(bkz: sevgililer günü)
(bkz: 14 şubat)
(bkz: hediye almak)
(bkz: sevgili)
(bkz: çiçek sepeti)
başlıklarına yazdıklarını birleştirince, cevabı ortaya çıkan kampanya.
sözlükte işi gücü olmayan aylak adamları gösteren gruptur aynı zamanda.
beni ikna eden istanbul büyükşehir belediye başkan adayı, projeleri mantıklı ve gerçekleşebilir projeler.
üzerinde çalışılmış bilim adamları ve teknik insanlarların kafa yorduğu projeler.
özellikle çevre, tarih ve insan odaklı.çoğu insan gibi şahsını sevmesem de akpnin istanbula yaptıklarının sonunu getirebilecek biri.
akp kazanmasın diye değil; gerçekten daha güzel, daha yaşanabilir istanbulu yönetebilecek vasıflara sahip olduğu için gönül rahatlığıyla oyumu vereceğim insan.
üzerinde çalışılmış bilim adamları ve teknik insanlarların kafa yorduğu projeler.
özellikle çevre, tarih ve insan odaklı.çoğu insan gibi şahsını sevmesem de akpnin istanbula yaptıklarının sonunu getirebilecek biri.
akp kazanmasın diye değil; gerçekten daha güzel, daha yaşanabilir istanbulu yönetebilecek vasıflara sahip olduğu için gönül rahatlığıyla oyumu vereceğim insan.
çarşamba günü gün boyu bir arabayla yan yana yürüdüm, adına cenaze arabası diyorlarmış. içinde tahtadan bir tabut üzeri kan kızılı ve karanfillere bürünmüş bir araba adına cenaze arabası diyorlarmış. içinde bir çocuk 16 kg
koskoca tabutun içinde 16 kg bir çocuk; çocuklar cenaze arabasında karanlık bir tabutun içinde uyur mu boylu boyunca, hele ki eceli ile değil sadece ekmek almak için sokağa çıkmış masum bir çocuksa..
binlerce, onbinlerce insan bir arada ortada yeşil bir cenaze arabası içinde 16 kg bir çocuk.
tabutun içinde umudumuz, yarınımız, geleceğimiz, sevgimiz, düşlerimiz, öfkemiz hep ama hepsi tabutun içinde, bir de 16 kg bir çocuk..
aklım, beynim, kalbim orada durdu.. okmeydanından, şişliye nasıl yürüdüğümü hatırlamıyorum, ayaklarım beynimden ayrı hakaret ediyordu, kalbim tabutun içindeki çocuktaydı..
ama katillerin aklı hala ve hala nasıl yeni berkinler yaratırızdaydı. biz 16 kg çocukla yürürken toprağa onların kafası yeni berkinler istiyordu. savunmasız sadece bir çocuk için yürürken kadın-yaşlı-çocuk demeden yine saldırdılar, oysa biz savaşmak için değil 16 kg çocuk korkmasın, yalnız kalmasın diye son kez yolculuyorduk.
ben dün ne yediğim gazın, ne yürüdüğüm yolun farkındaydım. aklım 16 kg çocuktaydı şimdi yalnız bir toprağın altında ardında milyonlarca gözyaşı bırakarak gitti,
babacığı toprakta üşür benim oğlum diyor. annesi artık yaşayan bir ölü, ablaları genç kızlıktan olgunluğa geçti...
bunlara sebep olan hala ben ne yaptım ki diyor utanmadan.
adam mı öldürdüm, hırsızlık mı yaptım ben cevap vermeye utanıyorum ama o utanmadan berkinin toprağa verildiği gün bunları söylüyor;
bir insan nasıl bu kadar kötü olur, tanrı aynı kalbi, aynı beyni, aynı vicdanı vermişken içini nasıl bu kadar kötüleştirebilir?
vicdanının kilosu kaç lira?
parası neyse verelim, 16 kg vicdana sahip ol belki o zaman yeni berkinler olmaz...
hoşçakal martı kaşlı küçüğüm hoşçakal!! 16 kglık bedeninle 1,5 milyon insanı el ele tutuşturdun.
şimdi bu dünyanın kötülüklerinden uzaktasın seni hiç ama hiç unutmayacağım
hoşçakal martı kaşlı küçüğüm...
koskoca tabutun içinde 16 kg bir çocuk; çocuklar cenaze arabasında karanlık bir tabutun içinde uyur mu boylu boyunca, hele ki eceli ile değil sadece ekmek almak için sokağa çıkmış masum bir çocuksa..
binlerce, onbinlerce insan bir arada ortada yeşil bir cenaze arabası içinde 16 kg bir çocuk.
tabutun içinde umudumuz, yarınımız, geleceğimiz, sevgimiz, düşlerimiz, öfkemiz hep ama hepsi tabutun içinde, bir de 16 kg bir çocuk..
aklım, beynim, kalbim orada durdu.. okmeydanından, şişliye nasıl yürüdüğümü hatırlamıyorum, ayaklarım beynimden ayrı hakaret ediyordu, kalbim tabutun içindeki çocuktaydı..
ama katillerin aklı hala ve hala nasıl yeni berkinler yaratırızdaydı. biz 16 kg çocukla yürürken toprağa onların kafası yeni berkinler istiyordu. savunmasız sadece bir çocuk için yürürken kadın-yaşlı-çocuk demeden yine saldırdılar, oysa biz savaşmak için değil 16 kg çocuk korkmasın, yalnız kalmasın diye son kez yolculuyorduk.
ben dün ne yediğim gazın, ne yürüdüğüm yolun farkındaydım. aklım 16 kg çocuktaydı şimdi yalnız bir toprağın altında ardında milyonlarca gözyaşı bırakarak gitti,
babacığı toprakta üşür benim oğlum diyor. annesi artık yaşayan bir ölü, ablaları genç kızlıktan olgunluğa geçti...
bunlara sebep olan hala ben ne yaptım ki diyor utanmadan.
adam mı öldürdüm, hırsızlık mı yaptım ben cevap vermeye utanıyorum ama o utanmadan berkinin toprağa verildiği gün bunları söylüyor;
bir insan nasıl bu kadar kötü olur, tanrı aynı kalbi, aynı beyni, aynı vicdanı vermişken içini nasıl bu kadar kötüleştirebilir?
vicdanının kilosu kaç lira?
parası neyse verelim, 16 kg vicdana sahip ol belki o zaman yeni berkinler olmaz...
hoşçakal martı kaşlı küçüğüm hoşçakal!! 16 kglık bedeninle 1,5 milyon insanı el ele tutuşturdun.
şimdi bu dünyanın kötülüklerinden uzaktasın seni hiç ama hiç unutmayacağım
hoşçakal martı kaşlı küçüğüm...
26.02.2014 tarihinde hayata veda etmiş usta..
zamansız çingene ruhumu açığa çıkaran flemenko mühendisi, şu dünyada canlı dinleyemedim ya ona yanarım. yaşaması safi zarar olan insanlar hala nefes alırken, güzel insanlar bırakıp gidiyor.
üzgünüm
zamansız çingene ruhumu açığa çıkaran flemenko mühendisi, şu dünyada canlı dinleyemedim ya ona yanarım. yaşaması safi zarar olan insanlar hala nefes alırken, güzel insanlar bırakıp gidiyor.
üzgünüm
günümüz türkiyesine uygun olan bir cümle...
ülkenin %50sinin sevişmesine karşı çeşitli yaptırımlar, yasalar uygulamaya çalışan ak zihniyetin geldiği son nokta.. sevişebiliyorsan şimdilik özgürsün, tadını çıkar çünkü yakında sevişmemen için elimizden gelen her şeyi yapacağız, sadece evliyken sevişebilirsin...
sevişebilmek için yasal koşulları sağlaman gerek, sağlayamıyorsan kusura bakma arkadaş sevişmek sana yasak...
tez zamanda bununla ilgili denetim birimleri kurulacak sevişenler görüldüğü yerde taşlanacaktır deyuuu
cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, valilik, bakanlıklar, kolluk kuvvetleri kırmızı alarm vermiş memlekette sevişen çift avına çıkmışlar. vajina ve penis ayrılcak vajinaya devlet mührünün oldugu bekaret kemeri takılacak, devlet uygun buldugu zaman anahtarı acacak ve sevişmeye izin verilecek.
oysa en çok onlar sevişiyorlar lakin tek taraflı, bir adama 3-4 kadın mantığında kadını putlaştıran erkeği hayvansallaştıran sevişmeler, kadının da bu durumdan şikayeti yok hani çünkü kadının görevi erkeğinin mutluluğu, zaten cennette de bilmem kaç huri hizmet edecekmiş nuriye, cennet hizmetini adamlar ülkeye getirdiler yüzyılın çılgın projesi bu olsa gerek !!
evet sevişmek şimdilik özgürlük, sevişin gençler ...
ülkenin %50sinin sevişmesine karşı çeşitli yaptırımlar, yasalar uygulamaya çalışan ak zihniyetin geldiği son nokta.. sevişebiliyorsan şimdilik özgürsün, tadını çıkar çünkü yakında sevişmemen için elimizden gelen her şeyi yapacağız, sadece evliyken sevişebilirsin...
sevişebilmek için yasal koşulları sağlaman gerek, sağlayamıyorsan kusura bakma arkadaş sevişmek sana yasak...
tez zamanda bununla ilgili denetim birimleri kurulacak sevişenler görüldüğü yerde taşlanacaktır deyuuu
cumhurbaşkanlığı, başbakanlık, valilik, bakanlıklar, kolluk kuvvetleri kırmızı alarm vermiş memlekette sevişen çift avına çıkmışlar. vajina ve penis ayrılcak vajinaya devlet mührünün oldugu bekaret kemeri takılacak, devlet uygun buldugu zaman anahtarı acacak ve sevişmeye izin verilecek.
oysa en çok onlar sevişiyorlar lakin tek taraflı, bir adama 3-4 kadın mantığında kadını putlaştıran erkeği hayvansallaştıran sevişmeler, kadının da bu durumdan şikayeti yok hani çünkü kadının görevi erkeğinin mutluluğu, zaten cennette de bilmem kaç huri hizmet edecekmiş nuriye, cennet hizmetini adamlar ülkeye getirdiler yüzyılın çılgın projesi bu olsa gerek !!
evet sevişmek şimdilik özgürlük, sevişin gençler ...
kırmızı bir kuştur soluğum
kumral göklerinde saçlarının
seni kucağıma alıyorum
tarifsiz uzuyor bacakların
kırmızı bir at oluyor soluğum
yüzümün yanmasından anlıyorum
yoksuluz `gecelerimiz çok kısa
dörtnala sevişmek lazım`.
(bkz: cemal süreya)
"bir varlığın hatasını derinlemesine anlayacak, ona maksat ve teşebbüslerinin boşunalığını gösterecek güçteyizdir; fakat içgüdüleri kadar kaşarlanmış, önyargıları kadar eski bir fanatizmi gizleyerek, zamana canla başla sarılmasına nasıl engel olmalı? içimizde, yakışıksız bir inanç ve kesinlikler yığını taşırız – kuşku götürmez bir hazine gibi. bundan kurtulmayı ya da bunları altetmeyi başaran kimse bile, - kendi zihin açıklığının çölünde- hala fanatik kalır: kendinin, kendi varoluşunun fanatiğidir; bütün saplantılarını kurutmuştur, bu saplantıların kabuklarından çıktıkları zemin dışında; bütün sabit noktalarını kaybetmiştir, bağlı oldukları sabitlik dışında. hayatın ilahiyatınkilerden daha değişmez dogmaları vardır; çünkü her varoluş, cinnetin ya da imanın zırvalarının bile dudağını uçuklatan şaşmazlıklar içinde demir atmıştır… şüphelerine aşık olan kuşkucunun bile, kuşkuculuğun fanatiği olduğu ortaya çıkar. insan, tam anlamıyla dogmatik varlıktır; dogmaları onları dile getiremediği, bilmediği ve takib ettiği ölçüde derindir."
aslında her fikir yansızdır, ya da öyle olmalıdır; ama insan onu canlandırır, alevlerini ve cinnetlerini yansıtır ona, saflığını yitirmiş, inanca dönüştürülmüş fikir, zaman içindeki yerini alır,
bir olay çehresine bürünür: mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur…
ideolojiler,
doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar…
içgüdüsel olarak putlara taptığımızdan, düşlerimizin ve çıkarlarımızın nesnelerini kayıtsız şartsız şeyler haline getiririz…
tarih bir sahte mutlaklar geçidinden, bahaneler adına dikilmiş bir
tapınaklar dizisinden, zihnin gayri muhtemel önünde küçülmesinden ibarettir…
dinden uzaklaştığında bile insan, dine tabi kalır…
bütün çabasıyla tanrı benzerleri yaratır…
sonra da benimser bunları ateşlilikle: içinde ki kurgu ihtiyacı, mitoloji ihtiyacı, apaçık gerçeğin ve gülünçlüğün üstesinden gelir…
bütün cinayetlerin sorumluluğu tapma gücündedir…
bir tanrıyı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar…
buna razı olmazlarsa, onları yok etmeye de hazırdır…
hiçbir hoşgörüsüzlük, ideolojik taviz vermezlik veya din yayıcılığı yoktur ki, şevkin hayvani temelini açığa vurmasın…
hele insan ilgisizlik melekesini bir yitirsin : potansiyel bir katil haline gelir…
hele fikrini tanrıya dönüştürsün : bunun sonuçları sayılamayacak kadar çoktur…
ancak bir tanrı ya da tanrı taklitleri adına insan öldürülür…
bir olay çehresine bürünür: mantıktan sara hastalığına geçiş tamamlanmış olur…
ideolojiler,
doktrinler ve kanlı şakalar böyle doğar…
içgüdüsel olarak putlara taptığımızdan, düşlerimizin ve çıkarlarımızın nesnelerini kayıtsız şartsız şeyler haline getiririz…
tarih bir sahte mutlaklar geçidinden, bahaneler adına dikilmiş bir
tapınaklar dizisinden, zihnin gayri muhtemel önünde küçülmesinden ibarettir…
dinden uzaklaştığında bile insan, dine tabi kalır…
bütün çabasıyla tanrı benzerleri yaratır…
sonra da benimser bunları ateşlilikle: içinde ki kurgu ihtiyacı, mitoloji ihtiyacı, apaçık gerçeğin ve gülünçlüğün üstesinden gelir…
bütün cinayetlerin sorumluluğu tapma gücündedir…
bir tanrıyı yakışıksızca seven kişi, başkalarını da onu sevmeye zorlar…
buna razı olmazlarsa, onları yok etmeye de hazırdır…
hiçbir hoşgörüsüzlük, ideolojik taviz vermezlik veya din yayıcılığı yoktur ki, şevkin hayvani temelini açığa vurmasın…
hele insan ilgisizlik melekesini bir yitirsin : potansiyel bir katil haline gelir…
hele fikrini tanrıya dönüştürsün : bunun sonuçları sayılamayacak kadar çoktur…
ancak bir tanrı ya da tanrı taklitleri adına insan öldürülür…
gel bakalım şöyle. seninle konuşmak istiyorum. ona baktığını gördüm. seni yargılamıyorum, utandırmak da istemiyorum. niye yaptığını biliyorum. ama bu konu hakkında konuşmamız lazım.
çünkü bir kadına nasıl baktığın çok önemli. pek çok kişi sana, bir kadının seni yoldan çıkarmamak için nasıl giyindiğine dikkat etmesi gerektiğini söyleyecek. ben de sana şunu söylemek istiyorum.
sabahları giyinmek, bir kadının sorumluluğudur. ne giyerse giysin, ona bir insan olarak bakmak da senin sorumluluğundur.
gözlerin ona kaydığında, onu giydiği ve giymediği şeyler için suçlamak içinden geçebilir. ama yapma. kendini kurban yerine koyma.
konu gözlerinin nereye baktığı olunca, çaresiz bir kurban değilsin. onlar üzerinde tamamen kontrolün var. bu kontrolü kullan.
onun gözlerine bakmaya çalış. onun kıyafetlerini veya vücuduna değil, ona bakmaya çalış.
kendini kurban yerine koyduğun zaman, sadece dışarıdan gelen etkilere tepki veren ve doğruyu yanlıştan ayıramayan biri olduğun yalanına destek olursun.
bana bak. bu saçma sapan bir yalan. sen bundan daha fazlasısın. baktığın kadın da üstündeki kıyafetlerden daha fazlasıdır. vücudundan ibaret değildir.
kadınların giyinmesi üzerine iki görüş var. bunlardan herhangi birine inanmak için baskı görebilirsin.
*bu görüşlerden biri, kadınları erkeklerin ilgisini çekmek için giyindiklerini söyler.
*diğeri de kadınların, kendilerini erkeklerden korumak için giyindiklerini.
oğlum, sen bu iki görüşe inanacak kadar aciz değilsin.
bir kadın, ya da herhangi bir insan kıyafetleri ile senin dikkatini çekmek zorunda kalmamalı.
sen sadece insan oldukları için onlara hakkettikleri ilgiyi zaten veriyor olmalısın.
diğer yandan, bir kadın kendini senden koruması gerektiğini düşünmemeli.
sen kendine hakim olmalısın. ne yazık ki iki cinsiyetin birbirleri ile ilişkilerinin temelinde çoğu zaman korku var.
reddedilme korkusu, zarar görme korkusu, kontrolünü kaybetme korkusu. bazı açılardan kilise de buna katkıda bulundu.
birbirimizden korkuyoruz çünkü diğer insanının tehlikeli olduğunu öğrenmişiz.
kadın vücudunun erkeği günaha davet ettiğini öğrenmişiz. kadın vücudunu fazla gösterirse erkeklerin salakça şeyler yaptığını öğrenmişiz.
şu konuda anlaşalım: kadın vücudu senin için tehlike arz etmez. sana zarar vermez.
aptal şeyler yapmana sebep olmaz. salakça şeyler yaparsan, bunları yapmayı sen seçmişsindir.
yani, kadın ve erkek arasındaki korkuya katkıda bulunma.
kadın vücudu güzel, muhteşem ve gizemlidir.
onu kendi umutları, düşleri ve deneyimleri olan bir birey olarak görerek onun vücudunu da onurlandır. onun kendine güvenmesine izin ver. cesaretini destekle. ama bunu sakın onun güçsüz olduğunu düşünerek yapma. bu insanların inandığı en büyük saçmalıklardan biri.
kadınlar erkeklerden güçsüz değildir. güçsüz cinsiyet değil, öteki cinsiyettirler.
sana kadınlara bakmamanı söylemiyorum.
tam tersi, onları görmeni söylüyorum. onları gerçekten gör.
hem gözlerinle, hem kalbinle. hislerini gıdıklayan bir şey görmek için değil,
bir insanı görmek için. umut ediyorum ki, onlara olan bakışın değişince, onların yanındaki halin de değişecek. onların sadece etrafında bulunma, onlarla beraber ol.
çünkü günün sonunda, onlar da seninle beraber olmak istiyor.
yargılanma, utandırılma, objeleştirilme veya dışlanma korkusu olmadan yanında olmak istiyorlar.
bunu sadece kadınlar değil, herkes ister.
bunu sen de istersin.
çünkü bir kadına nasıl baktığın çok önemli. pek çok kişi sana, bir kadının seni yoldan çıkarmamak için nasıl giyindiğine dikkat etmesi gerektiğini söyleyecek. ben de sana şunu söylemek istiyorum.
sabahları giyinmek, bir kadının sorumluluğudur. ne giyerse giysin, ona bir insan olarak bakmak da senin sorumluluğundur.
gözlerin ona kaydığında, onu giydiği ve giymediği şeyler için suçlamak içinden geçebilir. ama yapma. kendini kurban yerine koyma.
konu gözlerinin nereye baktığı olunca, çaresiz bir kurban değilsin. onlar üzerinde tamamen kontrolün var. bu kontrolü kullan.
onun gözlerine bakmaya çalış. onun kıyafetlerini veya vücuduna değil, ona bakmaya çalış.
kendini kurban yerine koyduğun zaman, sadece dışarıdan gelen etkilere tepki veren ve doğruyu yanlıştan ayıramayan biri olduğun yalanına destek olursun.
bana bak. bu saçma sapan bir yalan. sen bundan daha fazlasısın. baktığın kadın da üstündeki kıyafetlerden daha fazlasıdır. vücudundan ibaret değildir.
kadınların giyinmesi üzerine iki görüş var. bunlardan herhangi birine inanmak için baskı görebilirsin.
*bu görüşlerden biri, kadınları erkeklerin ilgisini çekmek için giyindiklerini söyler.
*diğeri de kadınların, kendilerini erkeklerden korumak için giyindiklerini.
oğlum, sen bu iki görüşe inanacak kadar aciz değilsin.
bir kadın, ya da herhangi bir insan kıyafetleri ile senin dikkatini çekmek zorunda kalmamalı.
sen sadece insan oldukları için onlara hakkettikleri ilgiyi zaten veriyor olmalısın.
diğer yandan, bir kadın kendini senden koruması gerektiğini düşünmemeli.
sen kendine hakim olmalısın. ne yazık ki iki cinsiyetin birbirleri ile ilişkilerinin temelinde çoğu zaman korku var.
reddedilme korkusu, zarar görme korkusu, kontrolünü kaybetme korkusu. bazı açılardan kilise de buna katkıda bulundu.
birbirimizden korkuyoruz çünkü diğer insanının tehlikeli olduğunu öğrenmişiz.
kadın vücudunun erkeği günaha davet ettiğini öğrenmişiz. kadın vücudunu fazla gösterirse erkeklerin salakça şeyler yaptığını öğrenmişiz.
şu konuda anlaşalım: kadın vücudu senin için tehlike arz etmez. sana zarar vermez.
aptal şeyler yapmana sebep olmaz. salakça şeyler yaparsan, bunları yapmayı sen seçmişsindir.
yani, kadın ve erkek arasındaki korkuya katkıda bulunma.
kadın vücudu güzel, muhteşem ve gizemlidir.
onu kendi umutları, düşleri ve deneyimleri olan bir birey olarak görerek onun vücudunu da onurlandır. onun kendine güvenmesine izin ver. cesaretini destekle. ama bunu sakın onun güçsüz olduğunu düşünerek yapma. bu insanların inandığı en büyük saçmalıklardan biri.
kadınlar erkeklerden güçsüz değildir. güçsüz cinsiyet değil, öteki cinsiyettirler.
sana kadınlara bakmamanı söylemiyorum.
tam tersi, onları görmeni söylüyorum. onları gerçekten gör.
hem gözlerinle, hem kalbinle. hislerini gıdıklayan bir şey görmek için değil,
bir insanı görmek için. umut ediyorum ki, onlara olan bakışın değişince, onların yanındaki halin de değişecek. onların sadece etrafında bulunma, onlarla beraber ol.
çünkü günün sonunda, onlar da seninle beraber olmak istiyor.
yargılanma, utandırılma, objeleştirilme veya dışlanma korkusu olmadan yanında olmak istiyorlar.
bunu sadece kadınlar değil, herkes ister.
bunu sen de istersin.
bir nazım hikmet şiiri.
yedi kat yerin altından uğultular geliyor.
çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.
haram sevaboldu, sevap haramdır.
ak kurt, kara tahtayı daha bir yol kemirir,
çekin ki körükleri
ateşe girdi demir.
çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.
duyuldu kim ölüm satılıp kâr edile,
kendi kendilerin reddü inkâr edile
ve duyuldu kabuğuna tık ettiği civcivin.
duyuldu uykusundan uyandığı
zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan devin.
yedi kat yerin altından uğultular geliyor.
medet yoktur, bakma geri.
kantarma zapteyleyemez oldu beygiri.
çıkmış üzengiden, ayağı yok mu?
kan sızar, şâk olmuş, dudağı yok mu?
gider, böyle gider, dahi gider
bu âteş yolların durağı yok mu?
bu yol orda biten yoldur.
«türabolmak ne müşküldür...»
çekin ki körükleri
ocağa girdi demir.
bir ateş külçesi düştü buzların ortasına.
alâmetler belirdi, kıyamet alâmetleridir.
haberdir, erişmekte kaynayan su galeyan noktasına.
yedi kat yerin altından uğultular geliyor.
çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.
haram sevaboldu, sevap haramdır.
ak kurt, kara tahtayı daha bir yol kemirir,
çekin ki körükleri
ateşe girdi demir.
çok alâmetler belirdi, vakit tamamdır.
duyuldu kim ölüm satılıp kâr edile,
kendi kendilerin reddü inkâr edile
ve duyuldu kabuğuna tık ettiği civcivin.
duyuldu uykusundan uyandığı
zincirinden başka kaybedecek şeyi olmayan devin.
yedi kat yerin altından uğultular geliyor.
medet yoktur, bakma geri.
kantarma zapteyleyemez oldu beygiri.
çıkmış üzengiden, ayağı yok mu?
kan sızar, şâk olmuş, dudağı yok mu?
gider, böyle gider, dahi gider
bu âteş yolların durağı yok mu?
bu yol orda biten yoldur.
«türabolmak ne müşküldür...»
çekin ki körükleri
ocağa girdi demir.
bir ateş külçesi düştü buzların ortasına.
alâmetler belirdi, kıyamet alâmetleridir.
haberdir, erişmekte kaynayan su galeyan noktasına.
pehlivanlar cümle libastan soyunmuş, üryan idiler,
herbiri aşikâr etmişti zamirin.
gök kubbe sıcaktı ve kan kokuyordu,
encam
tavı gelmiş demirin.
vadenin irişip çattığını bildiler,
kavaklar titreşip yere eğildiler,
ve çınar ağaçları
gördüler haykıraraktan,
köklerinin yılan ölüleri gibi
koptuğunu topraktan.
pehlivanlar cümle libastan soyunmuş, üryan idiler.
kızıl kanatlı kuşlar kayalarda
hazırdı atlamaya.
vadenin irişip çattığını bildiler,
kabardı, köpüklendi dalgalar
başladılar çatlamaya.
gök kubbe sıcaktı ve kan kokuyordu.
ve rûzigâr
yükseldi ağır ağır, çoğaldı gitgide
birikti, birikti ve ânı-vahitte
«ah edildi derinden
yer oynadı yerinden,»
yıkıldı köprüler kemerlerinden,
yazılı taşlar kapandı yüzükoyon.
bu dem kıyamet demidir,
bu, buhara inkılâbıdır kaynayan suyun...
herbiri aşikâr etmişti zamirin.
gök kubbe sıcaktı ve kan kokuyordu,
encam
tavı gelmiş demirin.
vadenin irişip çattığını bildiler,
kavaklar titreşip yere eğildiler,
ve çınar ağaçları
gördüler haykıraraktan,
köklerinin yılan ölüleri gibi
koptuğunu topraktan.
pehlivanlar cümle libastan soyunmuş, üryan idiler.
kızıl kanatlı kuşlar kayalarda
hazırdı atlamaya.
vadenin irişip çattığını bildiler,
kabardı, köpüklendi dalgalar
başladılar çatlamaya.
gök kubbe sıcaktı ve kan kokuyordu.
ve rûzigâr
yükseldi ağır ağır, çoğaldı gitgide
birikti, birikti ve ânı-vahitte
«ah edildi derinden
yer oynadı yerinden,»
yıkıldı köprüler kemerlerinden,
yazılı taşlar kapandı yüzükoyon.
bu dem kıyamet demidir,
bu, buhara inkılâbıdır kaynayan suyun...
doğduğum, büyüdüğüm, doyduğum, yaş aldığım şehrim...
şehr_i istanbul...
burası öyle bir yer ki nefret ederken tutkulu bir aşk ile bağlı olursunuz.. içinde yaşarken sürekli küfür edip,
nefret cümleleri kurarsınız, gitmek istersiniz..gittiğinizde de geri dönme hayalleri kurarsınız..
bir şehirden nefret ediyorsanız aslında suç şehirde değil içinde yaşayan insanlardadır...
kız kulesi, boğazlar, kadikoy, beyoğlu, beşiktaş masumdur...
türkiyede bir çok şehir gezdim doğu-batı-kuzey-güney, başka bir şehirde de üniversiteye gittim, yaşadım
sanki bu ülkede diğer şehirler uyuyor,
bir tek istanbul çalışıyor bütün yük istanbulun omuzlarındaymış gibi, bir tek yaşayan, hakaret eden koşan, koşuşturan istanbul gibi..
günün her saati kalabalık ve bir yerlere gitmeye çalışan, telaşlı insanlar görürsünüz...
otobüs durakları, vapurlar, metrolar, sokaklar, her yer kalabalıktır içinde insan sirkülasyonu hiç bitmez
belki normal olan hayatı koşuşturmadan, sakince yaşamaktır ama aksine alışık olmadığımız için garip geliyor sakin şehirler...
üst geçitleri koşarak çıkarım, metroda yürüyen merdivenlerde beklemek istemem, ya otobüse yetişmem gerektir, yada servise
en son izmirde arkadaşım, üst geçitten koşarak çıktığım zaman şaşkınla niye koşuyorsun ki, burada insanlar rahattır koşuşturmaz demişti...
işte o zaman fark ettim biz istanbulda yaşamıyoruz, koşuşturuyoruz
belki de durup sakince tadını çıkarmak gerek, etrafta insanlar koşarken ağır ağır yürümek deniz kenarına doğru, sonra oturup çay ve simit keyfi yapmak gerek ...
her şeye rağmen seviyorum bu şehri,
ayrı renklerin birleştiği gökkuşağı misali içine alıyor insanı
tıpkı babazulanın istanbul çocukları şarkısında anlattığı gibi...
arnavutlar, asyalılar, lazlar, romanlar, cenevizliler, aleviler
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
kiminin ayakkabısı yok, kiminde altın bilezik var
bir tanesi mendil satar, diğeri gökyüzüne bakar
kimi yaşar sırça konakta, kimi kalır ancak sokakta
bazısı bali tiner çeker, kimisi yalnız çikolata yer
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
bektaşiler, avrupalılar, yezidiler, ermeniler, ortodokslar, sünniler, japonlar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
analar, babalar, akrabalar hepiniz kendinize gelin
tevenizi bir sefer de başka gözle seyredin
her yerde hep kan ve hırs silah şiddet vahşet var
hep birilerini öldürüyor bilgisayarda çocuklar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
afrikalılar, museviler, kürtler, bizanslılar, çerkesler, bulgarlar, müslümanlar, ingilizler, anadolular, rumlar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
şehr_i istanbul...
burası öyle bir yer ki nefret ederken tutkulu bir aşk ile bağlı olursunuz.. içinde yaşarken sürekli küfür edip,
nefret cümleleri kurarsınız, gitmek istersiniz..gittiğinizde de geri dönme hayalleri kurarsınız..
bir şehirden nefret ediyorsanız aslında suç şehirde değil içinde yaşayan insanlardadır...
kız kulesi, boğazlar, kadikoy, beyoğlu, beşiktaş masumdur...
türkiyede bir çok şehir gezdim doğu-batı-kuzey-güney, başka bir şehirde de üniversiteye gittim, yaşadım
sanki bu ülkede diğer şehirler uyuyor,
bir tek istanbul çalışıyor bütün yük istanbulun omuzlarındaymış gibi, bir tek yaşayan, hakaret eden koşan, koşuşturan istanbul gibi..
günün her saati kalabalık ve bir yerlere gitmeye çalışan, telaşlı insanlar görürsünüz...
otobüs durakları, vapurlar, metrolar, sokaklar, her yer kalabalıktır içinde insan sirkülasyonu hiç bitmez
belki normal olan hayatı koşuşturmadan, sakince yaşamaktır ama aksine alışık olmadığımız için garip geliyor sakin şehirler...
üst geçitleri koşarak çıkarım, metroda yürüyen merdivenlerde beklemek istemem, ya otobüse yetişmem gerektir, yada servise
en son izmirde arkadaşım, üst geçitten koşarak çıktığım zaman şaşkınla niye koşuyorsun ki, burada insanlar rahattır koşuşturmaz demişti...
işte o zaman fark ettim biz istanbulda yaşamıyoruz, koşuşturuyoruz
belki de durup sakince tadını çıkarmak gerek, etrafta insanlar koşarken ağır ağır yürümek deniz kenarına doğru, sonra oturup çay ve simit keyfi yapmak gerek ...
her şeye rağmen seviyorum bu şehri,
ayrı renklerin birleştiği gökkuşağı misali içine alıyor insanı
tıpkı babazulanın istanbul çocukları şarkısında anlattığı gibi...
arnavutlar, asyalılar, lazlar, romanlar, cenevizliler, aleviler
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
kiminin ayakkabısı yok, kiminde altın bilezik var
bir tanesi mendil satar, diğeri gökyüzüne bakar
kimi yaşar sırça konakta, kimi kalır ancak sokakta
bazısı bali tiner çeker, kimisi yalnız çikolata yer
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
bektaşiler, avrupalılar, yezidiler, ermeniler, ortodokslar, sünniler, japonlar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
analar, babalar, akrabalar hepiniz kendinize gelin
tevenizi bir sefer de başka gözle seyredin
her yerde hep kan ve hırs silah şiddet vahşet var
hep birilerini öldürüyor bilgisayarda çocuklar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
afrikalılar, museviler, kürtler, bizanslılar, çerkesler, bulgarlar, müslümanlar, ingilizler, anadolular, rumlar
istanbul çocukları, tıpkı bir gökkuşağı
müslüman bir bebek doğuracağı için öldürüldüğü iddia edilen prenses.
sahte insanların, sahte mutluluklarını, sevinçlerini maskeli fotoğraflarla gözler önüne serdiği riyakar site..
misal çok mutsuz olan arkadaşım; kocasıyla sorunları var, boşanmayı bile düşünüyor.. en basit aile yemeğini bile şaşalı tören ve büyük aşk yaşıyormuşcasına, elalem görsün diye paylaşır, eski sevgilisine göndermeler yapar..aslında kocasından nefret ediyordur, ama fotoğrafın altına biricik aşkımla yazar..
ya da yıllardır görüşmediğiniz, arayıp telefonlaşmayı bırakın bayramlarda bile mesajlaşmadığınız eski okul arkadaşınız doğum gününüzde bi tanem, bebeğim doğum günün kutlu olsun, seni çok seviyorum gibi saçma yapay cümleler kurar..
lan biz seninle konuşmuyoruz, görüşmüyoruz orada yazdıkların arasından su sızmayan iki yakın arkadaş cümleleri..
işin garibi bu yazılar her yıl doğum gününüzde tekrarlanır, en son yazdığı da bir önceki yıldan kalmadır, doğum günlerinde ortaya çıkar bu model...
bir de paranoyak sevgili modellerini açığa çıkardı facebook
onu da şöyle izah edeyim, yine yakın başka bir arkadaşımdan alıntılarla;
sevgilisinin bütün fotoğraflarını kontrol eder, her karedeki insanı ayrı inceler kim, nerede, nasıl yorum yapmış,kim dürtmüş, hangi fotoğrafta hangi kızlarla yanyana..buradan malzeme toplayıp sevgilisiyle sürekli kavga eden modeldir bu da...
bir de hayatının her karesini fotoğraflayıp facebooka atan model vardır.. utanmasa sıçarken ay ne güzel sıçıyorum diye fotoğraf koyacak..
tabii ergen akraba çocuklarını unutmamak gerek;
sanarsın ki bütün dünya onun omuzlarında ama daha 12 yaşındadır, aşkla ilgili öyle şeyler yazar ki
lan ben 12 yaşında sadece sokakta oyun oynardım diye düşünürsün...
son olarak bütün fotoğraflara yorum yapan tip vardır.. hepsini beğenir, yorum yapar...bu model bütün oyunlara da üyedir sürekli davetiye yollar.. 7/24 facebookta online olduğunu düşünüyorum.
hani şu apartmanda merdivenleri çıkarken sürekli kapıyı açan komşu teyze var ya işte öyle bişey...
velhasıl azalarak bitmesini, yok olmasını istediğim site.. ben kendimi yok ettim huzurluyum...
misal çok mutsuz olan arkadaşım; kocasıyla sorunları var, boşanmayı bile düşünüyor.. en basit aile yemeğini bile şaşalı tören ve büyük aşk yaşıyormuşcasına, elalem görsün diye paylaşır, eski sevgilisine göndermeler yapar..aslında kocasından nefret ediyordur, ama fotoğrafın altına biricik aşkımla yazar..
ya da yıllardır görüşmediğiniz, arayıp telefonlaşmayı bırakın bayramlarda bile mesajlaşmadığınız eski okul arkadaşınız doğum gününüzde bi tanem, bebeğim doğum günün kutlu olsun, seni çok seviyorum gibi saçma yapay cümleler kurar..
lan biz seninle konuşmuyoruz, görüşmüyoruz orada yazdıkların arasından su sızmayan iki yakın arkadaş cümleleri..
işin garibi bu yazılar her yıl doğum gününüzde tekrarlanır, en son yazdığı da bir önceki yıldan kalmadır, doğum günlerinde ortaya çıkar bu model...
bir de paranoyak sevgili modellerini açığa çıkardı facebook
onu da şöyle izah edeyim, yine yakın başka bir arkadaşımdan alıntılarla;
sevgilisinin bütün fotoğraflarını kontrol eder, her karedeki insanı ayrı inceler kim, nerede, nasıl yorum yapmış,kim dürtmüş, hangi fotoğrafta hangi kızlarla yanyana..buradan malzeme toplayıp sevgilisiyle sürekli kavga eden modeldir bu da...
bir de hayatının her karesini fotoğraflayıp facebooka atan model vardır.. utanmasa sıçarken ay ne güzel sıçıyorum diye fotoğraf koyacak..
tabii ergen akraba çocuklarını unutmamak gerek;
sanarsın ki bütün dünya onun omuzlarında ama daha 12 yaşındadır, aşkla ilgili öyle şeyler yazar ki
lan ben 12 yaşında sadece sokakta oyun oynardım diye düşünürsün...
son olarak bütün fotoğraflara yorum yapan tip vardır.. hepsini beğenir, yorum yapar...bu model bütün oyunlara da üyedir sürekli davetiye yollar.. 7/24 facebookta online olduğunu düşünüyorum.
hani şu apartmanda merdivenleri çıkarken sürekli kapıyı açan komşu teyze var ya işte öyle bişey...
velhasıl azalarak bitmesini, yok olmasını istediğim site.. ben kendimi yok ettim huzurluyum...
kolumun kanadımın kırıldığı katliam...
koray kaya 12 yaşında oteldeki en küçük semah dönendi, aynı yaştaydık..
ben televizyon karşısında 12 yaşımda, 12 yaşında olan koray kayanın yakılmasını izledim.
ben büyüdüm koca kadın oldum, koray çocuk kaldı hep 12 yaşında olan gözlerinin ışığı sönmeyen çocuk..
gözlerimin önünden gitmeyen 10 saat, evde ağlıyorduk çünkü çaresizdik sadece ağlamak geliyordu elimizden çaresizce..
annem aman kızım okulda, dışarda alevi olduğunu söyleme diye tembihlerdi, ben anlamazdım...
neden derdim ?
günah mıydı alevi olmak ?
neden saklamak zorundayım
biz kötü insanlar değildik ki ?
türkü dinleyip, semaha dururduk bu neden kötü olsun ki derdim..
2 temmuzda anladım !
konuşmadan, soru sormadan, görerek anladım..
uzun sakallı, garip giyinen koca adamların tekbir sesleri eşliğinde aydınları yakmasını izleyerek anladım..
hayatımda ilk kez o gün duydum tekbir çekilmesini..
tekbiiiiiiiir allahu ekber !!! diye diye ağızlarından salyalar akıtan canavarları görerek anladım,
beynime kazındı o sesler
şimdi; her tekbir duyduğumda korkarım, irkilirim..
yakacaklar bizi yine derim...
ve yine o zaman anladım siyaset, politika denilen şeyin ikiyüzlülüğünü
vicdansızlığı, güçlünün yanında olduğunu, bizim yok sayıldığımızı..
3 maymuna dönen medyayı o zaman gördüm..
20 yıl önce bugün ben, 20 yaş büyüdüm bir günde..
şimdi sorarım size ;
bir çocuk semah döndüğü için yakıldı, hangi vicdan bunu kaldırır ?
hangi vicdan diri diri yakılan çocuğun katilinin zamanını aşındırır, söyleyin bana ?
niye yaktınız, barışa semah dönenleri neden yaktınız ?
bin yıl geçse de unutmayacağım, unutturmayacağım !!!
koray kaya 12 yaşında oteldeki en küçük semah dönendi, aynı yaştaydık..
ben televizyon karşısında 12 yaşımda, 12 yaşında olan koray kayanın yakılmasını izledim.
ben büyüdüm koca kadın oldum, koray çocuk kaldı hep 12 yaşında olan gözlerinin ışığı sönmeyen çocuk..
gözlerimin önünden gitmeyen 10 saat, evde ağlıyorduk çünkü çaresizdik sadece ağlamak geliyordu elimizden çaresizce..
annem aman kızım okulda, dışarda alevi olduğunu söyleme diye tembihlerdi, ben anlamazdım...
neden derdim ?
günah mıydı alevi olmak ?
neden saklamak zorundayım
biz kötü insanlar değildik ki ?
türkü dinleyip, semaha dururduk bu neden kötü olsun ki derdim..
2 temmuzda anladım !
konuşmadan, soru sormadan, görerek anladım..
uzun sakallı, garip giyinen koca adamların tekbir sesleri eşliğinde aydınları yakmasını izleyerek anladım..
hayatımda ilk kez o gün duydum tekbir çekilmesini..
tekbiiiiiiiir allahu ekber !!! diye diye ağızlarından salyalar akıtan canavarları görerek anladım,
beynime kazındı o sesler
şimdi; her tekbir duyduğumda korkarım, irkilirim..
yakacaklar bizi yine derim...
ve yine o zaman anladım siyaset, politika denilen şeyin ikiyüzlülüğünü
vicdansızlığı, güçlünün yanında olduğunu, bizim yok sayıldığımızı..
3 maymuna dönen medyayı o zaman gördüm..
20 yıl önce bugün ben, 20 yaş büyüdüm bir günde..
şimdi sorarım size ;
bir çocuk semah döndüğü için yakıldı, hangi vicdan bunu kaldırır ?
hangi vicdan diri diri yakılan çocuğun katilinin zamanını aşındırır, söyleyin bana ?
niye yaktınız, barışa semah dönenleri neden yaktınız ?
bin yıl geçse de unutmayacağım, unutturmayacağım !!!
yatakta, evde, okulda, ofiste, sokakta, mutfakta her yerde farklı olan kadındır..
yani işin özün tek kişilik haremdir...
yani işin özün tek kişilik haremdir...
metrobüste yer buldun da erkeksiz olsun diye dert edinen kadındın.
bizzat yaşadığım trafik. tam tamına 2.5 saatte ofise ulaşmamı sağladı. yolculuk boyunca 2 rüya gördüm.
etimolojik yapısı itibariyle elif, tanışmak, kaynaşmak, sevmek, cana yakın olmak, dost-lukta bulunmak anlamlarına gelen “ülfet” ile, bir şeyin müteaddit unsurlarını bir araya getirmek, arasını bulmak, imtizaç ettirmek anlamındaki “te’lîf” mastarlarının türediği “e-l-f” kökündendir.
elif, alfabenin ilk harfi olduğu gibi diğer harflerin de sebebi ve kaynağıdır. hatta ibn muklâ’nın kaligrafi sistemine göre, bütün diğer harfler “elif” şeklinde yazılmalıdırlar. buna göre diğer harflerin hepsi “elif” harfinin değişik kıvrımları şeklinde yazılmasıyla meydana geldiğinden o tüm harflerin aslı ve esası durumundadır.
elif gerek yazılışındaki incelik ve zarâfet şeklinden ve hat sanatının özelliklerinden, gerekse taşıdığı sembolik anlamlardan hareketle türkçemizde çeşitli mazmunlara ve zarif nüktelere kaynaklık yapmıştır. birçok deyimler “`elif`” ile ifade edilmiştir: “elif’ ten yâya kadar” deyimi baştan sona kadar okumak, bilmek ve öğrenmek; “elifi görse mertek sanır” deyimi de okuma yazma bilmeme ve cehalet anlamına gelir. “elifi elifine” aynen, tıpatıp uygunluğu ifade için kullanılır.
tarikat ehlinin kullandığı bir tür başlığa “elifi tâc” denmektedir. bu deyimin geçtiği üsküdar’lı râzî’ye ait dörtlük şöyledir:
“başta elifi tâcı
kendi başların tâcı
tarîk-i nakşiyye’den
gözlerin hallâc’ı.”
bektâşîlerin giydikleri yeşil çuhadan yapılmış başlığın adı ise “horasânî elifi tâc”dır.
“âh bir elif çekti yine cânân bu gece” mısraında olduğu gibi aşığın sinesine aşk yarası açmak manasında da kullanılmıştır. bir başka bağrı yanık ise;
“elif elif ebzerim,
kan ağlıyor gözlerim”
diyerek türkü yakmıştır.
kısaca “elif” deyip geçme. elif’ in manasını bir kere anladık mı bu yeter. çünkü elif çok derin manalar ihtiva eder; o ilham kaynağıdır. maddi ve manevi âlemlerin tümü onda gizlenmiş. öyle ki, elif uğrunda nice hak âşıkları yanmışlar, tutuşmuşlar, hatta kellelerini dahi seve seve vermişlerdir.
elif, alfabenin ilk harfi olduğu gibi diğer harflerin de sebebi ve kaynağıdır. hatta ibn muklâ’nın kaligrafi sistemine göre, bütün diğer harfler “elif” şeklinde yazılmalıdırlar. buna göre diğer harflerin hepsi “elif” harfinin değişik kıvrımları şeklinde yazılmasıyla meydana geldiğinden o tüm harflerin aslı ve esası durumundadır.
elif gerek yazılışındaki incelik ve zarâfet şeklinden ve hat sanatının özelliklerinden, gerekse taşıdığı sembolik anlamlardan hareketle türkçemizde çeşitli mazmunlara ve zarif nüktelere kaynaklık yapmıştır. birçok deyimler “`elif`” ile ifade edilmiştir: “elif’ ten yâya kadar” deyimi baştan sona kadar okumak, bilmek ve öğrenmek; “elifi görse mertek sanır” deyimi de okuma yazma bilmeme ve cehalet anlamına gelir. “elifi elifine” aynen, tıpatıp uygunluğu ifade için kullanılır.
tarikat ehlinin kullandığı bir tür başlığa “elifi tâc” denmektedir. bu deyimin geçtiği üsküdar’lı râzî’ye ait dörtlük şöyledir:
“başta elifi tâcı
kendi başların tâcı
tarîk-i nakşiyye’den
gözlerin hallâc’ı.”
bektâşîlerin giydikleri yeşil çuhadan yapılmış başlığın adı ise “horasânî elifi tâc”dır.
“âh bir elif çekti yine cânân bu gece” mısraında olduğu gibi aşığın sinesine aşk yarası açmak manasında da kullanılmıştır. bir başka bağrı yanık ise;
“elif elif ebzerim,
kan ağlıyor gözlerim”
diyerek türkü yakmıştır.
kısaca “elif” deyip geçme. elif’ in manasını bir kere anladık mı bu yeter. çünkü elif çok derin manalar ihtiva eder; o ilham kaynağıdır. maddi ve manevi âlemlerin tümü onda gizlenmiş. öyle ki, elif uğrunda nice hak âşıkları yanmışlar, tutuşmuşlar, hatta kellelerini dahi seve seve vermişlerdir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?