- baba yine mi?
önce bir adet tekne, şey pardon şahin gerekir. av malzemesi olarak ne bulursanız alın, yetenek malzemede değil, sizde olmalı, ama yine de yanınızda bir adet cıstak cdsi bulundurmayı unutmayın. e tabi bir kaç av arkadaşı olmadan bu işler olmaz, tadı çıkmaz, onları da çağırın ki ortam şenlensin. hazırlıklar bitti. açıldınız değil mi sürülerin geçiş güzergahı, amaan, şehrin en işlek, manitanın en bol olduğu caddesine? işte şimdi yeteneğinizi göstermenin vakti. unutmayın, araba en sağ şeritten, hatta mümkünse kaldırımı yalayarak, maksimum 20km/s hızda gidecek. burası çok önemli, sonra "ulan tam da gelicekti, niye erken çekiyosun" diye birbirinize kızmayın.
ve bakışlar.. bu da çok önemli. avcı olduğunuzu kesinlikle belli etmemelisiniz. tamam, kılık kıyafet ve araç gereciniz bu konuya tezat düşüyor olabilir ama, iyi avcı, avına kendini belli etmez. gözünün içine bakın, ama bakmıyomuş gibi, biraz sonra mangalda pişirmeyecekmiş gibi bakın.
balıklar kısa süreli hafızaya sahiptirler, bu da aklınızdan çıkmaması gereken başka bir husus. aynı caddede o yaya, siz kotranız, amaan bak yine karıştırdım, aracınızla gezerken ilk bakışta bakıp sonra umursamayan manitadan ümidi kesmeyin. bir dahaki geçişte, olmadı bir dahakinde aynı bakışları fırlatın, mutlaka biri işe yarayacaktır.
ama hep aynı caddede de gezmeyin, bakın bakalım, diğer avcılar ne taraflarda nemalanıyor, hareket, karartı nerede, heyecan arayan balıklar ne tarafta takılıyor, değil mi? avcı kokuyu iyi alan adamdır, unutmayın.
sabır da bir avcıda bulunması şart erdemlerden biridir. ama abartılmaması gerekir. olmuyor değil mi, olmuyor... daha binlerce yolu var bu işin, biliyorsunuz, ama unutmayın ki avcının en büyük yeteneği şanslı olmasıdır. bir dahaki sefere artık diyerek işin en zevkli kısmına geçebilirsiniz :
- abi geçen bi denizkızı düşürdüm, yemin ederim 90-60-90!
ve bakışlar.. bu da çok önemli. avcı olduğunuzu kesinlikle belli etmemelisiniz. tamam, kılık kıyafet ve araç gereciniz bu konuya tezat düşüyor olabilir ama, iyi avcı, avına kendini belli etmez. gözünün içine bakın, ama bakmıyomuş gibi, biraz sonra mangalda pişirmeyecekmiş gibi bakın.
balıklar kısa süreli hafızaya sahiptirler, bu da aklınızdan çıkmaması gereken başka bir husus. aynı caddede o yaya, siz kotranız, amaan bak yine karıştırdım, aracınızla gezerken ilk bakışta bakıp sonra umursamayan manitadan ümidi kesmeyin. bir dahaki geçişte, olmadı bir dahakinde aynı bakışları fırlatın, mutlaka biri işe yarayacaktır.
ama hep aynı caddede de gezmeyin, bakın bakalım, diğer avcılar ne taraflarda nemalanıyor, hareket, karartı nerede, heyecan arayan balıklar ne tarafta takılıyor, değil mi? avcı kokuyu iyi alan adamdır, unutmayın.
sabır da bir avcıda bulunması şart erdemlerden biridir. ama abartılmaması gerekir. olmuyor değil mi, olmuyor... daha binlerce yolu var bu işin, biliyorsunuz, ama unutmayın ki avcının en büyük yeteneği şanslı olmasıdır. bir dahaki sefere artık diyerek işin en zevkli kısmına geçebilirsiniz :
- abi geçen bi denizkızı düşürdüm, yemin ederim 90-60-90!
başlığı görünce geldi sandım!
(bkz: oh be)
(bkz: oh be)
- aşkııım, sigaram vardı odada getirir misin?
- yaa filmin en heyecanlı yeri, git kendin al.
- aşkıım, biram bitti, bi tane getirsene.
- hiç kalkamam şimdi, bi zahmet kaldır kıçını.
- aşkım şu benim çocuğu bi işettirsene!!
- sen kadınlarda itaat duygusu dogustan gelir mi sanıyosun be?
- yaa filmin en heyecanlı yeri, git kendin al.
- aşkıım, biram bitti, bi tane getirsene.
- hiç kalkamam şimdi, bi zahmet kaldır kıçını.
- aşkım şu benim çocuğu bi işettirsene!!
- sen kadınlarda itaat duygusu dogustan gelir mi sanıyosun be?
sınava 6 saat kala çalışmaya başlamaya çalışmaktan çok da kötü olmayan eylem. ulan bi başlayamadık a.q.
her seferinde hakkında bir şeyler okuduğumda, bu kadar mı standart oluyor bunlar diye düşünürüm. oysa garip bir şekilde farklılık en büyük özellikleridir.
aslında işemektir. yalandır o.
(bkz: denize işemek)
(bkz: denize işemek)
(bkz: eşek gözlüm)
gruplar eşit dağıldığında, tek numaraya sahip olduğu düşünülüp yari devre bir tarafta yarı devre diğer tarafta oynamaya mecbur kalan, muhtemelen yeteneksiz çocuktur.
bir gün fasulyenin faydalarını öğrenecek ve içindeki acıyı dindirecektir.
bir gün fasulyenin faydalarını öğrenecek ve içindeki acıyı dindirecektir.
uuuuuuuuu makes me wonder...
önce beyni yavaş yavaş sünger kıvamına getirir, ardından da bulunabilen en yakın yere vurdurur, çevrenizde dinlerken insan bulunmamasına özen gösterin..
önce beyni yavaş yavaş sünger kıvamına getirir, ardından da bulunabilen en yakın yere vurdurur, çevrenizde dinlerken insan bulunmamasına özen gösterin..
bir brian may eseri. enstrümental versiyonu oldukça derin bir gecenin en kuytu köşesinde bir cinayet anına yakışabilecek kadar vahşidir.
eğer fonda bu müziği verebilecek sisteminiz varsa, ben cinayeti işlerim.
(bkz: katil olmak)
(bkz: insanı katil yapan şarkılar)
eğer fonda bu müziği verebilecek sisteminiz varsa, ben cinayeti işlerim.
(bkz: katil olmak)
(bkz: insanı katil yapan şarkılar)
tahminimce herhangi bir "dııt" sesinden fazlası değildir. ama karşı taraftan duyulmayan ses bir aşkın duvara fırlatılması kadar gürültülüdür. biliyorum, telefon aşk değildir ancak telefonun fırlatılma sebebi aşktır.
evet, olay karanlık bir kış gecesi, ya da herhangi bir mevsimin herhangi bir gecesi, kıskançlık adı verilen zombinin hortlamasıyla başlamıştır. karşı taraftaki sevgili saçmasapan bir nedenden dolayı kıskançlık tribine girmiş ve olmadık suçlamalarla, yeteri kadar alakasız nedenlerle kahramanımızı çıldırtmakta, ne kadar "hayır, yok öyle bir şey, bak saçmalıyorsun" dense de inanmamaktadır. velhasıl geyik uzar, uzar, uzar ve kahramanımızın sinirleri olabilecek en yüksek düzeye kadar sıçrar.(ay diyelim mesela)
işte o an konuşma sırası kahramanımıza gelir ancak konuşamayacak kadar gerilmiş, sinirleri harap olmuş bünyesi, bağırmaktan, çağırmaktan ve en sonunda bilinçsizce küfürlere başvurmaktan başka bir şey yapamamaktadır. oysa karşı taraf hala kendince haklı nedenlerle bir şeyler gevelemektedir.
kırılma noktası adını verdiğimiz o boş anda telefonun bir "no" düğmesi olduğu unutulur, çünkü o an her şey unutulmuştur. telefon herhangi bir f16yı bile kıskandıracak bir hızla havada uçmaya başlar.
işte onun infilak ettiği noktada çıkan ses tam olarak bir aşkın infilak etme sesidir, ve bu patlamaya sebep kişi, sadece bir "dııt" duyar. sadece bir "dııt"...
evet, olay karanlık bir kış gecesi, ya da herhangi bir mevsimin herhangi bir gecesi, kıskançlık adı verilen zombinin hortlamasıyla başlamıştır. karşı taraftaki sevgili saçmasapan bir nedenden dolayı kıskançlık tribine girmiş ve olmadık suçlamalarla, yeteri kadar alakasız nedenlerle kahramanımızı çıldırtmakta, ne kadar "hayır, yok öyle bir şey, bak saçmalıyorsun" dense de inanmamaktadır. velhasıl geyik uzar, uzar, uzar ve kahramanımızın sinirleri olabilecek en yüksek düzeye kadar sıçrar.(ay diyelim mesela)
işte o an konuşma sırası kahramanımıza gelir ancak konuşamayacak kadar gerilmiş, sinirleri harap olmuş bünyesi, bağırmaktan, çağırmaktan ve en sonunda bilinçsizce küfürlere başvurmaktan başka bir şey yapamamaktadır. oysa karşı taraf hala kendince haklı nedenlerle bir şeyler gevelemektedir.
kırılma noktası adını verdiğimiz o boş anda telefonun bir "no" düğmesi olduğu unutulur, çünkü o an her şey unutulmuştur. telefon herhangi bir f16yı bile kıskandıracak bir hızla havada uçmaya başlar.
işte onun infilak ettiği noktada çıkan ses tam olarak bir aşkın infilak etme sesidir, ve bu patlamaya sebep kişi, sadece bir "dııt" duyar. sadece bir "dııt"...
tembel öğrencide her sınav dönemi görülen kronik bir hastalıktır. yapılması gereken tek şey ders çalışmamaktır. en azından baş ağrısını yok edebilirsiniz.
planlı bir tesadüfse, gayet net bir şekilde atılacak bakışlar hesap edilmiştir, yürüme şekli, giyim, o an yanına alınacak kişi hepsi ince elenip sık dokunarak düşünülmüştür. "nasıl da seni takmıyorum, özlemiyorum, hemencik de unuttum bak" projesi hayata geçirilecektir.
ardından karşılaşma faslı gelir. ama o da ne, sen "ahan da takmıyorum, yanımda yeni sevgilim de var" modunda olay yerine teşrif etmişken, eski sevgili yanında orjinal yeni sevgiliyle kakara kikiri muhabbet etmekte, seni görmemektedir bile. işte o an akla gelen ilk şey "insanlar plan yaparken tanrının güldüğü" teorisidir ve lanetler okunarak olay mahallinden uzaklaşılır. ardından yapılması farz olan ilk hareketse plansız programsız yeni sevgili adaylarından herhangi birine direk yazılmak, hatta direk dudağına yapışmaktır.
ardından karşılaşma faslı gelir. ama o da ne, sen "ahan da takmıyorum, yanımda yeni sevgilim de var" modunda olay yerine teşrif etmişken, eski sevgili yanında orjinal yeni sevgiliyle kakara kikiri muhabbet etmekte, seni görmemektedir bile. işte o an akla gelen ilk şey "insanlar plan yaparken tanrının güldüğü" teorisidir ve lanetler okunarak olay mahallinden uzaklaşılır. ardından yapılması farz olan ilk hareketse plansız programsız yeni sevgili adaylarından herhangi birine direk yazılmak, hatta direk dudağına yapışmaktır.
evet, araba benzin istasyonu değil, tekel gördüğünde sağa çekmektedir, çünkü ben öyle yazdım. şöyle ki;
yatağımda uzanmış, miskinliğe miskinlik katan tribal şarkılar dinlerken, birden bu miskinliğimin sebebini sordum kendime. yorgun değildim, yorulacak hiç bir şey yapmıyorum çünkü iki yıldır, olsa olsa sürekli yatmaktan, oturmaktan, ve bunların değişik varyasyonlarını denemektendir derken birden aklıma istanbul daki miskinliğim düştü. ama yok yok, bu başka bişeydi. neyse, illa bok atacağım ya, niğde dendir dedim bu. şehir kendine benzetiyo işte adamı, ölü gibi mübarek.
sonra aklıma şehre tepeden bakan itürümez dağının aslında gizli bir volkanik dağ olma ihtimali geldi. tamam dedim, patlamış patlaması ihtimalini sevdiğim yanardağ, binmişim bi sörf tahtasına, mecburiyet caddesinde insanlar önümde kaçışırken salvolar ata ata sörf yapıyorum alevlerin üzerinde. ağır hareketlerle arka cebimden bi soft çekiyorum, eğiliyorum ve alev dalgasından yakıyorum sigaramı, ya da yok, havaya sıçrayan alev toplarından birine uzatıyorum hemen ağzımdaki sigarayı, sonra körükleye körükleye yakıyorum.
tabi herkes kaçışıyor, tekel de kaçıyor. bizim sörf tahtası dile geliyor, "abi talan var, kayalım hemen sağa, yararlanalım bu durumdan". yürü be oğlum, bu kadar da bütünleşir mi bir sörf tahtası sahibiyle! hemen bi kasa bira alıp, başlıyorum buz gibi arpa suyunu boğazımdan aşağı akıtmaya. tamam diyorum, bi fotoğraf çektirecek kadar karizma pozisyon yarattık!
derken şarkı değişiyor, çamaşır makinesinin sesi duruyor, "sıktırsana lan şunu" der gibi bir sessizlik hakim ortama. tamam diyorum, tamam a.q. zaten o dağdan bi bok olmaz, it bile ürümüyo lan! gidip çamaşırları sıktırıp sözlüğü açıyor ve muhteşem yaratıcılığa sahip bir entry giriyorum.
olsa olsa diyorum, araba çeker sağa, lastik çeker, bu şehre bi bok olmaz..
(bkz: miskinim miskin)
yatağımda uzanmış, miskinliğe miskinlik katan tribal şarkılar dinlerken, birden bu miskinliğimin sebebini sordum kendime. yorgun değildim, yorulacak hiç bir şey yapmıyorum çünkü iki yıldır, olsa olsa sürekli yatmaktan, oturmaktan, ve bunların değişik varyasyonlarını denemektendir derken birden aklıma istanbul daki miskinliğim düştü. ama yok yok, bu başka bişeydi. neyse, illa bok atacağım ya, niğde dendir dedim bu. şehir kendine benzetiyo işte adamı, ölü gibi mübarek.
sonra aklıma şehre tepeden bakan itürümez dağının aslında gizli bir volkanik dağ olma ihtimali geldi. tamam dedim, patlamış patlaması ihtimalini sevdiğim yanardağ, binmişim bi sörf tahtasına, mecburiyet caddesinde insanlar önümde kaçışırken salvolar ata ata sörf yapıyorum alevlerin üzerinde. ağır hareketlerle arka cebimden bi soft çekiyorum, eğiliyorum ve alev dalgasından yakıyorum sigaramı, ya da yok, havaya sıçrayan alev toplarından birine uzatıyorum hemen ağzımdaki sigarayı, sonra körükleye körükleye yakıyorum.
tabi herkes kaçışıyor, tekel de kaçıyor. bizim sörf tahtası dile geliyor, "abi talan var, kayalım hemen sağa, yararlanalım bu durumdan". yürü be oğlum, bu kadar da bütünleşir mi bir sörf tahtası sahibiyle! hemen bi kasa bira alıp, başlıyorum buz gibi arpa suyunu boğazımdan aşağı akıtmaya. tamam diyorum, bi fotoğraf çektirecek kadar karizma pozisyon yarattık!
derken şarkı değişiyor, çamaşır makinesinin sesi duruyor, "sıktırsana lan şunu" der gibi bir sessizlik hakim ortama. tamam diyorum, tamam a.q. zaten o dağdan bi bok olmaz, it bile ürümüyo lan! gidip çamaşırları sıktırıp sözlüğü açıyor ve muhteşem yaratıcılığa sahip bir entry giriyorum.
olsa olsa diyorum, araba çeker sağa, lastik çeker, bu şehre bi bok olmaz..
(bkz: miskinim miskin)
yanlış yapan erkektir. madem taşıyamayacaksın, niye içmeye götürüyorsun, madem götürdün, niye o kadar içiriyorsun? ben onu bunu bilmem, yanındaki kıza sahip çıkamayan erkek, erkek değildir...
sabah başağrısı krizleri yaşatan, odayı selpak tarlasına çeviren, algıyı güçleştiren, sarfedilen sözcüklerin %40 ını küfür konusundan seçtiren bela hastalık. grip olunca çok pis devreye girer, grip biter bu başlar...
(bkz: lütfen başka birini arayınız)
- siz teksaslıysanız ben kasımpaşalıyım
- aferim
- siz bushsanız ben rte yim
- bravo
- içses: sonuncusu neydi lan? o kadar da çalıştık aq. bir yere girecektik ama nereye? öff ya..
(bkz: ezber yapan öğrenci)
- aferim
- siz bushsanız ben rte yim
- bravo
- içses: sonuncusu neydi lan? o kadar da çalıştık aq. bir yere girecektik ama nereye? öff ya..
(bkz: ezber yapan öğrenci)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?