gitsin ayarlar...yok; "senin sözlüğe katkın mı var lan", "sen yazar mısın ki" ler...buraların meşhur bir bkz.ı var dı...ney di o? heh tamam;
(bkz: ilk taşı günahsız olanınız atsın)
tamamiyle görüntü kirliliğine ve sözlük içerisinde gerginliklere yol açan ukde sorununa çözüm taşıyabilecek nitelikte kampanyadır.hangi ukdeyi kimin verdiği diğer yazarlar tarafından görüldüğü sürece, kişi bazı müstehcen uzuvları doğrultusunda ukde vermeyecektir sanırım.ki o tarz ukdeleri verebilecek kadar sapık bir beyin altına kalkıp adını yazabilir mi o da bilinmez.ukde sistemi kullanan diğer sözlüklerde yaşanan sıkıntılar nedeniyle gizem perdesi kaldırılmış,ortalık makineden yeni çıkmış temiz çamaşır haline gelmiştir.tabiiki sorunlu ukde verenlerle yönetim ilgileniyor fakat bu durum o ukdeleri sol framede görüp midemizin bulanmasını tam anlamıyla engellemiyor.ukdelerin bulunduğu yerde kişilere birebir isim yazılarak bile ukde verilebiliyor.örn:"darth sidious un çükü sorunsalı"bu nasıl bir ukdeci ben merak etmekteyim.sözlük içerisinde ciddi cinsel problemler yaşayan kişiler ukde butonunun faal hale gelmesiyle teker teker dökülmüştür.bu sözlük herşeyden öte 13 yaşında bir yazara bile sahip..."bu soruna bir çözüm bulmanın zamanıdır" ukalalağını yapar muque.
(bkz: özgür kız)
...sis kalkarsa bunu herkes anlayacak,
sınırın hep öte yakasındaydın sen
hiç avcı olmadın, hiç elin kana bulanmadı...
dizelerinin beni benden aldığı cezmi ersöz bunalımıdır...
sınırın hep öte yakasındaydın sen
hiç avcı olmadın, hiç elin kana bulanmadı...
dizelerinin beni benden aldığı cezmi ersöz bunalımıdır...
(bkz: bilgiçlerin şiir kitapları)
özdemir asaf şiiridir;
daha gidilecek yerlerimiz var
şu sohbetini dinler gideriz
coştukça şarkılar, türküler, sazlar
rakı mı, şarap mı, içer gideriz
geçse de umudun baharı yazı
gözlerde kalıyor yaşanmış izi
kimseler kınamaz burada bizi
ne varsa hesabı öder gideriz
söyleyecek sözü olan anlatsın
isterse içine yalan da katsın
yeter ki kendinden, bizden söz etsin
yalanı doğruyu sezer gideriz
neler gördük neler bu güne kadar
daha gidilecek yerlerimiz var
bizi buralarda unutamazlar
kalacak bir türkü söyler gideriz
sevgiye var olduk sevdik sevildik
kavgalara girdik öldük dirildik
bir anlam fırını icinde piştik
anlamlı güzeli sever gideriz.
daha gidilecek yerlerimiz var
şu sohbetini dinler gideriz
coştukça şarkılar, türküler, sazlar
rakı mı, şarap mı, içer gideriz
geçse de umudun baharı yazı
gözlerde kalıyor yaşanmış izi
kimseler kınamaz burada bizi
ne varsa hesabı öder gideriz
söyleyecek sözü olan anlatsın
isterse içine yalan da katsın
yeter ki kendinden, bizden söz etsin
yalanı doğruyu sezer gideriz
neler gördük neler bu güne kadar
daha gidilecek yerlerimiz var
bizi buralarda unutamazlar
kalacak bir türkü söyler gideriz
sevgiye var olduk sevdik sevildik
kavgalara girdik öldük dirildik
bir anlam fırını icinde piştik
anlamlı güzeli sever gideriz.
bir özdemir asaf şiiridir.şöyle ki;
unutmak mı, delisin,
gitmesem de bekler orada deniz.
gelirsem bilmelisin
benim beklememdir burada deniz.
gitmek gibi geleceğim
denizin delisine.
delinin denizi gibi,
o ne kadar giderse.
unutmak mı, delisin,
gitmesem de bekler orada deniz.
gelirsem bilmelisin
benim beklememdir burada deniz.
gitmek gibi geleceğim
denizin delisine.
delinin denizi gibi,
o ne kadar giderse.
bir cezmi ersöz bunalımıdır;
ellerinden utanıyorsun.
benim umutlu olmaktan utandığım gibi...
gösterişli bir vitrin gibisin.
ağladığını bir tek sen biliyorsun
ağladıkça daha da ışıldıyor sahipsiz güzelliğin.
bense hep yoldayım. evim hiç olmadı. kaçıyorum...
sahipsiz güzelliğin verdiği acıdan kaçıyorum.
kaçmaktan kaçıyorum.
hiçbir şey istemiyorum.
belki utandığın ellerini sadece...
ellerin vitrinin dışında, nasıl da masum sıcak.
alışmamışım mutlu olmaya ben,
ellerini vitrine koyup, kendimden kaçıyorum
ellerinden utanıyorsun.
benim umutlu olmaktan utandığım gibi...
gösterişli bir vitrin gibisin.
ağladığını bir tek sen biliyorsun
ağladıkça daha da ışıldıyor sahipsiz güzelliğin.
bense hep yoldayım. evim hiç olmadı. kaçıyorum...
sahipsiz güzelliğin verdiği acıdan kaçıyorum.
kaçmaktan kaçıyorum.
hiçbir şey istemiyorum.
belki utandığın ellerini sadece...
ellerin vitrinin dışında, nasıl da masum sıcak.
alışmamışım mutlu olmaya ben,
ellerini vitrine koyup, kendimden kaçıyorum
kusursuz cezmi ersöz bunalımıdır;
duydum ki yine umudunu kesmişsin insanlardan,
dostluklardan... duydum ki yine acımaya başlamışsın
kendine...
yolunu kimselerin bilmediği, bilmek de istemediği
sevginin o hayal ülkesinde birilerini beklerken çok
üşümüşsün...
insan ancak kendisine sevgili olabilir, diyormuşsun.
şimdi artık yollarda ve binbir hayalin peşinde
sürüklediğin ve yıprattığın sevgine minnet borcunu
ödeyecekmişsin...
acıyan sevgini şımartacak, onu örtülere saracakmışsın.
onu kendini güçlü ve korunaklı olduğunu hissetmediğin
hiçbir yerde ortaya çıkarmayacakmışsın...
sevgini yırtıcı bir kuş gibi yetiştiriyormuşsun.
en iyi savunmanın saldırı olduğunu ve yokolmamak için
yoketmek gerektiğini öğretiyormuşsun ona...
ona onu, sabırlar, merhametler ve inceliklerle değil,
hazlar, hayranlıklar ve kıskanç ilgilerle
besleneceğini vadediyormuşsun.
her gece uyumadan önce arkasında che guevera’nın resmi
olan aynanla konuşuyormuşsun: bir sen varsın önemli
olan, bir sen varsın gerçek olan... hem onca acıya
rağmen hala güzelim...
ve artık kendime yasaklıyorum başkalarına acımayı ve
hayatın acısını...
aynadaki nefesinin buğusunu görüyorum buradan.
gözlerinle gözgöze gelemediğim için tutup aynadaki
buğuyu öpüyorsun.
yaralı kendini öpüyorsun...
çekmeceden cüzdanının çıkarıp içindeki kredi
kartlarını seyrediyorsun zoraki bir hayranlıkla.
içinde sevgini sakladığğın kaleyi daha da
güçlendirmeyi geçiriyorsun aklından.
kredi kartlarını yalıyorsun dilinle ve onların zehirli
tadını içine akıtıyorsun.
bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen ölüm
çığlıklarına alıştırmak istiyorsun kendini böylece.
hem senden güçsüzlerin ölümü, hem bu ölümleri gizleyen
ve bütün katliamları anında temize çeken teknolojinin
zehirli tadı sarıyor şimdi sevginin yaralarını.
bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen
çocukların ve kimsesizlerin ölüm çığlıklarına
dayanamadığını hissettiğin anlar, senin için hayatta
sadece annenin babanın ve kardeşlerinin önemli
olduğunu söylüyorsun kendine ve akşam iş dönüşü onlara
hediyeler alarak evine dönüyorsun...
ve eskiden, sevgini bir kalenin ardına saklamadan önce
sadece kendi çocuklarını sevenleri kınadığını unutmak
içinse bu defa başkaları değil kendin kanatıyorsun
sevgini.
sonra küçük, tüylü bir köpek almak istiyorsun kendine.
köpegi severken, kucaklarken sana acımasızlık eden
dostlarının, seni sevginin o hayal ülkesinde yıllarca
bekletip düşlerini ve ömrünü çalan sevgililerin
yüzleri geçsin istiyorsun karşından.
onların yüzleri geçtikçe sahibin olduğun için senden
başka kimseyi sevmeyecek ve bağlanmayacak olan
köpeğine daha da sıkıca sarılmak istiyorsun, öpüp
koklamak.
kendini öper gibi, yaralı ve belki de artık hiç
iyileşmeyecek olan kendini.
hiç iyileşmeyeceğini artık kendinden bile
saklayamadığın böyle anlarda para kazanmak istiyorsun,
iş kurup daha çok para kazanmak.
böyle anlarda bir kalenin ardında gizlediğin herşeye
yanlışlarla dolu olsa da senden izler taşıyan tarihine
bile düşman oluyorsun.
seni bu hale getirenlerle bir olup bu belki de artık
hiç iyileşmeyecek yaralı kendini yoketmek
istiyorsun... sonra yorgun düşüyorsun... artık
dinlenmek istiyorsun. yarına daha dinlenmiş ve
korkularından kurtulmuş olarak uyanmak istiyorsun...
ve uykuya dalmadan önce vitrinlere bıraktığın
dalğınlığın geliyor aklına...kendine bir kez daha
acıyorsun ve bu yüzden pahalı bulup da almadığın
giysileri almaya karar veriyorsun.
bu pahalı giysiler sayesinde ilgilerin kölesi değil,
ilgilerin merkezi olmayı istiyorsun.
bu giysiler sayesinde sızlayan sevgilerini örtmek,
örtmek, örtmek istiyorsun. görünmez olmak istiyorsun.
oysa senin gemin camdan sevgili...
işte güçlü balığın güçsüz balığı yokettiği kanlı
denizin her tarafından seni görebiliyorum...
sadece ben değil dost düşman herkes uykuya daldığını
görebiliyoruz buradan.
çünkü senin gemin camdan sevgili.
sıkıntından yediğin tırnaklarının kenarlarını...
korkulu bir rüya gördüğünde birden silkinişini...
yaralı sevgini korumak için aldığın onca kötücül
karara rağman nasılsa hep masum kalan sayıklamalarını
görüp duyuyorum buradan...
kaleni ve kalenin ardında sakladığın yaralı sevgini.
boşuna saklama sevgini. senin gibiler hiç örtünemez
sevgili...
seni bu kanlı deniz ve düşmanların da dostların da
hemen tanır.
ya benzerini bulup gidersin buralardan.
ya da seni yokederler sevgili...
herkes gibi ve herşeyi bilerek yaşamaszın sen
senin gibiler örtünemez...
bu kanlı denizde senin gemin camdan sevgili.
duydum ki yine umudunu kesmişsin insanlardan,
dostluklardan... duydum ki yine acımaya başlamışsın
kendine...
yolunu kimselerin bilmediği, bilmek de istemediği
sevginin o hayal ülkesinde birilerini beklerken çok
üşümüşsün...
insan ancak kendisine sevgili olabilir, diyormuşsun.
şimdi artık yollarda ve binbir hayalin peşinde
sürüklediğin ve yıprattığın sevgine minnet borcunu
ödeyecekmişsin...
acıyan sevgini şımartacak, onu örtülere saracakmışsın.
onu kendini güçlü ve korunaklı olduğunu hissetmediğin
hiçbir yerde ortaya çıkarmayacakmışsın...
sevgini yırtıcı bir kuş gibi yetiştiriyormuşsun.
en iyi savunmanın saldırı olduğunu ve yokolmamak için
yoketmek gerektiğini öğretiyormuşsun ona...
ona onu, sabırlar, merhametler ve inceliklerle değil,
hazlar, hayranlıklar ve kıskanç ilgilerle
besleneceğini vadediyormuşsun.
her gece uyumadan önce arkasında che guevera’nın resmi
olan aynanla konuşuyormuşsun: bir sen varsın önemli
olan, bir sen varsın gerçek olan... hem onca acıya
rağmen hala güzelim...
ve artık kendime yasaklıyorum başkalarına acımayı ve
hayatın acısını...
aynadaki nefesinin buğusunu görüyorum buradan.
gözlerinle gözgöze gelemediğim için tutup aynadaki
buğuyu öpüyorsun.
yaralı kendini öpüyorsun...
çekmeceden cüzdanının çıkarıp içindeki kredi
kartlarını seyrediyorsun zoraki bir hayranlıkla.
içinde sevgini sakladığğın kaleyi daha da
güçlendirmeyi geçiriyorsun aklından.
kredi kartlarını yalıyorsun dilinle ve onların zehirli
tadını içine akıtıyorsun.
bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen ölüm
çığlıklarına alıştırmak istiyorsun kendini böylece.
hem senden güçsüzlerin ölümü, hem bu ölümleri gizleyen
ve bütün katliamları anında temize çeken teknolojinin
zehirli tadı sarıyor şimdi sevginin yaralarını.
bankamatikten her para çektiğinde kulağına gelen
çocukların ve kimsesizlerin ölüm çığlıklarına
dayanamadığını hissettiğin anlar, senin için hayatta
sadece annenin babanın ve kardeşlerinin önemli
olduğunu söylüyorsun kendine ve akşam iş dönüşü onlara
hediyeler alarak evine dönüyorsun...
ve eskiden, sevgini bir kalenin ardına saklamadan önce
sadece kendi çocuklarını sevenleri kınadığını unutmak
içinse bu defa başkaları değil kendin kanatıyorsun
sevgini.
sonra küçük, tüylü bir köpek almak istiyorsun kendine.
köpegi severken, kucaklarken sana acımasızlık eden
dostlarının, seni sevginin o hayal ülkesinde yıllarca
bekletip düşlerini ve ömrünü çalan sevgililerin
yüzleri geçsin istiyorsun karşından.
onların yüzleri geçtikçe sahibin olduğun için senden
başka kimseyi sevmeyecek ve bağlanmayacak olan
köpeğine daha da sıkıca sarılmak istiyorsun, öpüp
koklamak.
kendini öper gibi, yaralı ve belki de artık hiç
iyileşmeyecek olan kendini.
hiç iyileşmeyeceğini artık kendinden bile
saklayamadığın böyle anlarda para kazanmak istiyorsun,
iş kurup daha çok para kazanmak.
böyle anlarda bir kalenin ardında gizlediğin herşeye
yanlışlarla dolu olsa da senden izler taşıyan tarihine
bile düşman oluyorsun.
seni bu hale getirenlerle bir olup bu belki de artık
hiç iyileşmeyecek yaralı kendini yoketmek
istiyorsun... sonra yorgun düşüyorsun... artık
dinlenmek istiyorsun. yarına daha dinlenmiş ve
korkularından kurtulmuş olarak uyanmak istiyorsun...
ve uykuya dalmadan önce vitrinlere bıraktığın
dalğınlığın geliyor aklına...kendine bir kez daha
acıyorsun ve bu yüzden pahalı bulup da almadığın
giysileri almaya karar veriyorsun.
bu pahalı giysiler sayesinde ilgilerin kölesi değil,
ilgilerin merkezi olmayı istiyorsun.
bu giysiler sayesinde sızlayan sevgilerini örtmek,
örtmek, örtmek istiyorsun. görünmez olmak istiyorsun.
oysa senin gemin camdan sevgili...
işte güçlü balığın güçsüz balığı yokettiği kanlı
denizin her tarafından seni görebiliyorum...
sadece ben değil dost düşman herkes uykuya daldığını
görebiliyoruz buradan.
çünkü senin gemin camdan sevgili.
sıkıntından yediğin tırnaklarının kenarlarını...
korkulu bir rüya gördüğünde birden silkinişini...
yaralı sevgini korumak için aldığın onca kötücül
karara rağman nasılsa hep masum kalan sayıklamalarını
görüp duyuyorum buradan...
kaleni ve kalenin ardında sakladığın yaralı sevgini.
boşuna saklama sevgini. senin gibiler hiç örtünemez
sevgili...
seni bu kanlı deniz ve düşmanların da dostların da
hemen tanır.
ya benzerini bulup gidersin buralardan.
ya da seni yokederler sevgili...
herkes gibi ve herşeyi bilerek yaşamaszın sen
senin gibiler örtünemez...
bu kanlı denizde senin gemin camdan sevgili.
bir cezmi ersöz şiiridir;
meğer çoktan dökülmüş
aynalardan sırlar,
çoktan yayılmış kanser kokusu
apartman
boşluklarına
ve karanlık pencerelerde
eski bir çığlık gibi yaşıyormuş
kadınlar...
yoksa der miydim anneme
küstah bir
şaşkınlıkla,
bırak artık bu beklemeleri, diye
çünkü güzel günler geride kaldı,
beklenen o güzel günler
o da biliyordu oysa
bahtsız kadınlar kabilesinde
ölümün
sıradan günlere paylaştırıldığını,
felaketlerin basit sezgilerle farkedilip
yürek ağrılarını dindirdiğini.
nitekim vazgeçmişti artık
ipekli kumaşlar dikip
sakat süvariyi beklemekten...
konuştuk uzun uzun
-balolar, danslar, şenlikler ve
cumhuriyet...
sonra başını açmasını
söyledim ona
durdu... düşündü...
ve karanlık anlamları
bırakarak ardından
incecik bir yalnızlık gibi
sokaklara çıktı,
hatırladı kendini... ürperdi...
akşamdı... bizim gibi adamlar
haber verdi
ölüsünün mercan karakolu’nda
bekletildiğini.
başörtüsünü
ve amelelere harb-ı umumiyi
anlatan
sakat süvariyi kahveden aldım.
ne babamın polislere anlattığı
dokunaklı anılar,
ne de kirli deniz kokan
saçları tanık
oldu ölümüne...
onun ölümü ne kanser,
ne kocası,
ne komşular...
ölümü, elimde buruşturduğum
bu başörtü
bu baş... bu örtü...
bu baş... bu örtü...
bu baş... bu örtü...
meğer çoktan dökülmüş
aynalardan sırlar,
çoktan yayılmış kanser kokusu
apartman
boşluklarına
ve karanlık pencerelerde
eski bir çığlık gibi yaşıyormuş
kadınlar...
yoksa der miydim anneme
küstah bir
şaşkınlıkla,
bırak artık bu beklemeleri, diye
çünkü güzel günler geride kaldı,
beklenen o güzel günler
o da biliyordu oysa
bahtsız kadınlar kabilesinde
ölümün
sıradan günlere paylaştırıldığını,
felaketlerin basit sezgilerle farkedilip
yürek ağrılarını dindirdiğini.
nitekim vazgeçmişti artık
ipekli kumaşlar dikip
sakat süvariyi beklemekten...
konuştuk uzun uzun
-balolar, danslar, şenlikler ve
cumhuriyet...
sonra başını açmasını
söyledim ona
durdu... düşündü...
ve karanlık anlamları
bırakarak ardından
incecik bir yalnızlık gibi
sokaklara çıktı,
hatırladı kendini... ürperdi...
akşamdı... bizim gibi adamlar
haber verdi
ölüsünün mercan karakolu’nda
bekletildiğini.
başörtüsünü
ve amelelere harb-ı umumiyi
anlatan
sakat süvariyi kahveden aldım.
ne babamın polislere anlattığı
dokunaklı anılar,
ne de kirli deniz kokan
saçları tanık
oldu ölümüne...
onun ölümü ne kanser,
ne kocası,
ne komşular...
ölümü, elimde buruşturduğum
bu başörtü
bu baş... bu örtü...
bu baş... bu örtü...
bu baş... bu örtü...
cezmi ersöz şiiridir;
sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
ve biterken bir kahramanlık çağı
bu kanlı operayı seyrettiğim
alevlerle gölgelenmiş aynadan
kendime tutkun ayrılıyorum.
loş ışıkların altında
birbirlerine kırık dökük
aşk öyküleri anlatan
orospu mesihlerden geçerken...
bu artık son kez dokunuşum
akşamın parmak uçlarına.
ey uyumlu şizofrenler
hüzünlü benciller
bağışlayın bana bu akşamı...
kimsesiz çocukların gözlerinde
seyrettiğim bu akşamı.
birkaç randevu için beklettiğim intiharım
ve umudun kan kıyısından gelen kadın
için bağışlayın.
o esirgeyen gülüşü ve köpüklü eşarbıyla
gelirdi çünkü
umudun kan kıyısından gelirdi.
ve artık cüzzamlı çocukların yüzlerini
okşayan elleri
savruk yılların soldurduğu bedenime
dokunsa kaygılanmazdı...
sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi
zehirlediğim yalnızlığıma...
ve karşılıksız acılarda boğulurken gülüşüm
beni sana gittikçe bağlayan utancına sakla
hüznünü,
bana çirkinliğimden ve tarihimden uzak
bir ölüm getir...
özentisiz ve kendine hayran olmayan
bir ölüm
gözlerin ve sesin kadar kesin olan
bir ölüm...
en solgun mevsiminden geçiyor sevgi
unut beni unut, belki de terk ettiğin son
cehennemdir bu.
ve akşam... yoksul anıları aydınlatırken
ansızın sesine vurulan kör bir kemancı
kadar
ince ve dokunaklı olan bu akşam
başka kıyılarda güneşlenen bir
alacakaranlık olsam da
savruk yılların soldurduğu bedenime dokun
sesini bağışla bana
dağılan hayatıma bu akşamı bağışla
sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
ve biterken bir kahramanlık çağı
bu kanlı operayı seyrettiğim
alevlerle gölgelenmiş aynadan
kendime tutkun ayrılıyorum.
loş ışıkların altında
birbirlerine kırık dökük
aşk öyküleri anlatan
orospu mesihlerden geçerken...
bu artık son kez dokunuşum
akşamın parmak uçlarına.
ey uyumlu şizofrenler
hüzünlü benciller
bağışlayın bana bu akşamı...
kimsesiz çocukların gözlerinde
seyrettiğim bu akşamı.
birkaç randevu için beklettiğim intiharım
ve umudun kan kıyısından gelen kadın
için bağışlayın.
o esirgeyen gülüşü ve köpüklü eşarbıyla
gelirdi çünkü
umudun kan kıyısından gelirdi.
ve artık cüzzamlı çocukların yüzlerini
okşayan elleri
savruk yılların soldurduğu bedenime
dokunsa kaygılanmazdı...
sevgi en solgun mevsiminden
geçiyor belki de
çünkü dönemem bir sokak köpeği gibi
zehirlediğim yalnızlığıma...
ve karşılıksız acılarda boğulurken gülüşüm
beni sana gittikçe bağlayan utancına sakla
hüznünü,
bana çirkinliğimden ve tarihimden uzak
bir ölüm getir...
özentisiz ve kendine hayran olmayan
bir ölüm
gözlerin ve sesin kadar kesin olan
bir ölüm...
en solgun mevsiminden geçiyor sevgi
unut beni unut, belki de terk ettiğin son
cehennemdir bu.
ve akşam... yoksul anıları aydınlatırken
ansızın sesine vurulan kör bir kemancı
kadar
ince ve dokunaklı olan bu akşam
başka kıyılarda güneşlenen bir
alacakaranlık olsam da
savruk yılların soldurduğu bedenime dokun
sesini bağışla bana
dağılan hayatıma bu akşamı bağışla
(bkz: sozlugun siire doydugu anlar)
mükemmel yılmaz erdoğan şiiri;
saçakların buz kırgını
soğuk fırtınalar
boranlar yara doğru
sanrılar durulur durulmaz
vakitlerden kehribar
şehr-i sefahatti kol kanat gerilmiş
kuşaklar tetikte
babilin asma bahçelerinde infazlar
dünyanınyedinci cücesiydi sekiz harika insandan biri
mavi bir yuvarlaktı hepsi kainat kadar büyük
ve küçücük bir damla hayat kadar
bu işten en çok sıkılanlardır peygamberler
nefsi terbiye zemininde
uhrevi bir ıslıktı en kabadayı mucizesi
kolaydı çünkü bir olmazı anlatmak inanmak isteyene
denizler yarıldı yarıdan
sönük bir akşam yemeğinin ortasında
bir düzine ujrevana kaldı kabarık hesap
ve sonuncunun mucizesi mucizesizliği oldu
kardeşlerim!
kardeşlerim acele etmeyiniz
hele bir öleyim de gerisi kolay!
_şubat99, diyarbakır_
yılmaz erdoğan
saçakların buz kırgını
soğuk fırtınalar
boranlar yara doğru
sanrılar durulur durulmaz
vakitlerden kehribar
şehr-i sefahatti kol kanat gerilmiş
kuşaklar tetikte
babilin asma bahçelerinde infazlar
dünyanınyedinci cücesiydi sekiz harika insandan biri
mavi bir yuvarlaktı hepsi kainat kadar büyük
ve küçücük bir damla hayat kadar
bu işten en çok sıkılanlardır peygamberler
nefsi terbiye zemininde
uhrevi bir ıslıktı en kabadayı mucizesi
kolaydı çünkü bir olmazı anlatmak inanmak isteyene
denizler yarıldı yarıdan
sönük bir akşam yemeğinin ortasında
bir düzine ujrevana kaldı kabarık hesap
ve sonuncunun mucizesi mucizesizliği oldu
kardeşlerim!
kardeşlerim acele etmeyiniz
hele bir öleyim de gerisi kolay!
_şubat99, diyarbakır_
yılmaz erdoğan
"...sanırım bakışından canım yanıyor"
"...senin gelişin,kendime gelişim,bakışın aynaya bakışım gibi..."
diye devam edebilecek cümle.
"...senin gelişin,kendime gelişim,bakışın aynaya bakışım gibi..."
diye devam edebilecek cümle.
bir yılmaz erdoğan şiiridir;
orada
bizans
orada
topkapı ve surlar
ve rutubet, aslanım!
şimdiki zamanlarda aklım
geniş zamanlardaki
rehavet!
şiirdik bütün akşamları
seninle
saçından bir dal düştü
yüzünün en ıssız yerine
yine sen
ve yine sizlik
sensiz artık bu şehir
faşistanbul!
orada
bizans
orada
topkapı ve surlar
ve rutubet, aslanım!
şimdiki zamanlarda aklım
geniş zamanlardaki
rehavet!
şiirdik bütün akşamları
seninle
saçından bir dal düştü
yüzünün en ıssız yerine
yine sen
ve yine sizlik
sensiz artık bu şehir
faşistanbul!
bir yılmaz erdoğan şiiridir;
adını anmak güzeldi
dost ağızlarda sana dair cümlelerin ıslatılması..
adını anmak.
yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel avuntularına
sırt çevirip senden söz açmak.
biraz gülünç, biraz sitemkar..
güzeldi...
adının türkçedeki yankısı özeldi...
seninle yoğurt yemek, kendi kanlıcanlı, sülalesi
kandilli yoğurtçunun mekanında.
denize amors durup, yüzüne
cepheden bakmak güneşli bir mavilikle.... güzeldi..
ipe sapa konuşlanmaz bahanelerle elini tutmak,
yüzünde
yüz yıllık bir hasreti gidermek güzeldi...
güzeldili geçmiş zamanları düşünüyorum şimdi...
cümlelerimiz öznesiz.. umursayan yok kanlıcadaki
yoğurdu...
ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir aşkın
mührüdür artık.....
adını anmak güzeldi
dost ağızlarda sana dair cümlelerin ıslatılması..
adını anmak.
yüksek sesle, kimsesiz gecelerin düşsel avuntularına
sırt çevirip senden söz açmak.
biraz gülünç, biraz sitemkar..
güzeldi...
adının türkçedeki yankısı özeldi...
seninle yoğurt yemek, kendi kanlıcanlı, sülalesi
kandilli yoğurtçunun mekanında.
denize amors durup, yüzüne
cepheden bakmak güneşli bir mavilikle.... güzeldi..
ipe sapa konuşlanmaz bahanelerle elini tutmak,
yüzünde
yüz yıllık bir hasreti gidermek güzeldi...
güzeldili geçmiş zamanları düşünüyorum şimdi...
cümlelerimiz öznesiz.. umursayan yok kanlıcadaki
yoğurdu...
ve eşikteki öpücük, tarih bilinci olmayan bir aşkın
mührüdür artık.....
yılmaz erdoğanın yüksek şiiri;
belli bir rakımının üstünde doğdum.
seslerin önce kayalara vurup sonra
kulaklara aktığı bir yerde çıplak.
uzak. yüksek.
kışın çok yağışlı yazın seyrek ..
uzun anlattım uzaktaki yakın ve
yakın doğunun uzak günlerini...
uzatmayalım...aydım çıplak ..yürüyorum çıplak.
yüksek.
kışın çok yağışlı,yazın seyrek.
doğdum büyük bir hadise olarak geçmedi kayıtlara.
büyüdüm yalınayak.
ve yüksek!
kışın çok yağışlı yazın seyrek.
içindeki her şeyin pahalı değil
değerli olduğu evlerin hep soğuk
sularla sulanan akşamüstlerinden geçtim ..
vesikalık için taktığım çok
oldu fotoğrafçı gravatlan....
saçlarım ıslak..üstümde önlük...
ve (evet)
yüksek!
kışın çok yağışlı yazın seyrek.
bir otobüs yolculuğudur ki bitmez
hala aklımda bazen hayat sanki elazığ malatya arasında
bir uzun uzun yayla molasında..
evet yüksek!
kışın çok yağışlı yazın seyrek
bir hayatta kalma mücadelesidir aslında yoksun doğmak.
çok yoksun kaldığımız oldu ama çok şükür hiç yoksul olmadık
alabileceğimiz şeylerin sayısı bulabildiklerimizden
birazcık daha olsa fazla idi canım.
yani şehirde her daim limon olsa niye almayaydık ama yol uzun
zap vadisi yokuşa sürüyor ve bazen alıp gidiyor
koca koca kara parçalarını..
ve dedik ya yüksek kışın çok yağışlı yazın seyrek...
herkese kısmet olmuyor maalesef
her yoksun öğünden tok kalmak üzerine eğitilmek!
yüksek kışın çok yağışlı yazın seyrek...
belli bir rakımının üstünde doğdum.
seslerin önce kayalara vurup sonra
kulaklara aktığı bir yerde çıplak.
uzak. yüksek.
kışın çok yağışlı yazın seyrek ..
uzun anlattım uzaktaki yakın ve
yakın doğunun uzak günlerini...
uzatmayalım...aydım çıplak ..yürüyorum çıplak.
yüksek.
kışın çok yağışlı,yazın seyrek.
doğdum büyük bir hadise olarak geçmedi kayıtlara.
büyüdüm yalınayak.
ve yüksek!
kışın çok yağışlı yazın seyrek.
içindeki her şeyin pahalı değil
değerli olduğu evlerin hep soğuk
sularla sulanan akşamüstlerinden geçtim ..
vesikalık için taktığım çok
oldu fotoğrafçı gravatlan....
saçlarım ıslak..üstümde önlük...
ve (evet)
yüksek!
kışın çok yağışlı yazın seyrek.
bir otobüs yolculuğudur ki bitmez
hala aklımda bazen hayat sanki elazığ malatya arasında
bir uzun uzun yayla molasında..
evet yüksek!
kışın çok yağışlı yazın seyrek
bir hayatta kalma mücadelesidir aslında yoksun doğmak.
çok yoksun kaldığımız oldu ama çok şükür hiç yoksul olmadık
alabileceğimiz şeylerin sayısı bulabildiklerimizden
birazcık daha olsa fazla idi canım.
yani şehirde her daim limon olsa niye almayaydık ama yol uzun
zap vadisi yokuşa sürüyor ve bazen alıp gidiyor
koca koca kara parçalarını..
ve dedik ya yüksek kışın çok yağışlı yazın seyrek...
herkese kısmet olmuyor maalesef
her yoksun öğünden tok kalmak üzerine eğitilmek!
yüksek kışın çok yağışlı yazın seyrek...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?