confessions

imphotep

- Yazar -

  1. toplam entry 3191
  2. takipçi 1
  3. puan 62847

oyalan

imphotep
şarkı sözleri şu şekilde;

şarkıları dinledim arandım arar arar arar dururum
kitapları aradım arar arar arar arar dururum
doğruldum yoruldum her şeyle eridim
sonunda benzedik birbirimize
sonunda iki elimiz kanda

kim kaybetti büyük unsurlar hangi kaplar
habitatlar hangi evrenler kenan evrenler
dolmuşlar kemal sunallar sadri alışıklar
o yalan bu yalan o yalan bu yalan bıktım oyalanmaktan
o yalan bu yalan bu yalan bu yalan dolanmaktan
o yalan bu yalan bu dünyada sen dolan
kim yalancı kim doğrucu ölümle
sen sez bizi anla diye sesim getirmek bahane
insan insanın kurdu
bu düzeni kim kurdu
oyunbozanlanlar hainler bir terde attı
anti kahramanlar gelmeyebilirmiş dünyaya
lanetlendik toptan, kahramanlar bile
o yalan bu yalan durmadan kurulup dağılan evrende
alacağın bir nefes alacağın bir nefes
alacağın bir nefes alacağın bir nefes alacağın bir nefes

hancı dedi bir çiçeği yaratmak asırların işidir
hancı dedi bir çiçeği yaratmak asırların işidir
o yalan bu yalan o yalan bu yalan bıktım oyalanmaktan
o yalan bu yalan bu yalan bu yalan dolanmaktan
o yalan bu yalan o yalan bu yalan bıktım oyalanmaktan
o yalan bu yalan bu yalan bu yalan dolanmaktan

bilgiçlerin hikayeleri

imphotep
sonra..
bir terminalde denk geldim sana. yaprak kıpırdamıyordu. sen kıpırdamıyordun. kıpırdadım sonra. gittim. biletimde "zorla bindirildi. gözleri arkada kaldı, bagaja koyduk." yazılıydı. öyleydi. ilk mola yerinde sesini gördüm. kıpırdamıyordu. tuşlarına basıyordum sadece, yere bilmem kaç yıl önce döşenmiş karo taşlarının.. adını yazıyordum ayaklarımla. sen yine. kıpırdamıyordun. bir solukta söylediğim onca cümle geldi aklıma. şimdi tek kelime için yetemeyecek nefesimden utandım. gülümsedim. "neden güldün?" dedin. "hiç" dedim. geriye dönüp baktığımda yerinde yeller esiyordu. "yaşasın!" dedim. "burada kaldım.iki şehir arasında, ne orda ne burda..ortada kaldım." en alışık olduğum yerdi ortada kalmak. o veya bu şekilde hep ortada kaldım. her şeyden uzaklaştırıldım. kendimden bile. itiraf edilememiş onca şeyin birçoğu bana dairse halâ arayışım kendimedir bunu biliyorum.
itelediler. "devam edeceksin!" dediler. kıpırdamıyordum. ama kıpırdayan birşeyin içindeydim. mütemadiyen uzaklaştırılıyordum senden. ve kendi kelimelerimden.. "yürüyüp gideceksin, arkana bakmayacaksın." diye bağırdı arkadaki. kıpırdamayışımın uğultusundan rahatsız olmuştu belliki. "yok" dedim "benim gözlerim arkada.". cebinden bir avuç şeker çıkarttı, bana uzattı. badem şekeri, en sevdiklerimden.. tam alayım derken avucunu kapatıp geri çekti, "biliyor musun, benim de gözlerim arkada aslında." dedi. sonra uyandım. bir sürü kısa mesaj vardı kaburgalarımın arasında. "tüm iletileri sil" dedim. silindi. yuvama gittim. doğduğum yere. altıma işediğim, yere düşen salçalı ekmeği üfleyip yediğim yere. kimsecikler yoktu. ne omzuna dişlerimi geçirip ağlayacak, ne bu yalnızlığın hesabını soracak. hiç kimse.. tavanda gaz ocağı vardı. dedemin eski çizmeleri. kapıya menteşe yaptığı eski lastik ayakkabısı. hepsine ağladım. hepsine dişlerimi geçirdim. kendime dişlerimi geçirdim. bavul omzumda iz yapmıştı. boğazıma astım. boğazımda iz yaptı. düğüm düğüm oldu. yutkundum bavulu..
sen uzaktaydın. kendi bilinmezliklerinin içinde.. kendi çözümsüzlüklerinin içinde. ve kıpırdamıyordun. nereye gitsen ne söylesen hepsi sana doğruydu. sen kıpırdamıyordun. ben kıpırdamıyordum. kıpırdamıyorduk..

bilgiçlerin hikayeleri

imphotep
(1) - yoldan geçiyordum. öylesine gittiğim,öylesine şehirlerden biriydi. yaz sıcağının rehavetiyle kafelerin üstü açık ferah kısımlarına baka baka ilerliyordum. birden o çarptı gözüme. yaklaştım. "merhaba" dedim. karşılık vereceğini zannetmiyordum gülümseyişime. soylu birine benziyordu. sıcaktan ter toplanmış miyop gözlerimle seçebildiğime göre, benden önce de birileri farketmiş olmalıydı onu. farketmişti de. izlerini gördüm. yüzünde, boynunda, açık bluzunun dışarda bıraktığı kollarında, göğüs çatalında.. "tersleyecek" diye düşündüm, buyur etti. şaşkınlığımı belli etmedim. oturdum, sohbete koyulduk. zerafeti içimize sakladık, tozlu raflardan samimiyeti çıkardık, koyduk masaya. şarap içmedik, çiçekçi kızdan tek gül almadık, masada mum olsun istemedik. gülümsemedik, kahkaha attık, buğulu bakış atmadık, yanaktan makas aldık.. sipariş tek pizzaydı. paylaşabileceğimiz ilk olduğu kesin ama belki de son şey.. "hadi" dedi "nereye gidiyoruz?" .."bilmem?" dedim, "yabancısıyım buraların." kalktık, yürümeye başladık. kazara eli elime dokunuyordu. hiçbir zaman kadınlar konusunda cesur biri olamadım. elini tutmak hatta beline sarılmak istiyordum. tutamadım. o dalmış birşeyler anlatıyordu bana, dirseğini omzuma dayayıp diğer eliyle biryerleri gösteriyordu. o cesurdu. ben değildim. elimi tuttu. yoldan geçen arabacılardan birini durdurduk, bindik. arabacı bizi sevgili sanmıştı. hoşuma gitti. gideceğimiz yeri söyledi ve bana döndü. koltuk rahattı. kalbim hızlı hızlı atıyordu. gözlerinin içinde kendi yansımamı gördüm. dudaklarına yaklaştım ama öpemedim. koklayabildim sadece. içimde, çektiğim derin nefesimde saklı kalmıştı. güldü. ben gene mahcup/şirin halimi takınmak ister gibi kaşlarımın ortasını kaldırıp gülümseyebildim sadece. ama en "erkek" halimi takınmalıydım. kadınlar çocukları sevmezler. adam olmalısın bir kadını etkilemek için. elimde değildi. bocalarken, arabacı "geldik" dedi. indik arabadan. geniş sokaklı kalabalık ortamlardan pek hazzetmem. ama elimi tutan sıcak bir el varken isterse mahşer yeri olsun, farketmezdi zaten.

(2) - oturduğumuz yerde "canlı" denen "ölü" bir müzik çalıyordu. onlar çaldı, ben gülümsedim. o, müzik hakkında sordukça ben geçiştirdim. yanımdaki güzelliğe olan ilgimi dağıtıyordu, yoksa çalanların canı cehenneme.. biralarımızı yudumlayıp kalktık ordan. yürüdük. başka bir mekânda, başkaları, başka müzikler yapıyordu. canımız içmek istiyordu. girdik. kıç kıça oturulan, küçük sehpa genişliğinde ama dirseklerini yaslayabileceğin boyda masaları olan bir yerdi. salaştı. çalan tipler ideoloji sahibiydi belli. ama piyasayı da küstürmüyorlardı. dinledik, eşlik ettik. içtik.. yanan sigaramızı yarısı su dolu pet bardağa söndürdük. yenisini yaktık. yaz sıcağı mıydı, yumuşak elini tenimde hissetmek miydi bilmiyordum içimi yakan. ama bir alev vardı bir yerlerde. göğsümü yaslayıp hissetsin istedim bu alevi. güzel güzel baktı gözlerime. alev harlandı. derin bir yudum aldım birasından, ve yutkundum. hiç bir şey için acele etmek gelmiyordu içimden. sakinlik ve heyecanı aynı anda yaşıyordum. gülüşüne bayılıyordum. (kimbilir tenime dokunan ellerin kaç katı dokundu ona, kimbilir kaçı hak etti.. yüzünde,boynunda, açık bluzunun dışarda bıraktığı kollarında, göğüs çatalında gördüğüm izlerden içinde de vardı elbet. yaralanmayan insan var mıdır şu hayatta? dere kenarında gördüğüm prenseslerin çoğu daha önce birçok kurbağa öpmüştü. hepsinde izler vardı. bazen melhem olmaya çalıştım, bazen prens.. olamazdım. olamadım. hiçbir zaman hiçkimsenin prensi..) mekândan çıktığımızda dışarıda rüzgâr esiyordu. hoşuma gitti. soğuğu severim. sıcaklığın kıymetini müjdeler hep bana. beline sardım kolumu. tatlı tatlı birşeyler anlatıyordu. alnından öptüm. yüzüme baktı. gülümsedim. o anda dibimizde veya dünyanın herhangi bir yerinde olan herhangi başka birşeyin ilgimi çekmesi imkânsızdı. kilitlendim. karnım ağrıdı. heyecandan mı? hayır çişim gelmişti. kalabalık sokakların hep görünmeyen bir yüzü olduğunu söylerler, ben onu mecazi sanırdım. yok. gerçekten kalabalık sokaklarda kimsenin göremediği ölü noktalar varmış. duvara yaklaşıp işedim. sırtımda eli geziniyordu. işemenin verdiği hazza tenime dokunan parmakların kattığı heyecan işedikçe küçülmesi gereken şeyin küçülmesini engelliyordu. arkamı döner dönmez karşımda duran yarı açık dudaklarını gördüm. öptüm onları. seviştik. gece ve alkol etkisini göstermeden başka bir yerde bulduk kendimizi. kızların süslü, erkeklerin jöleli olduğu bir yer. grup sahnede rock çalıyor. bir gece, birçok müzik. isterse dinleyebiliyor insan. içkilerimizi yudumlarken müziğin ritmine kapıldık. şarkılar söyledik. tepindik. üzerimize şehir sinmiş halde çıktık ordan. yorgunduk. arabacılar buyur etti, binmedik. arabasına gittik. dolambaçlı yollar, karanlık sokaklar hayatı işaret etti bize. bir yerde bir süreden fazla durmamanın verdiği dinamizm yüklendi tekrar bedenlerimize. sürekli hareket halinde olmak zihni açık tutuyordu. (gece yiyecek bulunacak yerler sınırlı olur. ama genelde yediğiniz şeyden memnun kalırsınız. çünkü o saatte ya çok aç, ya da sarhoşsunuzdur.) yanaştık tezgâha. hazırlanan ekmekleri ısırırken içimizdeki ilkelliği hissettik. sürekli acıkıyor, susuyor, birşeylere ihtiyaç duyuyorduk. gerisi yalandı. hayır! yalan değildi. öyle olsa sadece gözlerime bakarak içimdeki yangını körükleyemezdi. dokunmak, tahrik olmak ilkel gelebilirdi ama aşk yapmak bundan öteydi. sevişmeyi istemek kadar buna anlam yüklemek de elimizde olmadan yaşadığımız bir duyguydu. ama ince bir çizgi vardı. ben hep bunu unutuyordum. "-işmek" ti yaptığımız şey. beraberceydi. ama anlam yüklemek kendinle yaşadığın birşeydi. karşındaki sadece orgazm olup rahatça uyumak istiyor olabilirdi. ben hep bunu unutuyordum. yüklendikçe yükleniyordum beynin kalbe ışın atan kılcal damarlarına. rahatsız koltuklarda uyuyakaldık. uyandığımızda gece ağzımızdaki acı tadla uğurluyordu bizi. kurumuş dudaklarına bir öpücük kondurdum. alkol vücudumuzdaki tüm suyu emmişti. kahvaltı iyi gelecekti. brunch masası bezenmiş bizi bekliyordu. birer parça birşey alıp oturduk. sadece yanımda olmasından mutluluk duyduğum birisiyle kahvaltı yapmanın ferahlığını hissettim tekrar. yalnızken birçok şeyin aslında ne kadar anlamsız olduğunu farkettim. anlam mı yükledim yine?öncekiler gibi; seviştikten sonra terkedilenler gibi, hıncını bir başka adamdan, "ben" den almak isteyen vücutlar, yüzler gibi kahvaltı sonrası ayrılıp belki birkaç gün, belki hiç görüşmeyecek miydik? prens sanılıp öpülen kurbağaların günahını belki ne kurbağa, ne prens olan bir başkası mı ödemek zorundaydı..

13 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol