altıkırkbeş yayınevi tarafından çıkarılan, piyasadaki çoğu edebiyat dergisinden farklı, ağırlıkla yeraltı edebiyatı ve beat kuşağına yoğunlaşmış olan yazın ürünü. açıkçası ben biraz hayalkırıklığı yaşadım dergiyi okuduğumda.kendi çapında yazınla uğraşan kişilerin şiirlerine, yazılarına bir hayli veriliyor dergide, bu iyi. ancak, her ne kadar istenilmese de içerik "am göt meme" sınırları içerisine sıkışmış durumda diyebilirim. bir yere kadar tamam da bir süre sonra "öeeh yeter" diyor insan. elbette ki bundan başka şeyler de var okurken keyif aldığın, yani okunmaz mı okunur. ben takipte olmaya devam edeceğim.
yeni sinema hareketi filmlerinden bir tanesi. çok çok iyi diyemem ama, izlenilmesi gereken bir filmdir bence. ve bana kalırsa bu ülkede yanlışın ne olduğunu göremeyenler bir hayli fazla olduğu için, yanlışı anlatmak bir işe yarar. en azından yarayacağını umuyoruz. bir çözüm üretmekten öte- çünkü çözümler bir filmle ya da bir kitapla olacak şeyler değil elbette ki- farkına vardırmak içindir bu tip filmler.
taksimde danışman çaycıda sık sık karşılaşılan durumdu bir ara. adamlar özellikle bokla uğraşmayalım diye "kadın pisuvar" denen bir şey yapmışlar oraya, sen git lök diye dışkıla. yahu önce bir bak, kubur nerede, sifon nerede, bu kakalar nereye gidecek? ondan sonra da;
-ağbbi ben yanlışlıkla sıçtım yaa
- iyi bok yedin hayvan, al şu fırçayı hadi kolay gelsin.
diyalogları sıkça duyuluyordu tabii. bir de tuvalet duvarına "ne yani artık sıçamayacak mıyız?" diye isyan etmişler. özellikle yapanlar var biliyorum. ayıp lan.
-ağbbi ben yanlışlıkla sıçtım yaa
- iyi bok yedin hayvan, al şu fırçayı hadi kolay gelsin.
diyalogları sıkça duyuluyordu tabii. bir de tuvalet duvarına "ne yani artık sıçamayacak mıyız?" diye isyan etmişler. özellikle yapanlar var biliyorum. ayıp lan.
finallere çalışması gerektiği yerde," ammmaaan nasılsa çalışmıyosun lan, iki girdi gir de üretkenliğin artsın" diyerekten sözlüğe üye olmuş yazardır. ondan ötürüdür ki, eğer şu ilk zamanlar sözlüğe fazla yazmazsa-esasen şuan yazıyorum da, gidip osmanlı tarihi çalışsam hiç fena olmaz aslında- bunun nedeni malumunuz, finallerdir.
benim bildiğim kadarıyla çoruhta hala yapılan spor ancak yusufeli barajının bitmesiyle ve heslerin yapımıyla nehrin debisi oldukça düşeceği için raftingin sonu gelecek gibi duruyor. vallahi yazık ya. fazla turist çekemeyen karadeniz bölgesi için oldukça önemliydi..
roma imparatoru i. constantinusun kapital haline getirdiği şehir. başkenti buraya taşıdığında adını neo roma koydu lakin bu isim şehir için pek kullanılmadı, constantinin ölümünden sonra şehrin adı constantinopolis oldu ve öyle anılmaya başlandı. fakat yunanlılar sadece “polis” derlermiş. ondandır ki istanbul adı, “es tan poli”( şehre) cümlesinden gelir.
lanet trafiğine, insanı boğan kalabalığına, sikimsonik şehir planlamasına rağmen yaşamak isteyeceğim tek şehirdir ayrıca. yaşayan bir mimari tarih, her ne kadar yetkililer ve çoğu vatandaş bunu bozmak için elinden geleni yapsa bile. bir gün gerçekten katlanılacak bir yanı kalmayacak ondan eminim, cücük kadar kalmış yeşil alanlarını geçtim, inşaat yapmak için marmara denizini falan yok edecekler bu gidişle. bu kadar güzel bir şehri öldürmek için hangi devlet, hangi zihniyet bu kadar uğraşır ya? ekümenopolis( ucu olmayan şehir) diye bir belgesel var istanbul hakkında, bu sene istanbul işçi filmleri festivalinde gösterilmişti. bulabilirseniz izlemenizi tavsiye ederim.
lanet trafiğine, insanı boğan kalabalığına, sikimsonik şehir planlamasına rağmen yaşamak isteyeceğim tek şehirdir ayrıca. yaşayan bir mimari tarih, her ne kadar yetkililer ve çoğu vatandaş bunu bozmak için elinden geleni yapsa bile. bir gün gerçekten katlanılacak bir yanı kalmayacak ondan eminim, cücük kadar kalmış yeşil alanlarını geçtim, inşaat yapmak için marmara denizini falan yok edecekler bu gidişle. bu kadar güzel bir şehri öldürmek için hangi devlet, hangi zihniyet bu kadar uğraşır ya? ekümenopolis( ucu olmayan şehir) diye bir belgesel var istanbul hakkında, bu sene istanbul işçi filmleri festivalinde gösterilmişti. bulabilirseniz izlemenizi tavsiye ederim.
toplumcu gerçekçi şiirin en önemli isimlerinden biridir. belki de en sevdiğim şiiri haziranda ölmek zor, grup yorum tarafından harika bir beste haline getirilmiştir.
içtiğim içeceği, sigaralarımla eş zamanlı olarak bitirmeye çalışmak. baya baya alışkanlık oldu bu bende.baya bayaa.içecek bitmeye yaklaştıkça belli bir seviyede tutup bekletiyorum, kendime hakim olup içmiyorum onu, diğer sigaram için yudumlar kalsın diye. çoğunlukla ne oluyor tabi, pusuya yatmış garson dikkatimin dağınık olduğu bir anda bardağı kapıverip uzaklaşıyor. ben de üzülüyorum buna. baya bayaa.
-----------------------------spoiler----------------------------:
marty:this is heavy.
doc : there’s that word again: "heavy." why are things so heavy in the future? is there a problem with the earth’s gravitational pull?
-----------------------------spoiler----------------------------
hayatımın filmi diyebileceğim üçlemedir. senaryosu, çekimleri, karakter-oyuncu eşleşmesi, her şeyiyle harikadır. sanıyorum ki ben bu filme hakikaten büyük bir aşkla bağlandım. hele çocukken, televizyonda gösterildiği zamanlar halimi görmeliydiniz! uzay-zaman sürekliliğini bttf’den öğrendim, hayal dünyamın büyük kısmını bu filmden etkilnerek kurdum. annemin ilkokulda konferansa gelen psikoloğa " bizim çocuk acayip bir filme bağlandı, gitar istiyor, uçan kaykay istiyor, zaptedemiyoruz!" diye yakındığı bile olmuş. tee eskiden beri küçük küçük bttf oyuncaklarım olsun istedim, onu hala istiyorum. biliyorum var, ama türkiye’de yok. bende yok. halen daha kaç yıl önce çizdiğim derme çatma marty,doc ve einstein çizimleriyle idare etmekteyim. neyse uzatmayayım, yoksa frenleyemem ben kendimi. burdan bttf seven herkese selam olsun!
marty:this is heavy.
doc : there’s that word again: "heavy." why are things so heavy in the future? is there a problem with the earth’s gravitational pull?
-----------------------------spoiler----------------------------
hayatımın filmi diyebileceğim üçlemedir. senaryosu, çekimleri, karakter-oyuncu eşleşmesi, her şeyiyle harikadır. sanıyorum ki ben bu filme hakikaten büyük bir aşkla bağlandım. hele çocukken, televizyonda gösterildiği zamanlar halimi görmeliydiniz! uzay-zaman sürekliliğini bttf’den öğrendim, hayal dünyamın büyük kısmını bu filmden etkilnerek kurdum. annemin ilkokulda konferansa gelen psikoloğa " bizim çocuk acayip bir filme bağlandı, gitar istiyor, uçan kaykay istiyor, zaptedemiyoruz!" diye yakındığı bile olmuş. tee eskiden beri küçük küçük bttf oyuncaklarım olsun istedim, onu hala istiyorum. biliyorum var, ama türkiye’de yok. bende yok. halen daha kaç yıl önce çizdiğim derme çatma marty,doc ve einstein çizimleriyle idare etmekteyim. neyse uzatmayayım, yoksa frenleyemem ben kendimi. burdan bttf seven herkese selam olsun!
adını her duyduğumda bana derinden bir "öfff" çektiren adam. "marjinal", sıradışı, ilgi çekici vesaire vesaire. tamam bunların hepsini kabul ettim, ama kimse bana "iyi şair" olduğunu söylemesin. şiir yazmak tuhaf cümleler kurmaksa eğer; edip cansever, cemal süreya, turgut uyar, nazım hikmet, enver gökçe gibi insanlar ne yaptı o zaman? kelimelerle oynamakta bir şey yok, o kelimelerle nasıl oynadığın ve nasıl bir bütün yarattığın önemli olan. bu adam bağırıyor, kusuyor resmen. küfürle yapıyor bunu, kendi cinsel kimliğinin süslemeli ifşasını yazdıklarına yerleştirip, kendi kurduğu pornografinin çığırtkanlığını yapıyor. ama bağırmakla olmaz şiir, duyumsamakla olur, sezinlemekle. eğer gerçekten "karşı"ysan ya da farklıysan, sen her neysen ve ne hissediyorsan işte; şiir denen şeyin içine işlersin bunu, ağır ağır yedirirsin dizelere.
"kalbinin temizliği için gündelikçi olabilirim!"
buyrun size arabeskin allahı.
daha da bişeycikler demem.
"kalbinin temizliği için gündelikçi olabilirim!"
buyrun size arabeskin allahı.
daha da bişeycikler demem.
bir kaybedenler klasiği.
-dinleyen: "... sıçarım böyle aşkın ızdırabına! ben de gidiyorum " dedim ve gittim. olay bu kadar basit yani..
-kaan: el pompası yani.
dinleyen: aslaa, başka pompalar.
-mete: britt benim evimi su bastı ya, bana yardımcı olabilecek tanıdık birisi var mı bu gece?
-dinleyen: pompa baabında mı? yaağni pompayla açmak baabında mı?
-dinleyen: "... sıçarım böyle aşkın ızdırabına! ben de gidiyorum " dedim ve gittim. olay bu kadar basit yani..
-kaan: el pompası yani.
dinleyen: aslaa, başka pompalar.
-mete: britt benim evimi su bastı ya, bana yardımcı olabilecek tanıdık birisi var mı bu gece?
-dinleyen: pompa baabında mı? yaağni pompayla açmak baabında mı?
tarihin en şanssız isimlerinden biridir.
prens adlı kitabıyla dünyayaya kötü ün salmıştır. bu kitabın türkçe çevirisinin ösözünde de belirtildiği üzere, artık machiavelliyi herkes biliyor çünkü kimse prensi okumuyor. demek istediğim o ki, adam bu kitabı yazalı aradan neredeyse 500 yıl geçti, artık kendisine biraz daha adil yaklaşılması lazım. “amaca giden her yol mübahtır” cümlesi prensin küçücük bir paragrafında geçiyor. sonradan bu cümle alınıyor, machiavellinin tüm düşünceleri bu cümleyle özetleniyor ve “makyavelizm” denen bir politika üretiliyor. tamam bu adam böyle bir kitap yazdı, peki machiavellinin machiavellist olduğu fikri nereden kesinlik kazandı?
machiavellinin medicilerin gelmesinden önce cumhuriyetin 2. sekreteri olduğu, prens adlı kitabını bile rönesansın babası olarak anılan petrarcadan bir altıntıyla bitirdiği göz önüne alınırsa, machiavellinin monarşi yandaşı olması ihtimali biraz düşük sanki. ayrıca cumhuriyet döneminde yazdığı “titius liviusun ilk on kitabı üzerine söylevler”i de okuyup öyle değerlendirmek lazım bu adamı. neyse ki son yıllarda machiavelli hakkındaki “vay acımasız deyyus” şeklindeki kemikleşmiş görüş biraz olsun kırıldı ve prensi aslında neden yazmış olabileceği ile ilgili çeşitli görüşler ortaya atılmaya başlandı. machiavelli bu kitabı gerçekten de prensi eğitmek için mi yazmıştır, yoksa onu aldatmak için mi? despotluğun ne olduğunu gözler önüne serip halkı uyarmak mı istemiştir, yoksa sadece bu kitap sayesinde medicilerden birkaç florin alıp yaşamını sürdürmek mi?
ayrıca kendisi her şekil dönektir orası ayrı. sen git, darbeyle işini kaybedince papaya ve medicilere avuç aç, cumhuriyetçilerin arkasından iş çevir, sonra cumhuriyet tekrar kurulduğunda eski mevkiini geri iste. ha tabiii, oldu. zaten lehine sadece 12 oy çıktı, 12 gün sonra da sefillik içinde öldü gitti adam. ama evet, mezartaşındaki yazı belki biraz abartılı olsa da, çok az kişi bu adın büyüklüğüne erişebilir o ayrı.
prens adlı kitabıyla dünyayaya kötü ün salmıştır. bu kitabın türkçe çevirisinin ösözünde de belirtildiği üzere, artık machiavelliyi herkes biliyor çünkü kimse prensi okumuyor. demek istediğim o ki, adam bu kitabı yazalı aradan neredeyse 500 yıl geçti, artık kendisine biraz daha adil yaklaşılması lazım. “amaca giden her yol mübahtır” cümlesi prensin küçücük bir paragrafında geçiyor. sonradan bu cümle alınıyor, machiavellinin tüm düşünceleri bu cümleyle özetleniyor ve “makyavelizm” denen bir politika üretiliyor. tamam bu adam böyle bir kitap yazdı, peki machiavellinin machiavellist olduğu fikri nereden kesinlik kazandı?
machiavellinin medicilerin gelmesinden önce cumhuriyetin 2. sekreteri olduğu, prens adlı kitabını bile rönesansın babası olarak anılan petrarcadan bir altıntıyla bitirdiği göz önüne alınırsa, machiavellinin monarşi yandaşı olması ihtimali biraz düşük sanki. ayrıca cumhuriyet döneminde yazdığı “titius liviusun ilk on kitabı üzerine söylevler”i de okuyup öyle değerlendirmek lazım bu adamı. neyse ki son yıllarda machiavelli hakkındaki “vay acımasız deyyus” şeklindeki kemikleşmiş görüş biraz olsun kırıldı ve prensi aslında neden yazmış olabileceği ile ilgili çeşitli görüşler ortaya atılmaya başlandı. machiavelli bu kitabı gerçekten de prensi eğitmek için mi yazmıştır, yoksa onu aldatmak için mi? despotluğun ne olduğunu gözler önüne serip halkı uyarmak mı istemiştir, yoksa sadece bu kitap sayesinde medicilerden birkaç florin alıp yaşamını sürdürmek mi?
ayrıca kendisi her şekil dönektir orası ayrı. sen git, darbeyle işini kaybedince papaya ve medicilere avuç aç, cumhuriyetçilerin arkasından iş çevir, sonra cumhuriyet tekrar kurulduğunda eski mevkiini geri iste. ha tabiii, oldu. zaten lehine sadece 12 oy çıktı, 12 gün sonra da sefillik içinde öldü gitti adam. ama evet, mezartaşındaki yazı belki biraz abartılı olsa da, çok az kişi bu adın büyüklüğüne erişebilir o ayrı.
1.sınıfta okumayı öğrenirken belli kalıplarla öğretirler ya hani, ben o "ali ata bak" cümlesini çok yanlış algılamışım meğersem. ad soyad sanıyordum ben ali ata bakı. ipek topu tut, emel bal al falan gelince mevzuyu çaktım ama.
benim için dünyanın en keyif verici içkisidir. hasret kaldığım can içkidir. katiyen hızlı içilmemelidir. yanındaki mezelere çullanmaksızın içilmelidir. rakı masasında dakkada bir kadeh tokuşturulmasa iyi olur, bir kez içmeye başlamadan önce tokuşturulsun, o kafidir. yanında dost muhabbeti elzemdir. kavun-peynirle iyi gider, iyi hazırlanmış bir patlıcan kızartmayla, hatta sadece bir tabak beyaz leblebi ya da buzlu bademle bile iyi gider..denizin yanında iyi gider, ahmet kayayla iyi gider...her türlü iyi gider be. valla fena özlemişim seni sayın rakı!
eğer dikkatlice izlenirse azımsanamayacak derecede işe yarar bilgilere sahip olabileceğiniz dizi. ayrıca sıkı sıkıya takipçisi olduğum tek dizidir. öyle ki, bir ara ben diziden bahsettikçe zaten bölümünden rahatsız olan annem, "niye tıp okumadın o zaman, gidip işsizler kervanına katılacaksın" diyerekten beni bulgaristana tıp okumam için göndermeye bile kalkışmıştır.
iyi bar, barlar sokağının incisi. çok da güzel bir binaya sahiptir, özellikle ara katları bana pek bir çekici gelmekte. yazık ki ben de sigara yasağından nasiplenenlerden olduğum için, orada oturmak bize haram. gece vakti aşağıdaki küçük bahçemsi alanda yer bulmaksa neredeyse imkansız. böylece gidilir, uzaktan bahçe süzülür-elbette ki doludur- yine de bir umut garsona sorulduktan sonra tıpış tıpış üst kata çıkılır, eğer boş ise köşedeki yuvarlak masaya oturulur ve alkol alımına başlanır.
tek kelimeyle muhteşem bir progressive grubu. in absentianın dinlediğim en iyi albüm olma ihtimali çok yüksek. sayelerinde yeryüzündeki tüm kirpilere tarifi güç bir sempati duyar oldum.
ustalığını konuşturduğu bir sürü muhteşem parçasının yanında, erip clapton ile beraber yarattığı cause weve ended as lovers coverı muhteşemdir. dinlenmeden bu dünyadan göçüp gidilmemelidir.
kitapları metis tarafından yayımlanmış sağlam yazar. tol tiyatroya da uyarlanmıştır. bir ara birgün gazetesinde çalışmaktaydı. şuan afili filintalarda yazmaktadır.
oğuz atayın en sevdiğim romanı. oyununu izleyemedim maalesef. sadece şu kısmı bile yeter:
-----------------------------spoiler----------------------------:
“ikimiz de bu dünyanın insanı değildik. iyi kötü bir şeyler yapmaya çalıştık. ben suçluyum: sevgi’den farklı olduğumu gizledim. gene de bizi yargılayanlara karşıyım. ne yazık, sonunda haklı çıktılar. onlara göstermeliydim. fakat anlatması çok zor: benim becerebildiğim bir iş değil. neler söyleyeceklerini duyar gibi oluyorum; duymak istemiyorum. bir fırsat daha kaçırdık. sevgi, kendisini ve olanları hiç anlamayacak. ben bir şeyler yapabilseydim. başım ağrıyor, yorgunum. boşu boşuna denecek, boşu boşuna. işte buna dayanamıyorum."
-----------------------------spoiler----------------------------
-----------------------------spoiler----------------------------:
“ikimiz de bu dünyanın insanı değildik. iyi kötü bir şeyler yapmaya çalıştık. ben suçluyum: sevgi’den farklı olduğumu gizledim. gene de bizi yargılayanlara karşıyım. ne yazık, sonunda haklı çıktılar. onlara göstermeliydim. fakat anlatması çok zor: benim becerebildiğim bir iş değil. neler söyleyeceklerini duyar gibi oluyorum; duymak istemiyorum. bir fırsat daha kaçırdık. sevgi, kendisini ve olanları hiç anlamayacak. ben bir şeyler yapabilseydim. başım ağrıyor, yorgunum. boşu boşuna denecek, boşu boşuna. işte buna dayanamıyorum."
-----------------------------spoiler----------------------------
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?