sabahtan aksama kadar kayisi siyiracak derecede bilgisayar basinda kalip, gece gec vakitte monitöre konan sinegi mausla sag tus tiklayarak kapatmaya calismak
sabahtan aksama kadar kayisi siyiracak derecede bilgisayar basinda kalip, gece gec vakitte monitöre konan sinegi mausla sag tus tiklayarak kapatmaya calismak
en basta az da olsa göze hitap eden, ikinci asamada göze hitabindan cok daha muteber bi derecede kulaga hitap edip ulastirdiklariyla dinleyicinin kulagindan girip yüregine intikal edebilen müzikal haz silsilesinin membagi olan nevi sahsina münhasir örnek kisilik.
ayrica (bkz: iki akor basip ibnelik yapmak ve kendini muzisyen sanmak)
ayrica (bkz: iki akor basip ibnelik yapmak ve kendini muzisyen sanmak)
varliklarindan bihaber oldugumuz kisilerin altinda toplanmasini istedigim basligin adi.
müzige girmek carpma tehlikesi olmadan giderek adrenalini artirip hizla dipsiz bir kuyuya dogru birakivermektir kendini...
yüregin ifade etmekte zorlandigi duygulari notalarla anlatmaktir müzik yapmak.
matematigi edebiyatla dans ettirmektir farkli bi deyisle...
yüregin ifade etmekte zorlandigi duygulari notalarla anlatmaktir müzik yapmak.
matematigi edebiyatla dans ettirmektir farkli bi deyisle...
bir haz silsilesi.
sürec ve hukuksal dava anlamlarina gelen almanca kelime.
siirleri takip edilesi yazardir kendileri.
insan, okunmasi gereken en büyük kitaptir ama öyle yüzüne gözüne bakarak okunabilir mi ?
nasil ki bir kitabin cildine bakarak kitabin icerigi hakkinda ne kadar bilgi sahibi olabiliyosak insanin yüzüne bakarak da okadar bilgi sahibi olabiliriz.
hani cildin üzerindeki yazi da (kitabin ismi) anlayabildigimiz bir dilden olmali ki bi kelam edelim hakkinda.
uzun mesele vesselam.
ayrica (bkz: kime göre neye göre)
nasil ki bir kitabin cildine bakarak kitabin icerigi hakkinda ne kadar bilgi sahibi olabiliyosak insanin yüzüne bakarak da okadar bilgi sahibi olabiliriz.
hani cildin üzerindeki yazi da (kitabin ismi) anlayabildigimiz bir dilden olmali ki bi kelam edelim hakkinda.
uzun mesele vesselam.
ayrica (bkz: kime göre neye göre)
algilanip duyuldugu an itibariyle kafada direk süleyman demirel tahayyülüne zemin hazirlayan arapca kökenli bir cümle.
müzik üzerine bir kac kelam
hem bilim hem de sanat olma özelliğine sahip müzik, biz pek farkına varamasak da aramızda konuştuğumuz dilin haricinde de kullandığımız, geçmişten günümüze köprüler kurup geçmişimiz, kültürümüz ve en sade şekliyle bizim hakkımızda, duyabilecek nezih kulaklara sahip zümreye, kulağa hitap eden bir şölen eşliğinde istenilen veriyi sunabilecek ve içten içe bizi anlatabilecek, kulaktan yüreğe intikal eden farklı bir dildir…
ve bizim için maddeden çok manayı temsil eden bu sanatın (ya da bilimin) tanımı herkese göre farklıdır. kimine göre seslerin veya sessizliğin notalarla uyum içerisinde bir zaman sürecinde düzenlenmiş hali olarak tasvir edilen müzik, kimine göre de matematiğin edebiyatla dansı, bir uyum ilmi veyahut hayatın ta kendisidir.
‘çok insan anlamaz eski musikimizden.
ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden …’
(yahya kemal )
yahya kemal beyatlı’nın bu mısrada altını çizmek istediği şey şöyle başımızı kaldırıp toplum olarak pek dönüp bakmaya mecalimiz kalmayan tarih sayfalarını biraz araştırmamız ve üzerinde düşünmemiz olabilir. ve bunun vurgulanmak istenen gerçeğin tecellisinde şüphesiz büyük bir rolü olacaktır. müziğin hayatımızdaki rolü ve toplum olarak yaşantımızı büyük ölçüde yansıttığı hatta hayatımızın öyküsünü anlattığı kaçınılmaz bir gerçektir. ‘bir müzik eserini meydana getiren bütün ayrıntılarda, bir toplumun hikayesi, uzunca bir geçmişi gizlidir. dikkatlice dinlendiğinde, toplumsal geçmişin uzun, hüzünlü, sevinçli bütün seslerini duyabilmek, müthiş bir yaşam zenginliğiyle karşılaşmak mümkündür. melodik bir tarih ya da tarihin melodik anlatımı niteliğini taşır toplumun müzikleri…’(1)
konfüçyüs’e göre bir toplumu en iyi şekilde tanımak için ilk önce o toplumun müziğini dinlemek gerekir. çünkü müzik, toplumun kendisini ifade etmek için kullandığı başka bir dildir. toplum, pek farkına varmasa da şarkılarında büyük ölçüde kendisini anlatır. ve mütemadiyen tekdüze giden bir alışveriş söz konusudur. toplum şarkıları söyler, şarkılar da toplumu…
toplum olarak müziğimizin çok çeşitli kültürlerle harmanlanması bir tesadüf değil, aksine sanattaki etkileşimin ne derece ciddi olduğunun kanıtıdır. zaten günümüzde bile birçok farklı millete, dine, dile ve ırka ev sahipliği yapan ve geçmişte de aynı ev sahipliliğini hoşgörüyle üstlenmiş anadolunun kültürel olarak bu denli zengin olması, bu etkileşimin boyutunu ortaya koyar mahiyettedir. ‘özellikle 18.yüzyılın ortalarından itibaren türk ezgilerinden ve mehterin ritmik yapısından yararlanarak eser bestelemek, batılı müzisyenler için deyimi yerindeyse adeta bir moda haline gelir. mesela wolfgang amadeus mozart, la majör piyano sonatı’nın son bölümünde ünlü ‘alla turca’sını yazar. bu eserinden başka, türkleri konu alan başka eserleri de vardır: kv 219 türk konçertosu, kv 344 zaide operası, saraydan kız kaçırma, kahire kazı, vs. mozart’ın yanısıra beethoven’ın bazı eserlerinde bu etkiyi görmek mümkündür.’(2) 19. yüzyılın başlangıcında batılı müzisyenlerin istanbul’da konser vermeye başlamaları batı müziğiyle doğunun çok güzel harmanlanmış osmanlı müziğini etkileşim sürecine sokmuştur. ve osmanlı’da 2. mahmut tarafından kurulan musika-yı hümayun’un başına italyan giuseppe donizetti’nin getirilmesiyle osmanlı müziğinde batı müziğinin yoğun olarak etkileri başlamış ve kendi tabiiliğinden zamanla ayrılmıştır. zamanında güneşin gerçekte olduğu gibi kültür ve medeniyet açısından da aydınlığı doğudan doğduran, doğu kültürünün en aydınlık ülkelerinden biri olan osmanlı bünyesindeki osmanlı müziği icracıları, saraydaki bu denli değişimden paylarını olumsuz yönde almışlardır. bu etkileşim süreci, osmanlı’nın bunalımlı dönemlerinde yaşayıp ‘müzik öyle bir deniz ki; ben sadece paçalarımı sıvayabildim, içine giremedim’ sözünün sahibi ve müziğiyle hem dünyasal hem de dinsel ve mistik kendine öz tavırlarıyla ünlenen, ünlü bestekar musikişinas hammamizade ismail dede efendi (dede efendi) ve onun gibi değerli musikişinasların saraydan ayrılmasına veyahut uzaklaşmasına zemin hazırlamıştır…
osmanlı’nın son devirlerine kadar klasik türk musikimiz, batı müziğiyle beraber saraydaki yerini eskisi kadar gözde olmasa da korunmaya çalışılmış ve en azından cumhuriyet’e kadar faaliyetlerini sürdüren dergahlarda ve mevlevihanelerde canlılığını sürdürebilmiştir. bu dönemde eser veren bestecilerimiz de batı müziğinin etkileri görülür.
cumhuriyet döneminde ise harf devrimi, kılık kıyafet devriminin yanında müzikte de birkaç kişinin kararı ile halka ait geleneksel ve köklü değerlerimiz köklü bir değişime uğratılmaya çalışılmıştır. musikimizin (doğu müziğinin) gayri milli ve hastalıklı olduğu görüşlerini ileri süren çevre ile batı müziğinin yeni medeniyetimizin müziği olduğunu kabul edip milli müziğimizin halk müziğimizle batı müziğinin izdivacından doğacağını kabul eden çevre maalesef aynıdır. ‘1926 yılında istanbul konservatuarındaki klasik türk musikisi bölümü kapatılmış bununla da kalınmamış, aynı yıl klasik müziğin tabii bir eğitim aktarım mekanı olan tekke ve dergahlar kapatılarak bu müziğin bütün gelişme yolları ortadan kaldırılmış ve daha sonra da bütün okullardan klasik türk musikisi eğitimi kaldırılmıştır. buna bir anlamda ‘kaynak kurutma operasyonu’ da denilebilir.’ (3)
20.yüzyıl sonuna doğru büyük ölçüde müziğin amacı değiştirilmiş, sanat adına eserler ortaya koymak, ruhu dinlendirmek, duygu adına bir şeyler paylaşmak, acıyı tatlıyı hissettirmek, yüreğe hitap etmek, kültürle yaşatmak yerine, müziğin kalitesi inanılmaz derecede düşürülüp sadece çıkarlarını ön planda tutan, tek derdi para kazanmak ve insanlara saçma sapan mesajlar vermek olan bir kitlenin insanlara müzik eseri diye sundukları ehemmiyetsiz ritimleri, ilkokul beş seviyesinde yazılmış sözleri ve müzik dedikleri emeksiz hazır gürültüleri, müzik gibi hem bilim hem de sanat kategorisine giren bir disipline dahil etmek ve bütün bu çirkeflikleri yapan ve sanatı öldüren insanları, asıl anlamı göze kulağa ve en önemlisi yüreğe hitap edebilen ‘sanatçi’ olarak anmak ne derece mantıklı olur?
zamanla insanlığın kendini ifade edebildiği soyut kavramların değer kaybedip sadece maddeye önem veren nesillerin ve düzenin tecelli etmesi mutlak olarak müziği de derinden etkilemiştir. müzikteki doğallık buna oranla azalmış ve müzik sanattan büyük derecede ayrılmıştır. bundan sonra müzik kendini ifade etmekte güçlük çeken bir takım insanlar için bir çeşit ninniye dönüştürülmüştür.
maalesef kendi kültürel değerlerimiz kendi vatanımızdan çok dünyanın farklı yerlerinde yankı bulmaktadır.gerçi bu gelişme de ülkemizin dünyada kültürel olarak tanınması haricinde pek iç açıcı sayılmaz. bütün bunlara rağmen ülkemizde veya farklı yerlerde tek tip insan üretmeye çalışan bu müzik gidişatının farkında olan insanlar var; bunalmış insanlar var; müziğin anlamını idrak etmeye çalışan insanlar var; bunları fark etmek müzikle ilgilenen biri olarak bana umut veriyor ve beni mutlu ediyor.
(1) yalçın çetinkaya/müzik yazıları/cumhuriyet ve müzik/s.89 (kaknüs-99)
(2) yalçın çetinkaya/müzikyazıları/müzik ve etkileşim /s.237 (kaknüs-99)
(3) yalçın çetinkaya/müzik yazıları/cumhuriyet ve müzik/s.91 (kaknüs-99)
bilgiclerin siirleri var neden bilgiclerin yazilari adli baslik yok denilip acilmistir bu baslik. velhasilikelam tuzluktan haberdar da degildir yazan bilgic kisi.ve tuzlugu farkedince ikinci entry sayesinde is degisir. nese uzun lafin kisasi budur vesselam...
hem bilim hem de sanat olma özelliğine sahip müzik, biz pek farkına varamasak da aramızda konuştuğumuz dilin haricinde de kullandığımız, geçmişten günümüze köprüler kurup geçmişimiz, kültürümüz ve en sade şekliyle bizim hakkımızda, duyabilecek nezih kulaklara sahip zümreye, kulağa hitap eden bir şölen eşliğinde istenilen veriyi sunabilecek ve içten içe bizi anlatabilecek, kulaktan yüreğe intikal eden farklı bir dildir…
ve bizim için maddeden çok manayı temsil eden bu sanatın (ya da bilimin) tanımı herkese göre farklıdır. kimine göre seslerin veya sessizliğin notalarla uyum içerisinde bir zaman sürecinde düzenlenmiş hali olarak tasvir edilen müzik, kimine göre de matematiğin edebiyatla dansı, bir uyum ilmi veyahut hayatın ta kendisidir.
‘çok insan anlamaz eski musikimizden.
ve ondan anlamayan bir şey anlamaz bizden …’
(yahya kemal )
yahya kemal beyatlı’nın bu mısrada altını çizmek istediği şey şöyle başımızı kaldırıp toplum olarak pek dönüp bakmaya mecalimiz kalmayan tarih sayfalarını biraz araştırmamız ve üzerinde düşünmemiz olabilir. ve bunun vurgulanmak istenen gerçeğin tecellisinde şüphesiz büyük bir rolü olacaktır. müziğin hayatımızdaki rolü ve toplum olarak yaşantımızı büyük ölçüde yansıttığı hatta hayatımızın öyküsünü anlattığı kaçınılmaz bir gerçektir. ‘bir müzik eserini meydana getiren bütün ayrıntılarda, bir toplumun hikayesi, uzunca bir geçmişi gizlidir. dikkatlice dinlendiğinde, toplumsal geçmişin uzun, hüzünlü, sevinçli bütün seslerini duyabilmek, müthiş bir yaşam zenginliğiyle karşılaşmak mümkündür. melodik bir tarih ya da tarihin melodik anlatımı niteliğini taşır toplumun müzikleri…’(1)
konfüçyüs’e göre bir toplumu en iyi şekilde tanımak için ilk önce o toplumun müziğini dinlemek gerekir. çünkü müzik, toplumun kendisini ifade etmek için kullandığı başka bir dildir. toplum, pek farkına varmasa da şarkılarında büyük ölçüde kendisini anlatır. ve mütemadiyen tekdüze giden bir alışveriş söz konusudur. toplum şarkıları söyler, şarkılar da toplumu…
toplum olarak müziğimizin çok çeşitli kültürlerle harmanlanması bir tesadüf değil, aksine sanattaki etkileşimin ne derece ciddi olduğunun kanıtıdır. zaten günümüzde bile birçok farklı millete, dine, dile ve ırka ev sahipliği yapan ve geçmişte de aynı ev sahipliliğini hoşgörüyle üstlenmiş anadolunun kültürel olarak bu denli zengin olması, bu etkileşimin boyutunu ortaya koyar mahiyettedir. ‘özellikle 18.yüzyılın ortalarından itibaren türk ezgilerinden ve mehterin ritmik yapısından yararlanarak eser bestelemek, batılı müzisyenler için deyimi yerindeyse adeta bir moda haline gelir. mesela wolfgang amadeus mozart, la majör piyano sonatı’nın son bölümünde ünlü ‘alla turca’sını yazar. bu eserinden başka, türkleri konu alan başka eserleri de vardır: kv 219 türk konçertosu, kv 344 zaide operası, saraydan kız kaçırma, kahire kazı, vs. mozart’ın yanısıra beethoven’ın bazı eserlerinde bu etkiyi görmek mümkündür.’(2) 19. yüzyılın başlangıcında batılı müzisyenlerin istanbul’da konser vermeye başlamaları batı müziğiyle doğunun çok güzel harmanlanmış osmanlı müziğini etkileşim sürecine sokmuştur. ve osmanlı’da 2. mahmut tarafından kurulan musika-yı hümayun’un başına italyan giuseppe donizetti’nin getirilmesiyle osmanlı müziğinde batı müziğinin yoğun olarak etkileri başlamış ve kendi tabiiliğinden zamanla ayrılmıştır. zamanında güneşin gerçekte olduğu gibi kültür ve medeniyet açısından da aydınlığı doğudan doğduran, doğu kültürünün en aydınlık ülkelerinden biri olan osmanlı bünyesindeki osmanlı müziği icracıları, saraydaki bu denli değişimden paylarını olumsuz yönde almışlardır. bu etkileşim süreci, osmanlı’nın bunalımlı dönemlerinde yaşayıp ‘müzik öyle bir deniz ki; ben sadece paçalarımı sıvayabildim, içine giremedim’ sözünün sahibi ve müziğiyle hem dünyasal hem de dinsel ve mistik kendine öz tavırlarıyla ünlenen, ünlü bestekar musikişinas hammamizade ismail dede efendi (dede efendi) ve onun gibi değerli musikişinasların saraydan ayrılmasına veyahut uzaklaşmasına zemin hazırlamıştır…
osmanlı’nın son devirlerine kadar klasik türk musikimiz, batı müziğiyle beraber saraydaki yerini eskisi kadar gözde olmasa da korunmaya çalışılmış ve en azından cumhuriyet’e kadar faaliyetlerini sürdüren dergahlarda ve mevlevihanelerde canlılığını sürdürebilmiştir. bu dönemde eser veren bestecilerimiz de batı müziğinin etkileri görülür.
cumhuriyet döneminde ise harf devrimi, kılık kıyafet devriminin yanında müzikte de birkaç kişinin kararı ile halka ait geleneksel ve köklü değerlerimiz köklü bir değişime uğratılmaya çalışılmıştır. musikimizin (doğu müziğinin) gayri milli ve hastalıklı olduğu görüşlerini ileri süren çevre ile batı müziğinin yeni medeniyetimizin müziği olduğunu kabul edip milli müziğimizin halk müziğimizle batı müziğinin izdivacından doğacağını kabul eden çevre maalesef aynıdır. ‘1926 yılında istanbul konservatuarındaki klasik türk musikisi bölümü kapatılmış bununla da kalınmamış, aynı yıl klasik müziğin tabii bir eğitim aktarım mekanı olan tekke ve dergahlar kapatılarak bu müziğin bütün gelişme yolları ortadan kaldırılmış ve daha sonra da bütün okullardan klasik türk musikisi eğitimi kaldırılmıştır. buna bir anlamda ‘kaynak kurutma operasyonu’ da denilebilir.’ (3)
20.yüzyıl sonuna doğru büyük ölçüde müziğin amacı değiştirilmiş, sanat adına eserler ortaya koymak, ruhu dinlendirmek, duygu adına bir şeyler paylaşmak, acıyı tatlıyı hissettirmek, yüreğe hitap etmek, kültürle yaşatmak yerine, müziğin kalitesi inanılmaz derecede düşürülüp sadece çıkarlarını ön planda tutan, tek derdi para kazanmak ve insanlara saçma sapan mesajlar vermek olan bir kitlenin insanlara müzik eseri diye sundukları ehemmiyetsiz ritimleri, ilkokul beş seviyesinde yazılmış sözleri ve müzik dedikleri emeksiz hazır gürültüleri, müzik gibi hem bilim hem de sanat kategorisine giren bir disipline dahil etmek ve bütün bu çirkeflikleri yapan ve sanatı öldüren insanları, asıl anlamı göze kulağa ve en önemlisi yüreğe hitap edebilen ‘sanatçi’ olarak anmak ne derece mantıklı olur?
zamanla insanlığın kendini ifade edebildiği soyut kavramların değer kaybedip sadece maddeye önem veren nesillerin ve düzenin tecelli etmesi mutlak olarak müziği de derinden etkilemiştir. müzikteki doğallık buna oranla azalmış ve müzik sanattan büyük derecede ayrılmıştır. bundan sonra müzik kendini ifade etmekte güçlük çeken bir takım insanlar için bir çeşit ninniye dönüştürülmüştür.
maalesef kendi kültürel değerlerimiz kendi vatanımızdan çok dünyanın farklı yerlerinde yankı bulmaktadır.gerçi bu gelişme de ülkemizin dünyada kültürel olarak tanınması haricinde pek iç açıcı sayılmaz. bütün bunlara rağmen ülkemizde veya farklı yerlerde tek tip insan üretmeye çalışan bu müzik gidişatının farkında olan insanlar var; bunalmış insanlar var; müziğin anlamını idrak etmeye çalışan insanlar var; bunları fark etmek müzikle ilgilenen biri olarak bana umut veriyor ve beni mutlu ediyor.
(1) yalçın çetinkaya/müzik yazıları/cumhuriyet ve müzik/s.89 (kaknüs-99)
(2) yalçın çetinkaya/müzikyazıları/müzik ve etkileşim /s.237 (kaknüs-99)
(3) yalçın çetinkaya/müzik yazıları/cumhuriyet ve müzik/s.91 (kaknüs-99)
bilgiclerin siirleri var neden bilgiclerin yazilari adli baslik yok denilip acilmistir bu baslik. velhasilikelam tuzluktan haberdar da degildir yazan bilgic kisi.ve tuzlugu farkedince ikinci entry sayesinde is degisir. nese uzun lafin kisasi budur vesselam...
to be with you sarkisi gercekten dinlemeye sayandir.
hold on little girl
show me what hes done to you
stand up little girl
a broken heart cant be that bad
when its through, its through
fate will twist the both of you
so come on baby come on over
let me be the one to show you
im the one who wants to be with you
deep inside i hope you feel it too
waited on a line of greens and blues
just to be the next to be with you
build up your confidence
so you can be on top for once
wake up who cares about
little boys that talk too much
ive seen it all go down
your game of love was all rained out
so come on baby, come on over
let me be the one to hold you
why be alone when we can be together baby
you can make my life worthwhile
and i can make you start to smile
when its through, its through
fate will twist the both of you
so come on baby come on over
let me be the one to show you
hold on little girl
show me what hes done to you
stand up little girl
a broken heart cant be that bad
when its through, its through
fate will twist the both of you
so come on baby come on over
let me be the one to show you
im the one who wants to be with you
deep inside i hope you feel it too
waited on a line of greens and blues
just to be the next to be with you
build up your confidence
so you can be on top for once
wake up who cares about
little boys that talk too much
ive seen it all go down
your game of love was all rained out
so come on baby, come on over
let me be the one to hold you
why be alone when we can be together baby
you can make my life worthwhile
and i can make you start to smile
when its through, its through
fate will twist the both of you
so come on baby come on over
let me be the one to show you
leslerinin icinde mutlu olabilenler
ya da umarsizca yasayanlar
ya da yasadigini zannedenler
bu koca diyarda
parayla herseyin,sevginin
bile sömürüldügü
genelde kötülerin,cirkeflerin
kazandigi bu lanet yerde
abuk subuk olmayan pek bir sey yok
sevgiymis askmis lüküs konular
dananin kuyrugu koptu kopacak
ve ati olan gececek üsküdari
vakitle ilerleyecekler
susuz kalacak sevgiler
ve iste o zaman vakit
belki cok gec olacak
kurumaya mahküm sevgiler
susuz kalacak sevgiler
sevgiler susuz
susuz sevgiler...
ya da umarsizca yasayanlar
ya da yasadigini zannedenler
bu koca diyarda
parayla herseyin,sevginin
bile sömürüldügü
genelde kötülerin,cirkeflerin
kazandigi bu lanet yerde
abuk subuk olmayan pek bir sey yok
sevgiymis askmis lüküs konular
dananin kuyrugu koptu kopacak
ve ati olan gececek üsküdari
vakitle ilerleyecekler
susuz kalacak sevgiler
ve iste o zaman vakit
belki cok gec olacak
kurumaya mahküm sevgiler
susuz kalacak sevgiler
sevgiler susuz
susuz sevgiler...
yasam bazen de her tarafi kara karelerle kapli
bir bulmaca gibi
hani olur ya bazen
sona yaklasinca aniden
bir nakarat bulma cabasi...
ve beyinlerde bir yigin düsünce pazari
alti üstü bir hilesi de yok kazigi da
yaklas bir tezgaha fazla düsünmeden
sec begen al gama kedere doldur heybeye...
ah ulan ahh...
bir bulmaca gibi
hani olur ya bazen
sona yaklasinca aniden
bir nakarat bulma cabasi...
ve beyinlerde bir yigin düsünce pazari
alti üstü bir hilesi de yok kazigi da
yaklas bir tezgaha fazla düsünmeden
sec begen al gama kedere doldur heybeye...
ah ulan ahh...
gölgem ve ben
birkaç otonun farı , şehrin ışıkları.
yıldızlar ve ayın güneşe inadı gözümde…
denizin sesi ve üç beş ferahnak kararlı melodiydi kulağımı kaşıyan.
gece küsüp ay ’geceaydın’ dediğinden beri…
sonra seherin alacasında bir çizgi oldu düşlerim.
hem ufuğa hem de tarihe paralel.
kafamda bir film şeridi gibi bir şey.
kimi ak der kimi kara söyler…
ademden günümüze neler olmuş neler bitmiş meyve tadında.
acısıyla tatlısıyla…
kalemle kâğıdın hikâyesı kadar eskiydi sanki düşlerim,
ilk ayet canlılığında…
karmakarışıklığımla yol aldım…
bambaşkaydım o gece…
gecenin alyalazı , üşüten deli poyraz , gölgelere düşmüş çiğ taneleri…
ve ben yalınayak dışarda.
kaldırımlarda gördüm gecenın karanlık yüzünün yansımasını.
toprak tabanlı gökkübbe tavanlı bu sokakta…
sonra da ilkin kaldırımlar karşıladı beni,
öyle yalnız ve ıslak.
ölüm soluklu dört duvar bir tavan.
sanki tek dostumdu gölgem.
çünkü yanımdaydı her an…
bir o terketmedi beni,
bir de terkedenlere inat sigaram…
birini tüketip diğerini yakıyorum; ışıksız bir evdeki mumların vardiyesi gibi…
maziye dalıp dalıp gitmelerim.
beynimde yankılanan sorularım ve parlayan cevaplarım gün ışığında…
arayıp bulamadıklarım ve peşisıra giden adımlarım.
ve düşünüşlerim…
her yağmur sonrası toprak kokusunda…
öncesi ve ondan öncesi …
sonrası ve üç noktası ...
…
peşisıra giden adımlarım, gölgem ve ben .
bir sobe yerinde durakladık sobeleyerek uyuyan bütün insaları.
çöplükleri karıştıran çakallar ve karanlık yüzü gecenin sahitlerimizdir.
olur ki inanmazsanız…
içimden bir dal kırıldı .
önümüz bahar ya !
çiçeklerin açma zamanı ,
dalların yeşerme zamanı…
atalete ve mahmurlu gözlere veda zamanı…
üşüten rüzgâra aldırmama zamanı…
yine çiçeklerin açma zamanı ,
dalların yeşerme zamanı…
örtündük rüzgârı üzerimize,
dilimizde türkülerle.
uşak’ın derinliği hüseynî’nin inceliğiyle.
vakti gelince son bulacak olan zaman tâlimimiz döndürdü çarklarını.
yelkovana inat…
akrebe inat…
gerideydi gecenin alyalazı, seherin alacası.
gölgelere düşmüş çiğ taneleri ve geride kalmış ayak izlerim
ve düşünüp yakarışlarım, ağlayışlarım
her yağmur sonrasında…
geriye bakmak istemedi gözlerim…
bir varmış bir yokmuş,olgunlaşmamış meyve tadındaki hikâyenin tozları silinmiş eski püskü sayfalarına…
ve daha doldurulmayı bekleyen boşluklarına.
ânın kıymetini bilme zamanıdır şimdi!
yazılanı okuma zamanı .
okunanı yazma zamanı.
koskoca evrende bir sevgi çekirdeği olma zamanı…
sevme zamanı …
sevilme zamanı…
baharı bekleyerek örtündük rüzgârı üzerimize.
dilimizde türkülerle.
üstümüzdeki kuru yapraklarla…
yanyana…
yana yana…
cimcimem.
seviyor musun ? sorusuna genelde hayir cevabiyla karsilik veren türk filmlerindeki kadin tiplemesidir.
-seviyorum de!
+hayir
-seviyorum de !
+hayir
-seviyorum de ulannn
+seviyorummm
-yalannn söylüyorsun...
-seviyorum de!
+hayir
-seviyorum de !
+hayir
-seviyorum de ulannn
+seviyorummm
-yalannn söylüyorsun...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?