hikayeye gelin şimdi sevgili okur/yazar :
takriben 5-6 yaşlarında olmalıyım. sarışın, küt saçlı hafif tombik diye adlandırabileceğimiz bir saf çocuk. yaz günü olmalı, gökyüzünde parlayan güneşi hatırlıyorum çünkü.annem badana yapıyordu, köy yerinde kadınların görevidir.mutfağımızda ahşap bir dolap vardı o zamanlar. badana yapılırken usuldendir eşyalar havalandırılmak üzere dışarı çıkartılır. bu dolap da o gün dışarı çıkarılmıştı, hikayemizin ana unsuru olmak üzere belki de.
ben hakikaten salak bi çocukmuşum, hatırlıyorum çok canım sıkılırdı. hele yaz günleri daha da sıkılırdı çünkü herkes -ailem ve tüm arkadaşlarım- öğle uykusuna yatardı.ben hiç sevmedim çocukken öğle uykusunu. sıcakta allahın güneşinin altında bisiklet sürdüm, sokakta koşturdum, civciv sevdim, çamurdan kapkacak yaptım, pasta yaptım. tek çocuk olmanın da verdiği bir sıkıntıydı belki de. neyse hikayeye dönelim.
bahsekonu dolap evin önünde dışarda kapakları açık havalanır vaziyette duruyorken, enerji patlamasıyla beraber sıkıntı patlaması da yaşayan benim aklıma dahiyane bir fikir geldi. dolabın alt kısmında raf yok, tam benim sığabileceğim ebatlarda bir bölüm var. ee girerim ben buraya canım diye girdim, üstüme de kapakları kapadım ama nasıl becerdim bak orasını kestiremeyeceğim.
allahım nasıl sıcak, sıkış tepiş yer. bayılmadan kapakları açıp çıkayım diye debeleniyordum ki açamadım kapakları ve çok kıpırdamış olmalıyım, tombik bir çocuktum da dedim zaten, dolap yere yıkıldı. murphyi falan bilmezdim tabi o yaşta ama o zamandan peşime düşeceği belliymiş. dolabın kapaklarının olduğu yüzü altta kalacak şekilde yıkıldı dolap, içinde salak ben. neyse bağırdım çağırdım da annem zar zor duydu. babamla dolabı kaldırıp beni çıkardılar içinden.
hani duymasalar 3. sayfa haberi olacak mışız yarabbim.
sonradan nasıl oldu da biraz akıllandım bilemiyorum şimdi.ama hakikaten çocukken salakmışım.
insan bazen hata olduğunu bile bile girişir bir işe. genelde yaptığım hatada da ısrarcıyımdır, bi kaç kez yapmadan aynı hatayı içim rahat etmez. sonuçta en basit işlemi bile "verilen? istenen? sonuç?" şeklinde uzatıp iki üç kez de sağlamasını yapan bir nesiliz. ama artık aynı hatayı yapıp farklı sonuç beklemek gafletine düşmek yok.büyüyorum izninizle.
bir salaklık öyküm daha geldi aklıma,işte başlıyoruz.
annemin dediğine göre 3,5-4 yaşındaymışım. edirne’deki bir akrabamızın düğününe mi nişanına mı gidiyoruz annem, babam ve ben. o zaman arabamız yok, otobüsle yolculuk, hani şu sigaranın otobüslerde bile serbest olduğu dönemlerdeyiz.
efendim yolda uyumuşumdur ben kesin;öyle sessiz, sakin bi çocuktum.edirne’ye gelip de artık nerede indiysek otobüsten, muhtemelen gözümü açıp gördüğüm ilk şey o salıncak olmalı ki ipini koparmış gibi koştum, koştum, koştum ve salıncağa kavuştum. ama ne kavuşmak?
salıncağımız saçtan yapılmış, güneşte bir güzel kızmış. benim üzerimde minik bir etek. hevesle koştuğum o sıcacık salıncağa bir oturdum bir kalktım. saniyelik bu oturuşta bile tombik bacaklarım ve popomun belli bir kısmı bi güzel yandı.o anlık acı, o salıncakla kavuşma anında gelen beklenmedik yanma hissi hala beynimde.
neyseki bişey olmadı fiziksel manada, psikolojik etkileri kalmışsa da bilemeyeceğim.
bu olay bile benim salıncak sevdamı bitirmeye yetmemiş. annemler her yaz bahçeye kurardı bir salıncak. bütün gün oturur, "tren gelir hoş gelir, bodaları boş gelir" diye şakırdım. annem pencereden bağırır "yavrum boda değil oda " derdi. ilkinde oda deyip sonra gene bildiğimi okurdum..hey gidi kızanlık..
bak bu yaşıma geldim,hani yaşıtlarımın çoğu parklarda kendi veletlerini sallar, bense bi parkta sığabildiğim bir boş salıncak bulsam kendim sallanırım.ilerde çocuğum olsa da yavrucuğuma kesin benden sıra gelmez.
annemin dediğine göre 3,5-4 yaşındaymışım. edirne’deki bir akrabamızın düğününe mi nişanına mı gidiyoruz annem, babam ve ben. o zaman arabamız yok, otobüsle yolculuk, hani şu sigaranın otobüslerde bile serbest olduğu dönemlerdeyiz.
efendim yolda uyumuşumdur ben kesin;öyle sessiz, sakin bi çocuktum.edirne’ye gelip de artık nerede indiysek otobüsten, muhtemelen gözümü açıp gördüğüm ilk şey o salıncak olmalı ki ipini koparmış gibi koştum, koştum, koştum ve salıncağa kavuştum. ama ne kavuşmak?
salıncağımız saçtan yapılmış, güneşte bir güzel kızmış. benim üzerimde minik bir etek. hevesle koştuğum o sıcacık salıncağa bir oturdum bir kalktım. saniyelik bu oturuşta bile tombik bacaklarım ve popomun belli bir kısmı bi güzel yandı.o anlık acı, o salıncakla kavuşma anında gelen beklenmedik yanma hissi hala beynimde.
neyseki bişey olmadı fiziksel manada, psikolojik etkileri kalmışsa da bilemeyeceğim.
bu olay bile benim salıncak sevdamı bitirmeye yetmemiş. annemler her yaz bahçeye kurardı bir salıncak. bütün gün oturur, "tren gelir hoş gelir, bodaları boş gelir" diye şakırdım. annem pencereden bağırır "yavrum boda değil oda " derdi. ilkinde oda deyip sonra gene bildiğimi okurdum..hey gidi kızanlık..
bak bu yaşıma geldim,hani yaşıtlarımın çoğu parklarda kendi veletlerini sallar, bense bi parkta sığabildiğim bir boş salıncak bulsam kendim sallanırım.ilerde çocuğum olsa da yavrucuğuma kesin benden sıra gelmez.
yahu sevgili okur çocukken insan düşer, hadi kışın karlı yolda düşer, ne bileyim kaldırım bozuktur düşer de düz yolda da düşülmez sanki ya. ben düştüm hem de çok güzel bir şekilde. yemin ederim en son bu denli acı çektiğimi hatırlamıyorum. herhalde 6 yaşında falan bu kadar pis düşmüşümdür. hani zaten artık küçükken yaptığım salaklıklar kayıtlarda mevcutken bir de 26 yaşımdakiler kayıtlara geçsin diyorum.
ilk düşüşüm bir cuma günü gerçekleşmişti, tatildeydik yani resmi tatil dolayısıyla çalışmıyorduk ve ben kendimi kuaföre atmıştım. zaten tatilde olmanın verdiği sarhoşluk hakimken bünyemde, üzerine bir de süper bir masajın etkisi de eklenince, bendeki alıklığa hiç atıfta bulunmuyorum bile, evimin sokağında bir güzel düştüm iki dizimin üzerine. arnavut kaldırımlarını çok seven bana kaldırımın attığı kazığa bak hele. dizlerim pek güzel hasar aldı, 15 gün sürdü yaraların kapanması. esasen düşmemin sebebi komşunun yaşına başına bakmadan, üstelik bahçe kapısının kapalı olmasına rağmen havlayıp beni korkutan miskin köpeği. o gün korkutamadı gerçi. ben ondan önce davranıp kendimi çoktan sokağın trafiğe kapalı olan arnavut kaldırımlı tarafına atmıştım. baya atmışım ki terliğim kayıp düştüm ve dizleri heba ettim.
üstünden 15 gün geçti geçmedi ki bu defa daha ortalık bir yerde, bir restoranın önünde düştüm. gerçi geceydi ama hem restoran çok kalabalıktı hem de cadde. off allahım nasıl rezillikti. bi elinde sigara, bi elinde telefon yürümeye çalışırsan olacağı bu. üstelik üzerimde elbise olduğu için yeni kurtulduğum yaralar bir güzel tazelendi.
ee kime ne bundan? elbise giymeyi seven, bol bol takım elbise giymek durumunda kalan bir insansanız bakın hanımlar önünüze. dalmayın. güzel bacaklarınıza zeval gelmesin yani. sonra hem acı çekiyorsunuz hem de yaralar kapanan kadar etek giymekten alıkonuyorsunuz. ya da ben gibi aldırmayıp etek giyerseniz de insanların dizlerinize bakmasına gıcık oluyorsunuz. işte böyle. haydin kalın sağlıcakla.
ilk düşüşüm bir cuma günü gerçekleşmişti, tatildeydik yani resmi tatil dolayısıyla çalışmıyorduk ve ben kendimi kuaföre atmıştım. zaten tatilde olmanın verdiği sarhoşluk hakimken bünyemde, üzerine bir de süper bir masajın etkisi de eklenince, bendeki alıklığa hiç atıfta bulunmuyorum bile, evimin sokağında bir güzel düştüm iki dizimin üzerine. arnavut kaldırımlarını çok seven bana kaldırımın attığı kazığa bak hele. dizlerim pek güzel hasar aldı, 15 gün sürdü yaraların kapanması. esasen düşmemin sebebi komşunun yaşına başına bakmadan, üstelik bahçe kapısının kapalı olmasına rağmen havlayıp beni korkutan miskin köpeği. o gün korkutamadı gerçi. ben ondan önce davranıp kendimi çoktan sokağın trafiğe kapalı olan arnavut kaldırımlı tarafına atmıştım. baya atmışım ki terliğim kayıp düştüm ve dizleri heba ettim.
üstünden 15 gün geçti geçmedi ki bu defa daha ortalık bir yerde, bir restoranın önünde düştüm. gerçi geceydi ama hem restoran çok kalabalıktı hem de cadde. off allahım nasıl rezillikti. bi elinde sigara, bi elinde telefon yürümeye çalışırsan olacağı bu. üstelik üzerimde elbise olduğu için yeni kurtulduğum yaralar bir güzel tazelendi.
ee kime ne bundan? elbise giymeyi seven, bol bol takım elbise giymek durumunda kalan bir insansanız bakın hanımlar önünüze. dalmayın. güzel bacaklarınıza zeval gelmesin yani. sonra hem acı çekiyorsunuz hem de yaralar kapanan kadar etek giymekten alıkonuyorsunuz. ya da ben gibi aldırmayıp etek giyerseniz de insanların dizlerinize bakmasına gıcık oluyorsunuz. işte böyle. haydin kalın sağlıcakla.
benim gibi antika insanların hala sürdürmeye çalıştığı gelenek. 2013 yılını kutlamak ve sevimlilik yapmak için 20 aralık 2012 tarihinde postaya verdiğim ve hala indy e ulaşamamış olan karttır. hayır aynı tarihte abdye gönderdiğim kart 2 hafta içinde ulaştı, kıçımızın dibindeki istanbula ulaşamadı. bir yerde bir terslik var ama nerede bilemedim.
emrah serbes’in hikayem paramparça adlı kitabında yer alan metin.
"her şeyi anlamak zorunda değiliz. kaç yaşında olduğunu anlamak için kesilir mi ağaç? bir dalgıç nasıl siler gözyaşlarını? kederli günlerde bağlanmaya daha açık oluyor insan. ama zaten her şey yolunda giderken kim sevebilir? bizi bir araya getiren sebepler ayıran sebeplerle aynı. ama şimdi bunlar biraz hüzünlü konular, özet geçelim.
cep telefonu ışığında ameliyat yapan doktorlar var afrika’da, ben burada kapıyı açamıyorum. ben burada o kadar ciddi konuşuyorum ki şaka yaptığımı zannediyorsun. oysa kanamak da bir gülüştür yeryüzünde.
hayatımızı değiştirecek insanlar sessiz sedasız geçtiler yanımızdan. onları görmedik, yoktu kara atları. ne öğrendik onca bulmacadan: çinekop, lüfer balığının küçüğüdür. resimdeki şarkıcıyı yolda görmüştük bir seferinde; sıhhıye köprüsü altında, o mahşer yeri provasında. çok daha fazla şey öğrenmiştik.
bazen bir hikaye tutuşmuş iki eldir, kenetlenmiş on parmaktır. şimdi gizlice söyle bana, saklı düşler ne demektir? yağmur ne demektir, terk ne demektir? işte o zaman anlayacağız yeniden gitmek ne demektir."
"her şeyi anlamak zorunda değiliz. kaç yaşında olduğunu anlamak için kesilir mi ağaç? bir dalgıç nasıl siler gözyaşlarını? kederli günlerde bağlanmaya daha açık oluyor insan. ama zaten her şey yolunda giderken kim sevebilir? bizi bir araya getiren sebepler ayıran sebeplerle aynı. ama şimdi bunlar biraz hüzünlü konular, özet geçelim.
cep telefonu ışığında ameliyat yapan doktorlar var afrika’da, ben burada kapıyı açamıyorum. ben burada o kadar ciddi konuşuyorum ki şaka yaptığımı zannediyorsun. oysa kanamak da bir gülüştür yeryüzünde.
hayatımızı değiştirecek insanlar sessiz sedasız geçtiler yanımızdan. onları görmedik, yoktu kara atları. ne öğrendik onca bulmacadan: çinekop, lüfer balığının küçüğüdür. resimdeki şarkıcıyı yolda görmüştük bir seferinde; sıhhıye köprüsü altında, o mahşer yeri provasında. çok daha fazla şey öğrenmiştik.
bazen bir hikaye tutuşmuş iki eldir, kenetlenmiş on parmaktır. şimdi gizlice söyle bana, saklı düşler ne demektir? yağmur ne demektir, terk ne demektir? işte o zaman anlayacağız yeniden gitmek ne demektir."
aramızda miller ve 420 dakika kadar zaman farkı olan ölümüne kankam, facebookta eski profil fotoğrafıma yorum yazmış. fotoğrafta hatay mozaik müzesindeyim. arkamda imparator heykeli. mesaj açık ve net: devlet gibi hatunum, var mı bana yan bakan? neyse, fotoğrafta saçlarım doğal renginde ve en uzun halinde. şu an bir kez daha özledim bak eski halini. neyse konuya dönelim. ölümüne kankam "saçlarını küt kestir demiş." uzun saç takıntısı sahibi olan kendisi değilmiş gibi, benim en son kesim modelim olan küt saçı yeniden öneriyor bana.oysa ben aynaya her baktığımda ay bugün biraz daha uzun sanki falan şeklinde kendimi avutmaya çalışıyorum. ona cevap yazarken güzel cümleler kurdum. aslında epeydir ne okuyorum ne de yazıyorum ama son istanbul gezimde kendime çok güzel kitaplar aldım ve okumaya verdim kendimi şu an. dolayısıyla yazmak da geliyor içimden, anlatasım var yani bir şeyleri.
sonra sabah işe yürürken düşündüm aslında yazmanın ne kadar iyi geldiğini. sonuçta yazarken kontrol sende. yani demek istediğim, "ee sonra ne oldu? bi dakika kaçırdım bu noktayı, tekrar anlat" gibi cümlelerle senin düşünce akışını bozan kimse yok. dilediğince yazıyorsun, en fazla kendin bölebilirsin/kendin sabote edebilirsin yazma eylemini.
özlemişim yani yazmayı, sözlüğe uğramadığım zamanların acısını çıkarmaya yönelik meylim bundan.
sonra sabah işe yürürken düşündüm aslında yazmanın ne kadar iyi geldiğini. sonuçta yazarken kontrol sende. yani demek istediğim, "ee sonra ne oldu? bi dakika kaçırdım bu noktayı, tekrar anlat" gibi cümlelerle senin düşünce akışını bozan kimse yok. dilediğince yazıyorsun, en fazla kendin bölebilirsin/kendin sabote edebilirsin yazma eylemini.
özlemişim yani yazmayı, sözlüğe uğramadığım zamanların acısını çıkarmaya yönelik meylim bundan.
bulgaristana geldi mi nedir anlamadım. nasıl bir ayaz var dışarda. şimdi geldim dışardan, salak gibi bugün çizme giymeyeceğim tutmuş, bacaklarım dondu ya. eldiven giydim de ellerim donmaktan kurtuldu. o derece.
özlenir hem de ne biçim özlenir o eski sevgili denen şey. çünkü kafanda eskimemiştir henüz. çünkü hala seviyorsundur. belki o da seviyordur hatta, ya da düşünüyordur. ama ayrısınızdır, görüşmeme kararı almışsınızdır.
peki sen naparsın bu karara rağmen? her an onu düşünür, şimdi napıyordur, şimdi nerededir gibi gereksiz bir merak içerisinde yasarsın.mesajlarınızı, wahatsapp konusmalarınızı harfi harfine kafaya kazırsın. ona ulasabildiğin her sosyal platformu didik didik edersin: napmıs, nasılmıs, ne yermıs, ne ıcermiş, ne yazarmıs..
bu da yetmez, herkese onu anlatırsın, anlattıkça duyduğun özlem çoğalır. özlem çoğaldıkça yakılan sigara ve boşalan bira şişesi sayısı alır başını gider. şeytan sürekli dürter arasana, msj atsana diye. gurur ve özlem arasında mekik dokursun. bi süre daha ertelersin iletişime geçmeyi ama nereye kadar dayanacağını sen de bilemezsin.
beraber yaptığınız seyleri, üzerine konustugunuz mevzuları, gittiğiniz mekanları dusunur gecmişte yasarsın.bilirsin ki yerine birini koymak lazımdır, ama yapamazsın. o biri onun gibi güldürmez seni, onun gibi derin düşünmez, onun gibi içini dökmez, onun gibi dikkat etmez türkçeye, imlaya; sana batar muhabbeti, kısacası dolmaz işte yeri.
fenadır özlemek. özledikçe anlarsın senin bile düşündüğünden daha fazla yer ettiğini kalbinde, beyninde, hayatında.sonrası mazoşistliğe gider işin. ya onu düşünmekten uyuyamazsın, ya da uyursun rüyanda hep o olur gördüğün.
şarkılar dinlersin, bi sürü. en eğlencelisinden en damarına. ve hepsinde gene o gelir aklına. kısacası kurtuluş yok kardeşim. geçmiş olsun.
peki sen naparsın bu karara rağmen? her an onu düşünür, şimdi napıyordur, şimdi nerededir gibi gereksiz bir merak içerisinde yasarsın.mesajlarınızı, wahatsapp konusmalarınızı harfi harfine kafaya kazırsın. ona ulasabildiğin her sosyal platformu didik didik edersin: napmıs, nasılmıs, ne yermıs, ne ıcermiş, ne yazarmıs..
bu da yetmez, herkese onu anlatırsın, anlattıkça duyduğun özlem çoğalır. özlem çoğaldıkça yakılan sigara ve boşalan bira şişesi sayısı alır başını gider. şeytan sürekli dürter arasana, msj atsana diye. gurur ve özlem arasında mekik dokursun. bi süre daha ertelersin iletişime geçmeyi ama nereye kadar dayanacağını sen de bilemezsin.
beraber yaptığınız seyleri, üzerine konustugunuz mevzuları, gittiğiniz mekanları dusunur gecmişte yasarsın.bilirsin ki yerine birini koymak lazımdır, ama yapamazsın. o biri onun gibi güldürmez seni, onun gibi derin düşünmez, onun gibi içini dökmez, onun gibi dikkat etmez türkçeye, imlaya; sana batar muhabbeti, kısacası dolmaz işte yeri.
fenadır özlemek. özledikçe anlarsın senin bile düşündüğünden daha fazla yer ettiğini kalbinde, beyninde, hayatında.sonrası mazoşistliğe gider işin. ya onu düşünmekten uyuyamazsın, ya da uyursun rüyanda hep o olur gördüğün.
şarkılar dinlersin, bi sürü. en eğlencelisinden en damarına. ve hepsinde gene o gelir aklına. kısacası kurtuluş yok kardeşim. geçmiş olsun.
aynı zamanda bir erkek ismi.
üniversite hazırlık sınıfındayız, adıgeçen arkadaş da hocanın hepimizden istediği gibi ismini ingilizce olarak açıklayacak ve bir hikayesi varsa anlatacak. adam direkt adını product olarak çevirdi. ebeveynlerinin birbirne duyduğu aşkın ürünüymüş arladaş. benim böle bi ismim olsa ben nasıl çevirirdim onu da bilemiyorum ama laf etmek kolayıma geldi şimdi.
demin bir vesileyle telefonda görüştüğüm independence’a laf lafı açaraktan bu isim mevzuğunu da anlattım, sanırım yattığı yerden düştü gülerken.
ona anlattığım gibi güzel dile getiremedim bak olayı sözlük, hamlamışım la.
üniversite hazırlık sınıfındayız, adıgeçen arkadaş da hocanın hepimizden istediği gibi ismini ingilizce olarak açıklayacak ve bir hikayesi varsa anlatacak. adam direkt adını product olarak çevirdi. ebeveynlerinin birbirne duyduğu aşkın ürünüymüş arladaş. benim böle bi ismim olsa ben nasıl çevirirdim onu da bilemiyorum ama laf etmek kolayıma geldi şimdi.
demin bir vesileyle telefonda görüştüğüm independence’a laf lafı açaraktan bu isim mevzuğunu da anlattım, sanırım yattığı yerden düştü gülerken.
ona anlattığım gibi güzel dile getiremedim bak olayı sözlük, hamlamışım la.
vallahi kasıyorum zaman zaman patavatsızlık yapmayayım diye desem külliyen yalan olacak. yok arkadaş, içindeki dilinde olan bir insanım. bi gün çok pis sopalayacaklar ya dur bakalım. son vukuatlarımdan biri:
bankada para çekecez, ziraat bankası. bulgar bir güvenlik görevlisi amca vardı acayip şeker. son birkaç gidişimde rastlamadım kendisine.dedim sorayım ne oldu, işten mi ayrıldı diye:
l: erhan bey ya, noldu güvenlik görevlisini göremiyorum epeydir,
yoksa ayrıldı mı?
e: sormayın capulet hanımcım, evet. çalışığımız güvenlik şirketini değiştirdik. yeni bir güvenliğimiz var artık.
l: hmm, kötü olmuş ya, çok talıydı, çok seviyorduk onu. yenisi biraz suratsız mı ne?
e:....
l:?????
e: capulet hanım, türkçe biliyor.
l: wtf?
bankada para çekecez, ziraat bankası. bulgar bir güvenlik görevlisi amca vardı acayip şeker. son birkaç gidişimde rastlamadım kendisine.dedim sorayım ne oldu, işten mi ayrıldı diye:
l: erhan bey ya, noldu güvenlik görevlisini göremiyorum epeydir,
yoksa ayrıldı mı?
e: sormayın capulet hanımcım, evet. çalışığımız güvenlik şirketini değiştirdik. yeni bir güvenliğimiz var artık.
l: hmm, kötü olmuş ya, çok talıydı, çok seviyorduk onu. yenisi biraz suratsız mı ne?
e:....
l:?????
e: capulet hanım, türkçe biliyor.
l: wtf?
emrah serbesin hikayem paramparça adlı kitabında 51. metin:
"bir isteğimiz karşılandığında mutlu olmayız. geçici bir mutluluk yanılsaması yaşarız. bir istek her zaman başka bir isteği doğurur. sırada ne olduğunu bilmeden, kör isteklerin peşinde manasızca yürüyoruz.
...
bir istek başka bir isteği doğuracaksa ve biz sonunda hep mutsuz olacaksak neden hala istemeye devam ediyoruz? bilinmiyor."
"bir isteğimiz karşılandığında mutlu olmayız. geçici bir mutluluk yanılsaması yaşarız. bir istek her zaman başka bir isteği doğurur. sırada ne olduğunu bilmeden, kör isteklerin peşinde manasızca yürüyoruz.
...
bir istek başka bir isteği doğuracaksa ve biz sonunda hep mutsuz olacaksak neden hala istemeye devam ediyoruz? bilinmiyor."
bir de buradan bakın:
http://livinginankara.tumblr.com/
http://livinginankara.tumblr.com/
bulgaristanda her evde bulunan hayvan türü. independenceın şirin mi şirin köpeğini görünce bir saniyeliğine ben de mi köpek alsam lan diye düşündüm ve bu düşüncemi kendisine de aktardım. sonra aramızda geçen diyalog:
l:ben de mi köpek alsam ki acaba?
i:yemin ederim al dicem de,olmaz ki bakamazsin sen, yalniz birakilmaz o hayvan.
l:hee öyle de bi şey var, ama ben yalnız bırakılıyorum,tüh lan, yazık günah bana!
i:lan bi kopek kadar degerin yokmu$ ya:*/ vay arkada$.
l:valla billa, görüon mu, aydınlanma yaşadım ama dünyam karardı!
l:ben de mi köpek alsam ki acaba?
i:yemin ederim al dicem de,olmaz ki bakamazsin sen, yalniz birakilmaz o hayvan.
l:hee öyle de bi şey var, ama ben yalnız bırakılıyorum,tüh lan, yazık günah bana!
i:lan bi kopek kadar degerin yokmu$ ya:*/ vay arkada$.
l:valla billa, görüon mu, aydınlanma yaşadım ama dünyam karardı!
sözleri ise şöyle :
a shot in the dark
a past, lost in space
where do i start
the past, and the chase
you hunted me down
like a wolf, a predator
i felt like a deer in love lights
you loved me and i froze in time
hungry for that flesh of mine
but i can’t compete with a she wolf who has brought me to my knees
what do you see in those yellow eyes
cause i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
falling to pieces
did she lie in in wait
was i bait to pull you in
the thrill of the kill
you feel, is a sin
i lay with the wolves, alone it seems
i thought i was part of you
you loved me and i froze in time
hungry for that flesh of mine
but i can’t compete with a she wolf, who has brought me to my knees
what do you see in those yellow eyes
cause i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
falling to pieces
a shot in the dark
a past, lost in space
where do i start
the past, and the chase
you hunted me down
like a wolf, a predator
i felt like a deer in love lights
you loved me and i froze in time
hungry for that flesh of mine
but i can’t compete with a she wolf who has brought me to my knees
what do you see in those yellow eyes
cause i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
falling to pieces
did she lie in in wait
was i bait to pull you in
the thrill of the kill
you feel, is a sin
i lay with the wolves, alone it seems
i thought i was part of you
you loved me and i froze in time
hungry for that flesh of mine
but i can’t compete with a she wolf, who has brought me to my knees
what do you see in those yellow eyes
cause i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
i’m falling to pieces
falling to pieces
işte bilirsiniz baba kız ilişkisi ayrıdır falan filan. şimdi bunu 3 yaşına henüz girmiş minik kuzenim üzerimden örneklemek isterim:
anne: kızım, hadi annem şarkısını söyle?
y: baba, baba, babam, baba, cacım babam (canım babam),...
anne: kızım, hadi annem şarkısını söyle?
y: baba, baba, babam, baba, cacım babam (canım babam),...
ay hikayelerim bitmiyor ki, bir tane daha geldi aklıma.
bu kez ilkokul birinci sınıftayım. sabah okula gidiyorum. bizim ev okulun olduğu yol üzerinde, evden okula bir yokus var.
yuruyorken "pıt" diye bir ses geliyor kulağıma. kulagımda sallanan altın yonca küpemin teki düşmüş olmalı diyorum, kulagıma gidiyor elim, yokluyorum, yok yerinde.
aramak yerine kostur kostur eve gidiyorum. "anneeeee, babaaaaa kupem dustu galiba" diye haykırarak topluyorum onları yanıma. beraberce gidiyoruz aramaya. tam da "pıt" sesini duydugum yerde buluyoruz küpemi. kendim de bulabilirdim kafamı yere eğip baksam ama aile denen o bütünlüğe tüm varlığını emanet ettiğin yaşlardasın..
evet özledim çocukluğumu, salaklıklarımı..ailemi ve birilerine sırtını dayamanın rahatlığını.
bu kez ilkokul birinci sınıftayım. sabah okula gidiyorum. bizim ev okulun olduğu yol üzerinde, evden okula bir yokus var.
yuruyorken "pıt" diye bir ses geliyor kulağıma. kulagımda sallanan altın yonca küpemin teki düşmüş olmalı diyorum, kulagıma gidiyor elim, yokluyorum, yok yerinde.
aramak yerine kostur kostur eve gidiyorum. "anneeeee, babaaaaa kupem dustu galiba" diye haykırarak topluyorum onları yanıma. beraberce gidiyoruz aramaya. tam da "pıt" sesini duydugum yerde buluyoruz küpemi. kendim de bulabilirdim kafamı yere eğip baksam ama aile denen o bütünlüğe tüm varlığını emanet ettiğin yaşlardasın..
evet özledim çocukluğumu, salaklıklarımı..ailemi ve birilerine sırtını dayamanın rahatlığını.
biri twitterda paylaşmış, hükümet bu noktayı nasıl gözden kaçırmış şaşırtıcı:
artık daha çok cami yapmanız gerekecek bir de, zira artık cami avlularına daha fazla çocuk bırakılacak..
artık daha çok cami yapmanız gerekecek bir de, zira artık cami avlularına daha fazla çocuk bırakılacak..
şarapta hakikat, suda sağlık vardır anlamındaki söz.
bu adamı hasbel kader tanıdım. delidir, doludur, komiktir, ciddidir, içicidir hem de çok sağlam, süper arkadaştır, dinler, bazen yargılar, çoğu kez anlar..
en son yaklaşık bi 14 ay sonra, geçtiğimiz cuma gecesi beni esenler otogardan alarak görüşmemiz için nasıl büyük bir fedakarlık yaptı. şimdi teşekkür etsem 12.teşekkür diye söylenecektir.
kendisini seviyor, sayıyor ve ilgiyle takip ediyoruz.
iyiki tanıdım dediğim insanlardandır indy. yeri ayrıdır, hep ayrı kalacaktır..
en son yaklaşık bi 14 ay sonra, geçtiğimiz cuma gecesi beni esenler otogardan alarak görüşmemiz için nasıl büyük bir fedakarlık yaptı. şimdi teşekkür etsem 12.teşekkür diye söylenecektir.
kendisini seviyor, sayıyor ve ilgiyle takip ediyoruz.
iyiki tanıdım dediğim insanlardandır indy. yeri ayrıdır, hep ayrı kalacaktır..
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?