permatiğin reklam repliklerinden biridir.
gilette, derby kullanıyorsanız arkadan konuşuyorsunuzdur. permatik kullanın adam olun.
gilette, derby kullanıyorsanız arkadan konuşuyorsunuzdur. permatik kullanın adam olun.
mükemmel eğlenceli bir şarkı. modern talking havası var şarkıda.
salı gecesi yayını ile ben.
son bir haftada mail adresime her seferinde faklı adreslerle defalarca gelen maildir. başbakanın cumhurbaşkanı olmaması adına yapılmış sanırım. bir hayli de ilginç bir mail.
onun adı burak... kendisine medyada rastlamışsınızdır. ya bir trafik kazasının kahramanı olarak, ya babasına borç verirken, ya da milyon dolarlık işlere imza atarken... 28 yaşında... bilkent üniversitesinde okurken, londraya burslu olarak yollandı ve ekonomi eğitimi yaptı. askerlik görevini henüz yapmadı... tecilli!..
1988 mayısında bir trafik kazasında trt istanbul radyosu sanatçısı sevim tanürekin ölümüne neden oldu. şişlide kırmızı ışıkta durmadı. kazadan hemen sonra belediye arazözlerinin caddeyi baştan aşağıya yıkayarak 35 metrelik fren izini tamamen sildikleri, olayın cezai yönünün azaltılması için buraka kazadan sonra üç ay öncesine tarihli ehliyet verildiği, sevim tanürekin yakınlarının azarlandığı, tanıkların hepsinin tehdit edilip korkutulduğu iddia edildi.
adli tıp trafik ihtisas dairesi, burak için "kusursuzdur" raporu düzenledi. ölen sevim tanürek 8/8 kusurlu bulundu!. burak hapisten kurtuldu. kusursuz raporunu veren dairenin başkanı eyüp bey ise, daha sonra türkiye deniz işletmeleri genel müdür yardımcılığına atandı.
2001 yılında evlendi. babası, oğlunun düğününde takılan 174 adet cumhuriyet altınını mal varlığındaki artışın nedeni olarak açıkladı. ayrıca, babası 2001 yılında verdiği mal beyanında oğlu buraka 220 bin abd doları ve 55 bin alman markı borcu olduğunu açıkladı. üniversiteden yeni mezun, o zaman 22 yaşındaki oğluna...
babası ülker grubu ürünlerinin dağıtımını yapan şirketteki hisselerini 1.2 trilyon liraya satana kadar, şirket yönetimini burak sürdürdü.
ve burak geçtiğimiz günlerde bir kez daha gündemdeydi. gıda sektöründeki hisseler satılınca, hemen şirketler kurup denizcilik sektörüne girdi. yüzde 50 ortağı olduğu mb denizcilik adlı şirket, 95 metre uzunluğunda safran 1 adında bir kuru yük gemisi aldı. gemiyi satan hasan doğan, satış fiyatının 2 milyon 325 bin dolar olduğunu söyledi. burak, gemiyi ortağı ile birlikte 500 bin doları peşin 36 ay taksitle satın aldı. ayda 72 bin ytl ödeyecekler.
gemiyi satan hasan bey ise, 705 milyon dolara istanbuldaki iett garajı arazisinin sahibi olan dubai şeyhi el maktumun küçük ortağı oldu. ayrıca, hasan beyin ablası remzi gür ile evli. remzi bey, burakı ve kardeşlerini burslu olarak yurtdışında okutuyor, babasının yakın arkadaşı, tatillerini onun yazlığında geçiriyorlar.
*********
onun adı levent... 35 yaşında... gazetelere, televizyonlara hiç çıkmaz. ücretli bir çalışan. aylık maaşından başka bir geliri yok. iş bankası fon yönetimi bölümünde çalışıyor. kolay para kazanmıyor. risk alıyor, işvereni adına verdiği kararlardan dolayı stres oluyor, terliyor. ülkenin en iyi üniversitelerinden odtünün iktisat bölümünden mezun...
eylül 2004te kendi gibi odtü mezunu olan evren ile evlendi. çankaya köşkünde sessiz sedasız, sade bir düğün yapıldı. ne trafik kilitlendi ne de yabancı devlet başkanları şahit oldu. davetliler arasında köşkten bazı personel ve şoförler de vardı. takı takma merasimi yapılmadı. gelinin gelinliği versace gibi yabancı marka değildi, ankara olgunlaşma enstitüsünde dikilmişti.
vergisini milletin ödediği diğer şatafatlı düğünlerin aksine, babası, düğün nedeniyle çankaya köşkünde o saatlerde tüketilen elektriğin bedelini cebinden ödedi. nikahı kıyan çankaya belediye başkanı, çiftten "laik cumhuriyete sadık evlatlar" yetiştirmelerini diledi.
istanbulda 1 milyar 200 milyon liraya ev kiraladılar. çalışıyorlar. büyük ihtimalle ev geçindirirken zorlanıyorlardır. çünkü, ocak ayında bir erkek çocukları oldu. bu sevindirici olay da sessiz sedasız gerçekleşti, muhabir, kameraman falan izlemedi.
levent, arada bir anne-babasını ziyaret için ankaraya geliyor. koruma istemiyor ve havaalanından taksiye binerek çankaya köşküne ulaşıyor. ancak, şatafatlı ana kapı yerine, köşke ziyaretçilerin alındığı 5 numaralı kapıdan giriyor. nizamiyeden yürüyerek konuta çıkarken, her seferinde cumhurbaşkanlığı korumalarını şaşırtıyor.
birinin adı burak, diğerinin levent...
ilginç ilginç olmasına ama, bununla ne anlatılmak istenmiştir pek anlayamadom doğrusu. cumhurbaşkanı seçerken halkın elinden bir şey gelmediğini herkes biliyor. sadece örneklendirmekse güze bir örnek ama, bunlar gibi daha neler yok ki? pek işe yarayacağını sanmadığım bir mail. dolaşıyor öyle.
onun adı burak... kendisine medyada rastlamışsınızdır. ya bir trafik kazasının kahramanı olarak, ya babasına borç verirken, ya da milyon dolarlık işlere imza atarken... 28 yaşında... bilkent üniversitesinde okurken, londraya burslu olarak yollandı ve ekonomi eğitimi yaptı. askerlik görevini henüz yapmadı... tecilli!..
1988 mayısında bir trafik kazasında trt istanbul radyosu sanatçısı sevim tanürekin ölümüne neden oldu. şişlide kırmızı ışıkta durmadı. kazadan hemen sonra belediye arazözlerinin caddeyi baştan aşağıya yıkayarak 35 metrelik fren izini tamamen sildikleri, olayın cezai yönünün azaltılması için buraka kazadan sonra üç ay öncesine tarihli ehliyet verildiği, sevim tanürekin yakınlarının azarlandığı, tanıkların hepsinin tehdit edilip korkutulduğu iddia edildi.
adli tıp trafik ihtisas dairesi, burak için "kusursuzdur" raporu düzenledi. ölen sevim tanürek 8/8 kusurlu bulundu!. burak hapisten kurtuldu. kusursuz raporunu veren dairenin başkanı eyüp bey ise, daha sonra türkiye deniz işletmeleri genel müdür yardımcılığına atandı.
2001 yılında evlendi. babası, oğlunun düğününde takılan 174 adet cumhuriyet altınını mal varlığındaki artışın nedeni olarak açıkladı. ayrıca, babası 2001 yılında verdiği mal beyanında oğlu buraka 220 bin abd doları ve 55 bin alman markı borcu olduğunu açıkladı. üniversiteden yeni mezun, o zaman 22 yaşındaki oğluna...
babası ülker grubu ürünlerinin dağıtımını yapan şirketteki hisselerini 1.2 trilyon liraya satana kadar, şirket yönetimini burak sürdürdü.
ve burak geçtiğimiz günlerde bir kez daha gündemdeydi. gıda sektöründeki hisseler satılınca, hemen şirketler kurup denizcilik sektörüne girdi. yüzde 50 ortağı olduğu mb denizcilik adlı şirket, 95 metre uzunluğunda safran 1 adında bir kuru yük gemisi aldı. gemiyi satan hasan doğan, satış fiyatının 2 milyon 325 bin dolar olduğunu söyledi. burak, gemiyi ortağı ile birlikte 500 bin doları peşin 36 ay taksitle satın aldı. ayda 72 bin ytl ödeyecekler.
gemiyi satan hasan bey ise, 705 milyon dolara istanbuldaki iett garajı arazisinin sahibi olan dubai şeyhi el maktumun küçük ortağı oldu. ayrıca, hasan beyin ablası remzi gür ile evli. remzi bey, burakı ve kardeşlerini burslu olarak yurtdışında okutuyor, babasının yakın arkadaşı, tatillerini onun yazlığında geçiriyorlar.
*********
onun adı levent... 35 yaşında... gazetelere, televizyonlara hiç çıkmaz. ücretli bir çalışan. aylık maaşından başka bir geliri yok. iş bankası fon yönetimi bölümünde çalışıyor. kolay para kazanmıyor. risk alıyor, işvereni adına verdiği kararlardan dolayı stres oluyor, terliyor. ülkenin en iyi üniversitelerinden odtünün iktisat bölümünden mezun...
eylül 2004te kendi gibi odtü mezunu olan evren ile evlendi. çankaya köşkünde sessiz sedasız, sade bir düğün yapıldı. ne trafik kilitlendi ne de yabancı devlet başkanları şahit oldu. davetliler arasında köşkten bazı personel ve şoförler de vardı. takı takma merasimi yapılmadı. gelinin gelinliği versace gibi yabancı marka değildi, ankara olgunlaşma enstitüsünde dikilmişti.
vergisini milletin ödediği diğer şatafatlı düğünlerin aksine, babası, düğün nedeniyle çankaya köşkünde o saatlerde tüketilen elektriğin bedelini cebinden ödedi. nikahı kıyan çankaya belediye başkanı, çiftten "laik cumhuriyete sadık evlatlar" yetiştirmelerini diledi.
istanbulda 1 milyar 200 milyon liraya ev kiraladılar. çalışıyorlar. büyük ihtimalle ev geçindirirken zorlanıyorlardır. çünkü, ocak ayında bir erkek çocukları oldu. bu sevindirici olay da sessiz sedasız gerçekleşti, muhabir, kameraman falan izlemedi.
levent, arada bir anne-babasını ziyaret için ankaraya geliyor. koruma istemiyor ve havaalanından taksiye binerek çankaya köşküne ulaşıyor. ancak, şatafatlı ana kapı yerine, köşke ziyaretçilerin alındığı 5 numaralı kapıdan giriyor. nizamiyeden yürüyerek konuta çıkarken, her seferinde cumhurbaşkanlığı korumalarını şaşırtıyor.
birinin adı burak, diğerinin levent...
ilginç ilginç olmasına ama, bununla ne anlatılmak istenmiştir pek anlayamadom doğrusu. cumhurbaşkanı seçerken halkın elinden bir şey gelmediğini herkes biliyor. sadece örneklendirmekse güze bir örnek ama, bunlar gibi daha neler yok ki? pek işe yarayacağını sanmadığım bir mail. dolaşıyor öyle.
zeki mürenin de çok güzel seslendirdiği şarkıdır. dinlenmesini tavsiye ederim.
"yıldız olsan ilk sana kayardım"
a: amınıskim tuvaletlerde sigara içmeyin ya
b: niye lan oda da içme orda içme nerde iççez?
a: olm en çok tuvalette zehirleniyoz ya içmeyin orda
b: nası olm en çok orda zehirleniyon
a: olm sıçarken ıkınmıyonmu sen
b: ıkınıyom
a: ıkınmak için derin nefes almıyon mı
b: alıyom amınakoyim
a: bütün duman içime kaçıyo lan o zaman.
b: bi siktir git ya.
b: niye lan oda da içme orda içme nerde iççez?
a: olm en çok tuvalette zehirleniyoz ya içmeyin orda
b: nası olm en çok orda zehirleniyon
a: olm sıçarken ıkınmıyonmu sen
b: ıkınıyom
a: ıkınmak için derin nefes almıyon mı
b: alıyom amınakoyim
a: bütün duman içime kaçıyo lan o zaman.
b: bi siktir git ya.
sözlükte siyaset yapmak yasak kuralının ihlali olurdu.
aslında hepimizin yaptığı şey o kadar da ciddiye alınası şeyler değil. biraz daha gerçekçi düşünmek zorundayız. ne yapıyoruz biz? neden buradayız? günümüzün bir çoğunu neden burada harcıyoruz?
arkadaşlıklar kuruyoruz, bazen yazıyoruz, gülüyoruz eğleniyoruz ve içerisinde bilgi bulunan her başlıkta mutlaka tartışıyoruz, aynı başlık altında aynı fikirlere ya da benzer fikirlere sahip olduğumuz insanlar görüyoruz, seviyoruz, ya da tamamen zıt fikirlere sahip insanlar görüyoruz, düşmanlaşıyoruz, sevmiyoruz. olası br durumda zıt fikirlere sahip insana verecek cevabımız olsun diye sürekli öğreniyoruz. peki kazandıklarımız ne?
bir yerden bir bilgiyi okuyup öğrenip, sadece anımsadıklarımızı yazmak ile direk kopyalayıp yapıştırmak arasında ki fark nedir? anımsadıklarını yazanlar neden emek harcayanlar, kopyalayıp yapıştıranlar neden hazırcı? biz bunları yapanların böyle olduklarını neden düşünüyoruz?
çünkü böyle bir şey yok. düşünmüyoruz. evet gerçekçi olalım. biz hiç de çok önemli şeyler yapmıyoruz. buraya faydamız sadece kendimize. zaman harcıyoruz. eğlenecek, uğraşacak başka bir şey bulamayınca da böyle başlıklar açıyoruz. altını destanla dolduruyoruz.
uzun yazı yazmak (kopyala yapıştır değil) ilgi çeker her zaman. bu kadar uzun yazıyorsa bir bildiği, en azından düşündükleri, fikirleri vardır.
ama yapmak istediğimiz gerçekten bu mu? uzun yazılar yazıp ilgi çekmek mi? bakın benim fikirlerim var, herkesten uzun yazılar yazıyorum, siz ise kopyala yapıştır yaparak zaman harcamaktan başka bir şey yapmıyorusunuz demek mi?
bence hayır bu da değil.
gerçekçi olalım evet, kendimize yazar demek, bilgiç demek, yaptıklarımıza sıfatlar yüklemek, ve kendimize bunlara kaptırmak ne kadar doğrudur, ya da kimin ne kadar tercihidir herkesin kendi kararıdır. bunları yapmak hayat için çok basit şeyler. gelip burada çeşitli konular hakkında çeşitli şeyler yazmak, fikir beyan etmek basit şeyler.
bir çoğumuz asosyal hayat yaşıyoruz. buranın standart kullanıcıları var. her gün açılan başlıklarda onların entrylerini görmek mümkün. ama herkesin gerçek hayatı olmalı. tüm hayatımız sözlükmüş gibi davranamayız. en azından kendim için söyleyebilirim bunları.
buraya bilgiyi nasıl taşıdığım değil önemli olan, ne kadar taşıdığımız. insanlar burayı bilgi amaçlı kullandıklarında onlara ne kadar faydamız olabileceğidir önemli olan. ve şunu kesin olarak söyleyebilirim; "bir bilginin asıl kaynağı, bir başkasının anımsadığından daha önemlidir". bu bilgiyi taşırken taşıyan kişi bir şey öğrendiyse daha önemlidir bu.
yani bizler yorumcularız. evet herşey hakkında yorum yapma hakkına sahibiz. ama söz konusu "bilgi" olduğunda işin rengi değişir. bilgi yazıyorsan bilmek zorundasın. yorum yetersiz kalır. işte yazarlık da budur. bilmektir. ne yazdığını biliyorsan yazarsındır. bilmiyorsan yorumcu.
ve evet biraz gerçekçi olalım
"bir bilginin asıl kaynağı, bir başkasının anımsadığından daha önemlidir".
arkadaşlıklar kuruyoruz, bazen yazıyoruz, gülüyoruz eğleniyoruz ve içerisinde bilgi bulunan her başlıkta mutlaka tartışıyoruz, aynı başlık altında aynı fikirlere ya da benzer fikirlere sahip olduğumuz insanlar görüyoruz, seviyoruz, ya da tamamen zıt fikirlere sahip insanlar görüyoruz, düşmanlaşıyoruz, sevmiyoruz. olası br durumda zıt fikirlere sahip insana verecek cevabımız olsun diye sürekli öğreniyoruz. peki kazandıklarımız ne?
bir yerden bir bilgiyi okuyup öğrenip, sadece anımsadıklarımızı yazmak ile direk kopyalayıp yapıştırmak arasında ki fark nedir? anımsadıklarını yazanlar neden emek harcayanlar, kopyalayıp yapıştıranlar neden hazırcı? biz bunları yapanların böyle olduklarını neden düşünüyoruz?
çünkü böyle bir şey yok. düşünmüyoruz. evet gerçekçi olalım. biz hiç de çok önemli şeyler yapmıyoruz. buraya faydamız sadece kendimize. zaman harcıyoruz. eğlenecek, uğraşacak başka bir şey bulamayınca da böyle başlıklar açıyoruz. altını destanla dolduruyoruz.
uzun yazı yazmak (kopyala yapıştır değil) ilgi çeker her zaman. bu kadar uzun yazıyorsa bir bildiği, en azından düşündükleri, fikirleri vardır.
ama yapmak istediğimiz gerçekten bu mu? uzun yazılar yazıp ilgi çekmek mi? bakın benim fikirlerim var, herkesten uzun yazılar yazıyorum, siz ise kopyala yapıştır yaparak zaman harcamaktan başka bir şey yapmıyorusunuz demek mi?
bence hayır bu da değil.
gerçekçi olalım evet, kendimize yazar demek, bilgiç demek, yaptıklarımıza sıfatlar yüklemek, ve kendimize bunlara kaptırmak ne kadar doğrudur, ya da kimin ne kadar tercihidir herkesin kendi kararıdır. bunları yapmak hayat için çok basit şeyler. gelip burada çeşitli konular hakkında çeşitli şeyler yazmak, fikir beyan etmek basit şeyler.
bir çoğumuz asosyal hayat yaşıyoruz. buranın standart kullanıcıları var. her gün açılan başlıklarda onların entrylerini görmek mümkün. ama herkesin gerçek hayatı olmalı. tüm hayatımız sözlükmüş gibi davranamayız. en azından kendim için söyleyebilirim bunları.
buraya bilgiyi nasıl taşıdığım değil önemli olan, ne kadar taşıdığımız. insanlar burayı bilgi amaçlı kullandıklarında onlara ne kadar faydamız olabileceğidir önemli olan. ve şunu kesin olarak söyleyebilirim; "bir bilginin asıl kaynağı, bir başkasının anımsadığından daha önemlidir". bu bilgiyi taşırken taşıyan kişi bir şey öğrendiyse daha önemlidir bu.
yani bizler yorumcularız. evet herşey hakkında yorum yapma hakkına sahibiz. ama söz konusu "bilgi" olduğunda işin rengi değişir. bilgi yazıyorsan bilmek zorundasın. yorum yetersiz kalır. işte yazarlık da budur. bilmektir. ne yazdığını biliyorsan yazarsındır. bilmiyorsan yorumcu.
ve evet biraz gerçekçi olalım
"bir bilginin asıl kaynağı, bir başkasının anımsadığından daha önemlidir".
(bkz: zozan)
(bkz: dilsiz kaval)
gece gece delirmiş zozan
daha fazla içmemek.
haftanın 5. günü.
seni hep seveceğim ömrüm boyunca
ellere vermeyeceğim zorlasalarda
rahat bu gönül senin yanında
peşinde dolanır deli divane
ibne deselerde senin için
lazım değil bana mahrem yerlerin...
ellere vermeyeceğim zorlasalarda
rahat bu gönül senin yanında
peşinde dolanır deli divane
ibne deselerde senin için
lazım değil bana mahrem yerlerin...
kendisi benim hakkımda ne düşünürse düşünsün hiç önemli değil, benim amacım kendisiyle tartışmak falan değildir. üstelik severim kendisini.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?