bir işçinin çalıştırılabileceği en düşük ücreti gösteren düzey. çalışanların gelirinin belli bir düzeyin altına düşmesini engellemeyi amaçlar. asgari ücretin belirlenmesine yol açan nedenlerin başında insani düşünceler gelir. ücret karşılığında çalışan bir kişi, salt insan olması nedeniyle uygun bir yaşam düzeyine hak kazanır.
4 şekilde ifade edilebilir:
(1) savaş halinde bulunan iki devletten birinin, savaşın dışında bulunan üçüncü bir devlete ait ulaşım araçlarını, özellikle de ticaret gemilerini, ele geçirip bunlardan savaşçı amaçlarla yararlanması, (2) kölelik hukukunda, kölenin ve köylünün derebeyi hesabına mecburi ve ücretsiz çalışması, (3) devletin olağanüstü durumlarda vatandaşlara ait taşıt araçlarını kullanması, (4) usandırıcı, bıktırıcı işlerdir.
(1) savaş halinde bulunan iki devletten birinin, savaşın dışında bulunan üçüncü bir devlete ait ulaşım araçlarını, özellikle de ticaret gemilerini, ele geçirip bunlardan savaşçı amaçlarla yararlanması, (2) kölelik hukukunda, kölenin ve köylünün derebeyi hesabına mecburi ve ücretsiz çalışması, (3) devletin olağanüstü durumlarda vatandaşlara ait taşıt araçlarını kullanması, (4) usandırıcı, bıktırıcı işlerdir.
post-modernizm’in belirli bir tanımı yoktur. post-modernizm; aydınlanma çağı’nı temel alan tepkisel bir anlam olup kapitalizm, endüstriyel toplum, millet-devlet anlayışı ve bireyselciliğe karşı kültürel değişim ile birlikte ortaya çıkan bir dönemin başlangıcıdır
frederich winslow taylor (1856-1915) tarafından, iş (üretimde) düzeni ve işin yerine getirilmesi süreçlerini düzenleyen sistem.
-düzenlenmenin en önemli yanı, işin hazırlanmasıdır;
-el-kol-beden hareketlerinde sistemli bir tasarruf sağlanmalı, böylece en uygun tek yol bulunmalıdır.
-makineden en yüksek ölçüde yararlanılmalıdır (volan kayışı sistemi taylor tarafından işletmeye sokulmuştur).
abd’de, 1800’lü yılların sonlarında “sistematik yönetim hareketi” ortaya çıkmış; frederich winslow taylor, bu akımı geliştirmiş ve kapitalist üretim organizasyonunda dünya çapında etkilere ulaşmıştır. taylor’un yaklaşımı elbette sınıfsal, yani ideolojiktir. işin örgütleniş biçimini ise deneylerle geliştirip 1911 yılında bilimsel yönetim ilkeleri adlı kitabında toplamıştır.
20. yüzyılda kapitalist işletmelerin hızla büyümesiyle birlikte emeğin kontrolü sorunu ile karşı karşıya gelinmiştir. taylorizm, soruna, üretim teknolojisinden bağımsız olarak uygulanabilecek yöntemler geliştirme çabasının ürünüdür. taylor, işçilerin doğuştan “aptal” olduklarına inanır. ona göre, işçiler, yaptıkları işleri bilimsel bir biçimde geliştirerek eni iyi yapılış biçimini bulmak için yeterli zekaya sahip değillerdir. bununla birlikte işçilerin doğal içgüdüleri ve eğilimleri, işi kolaydan alma ve kaytarma yönündedir ki, çalışıyor görünüp dalga geçerler. bu nedenle işçiler pasifize edilmeli ve makinelerin basit bir uzantısı durumuna indirgenmelidir. böylece taylorizm “kapitalist emek sürecinde yabancılaşmış emeğin en iyi nasıl kontrol edileceği” noktasına odaklanmıştır.
yönetim ilkeleri
-işletme yönetimi, işçinin, hem üretim bilgisine hem de fiziksel becerilerine bağımlı olmaktan çıkarılmalıdır;
-fabrika düzeni ve üretim planlama bölümleri, yani tasarım, üretim birimlerinden ayrılmalıdır. yani tasarım, işçinin faaliyeti olmaktan çıkarılmalıdır. böylece vasıflı işçiye ihtiyaç kalmayacak, aynı zamanda da yönetim, emek süreci üzerinde tam kontrole sahip olacaktır;
-işçilere, basit parçalara ayrılmış iş süreçlerindeki işlerin nasıl ve ne kadar sürede yapılacağı talimatı verilmelidir;
-üretim teknolojisinin geliştirilmesi tamamen yönetimin ihtiyaçları çerçevesinde, mühendis, teknisyen ve bilimciler tarafından yapılmalıdır.
özellikle ingiltere’de, vasıflı ustaların kendi meslek alanlarında sendikalılaşmalarını, taylorizm uygulamasına karşı geliştirilmiş refleks olarak algılamak mümkün. taylorist uygulamalarla matbaa ve dokuma ustaları, emek süreci üzerindeki denetimlerinin sürekli olarak zayıfladığını görmüş ve sendika kurmaya yönelmişlerdir. çıraklık devresinin süresi ve çırakların yapacakları işler, katı biçimde belirlenerek vasıfsız emeğin (kadın işçiler dahil) vasıflı ustaların işine el atmaları önlenemeye çalışıldı. ne var ki, bu yaklaşımların, işçi sınıfı içinde bölünmeleri de beraberinde getirdiği söylenebilir.
kapitalist emek sürecinde işçi, her türlü beceriden, üretim bilgisinden ve zihinsel faaliyetten koparılarak vasıfsızlaştırılmış, farksızlaştırılmış, ve her türlü küçük parça işi yapar hale getirilerek değersizleştirilmiştir. böylesi uygulamaların işyerlerinde verimliliği artırdığı doğrudur. ancak, taylorizm, içinde taşıdığı ideolojisi nedeniyle kapitalist üretimde benimsenmiş ve geniş uygulama alanı bulmuştur.
-düzenlenmenin en önemli yanı, işin hazırlanmasıdır;
-el-kol-beden hareketlerinde sistemli bir tasarruf sağlanmalı, böylece en uygun tek yol bulunmalıdır.
-makineden en yüksek ölçüde yararlanılmalıdır (volan kayışı sistemi taylor tarafından işletmeye sokulmuştur).
abd’de, 1800’lü yılların sonlarında “sistematik yönetim hareketi” ortaya çıkmış; frederich winslow taylor, bu akımı geliştirmiş ve kapitalist üretim organizasyonunda dünya çapında etkilere ulaşmıştır. taylor’un yaklaşımı elbette sınıfsal, yani ideolojiktir. işin örgütleniş biçimini ise deneylerle geliştirip 1911 yılında bilimsel yönetim ilkeleri adlı kitabında toplamıştır.
20. yüzyılda kapitalist işletmelerin hızla büyümesiyle birlikte emeğin kontrolü sorunu ile karşı karşıya gelinmiştir. taylorizm, soruna, üretim teknolojisinden bağımsız olarak uygulanabilecek yöntemler geliştirme çabasının ürünüdür. taylor, işçilerin doğuştan “aptal” olduklarına inanır. ona göre, işçiler, yaptıkları işleri bilimsel bir biçimde geliştirerek eni iyi yapılış biçimini bulmak için yeterli zekaya sahip değillerdir. bununla birlikte işçilerin doğal içgüdüleri ve eğilimleri, işi kolaydan alma ve kaytarma yönündedir ki, çalışıyor görünüp dalga geçerler. bu nedenle işçiler pasifize edilmeli ve makinelerin basit bir uzantısı durumuna indirgenmelidir. böylece taylorizm “kapitalist emek sürecinde yabancılaşmış emeğin en iyi nasıl kontrol edileceği” noktasına odaklanmıştır.
yönetim ilkeleri
-işletme yönetimi, işçinin, hem üretim bilgisine hem de fiziksel becerilerine bağımlı olmaktan çıkarılmalıdır;
-fabrika düzeni ve üretim planlama bölümleri, yani tasarım, üretim birimlerinden ayrılmalıdır. yani tasarım, işçinin faaliyeti olmaktan çıkarılmalıdır. böylece vasıflı işçiye ihtiyaç kalmayacak, aynı zamanda da yönetim, emek süreci üzerinde tam kontrole sahip olacaktır;
-işçilere, basit parçalara ayrılmış iş süreçlerindeki işlerin nasıl ve ne kadar sürede yapılacağı talimatı verilmelidir;
-üretim teknolojisinin geliştirilmesi tamamen yönetimin ihtiyaçları çerçevesinde, mühendis, teknisyen ve bilimciler tarafından yapılmalıdır.
özellikle ingiltere’de, vasıflı ustaların kendi meslek alanlarında sendikalılaşmalarını, taylorizm uygulamasına karşı geliştirilmiş refleks olarak algılamak mümkün. taylorist uygulamalarla matbaa ve dokuma ustaları, emek süreci üzerindeki denetimlerinin sürekli olarak zayıfladığını görmüş ve sendika kurmaya yönelmişlerdir. çıraklık devresinin süresi ve çırakların yapacakları işler, katı biçimde belirlenerek vasıfsız emeğin (kadın işçiler dahil) vasıflı ustaların işine el atmaları önlenemeye çalışıldı. ne var ki, bu yaklaşımların, işçi sınıfı içinde bölünmeleri de beraberinde getirdiği söylenebilir.
kapitalist emek sürecinde işçi, her türlü beceriden, üretim bilgisinden ve zihinsel faaliyetten koparılarak vasıfsızlaştırılmış, farksızlaştırılmış, ve her türlü küçük parça işi yapar hale getirilerek değersizleştirilmiştir. böylesi uygulamaların işyerlerinde verimliliği artırdığı doğrudur. ancak, taylorizm, içinde taşıdığı ideolojisi nedeniyle kapitalist üretimde benimsenmiş ve geniş uygulama alanı bulmuştur.
bu kavramı “emek değer teorisi” kapsamında geliştiren marx’tır.
bir malın değerini belirleyen, o malın üretimi için gerekli toplam emek miktarıdır. kapitalist düzende işveren, işçiye, onun mallara kattığı değerden daha azını öder. bir başka deyişle, işveren tarafından işçiye ödenen ücret, işçiyi ancak geçindirebilecek düzeyde bir miktardır ki, bu ücretle işçi kendini ve ailesinin varlığını sürdürebilmek için gerekli tüketim mallarını satın alabilir ve yaşamını sürdürmeye çalışır. işçi, ücret yoluyla, ürettiği değerin yalnızca bir kısmını geri alabilmiştir. bu, emek gücünün yeniden üretimi için gerekli olan miktardan başka bir şey değildir. marksist kurama göre bu miktar, işçinin toplam emeğinin çok küçük bölümünün karşılığıdır. mesela, 8 saatlik bir çalışma süresinde işçinin kendisini yeniden üretmek için 4 saatlik bir çalışma karşılığının yeteceği varsayılırsa, geride kalan zaman içinde çalışma artı-emek, bu zaman içinde üretilen değer ise artı-değerdir. işveren bir yandan çalışma gününü uzatırken diğer taraftan da teknolojik girdi ve işin düzenlenmesi yöntemleriyle işçinin kendini yeniden üretmek için gerekli zamanı en kısa süreye indirir. kapitalist sömürünün özü buradadır. marx, kapitalistlerin kâr amacıyla bu artı-değere el koyduğunu ortaya çıkarmıştır. emeğin de bir değeri vardır ve kendinden daha büyük değer üretme yeteneğine sahiptir. böyle oluş, artı-değer yarattığının kanıtıdır. emeğin yarattığı değer, üretim araçlarının özel mülkiyetinin sahiplerince kâr, rant ve faiz olarak bölüşülür.
ancak, artı-emeğin icadı sermaye sınıfına ait değildir. bu olgu, üretim araçları üzerinde özel mülkiyet ilişkisinin bulunduğu her dönemde geçerlidir. özgür olmayan emek de kendi varlığını sürdürmek için gerekli emek-zamanına ek olarak, üretim araçlarına sahip olanların yaşamaları için gereken tüketim mallarını üretmek için fazladan emek-zaman çalışmak zorunda kalmışlardır. anlaşılacağı üzere burada fazladan emek-zamanı, sömürücü sınıfın belirli gereksinimlerini karşılamakla sınırlıdır. fazladan emek-zaman, gereksinimlerle sınırlıdır; birikim için değildir. artı-emeğe karşı sonu alınamayan açlığın oluşması, ürünlerin kullanım değerinin değil, değişim değerinin öne çıktığı ve egemen olduğu ekonomik düzende mümkündür. kapitalizm, bu düzenin adıdır. kapitalist düzenin kendini yeniden üretebilmesi için gerekli birikimi, sermaye birikimi için sınırsız olarak fazladan emek-zamana ihtiyacı vardır.
bir malın değerini belirleyen, o malın üretimi için gerekli toplam emek miktarıdır. kapitalist düzende işveren, işçiye, onun mallara kattığı değerden daha azını öder. bir başka deyişle, işveren tarafından işçiye ödenen ücret, işçiyi ancak geçindirebilecek düzeyde bir miktardır ki, bu ücretle işçi kendini ve ailesinin varlığını sürdürebilmek için gerekli tüketim mallarını satın alabilir ve yaşamını sürdürmeye çalışır. işçi, ücret yoluyla, ürettiği değerin yalnızca bir kısmını geri alabilmiştir. bu, emek gücünün yeniden üretimi için gerekli olan miktardan başka bir şey değildir. marksist kurama göre bu miktar, işçinin toplam emeğinin çok küçük bölümünün karşılığıdır. mesela, 8 saatlik bir çalışma süresinde işçinin kendisini yeniden üretmek için 4 saatlik bir çalışma karşılığının yeteceği varsayılırsa, geride kalan zaman içinde çalışma artı-emek, bu zaman içinde üretilen değer ise artı-değerdir. işveren bir yandan çalışma gününü uzatırken diğer taraftan da teknolojik girdi ve işin düzenlenmesi yöntemleriyle işçinin kendini yeniden üretmek için gerekli zamanı en kısa süreye indirir. kapitalist sömürünün özü buradadır. marx, kapitalistlerin kâr amacıyla bu artı-değere el koyduğunu ortaya çıkarmıştır. emeğin de bir değeri vardır ve kendinden daha büyük değer üretme yeteneğine sahiptir. böyle oluş, artı-değer yarattığının kanıtıdır. emeğin yarattığı değer, üretim araçlarının özel mülkiyetinin sahiplerince kâr, rant ve faiz olarak bölüşülür.
ancak, artı-emeğin icadı sermaye sınıfına ait değildir. bu olgu, üretim araçları üzerinde özel mülkiyet ilişkisinin bulunduğu her dönemde geçerlidir. özgür olmayan emek de kendi varlığını sürdürmek için gerekli emek-zamanına ek olarak, üretim araçlarına sahip olanların yaşamaları için gereken tüketim mallarını üretmek için fazladan emek-zaman çalışmak zorunda kalmışlardır. anlaşılacağı üzere burada fazladan emek-zamanı, sömürücü sınıfın belirli gereksinimlerini karşılamakla sınırlıdır. fazladan emek-zaman, gereksinimlerle sınırlıdır; birikim için değildir. artı-emeğe karşı sonu alınamayan açlığın oluşması, ürünlerin kullanım değerinin değil, değişim değerinin öne çıktığı ve egemen olduğu ekonomik düzende mümkündür. kapitalizm, bu düzenin adıdır. kapitalist düzenin kendini yeniden üretebilmesi için gerekli birikimi, sermaye birikimi için sınırsız olarak fazladan emek-zamana ihtiyacı vardır.
sadece sendikalizm diye de adlandırılıyor. sendikalizm ya da anarko sendikalizm diye adlandırılan anlayışların tümü, işçi sınıfının sınıf mücadelesinde sendikal örgütü, politik örgütünün yerine koyar.
esasen anarko sendikalizm, yönetiminde anarşist görüş kurallarını benimseyen anlayışın ifadesidir. sendikalizm, fransız işçi sınıfının güçlü anarşist ve parlamento karşıtı geleneğinin ürünüdür (bkz. anarşizm). bu eğilim, 1890’larda iki güçlü işçi örgütü olan cgt (genel iş konfederasyonu) ile fbt (iş borsaları federasyonu) içinde etkin oldu. 1902 yılında iki örgüt birleşti ve böylece daha güçlü bir hareket doğdu. bu güçlü hareket, temel örgütlenme birimi olarak yerel sendikaları içine aldı. bu sendikalar, diğer gruplarla istihdam bürosu ve sendikal etkinlikler bürosu oluşturdular. istihdam bürosu, istihdamın türkçe anlamına uygun işlevi yerine getirmektedir. (istihdam, “kullanma, hizmete alma yani bulunan işe yerleştirme” anlamını içeriyor). sendikal etkinlikler bürosu da yerel işgücü borsaları aracılığıyla ilişki içinde olarak aynı işi yapacaktır.
ispanya’da önceleri, isyancı ve terörist eğilimlerin ağır bastığı sendikal hareket, fransız cgt’nin etkisiyle 1907’de işçi dayanışması adı altında sendikalist yapıya dönüştü. 1909 yılında gerçekleşen ve “trajik hafta” (la semana tragica) adıyla anılan genel grev kanlı biçimde bastırıldıktan sonra 1910 yılında ulusal iş konfederasyonu (cnt) kuruldu. konfederasyon, 1919’da 700 bin üye sayısı, iç savaşta (1936-1939) 2 milyonu aştı ve anarşistlerin ademi-merkeziyet ve anti-bürokratizm ilkelerine dayalı kuruluş yapısına sahipti.
abd’de iww (dünya sanayi işçileri birliği) sendikalizm anlayışıyla, yerel örgütlenmeler yerine, büyük ve merkezi yapılara dayalı sistemle hizmet verdi.
italya’da ise benito mussolini sendikalist anlayış gelişti. bu gelişme, güçlü devlet yapısına dayalı anlayışı sendikalara taşıdı. güçlü devlet yapısı, sonuçta sendikalizmin genel yapısıyla bağdaşmadı.
anarşizm, işçi sınıfı anlayışı ve hareketine aykırı düşmektedir. aslında, anarşizmin kaynağı küçük burjuvazidir (bkz. küçük burjuvazi). aydınlar genel olarak küçük burjuvazinin sözcüsü konumunda olurlar. işte bu sözcüler, sendikal kavramlar içindeki anarşi kavramının da savunucusudurlar. sendikal mücadele tarihinde, aydınların sendikalara müdahalesine sıkça rastlanır. müdahale, marksist-leninist görüşe de bir anlamda uygunluk gösterir. uygunluk, işçi sınıfına bilincin “dışarıdan” verileceği genelindedir. ancak aydınların, işçi sınıfı karşıtı ideolojileri taşımaları gerçeği bilinmelidir. bununla birlikte aydınların, işçi sınıfı ve sendikal mücadelede hiçbir biçimde yer almamasını savunan akımlar da vardır. “aydın düşmanlığı” özellikle geri kapitalist ülkelerin sendika yönetimlerince savunulmakta, sendikacılığın meslek haline getirilmiş olmasının üstü örtülmek istenmektedir.
esasen anarko sendikalizm, yönetiminde anarşist görüş kurallarını benimseyen anlayışın ifadesidir. sendikalizm, fransız işçi sınıfının güçlü anarşist ve parlamento karşıtı geleneğinin ürünüdür (bkz. anarşizm). bu eğilim, 1890’larda iki güçlü işçi örgütü olan cgt (genel iş konfederasyonu) ile fbt (iş borsaları federasyonu) içinde etkin oldu. 1902 yılında iki örgüt birleşti ve böylece daha güçlü bir hareket doğdu. bu güçlü hareket, temel örgütlenme birimi olarak yerel sendikaları içine aldı. bu sendikalar, diğer gruplarla istihdam bürosu ve sendikal etkinlikler bürosu oluşturdular. istihdam bürosu, istihdamın türkçe anlamına uygun işlevi yerine getirmektedir. (istihdam, “kullanma, hizmete alma yani bulunan işe yerleştirme” anlamını içeriyor). sendikal etkinlikler bürosu da yerel işgücü borsaları aracılığıyla ilişki içinde olarak aynı işi yapacaktır.
ispanya’da önceleri, isyancı ve terörist eğilimlerin ağır bastığı sendikal hareket, fransız cgt’nin etkisiyle 1907’de işçi dayanışması adı altında sendikalist yapıya dönüştü. 1909 yılında gerçekleşen ve “trajik hafta” (la semana tragica) adıyla anılan genel grev kanlı biçimde bastırıldıktan sonra 1910 yılında ulusal iş konfederasyonu (cnt) kuruldu. konfederasyon, 1919’da 700 bin üye sayısı, iç savaşta (1936-1939) 2 milyonu aştı ve anarşistlerin ademi-merkeziyet ve anti-bürokratizm ilkelerine dayalı kuruluş yapısına sahipti.
abd’de iww (dünya sanayi işçileri birliği) sendikalizm anlayışıyla, yerel örgütlenmeler yerine, büyük ve merkezi yapılara dayalı sistemle hizmet verdi.
italya’da ise benito mussolini sendikalist anlayış gelişti. bu gelişme, güçlü devlet yapısına dayalı anlayışı sendikalara taşıdı. güçlü devlet yapısı, sonuçta sendikalizmin genel yapısıyla bağdaşmadı.
anarşizm, işçi sınıfı anlayışı ve hareketine aykırı düşmektedir. aslında, anarşizmin kaynağı küçük burjuvazidir (bkz. küçük burjuvazi). aydınlar genel olarak küçük burjuvazinin sözcüsü konumunda olurlar. işte bu sözcüler, sendikal kavramlar içindeki anarşi kavramının da savunucusudurlar. sendikal mücadele tarihinde, aydınların sendikalara müdahalesine sıkça rastlanır. müdahale, marksist-leninist görüşe de bir anlamda uygunluk gösterir. uygunluk, işçi sınıfına bilincin “dışarıdan” verileceği genelindedir. ancak aydınların, işçi sınıfı karşıtı ideolojileri taşımaları gerçeği bilinmelidir. bununla birlikte aydınların, işçi sınıfı ve sendikal mücadelede hiçbir biçimde yer almamasını savunan akımlar da vardır. “aydın düşmanlığı” özellikle geri kapitalist ülkelerin sendika yönetimlerince savunulmakta, sendikacılığın meslek haline getirilmiş olmasının üstü örtülmek istenmektedir.
1789 fransız devrimi’nin önde gelen siyasi gruplarından birisi. grup üyeleri toplantılarını dominikenlerden kalma manastırda yaptıkları için halk arasında jakobenler diye anılıyorlar. grup, aşırı eşitlikçilikle birlikte şiddet yanlısı politikalarıyla tanınıyor. amaçlarını, devrimin kazanımlarını aristokrasiden gelebilecek gerici hareketlere karşı korumak olarak özetlemek mümkün. görüşlerinden kuşku duydukları kişileri izliyor, hıristiyanlığı etkisizleştirme hareketine önderlik ediyor ve devrim şenlikleri düzenliyorlardı.
ortaya çıkışları breton kulübü’ne dayanıyor. bretanya (bretagne, fransa’nın kuzey batısında, gaskonya körfezi ile manş denizi arasındaki bölge, yarımada) temsilcileri olarak 1789’da anayasanın dostları derneği’ni kurarak, diğer yörelerin temsilcileriyle birlikte ortak tavır belirlemeye çalıştılar. kısa sürede etkinlik sağlayıp fransa’nın her yerinde şubeler açtılar. 1792’de monarşinin kaldırılmasının ardından özgürlük ve eşitlik dostları jakobenler derneği adını aldılar.
jakoben adı, fransız devrimi döneminde, başta ingiltere olmak üzere avrupa’nın diğer ülkelerinde de ortaya çıkan radikal gruplar için kullanılmıştır. jokobenizmin, fransız devrimi’nin siyasi kültüründen beslenen jön türk (ittihatçılar) hareketi içinde de benimsendiği söylenebilir.
kısa tarih
1789 büyük fransız devrimi’nin siyasi grupları arasında jakobenler kadar jirondenler ve komüncüler de etkilidir. jirondenler, gironde ilinden (departement) gelme idealist genç avukatların oluşturduğu ılımlı cumhuriyetçilerdir. işadamı, tüccar, sanayici ve bankerlerin desteğini alarak ekim 1791-eylül 1792 arasında meclise yön verdiler. saraya karşı sert eleştirilerle ortaya çıktılar ve yurtdışındaki monarşi yanlıları ile devrim karşıtı rahiplere karşı önlem alınmasında da önemli rol aldılar. 1792’den sonra etkileri azaldı ve jakobenlerle birlikte komüncüler öne çıktı. jakobenler, yasama meclisinin dışında kalmış olan robespierre’nin çevresinde örgütlülüklerini geliştirdiler. onları, kilisenin ve fransa dışına kaçan aristokratların topraklarını satın alarak zenginleşen yeni burjuvalar destekliyordu. jakobenlerin söz sahibi olmaları, fransa için “savaş” dönemini de başlatmıştı. bu durum aynı zamanda “devrimci (burjuva) ihraç etme” anlamına geliyordu.
ikinci fransız devrimi olarak da bilinen evre, 21 ocak 1793’te kral ve kraliçenin başlarının giyotinle kesilmesiyle başladı (monarşinin kaldırılması). bu evre aynı zamanda içeride “terör” uygulamasını da getirdi. terör en başta, jirondenlari hedef aldı. bu dönemde yaklaşık 40 bin kişi öldürüldü. jakobenler, kendilerine iktidar yolunu açan komüncülerin “planlı ekonomi” dayatmasının da karşısında durdular. zira, mülkiyet haklarına jirondenlar kadar saygılı burjuva yanlısıydılar.
1789 haklar bildirgesi tartışmalarında, fransa’da bir devlet dininin olamayacağı, vicdan özgürlüğünün temel bir hak olduğu karara bağlanmıştı. robespierre, dinin, devlet yönetimi için gerekli olduğunu ileri sürerek yüce varlık ibadeti adı altında yeni bir din ortaya attı. terörle birlikte yeni uygulamalar robespierre ile birlikte jakobenlerin de sonunu getirdi. burjuvazinin artık jakobenlere de ihtiyacı kalmamıştı. robespierre ve yandaşları, temmuz 1795’te giyotine gönderildiler. sıra, 1794 sonbaharında, aristokrat gençler, banka memurları, esnaf çıraklarından oluşan ve altın gençlik diye adlandırılan çetelerin de dağıtılmasına gelmişti. zira çeteler monarşi yanlısı eğilimler göstermeye başlamışlardı.
içerideki kaos, ancak “ordu” eliyle ortadan kaldırılabilirdi. isyan diye adlandırılan içerideki olayları, genç napolleon komutasındaki ordu birlikleri bastırdı. ne var ki, düzen kurulamamış, burjuvazi bir sınıf olarak çıkarlarını temsil edecek siyasi organları yaratamamıştı. aksine, siyasi mevkileri ele geçirenler, kendi dar çevrelerinin çıkarlarını gözetiyorlardı. tek tek burjuvaların çıkarlarına karşı burjuvazinin bir sınıf olarak çıkarları korunamıyordu.
fransa, kendisine karşı ittifak kuran avrupa devletlerinin tamamıyla savaşıyordu. ordunun, aynı zamanda ülke içinde de etkinliğini sürdürebilmek için daha fazla güce ihtiyacı vardı. 1789’de, ulusal çapta herkes için askerlik yükümlülüğü getirildi. ve 9 kasım 1799 günü gerçekleştirilen askeri darbe ile fransa’da napoleon dönemi başladı. kendisini 1. konsül seçtiren napoeon, fransa’yı tam otorite ile yönetmeye başladı. bir bütün olarak burjuvazi, sınıfı açısından istikrarlı bir rejimi kurumlaştırmaya çalışan nopoleon’u desteklemede tereddüt göstermedi.
ortaya çıkışları breton kulübü’ne dayanıyor. bretanya (bretagne, fransa’nın kuzey batısında, gaskonya körfezi ile manş denizi arasındaki bölge, yarımada) temsilcileri olarak 1789’da anayasanın dostları derneği’ni kurarak, diğer yörelerin temsilcileriyle birlikte ortak tavır belirlemeye çalıştılar. kısa sürede etkinlik sağlayıp fransa’nın her yerinde şubeler açtılar. 1792’de monarşinin kaldırılmasının ardından özgürlük ve eşitlik dostları jakobenler derneği adını aldılar.
jakoben adı, fransız devrimi döneminde, başta ingiltere olmak üzere avrupa’nın diğer ülkelerinde de ortaya çıkan radikal gruplar için kullanılmıştır. jokobenizmin, fransız devrimi’nin siyasi kültüründen beslenen jön türk (ittihatçılar) hareketi içinde de benimsendiği söylenebilir.
kısa tarih
1789 büyük fransız devrimi’nin siyasi grupları arasında jakobenler kadar jirondenler ve komüncüler de etkilidir. jirondenler, gironde ilinden (departement) gelme idealist genç avukatların oluşturduğu ılımlı cumhuriyetçilerdir. işadamı, tüccar, sanayici ve bankerlerin desteğini alarak ekim 1791-eylül 1792 arasında meclise yön verdiler. saraya karşı sert eleştirilerle ortaya çıktılar ve yurtdışındaki monarşi yanlıları ile devrim karşıtı rahiplere karşı önlem alınmasında da önemli rol aldılar. 1792’den sonra etkileri azaldı ve jakobenlerle birlikte komüncüler öne çıktı. jakobenler, yasama meclisinin dışında kalmış olan robespierre’nin çevresinde örgütlülüklerini geliştirdiler. onları, kilisenin ve fransa dışına kaçan aristokratların topraklarını satın alarak zenginleşen yeni burjuvalar destekliyordu. jakobenlerin söz sahibi olmaları, fransa için “savaş” dönemini de başlatmıştı. bu durum aynı zamanda “devrimci (burjuva) ihraç etme” anlamına geliyordu.
ikinci fransız devrimi olarak da bilinen evre, 21 ocak 1793’te kral ve kraliçenin başlarının giyotinle kesilmesiyle başladı (monarşinin kaldırılması). bu evre aynı zamanda içeride “terör” uygulamasını da getirdi. terör en başta, jirondenlari hedef aldı. bu dönemde yaklaşık 40 bin kişi öldürüldü. jakobenler, kendilerine iktidar yolunu açan komüncülerin “planlı ekonomi” dayatmasının da karşısında durdular. zira, mülkiyet haklarına jirondenlar kadar saygılı burjuva yanlısıydılar.
1789 haklar bildirgesi tartışmalarında, fransa’da bir devlet dininin olamayacağı, vicdan özgürlüğünün temel bir hak olduğu karara bağlanmıştı. robespierre, dinin, devlet yönetimi için gerekli olduğunu ileri sürerek yüce varlık ibadeti adı altında yeni bir din ortaya attı. terörle birlikte yeni uygulamalar robespierre ile birlikte jakobenlerin de sonunu getirdi. burjuvazinin artık jakobenlere de ihtiyacı kalmamıştı. robespierre ve yandaşları, temmuz 1795’te giyotine gönderildiler. sıra, 1794 sonbaharında, aristokrat gençler, banka memurları, esnaf çıraklarından oluşan ve altın gençlik diye adlandırılan çetelerin de dağıtılmasına gelmişti. zira çeteler monarşi yanlısı eğilimler göstermeye başlamışlardı.
içerideki kaos, ancak “ordu” eliyle ortadan kaldırılabilirdi. isyan diye adlandırılan içerideki olayları, genç napolleon komutasındaki ordu birlikleri bastırdı. ne var ki, düzen kurulamamış, burjuvazi bir sınıf olarak çıkarlarını temsil edecek siyasi organları yaratamamıştı. aksine, siyasi mevkileri ele geçirenler, kendi dar çevrelerinin çıkarlarını gözetiyorlardı. tek tek burjuvaların çıkarlarına karşı burjuvazinin bir sınıf olarak çıkarları korunamıyordu.
fransa, kendisine karşı ittifak kuran avrupa devletlerinin tamamıyla savaşıyordu. ordunun, aynı zamanda ülke içinde de etkinliğini sürdürebilmek için daha fazla güce ihtiyacı vardı. 1789’de, ulusal çapta herkes için askerlik yükümlülüğü getirildi. ve 9 kasım 1799 günü gerçekleştirilen askeri darbe ile fransa’da napoleon dönemi başladı. kendisini 1. konsül seçtiren napoeon, fransa’yı tam otorite ile yönetmeye başladı. bir bütün olarak burjuvazi, sınıfı açısından istikrarlı bir rejimi kurumlaştırmaya çalışan nopoleon’u desteklemede tereddüt göstermedi.
arapça "amel" (iş) sözcüğünden türemiş,işçi,ırgat anlamına gelen sözcük. arapça "amil"in çoğul hali. ancak türkçede tekil anlamda kullanılır.
19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, daha çok inşaat, tarım, madencilik alanında yoğunlaşmış işgücüne genel olarak amele denmiş, buradan hareketle, daha sonraki dönemlerde de amele, daha çok ağır işlerde çalışan vasıfsız işçileri adlandırmakta kullanılmıştır.
19. yüzyılın ikinci yarısına kadar, daha çok inşaat, tarım, madencilik alanında yoğunlaşmış işgücüne genel olarak amele denmiş, buradan hareketle, daha sonraki dönemlerde de amele, daha çok ağır işlerde çalışan vasıfsız işçileri adlandırmakta kullanılmıştır.
bir mal ya da hizmetin alımını ya da kullanımını reddetme. aynı zamanda işçilerin ya da işverenlerin iş mücadelerinde kullandıkları eylem biçimlerinden biri.
boykot deyimi,ingilterede meydana gelmiş bir olayla ilgilidir. londrada lord ernee ait arazilerde kahyalık yapan james boycott,işçilere çok sert ve merhametsiz davrandığı için toprak birliği yöneticileri bu kişiye cephe aldılar, çobanlar sürüleri başıboş bıraktı, dükkan sahipleri kendisne mal satmadı ve kendisiyle bunun gibi tüm toplumsal iletişimi kesilerek tecrit edildi. bu tecridin sonucunda orada barınamayacağını anlayan boycott, amerikaya göç etmek zorunda kaldı ve bu direnmenin sonucu olarak boykot kelimesi bu tip eylemleri nitelendiren terim oldu.
boykot deyimi,ingilterede meydana gelmiş bir olayla ilgilidir. londrada lord ernee ait arazilerde kahyalık yapan james boycott,işçilere çok sert ve merhametsiz davrandığı için toprak birliği yöneticileri bu kişiye cephe aldılar, çobanlar sürüleri başıboş bıraktı, dükkan sahipleri kendisne mal satmadı ve kendisiyle bunun gibi tüm toplumsal iletişimi kesilerek tecrit edildi. bu tecridin sonucunda orada barınamayacağını anlayan boycott, amerikaya göç etmek zorunda kaldı ve bu direnmenin sonucu olarak boykot kelimesi bu tip eylemleri nitelendiren terim oldu.
duyularla kavranamayan varlıkların bilimidir. ilk kez rodoslu düşünür andronikos tarafından kullanılmış bir deyimdir. eskiyi koruyan bir dünya görüşüdür. yeniyi oluşturan dünya görüşü olan diyalektiğin her bakımdan tam karşıtıdır. nesne ve olguları değişmez, birbirinden bağımsız olarak ele alan bir düşünce yöntemi olan metafizik, bilimsel temelden yoksun bir görüşü ve anlayışı dile getirir.
3 el ateş sonucu öldürülmüş yazar.http://www.internethaber.com/news_detail.php?id=63478
hukuki ve reel anlamda doğru bir önermedir.
idam görüntüleri internete sızdırılmamıştır. gerçi internette rastgelinse dahi izlenmemesinde fayda vardır.
agartha, tibet ve orta-asya tradisyonlarında sözü edilen, asya’daki sıradağların içinde bulunduğu ileri sürülen efsanevi bir yer altı organizasyonuna/krallığına verilen addır. agartha konusunu kitaplarında en ayrıntılı işleyen üç yazar saint-yves dalveydre (1842 -1909), ferdinand ossendowsky ve rené guénon’dur. agartha, teozoflara göre mu ve atlantis’ten göç eden bilim rahiplerince ya da inisiyelerce kurulmuş, sonradan gizlenme gereği görüp, dağ ve mağara içlerine çekilmiştir. agartha,agharta ve agarthi olarak da yazılır. kimileri şambala adında agarthaya karşıt olarak kurulmuş, gizli bir menfi merkezin varlığını ileri sürüyorsa da, agarta’nın tibet tradisyonlarındaki bir diğer adı şambala’dır (shambalah).
agarthaya yolculuk yaptığını iddia eden amiral byrd günlüğünde şunları yazıyor:
"kuzey kutbu´nda bir keşif uçuşu
iç dünya; benim gizli günlüğüm"
bu günlüğü gizlilik içinde yazmalıyım. yazdıklarım arktik´de 1947 yılı şubat´ının 19. gününde yaptığım uçuşla ilgili. zamanı geldiğinde, muhakkak insanlar daha akıllı olacaklar ve kaçınılmaz gerçeği kabul edecekler. yazdıklarımı açıklamak özgürlüğüne sahip değilim, belki de bunlar asla toplumsal bir incelemenin ışığını asla göremeyecektir ama birgün herkesin okuyabilmesi için bunları kaydetmek benim görevim. bu açgözlü ve sömürücü dünyada kesin eminim ki, insanoğlu gerçekleri daha fazla bastıramayacaktır.
bu olayın yaşandığı yerleri gösteren haritayı görmek için tıklayın
"uçuş seyir defteri" 19 şubat 1947-artrik üssü kampı
saat 06:00: tüm hazırlıklar tamamlandı. kuzeye doğru uçacağım, tüm yakıt depoları dolduruldu.
saat 06:20: sancak motoru daha güçlü gibi. ayarlama yaptık, şimdi daha iyi.
saat 07:30: üsle radyo ilişkisi kontrolu yaptık. herşey yolunda. telsizcim memnun.
saat 07:40: sancak motorunda zayıf bir akıntı var gibi. yağ basıncı normal.
saat 08:00: uçuyorum. uçuş normal görünüyor. 7.000 metrede uçuyorum. türbulans normal. herşey yolunda.
saat 08:15: üsle telsiz kontrolu normal.
saat 08:30: türbulans oluştu. bin metreye kadar inmeye karar verdim, uçuş koşulları yumuşak görünüyor.
saat 09:10: çok büyük bir buz alanı, altta kar yağıyor. görüntü muhteşem. kırmızıdan mora kadar tüm renkleri görüyorum. pusula olduğu yerde dönüp duruyor, üsle tekrar ilişki kurduk ve gördüklerimi anlatım.
saat 09:10: her iki pusulam da yani manyetik ve gyro pusulalar dengelerini iyice yitirdiler, titreşip duruyorlar. güneş pusulasını kullanıyorum. kontrollar yavaş tepki veriyorlar ama bir buzlanma belirtisi yok.
saat 09:15: uzakta dağlar görüyorum.
saat 09:49: dağları gördüğümden bu yana 29 dakika geçti. görsel bir yanılgı yok. bunlar birer dağ ve daha hiç görmediğim bir sıradağ halindeler.
saat 09:55: altimetre 8.900 metreyi gösteriyor; güçlü bir türbulans var.
saat 10:00: hala kuzeye doğru uçuyorum ve altımda küçük bir dağ sırası var, bunu tanımlıyorum ve soruşturmam gerek çünkü böyle bir dağ oluşumu haritalarda yok. o da ne? dağların arasında ve tam ortada küçük bir nehir akıyor, aşağıda yeşil bir vadi olamaz. burada garip ve normal olmayan birşeyler var. buz ve kar olmalıydı ama ben dağların yamaçlarında yeşil ormanlar görüyorum. yön bulma araçlarım hala çılgınca dönüyorlar. jiroskop hala öne ve arkaya doğru titreşip duruyor.
saat 10:05: dörtbin metreye indim ve alttaki vadinin üzerinde sola doğru sert bir dönüş yaptım. aşağıda yeşille örülmüş bir alan var. burada ışık farklı, güneşi göremiyorum. sola biraz daha döndüm ve aşağıda çok büyük garip hayvanlar gördüm. file benziyorlar ama hayır bunlar birer mamut. inanılmaz ama oradalar. 3.000 metredeyim, dürbünle bakıyorum ve hayvanlar görüyorum; oradalar. mamutlara çok benziyorlar. bunu üsse bildirmemiz gerek.
saat 10:30: yeşil renkli tepelere yaklaşıyorum. dış ısı, termometrenin gösterdiğine göre 23 derece. düz olarak uçmaya devam ediyorum. göstergeler normal ama ben bir bulmacanın içindeyim. yine üssü arıyoruz ama telsiz çalışmıyor.
saat 11:30: eğer normal kelimesini bu ortamda kullanırsam herşey yolunda. ilerde bir yer var, sanki bir kente benziyor. uçak çok hafifledi, bir tüy gibi dalgalanarak uçuyor, kontrollar emirlerimi dinlemiyorlar. tanrım!, normal tepkiler vermeyen bir araç içinde uçuyorum ve yeterince hızlı değilim ama ilerde uçan garip bir araç var. disk şeklinde ve parlak. bana doğru yaklaşıyor,üzerindeki işareti görüyorum; bu bir gamalı haç. fantastik! neredeyiz? ne oluyor? kontrolları geri almaya çalışıyorum. ama olmuyor, kontroller isyan ediyorlar.
saat 11:35: telsizden çatırdılar geliyor, ingilizce bir ses ama derinlerden geliyor. aksan isveç ya da alman. şöyle diyor; "bölgemize hoşgeldiniz amiral. sizi yedi dakika içinde indireceğiz. güvenli ellerdesiniz. rahat olun." uçağımın motorları durdu, garip bir gücün kontrolu altında uçmaya devam ediyorum. şimdi uçağım kendi çevresinde dönmeye başladı.
saat 11:40: bir diğer telsiz mesajı. iniş olayı başladı. uçak şiddetle titriyor, aşağıya doğru iniyor, sanki görünmeyen dev bir asansörün içinde gibiyim. artık çok rahatım, birşey umurumda değil. hafif bir sarsıntıyla uçağım yere temas ediyor.
saat 11:45: günceme aceleyle son cümleleri yazıyorum. uçağıma doğru gelenler var; hepsi uzun boylu ve sarı saçlılar. uzakta büyük ve parlak binaların bulunduğu bir kent var, gökkuşaklarına benzer renk dalgaları nabız gibi atarcasına kentin üzerinde yükseliyor. ne olduğunu anlamış değilim ama ortada tehlikeli birşey yok, hiçbir silah görmüyorum. kargo kapısını açarken bir sesin ismimi söylediğini duyuyorum. herşeye razıyım.(kaydın sonu)
kristal kente giriyorum...
bundan sonra olanları hafızama güvenerek yazdım. hayal gücümü zorlamam gerekiyor, bütün bunlar çılgınca ve olmaması gereken şeyler. telsizcimle beraber uçaktan çıktık, içten ve samimi bir karşılama bu. tekerlekleri olmayan küçük bir platformun üstüne bindik. şimdi hızla parlayan kente doğru gidiyoruz, kent sanki kristalden yapılmış gibi, içeri girerken daha önce hiç görmediğim büyüklükte binalar görüyorum. bu yapılar frank lloyd wright´ın (dönemin ünlü sürrealist mimarı) çizimlerinin ötesinde. ya da bir buck rogers filminin setindeyim (yine dönemin sinemasında canlandırılan bir bilim kurgu kahramanı). daha önce hiç tatmadığım sıcak içecekler ikram ediliyor, çok lezzetliler. on dakika kadar sonra iki hostes geliyor, çok güzeller ve kendileriyle beraber gelmemi söylüyorlar. yapacak birşey yok, gidiyorum ama telsizcim kalıyor. kısa bir yürüyüşten sonra asansöre benzer bir yere giriyor, aşağıya doğru inmeye başlıyoruz, araç duruyor ve kapı yukarıya doğru sessizce açılıyor. uzun bir koridorda ilerliyoruz, gülkurusu renkte bir ışık heryerden yayılıyor, sanki duvarların içinden geliyor. büyük bir kapının önünde duruyoruz. kapının üzerinde okuyamadığım bir yazı var, kapı ses çıkarmadan açılıyor, girmem için işaret ediliyor. hosteslerden bir tanesi; "korkacak birşey yok amiral, üstad´ın huzuruna kabul edileceksiniz." diyor.
üstad´ın mesajı
içeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. insan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; "yerimize hoş geldiniz amiral" o, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp, bana oturmam için gösteriyor. oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; "sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz." dünyanın yüzeyi mi? diyor ve soluğumu tutuyorum. gülümsüyor ve; "evet, şu anda iç dünya´nın arianni bölgesindesiniz. sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. ama şimdi amiral sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. irkınızın japonya´da hiroshima ve nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara ´flugelrad´ diyoruz. sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. bütün bunlar geçmişte kaldı amiral ama biz devam etmek zorundayız. irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. insanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz amiral." sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum.
zamanı geldiğinde...
üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor; "irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var." başımı sallıyorum ve devam ediyor; "1945´de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. söylediklerimde bir yanlış var mı?" hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beşyüz yıl önce sona erdi, diyorum. üstad devam ediyor; "evet, oğlum. karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boşyere olduğunu birgün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin."
ve dönüş
bu sözlerle beraberliğimiz sona ermiş gözüküyor. bir an için duruyorum, bu bir rüya olmalı ama ben bu gerçeği biliyordum. iki güzel hostesimin gelip "bu yoldan amiral" demeleriyle kendime geldim. çıkmadan evvel bir kez daha dönüp üstad´a bakıyorum. o mitolojik yüzde yumuşacık gülümseme var; "elveda oğlum" diyor ve ince uzun elini kaldırarak bir barış hareketi yapıyor. hızla geri dönüyor ve yukarı çıkıyoruz. hosteslerimin birisi bana dönüyor ve; "acele etmeliyiz amiral. üstad, sizi geciktirmememizi istedi, mutlaka geri dönmeli ve mesajı vermelisiniz." birşey demiyorum. olan herşey inancın ötesinde. ilk geldiğimiz yere dönüyoruz, telsizcim orada, çok gergin ve yüzünde endişeli bir ifade var. ona herşey yolunda howie, diyerek sakinleştiriyorum. yine uçan platformla uçağımızın yanına götürülüyoruz. motorlar çalışmıyor, hemen biniyoruz. kapı kapandıktan sonra görünmeyen güç, uçağı kaldırıp bir anda 8.000 metreye çıkarıyor. onların araçlarından iki tanesi belli bir uzaklıktan bizi izliyor. çok hızlı gidiyoruz ama hız göstergesini okuyamıyorum, ileriye doğru gidiyoruz. telsiz çalışıyor ve bir ses; "şimdi sizi terk ediyoruz amiral, kontrollar serbest. auf wiedersehen!!!!" diyor. almanca bir veda. howie ve ben flugelrad´ların soluk mavi gökte kaybolmalarını izliyoruz. uçağım birden sarsılıyor ve aşağıya doğru dalışa geçiyor. toparlanıyor ve kontrolu alıyoruz. şimdi uçuş normal, kimse konuşmuyor, ikimiz de kendi düşüncelerimizle başbaşayız.
güncenin devamı
saat 22:00: yine sonsuz buz ve kar çölündeyiz. üsse uzaklığımız yaklaşık 27 dakika. haberleşiyoruz, cevap geliyor. bütün koşullar normal. üstekiler bizden haber aldıkları için çok mutlular.
saat 22:00: üsse yumuşak iniş yapıyoruz. bir görevi bitirdim ama çok daha büyük bir görev şimdi beni bekliyor...
kaydın sonu
11 mart 1947´de pentagon´da bir toplantıda hazır bulundum. olanları anlattım, keşfimi açıkladım ve üstad´ın mesajını aktardım. herşey gereğince kaydedildi. başkan´a bilgi aktarıldı ama geciktirildiğimi veya alıkonduğumu hissediyorum. yüksek güvenlik örgütü ve bir tıb ekibi ile uzun görüşmeler yaptırdılar, bir kasıt algılıyorum. büyük bir sıkıntı içindeyim, abd ulusal güvenlik koşulları gereğince, sıkı kontrol altındayım. ve sonunda emri aldım; bildiğim her konuda kesin olarak sessiz kalmam isteniyor, bunu insanlık adına yapacakmışım. inanılmaz ama ben bir askerim ve emirlere uymaktan başka yapacak birşeyim yok.
30/12/56: son sözler
1947´den bu yana yıllar geçti. günlüğümü tamamlamam gerekiyor. kapatırken, kendimden eminim. bu sırrı yıllar boyunca inançla sakladım. bu benim tüm moral değerlerime ve haklarıma karşıydı. şimdi sonsuz gecenin geldiğini hissediyorum ve bu sır benimle beraber ölmemeli. ama gerçek eninde sonunda galip gelecek. insanlığın tek umudu bu. gerçeği görüyorum ve ruhum bir an önce serbest kalmak için çırpınıyor. askeri canavarlığın kalbi olan endüstri için görevimi yaptım. şimdi uzun gece başlıyor ama bu bir son olmayacak. uzun artrik gecesinde olduğu gibi, gerçeğin parlak güneş ışığı yine gelecek ve karanlıklardan ışık doğacak. çünkü ben kutbun ötesinde varolan ülkede en büyük bilinmeyeni gördüm.
amiral richard e. byrd
abd deniz kuvvetleri 24 aralık 1956
agarthaya yolculuk yaptığını iddia eden amiral byrd günlüğünde şunları yazıyor:
"kuzey kutbu´nda bir keşif uçuşu
iç dünya; benim gizli günlüğüm"
bu günlüğü gizlilik içinde yazmalıyım. yazdıklarım arktik´de 1947 yılı şubat´ının 19. gününde yaptığım uçuşla ilgili. zamanı geldiğinde, muhakkak insanlar daha akıllı olacaklar ve kaçınılmaz gerçeği kabul edecekler. yazdıklarımı açıklamak özgürlüğüne sahip değilim, belki de bunlar asla toplumsal bir incelemenin ışığını asla göremeyecektir ama birgün herkesin okuyabilmesi için bunları kaydetmek benim görevim. bu açgözlü ve sömürücü dünyada kesin eminim ki, insanoğlu gerçekleri daha fazla bastıramayacaktır.
bu olayın yaşandığı yerleri gösteren haritayı görmek için tıklayın
"uçuş seyir defteri" 19 şubat 1947-artrik üssü kampı
saat 06:00: tüm hazırlıklar tamamlandı. kuzeye doğru uçacağım, tüm yakıt depoları dolduruldu.
saat 06:20: sancak motoru daha güçlü gibi. ayarlama yaptık, şimdi daha iyi.
saat 07:30: üsle radyo ilişkisi kontrolu yaptık. herşey yolunda. telsizcim memnun.
saat 07:40: sancak motorunda zayıf bir akıntı var gibi. yağ basıncı normal.
saat 08:00: uçuyorum. uçuş normal görünüyor. 7.000 metrede uçuyorum. türbulans normal. herşey yolunda.
saat 08:15: üsle telsiz kontrolu normal.
saat 08:30: türbulans oluştu. bin metreye kadar inmeye karar verdim, uçuş koşulları yumuşak görünüyor.
saat 09:10: çok büyük bir buz alanı, altta kar yağıyor. görüntü muhteşem. kırmızıdan mora kadar tüm renkleri görüyorum. pusula olduğu yerde dönüp duruyor, üsle tekrar ilişki kurduk ve gördüklerimi anlatım.
saat 09:10: her iki pusulam da yani manyetik ve gyro pusulalar dengelerini iyice yitirdiler, titreşip duruyorlar. güneş pusulasını kullanıyorum. kontrollar yavaş tepki veriyorlar ama bir buzlanma belirtisi yok.
saat 09:15: uzakta dağlar görüyorum.
saat 09:49: dağları gördüğümden bu yana 29 dakika geçti. görsel bir yanılgı yok. bunlar birer dağ ve daha hiç görmediğim bir sıradağ halindeler.
saat 09:55: altimetre 8.900 metreyi gösteriyor; güçlü bir türbulans var.
saat 10:00: hala kuzeye doğru uçuyorum ve altımda küçük bir dağ sırası var, bunu tanımlıyorum ve soruşturmam gerek çünkü böyle bir dağ oluşumu haritalarda yok. o da ne? dağların arasında ve tam ortada küçük bir nehir akıyor, aşağıda yeşil bir vadi olamaz. burada garip ve normal olmayan birşeyler var. buz ve kar olmalıydı ama ben dağların yamaçlarında yeşil ormanlar görüyorum. yön bulma araçlarım hala çılgınca dönüyorlar. jiroskop hala öne ve arkaya doğru titreşip duruyor.
saat 10:05: dörtbin metreye indim ve alttaki vadinin üzerinde sola doğru sert bir dönüş yaptım. aşağıda yeşille örülmüş bir alan var. burada ışık farklı, güneşi göremiyorum. sola biraz daha döndüm ve aşağıda çok büyük garip hayvanlar gördüm. file benziyorlar ama hayır bunlar birer mamut. inanılmaz ama oradalar. 3.000 metredeyim, dürbünle bakıyorum ve hayvanlar görüyorum; oradalar. mamutlara çok benziyorlar. bunu üsse bildirmemiz gerek.
saat 10:30: yeşil renkli tepelere yaklaşıyorum. dış ısı, termometrenin gösterdiğine göre 23 derece. düz olarak uçmaya devam ediyorum. göstergeler normal ama ben bir bulmacanın içindeyim. yine üssü arıyoruz ama telsiz çalışmıyor.
saat 11:30: eğer normal kelimesini bu ortamda kullanırsam herşey yolunda. ilerde bir yer var, sanki bir kente benziyor. uçak çok hafifledi, bir tüy gibi dalgalanarak uçuyor, kontrollar emirlerimi dinlemiyorlar. tanrım!, normal tepkiler vermeyen bir araç içinde uçuyorum ve yeterince hızlı değilim ama ilerde uçan garip bir araç var. disk şeklinde ve parlak. bana doğru yaklaşıyor,üzerindeki işareti görüyorum; bu bir gamalı haç. fantastik! neredeyiz? ne oluyor? kontrolları geri almaya çalışıyorum. ama olmuyor, kontroller isyan ediyorlar.
saat 11:35: telsizden çatırdılar geliyor, ingilizce bir ses ama derinlerden geliyor. aksan isveç ya da alman. şöyle diyor; "bölgemize hoşgeldiniz amiral. sizi yedi dakika içinde indireceğiz. güvenli ellerdesiniz. rahat olun." uçağımın motorları durdu, garip bir gücün kontrolu altında uçmaya devam ediyorum. şimdi uçağım kendi çevresinde dönmeye başladı.
saat 11:40: bir diğer telsiz mesajı. iniş olayı başladı. uçak şiddetle titriyor, aşağıya doğru iniyor, sanki görünmeyen dev bir asansörün içinde gibiyim. artık çok rahatım, birşey umurumda değil. hafif bir sarsıntıyla uçağım yere temas ediyor.
saat 11:45: günceme aceleyle son cümleleri yazıyorum. uçağıma doğru gelenler var; hepsi uzun boylu ve sarı saçlılar. uzakta büyük ve parlak binaların bulunduğu bir kent var, gökkuşaklarına benzer renk dalgaları nabız gibi atarcasına kentin üzerinde yükseliyor. ne olduğunu anlamış değilim ama ortada tehlikeli birşey yok, hiçbir silah görmüyorum. kargo kapısını açarken bir sesin ismimi söylediğini duyuyorum. herşeye razıyım.(kaydın sonu)
kristal kente giriyorum...
bundan sonra olanları hafızama güvenerek yazdım. hayal gücümü zorlamam gerekiyor, bütün bunlar çılgınca ve olmaması gereken şeyler. telsizcimle beraber uçaktan çıktık, içten ve samimi bir karşılama bu. tekerlekleri olmayan küçük bir platformun üstüne bindik. şimdi hızla parlayan kente doğru gidiyoruz, kent sanki kristalden yapılmış gibi, içeri girerken daha önce hiç görmediğim büyüklükte binalar görüyorum. bu yapılar frank lloyd wright´ın (dönemin ünlü sürrealist mimarı) çizimlerinin ötesinde. ya da bir buck rogers filminin setindeyim (yine dönemin sinemasında canlandırılan bir bilim kurgu kahramanı). daha önce hiç tatmadığım sıcak içecekler ikram ediliyor, çok lezzetliler. on dakika kadar sonra iki hostes geliyor, çok güzeller ve kendileriyle beraber gelmemi söylüyorlar. yapacak birşey yok, gidiyorum ama telsizcim kalıyor. kısa bir yürüyüşten sonra asansöre benzer bir yere giriyor, aşağıya doğru inmeye başlıyoruz, araç duruyor ve kapı yukarıya doğru sessizce açılıyor. uzun bir koridorda ilerliyoruz, gülkurusu renkte bir ışık heryerden yayılıyor, sanki duvarların içinden geliyor. büyük bir kapının önünde duruyoruz. kapının üzerinde okuyamadığım bir yazı var, kapı ses çıkarmadan açılıyor, girmem için işaret ediliyor. hosteslerden bir tanesi; "korkacak birşey yok amiral, üstad´ın huzuruna kabul edileceksiniz." diyor.
üstad´ın mesajı
içeri giriyorum, çarpıcı renkler görüyorum, oda büyüleyici ve çok etkileyici. karşımda çok güzel bir insan var, gördüklerimi anlatamıyorum, bildiğim sözcükler buna yeterli değil. insan gibi ama çok daha ötesinde, huzur ve mutluluk yayıyor. düşüncelerim kesiliyor, melodik ve sıcak bir sesle konuşuyor; "yerimize hoş geldiniz amiral" o, bir erkek, yüzünde çok uzun yılların izleri var, uzun bir masada oturuyor sonra kalkıp, bana oturmam için gösteriyor. oturuyoruz, bana bakıp gülümsüyor ve yine o yumuşak ve melodik sesle konuşuyor; "sizin buraya girmenize izin verdik çünkü siz dünyanın yüzeyinde tanınan asil birisiniz." dünyanın yüzeyi mi? diyor ve soluğumu tutuyorum. gülümsüyor ve; "evet, şu anda iç dünya´nın arianni bölgesindesiniz. sizi görevinizden fazla alıkoymayacağım, güvenle yüzeye geri döneceksiniz. ama şimdi amiral sizi neden buraya çağırdığımızı söyleyeceğim. irkınızın japonya´da hiroshima ve nagasaki´de patlattığı ilk atom bombalarıyla çok ilgiliyiz. bu nedenle alarma geçtik ve uçan araçlarımızı yolladık, biz bunlara ´flugelrad´ diyoruz. sizi gözlüyorlar ve ırkınızın yüzeyde ne yaptığını araştırıyorlar. bütün bunlar geçmişte kaldı amiral ama biz devam etmek zorundayız. irkınızın savaşlarına ve barbarlığına daha önce hiç karışmadık ama şimdi durum farklı. insanlık için uygun olmayan doğal bir gücü yani atomik enerjiyi öğrendiniz. özel görevlilerimiz dünyanızdaki güçlere mesajlar veriyorlar ama henüz bir tepki vermediler. şimdi sizi dünyamızın varlığını gören bir tanık olarak seçtik. irkınızdan binlerce yıl daha eski olan kültürümüzü, bilimimizi göreceksiniz amiral." sözünü kesiyor ve benimle ne yapacaklarını soruyorum.
zamanı geldiğinde...
üstad delici bakışlarıyla sanki düşüncelerimi okuyor ve bir zaman sonra cevap veriyor; "irkınız şu anda dönüşü olmayan noktaya ulaştı. aranızda ellerindeki gücü bırakmaktansa, dünyayı yok etmeyi göze alacak olanlar var." başımı sallıyorum ve devam ediyor; "1945´de ve sonrasında ırkınızla ilişki kurmaya çalıştık ama düşmanca davranıldı, flugelrad´larımıza ateş açılıp, düşürüldüler. savaş uçaklarınız, kötü amaçlarla düşmanca davranarak bizimkileri kovaladılar. şimdi sana şunu söylüyorum oğlum; dünyanızda çok büyük bir kötülük fırtınası oluşmakta, kara bir öfke ve şiddet yıllardır hiç eksilmeden, artarak birikiyor. silahlanmanızın bir anlamı yok, biliminizde güvenli bir yer yok. kültürünüzde açan her çiçek, öfke ve hiddetle ezilip, yok ediliyor, tüm insan canlılar derin bir kaosun içine düştüler. yaşadığınız son savaş daha sonra ırkınızın başına geleceklerin sadece bir başlangıcı. biz burada her geçen saat durumu daha açık görüyoruz. söylediklerimde bir yanlış var mı?" hayır, bu eskiden de oldu, karanlık çağlar geldi ama beşyüz yıl önce sona erdi, diyorum. üstad devam ediyor; "evet, oğlum. karanlık çağlar asıl şimdi ırkınızın üzerine geliyor, karanlık dünyayı bir örtü gibi örtecek ama inanıyorum ki ırkınızdan bazıları yaşamayı başaracaklar ama buna daha zaman var, fazlası söylenmemeli. çok uzaklarda ırkınızın yıkıntıları arasından yeni bir dünya doğacak, kayıp efsanevi hazineleri arayacaklar ve oğlum bizim korumamızda güvenlikte olacaklar. zamanı geldiğinde biz ırkınıza ve kültürünüze yardım edeceğiz, belki savaşın ve çekişmelerin boşyere olduğunu birgün öğreneceksiniz, ancak bundan sonra ırkınız tekrar kültürü ve bilimi elde edebilecek. şimdi oğlum, bu mesajla beraber yüzeye dönebilirsin."
ve dönüş
bu sözlerle beraberliğimiz sona ermiş gözüküyor. bir an için duruyorum, bu bir rüya olmalı ama ben bu gerçeği biliyordum. iki güzel hostesimin gelip "bu yoldan amiral" demeleriyle kendime geldim. çıkmadan evvel bir kez daha dönüp üstad´a bakıyorum. o mitolojik yüzde yumuşacık gülümseme var; "elveda oğlum" diyor ve ince uzun elini kaldırarak bir barış hareketi yapıyor. hızla geri dönüyor ve yukarı çıkıyoruz. hosteslerimin birisi bana dönüyor ve; "acele etmeliyiz amiral. üstad, sizi geciktirmememizi istedi, mutlaka geri dönmeli ve mesajı vermelisiniz." birşey demiyorum. olan herşey inancın ötesinde. ilk geldiğimiz yere dönüyoruz, telsizcim orada, çok gergin ve yüzünde endişeli bir ifade var. ona herşey yolunda howie, diyerek sakinleştiriyorum. yine uçan platformla uçağımızın yanına götürülüyoruz. motorlar çalışmıyor, hemen biniyoruz. kapı kapandıktan sonra görünmeyen güç, uçağı kaldırıp bir anda 8.000 metreye çıkarıyor. onların araçlarından iki tanesi belli bir uzaklıktan bizi izliyor. çok hızlı gidiyoruz ama hız göstergesini okuyamıyorum, ileriye doğru gidiyoruz. telsiz çalışıyor ve bir ses; "şimdi sizi terk ediyoruz amiral, kontrollar serbest. auf wiedersehen!!!!" diyor. almanca bir veda. howie ve ben flugelrad´ların soluk mavi gökte kaybolmalarını izliyoruz. uçağım birden sarsılıyor ve aşağıya doğru dalışa geçiyor. toparlanıyor ve kontrolu alıyoruz. şimdi uçuş normal, kimse konuşmuyor, ikimiz de kendi düşüncelerimizle başbaşayız.
güncenin devamı
saat 22:00: yine sonsuz buz ve kar çölündeyiz. üsse uzaklığımız yaklaşık 27 dakika. haberleşiyoruz, cevap geliyor. bütün koşullar normal. üstekiler bizden haber aldıkları için çok mutlular.
saat 22:00: üsse yumuşak iniş yapıyoruz. bir görevi bitirdim ama çok daha büyük bir görev şimdi beni bekliyor...
kaydın sonu
11 mart 1947´de pentagon´da bir toplantıda hazır bulundum. olanları anlattım, keşfimi açıkladım ve üstad´ın mesajını aktardım. herşey gereğince kaydedildi. başkan´a bilgi aktarıldı ama geciktirildiğimi veya alıkonduğumu hissediyorum. yüksek güvenlik örgütü ve bir tıb ekibi ile uzun görüşmeler yaptırdılar, bir kasıt algılıyorum. büyük bir sıkıntı içindeyim, abd ulusal güvenlik koşulları gereğince, sıkı kontrol altındayım. ve sonunda emri aldım; bildiğim her konuda kesin olarak sessiz kalmam isteniyor, bunu insanlık adına yapacakmışım. inanılmaz ama ben bir askerim ve emirlere uymaktan başka yapacak birşeyim yok.
30/12/56: son sözler
1947´den bu yana yıllar geçti. günlüğümü tamamlamam gerekiyor. kapatırken, kendimden eminim. bu sırrı yıllar boyunca inançla sakladım. bu benim tüm moral değerlerime ve haklarıma karşıydı. şimdi sonsuz gecenin geldiğini hissediyorum ve bu sır benimle beraber ölmemeli. ama gerçek eninde sonunda galip gelecek. insanlığın tek umudu bu. gerçeği görüyorum ve ruhum bir an önce serbest kalmak için çırpınıyor. askeri canavarlığın kalbi olan endüstri için görevimi yaptım. şimdi uzun gece başlıyor ama bu bir son olmayacak. uzun artrik gecesinde olduğu gibi, gerçeğin parlak güneş ışığı yine gelecek ve karanlıklardan ışık doğacak. çünkü ben kutbun ötesinde varolan ülkede en büyük bilinmeyeni gördüm.
amiral richard e. byrd
abd deniz kuvvetleri 24 aralık 1956
64uncu altin kure odullerinin dağılımı şöyle vuku bulmuştur:
best motion picture - drama
winner: babel (2006)
best performance by an actor in a motion picture - drama
winner: forest whitaker for the last king of scotland (2006)
best performance by an actress in a motion picture - drama
winner: helen mirren for the queen (2006)
best television series - drama
winner: "greys anatomy" (2005)
best motion picture - musical or comedy
winner: dreamgirls (2006)
best performance by an actor in a motion picture - musical or comedy
winner: sacha baron cohen for borat: cultural learnings of america for make benefit glorious nation of kazakhstan (2006)
best director - motion picture
winner: martin scorsese for the departed (2006)
best performance by an actress in a television series - musical or comedy
winner: america ferrera for "ugly betty" (2006)
best original score - motion picture
winner: the painted veil (2006) - alexandre desplat
best foreign language film
winner: letters from iwo jima (2006)
best television series - musical or comedy
winner: "ugly betty" (2006)
best performance by an actor in a television series - musical or comedy
winner: alec baldwin for "30 rock" (2006)
best screenplay - motion picture
winner: the queen (2006) - peter morgan
best performance by an actress in a mini-series or a motion picture made for television
winner: helen mirren for elizabeth i (2005) (tv)
best performance by an actor in a mini-series or a motion picture made for television
winner: bill nighy for gideons daughter (2005) (tv)
best performance by an actor in a supporting role in a motion picture
winner: eddie murphy for dreamgirls (2006)
best mini-series or motion picture made for television
winner: elizabeth i (2005) (tv)
best performance by an actress in a motion picture - musical or comedy
winner: meryl streep for the devil wears prada (2006)
best animated film
winner: cars (2006)
best performance by an actor in a television series - drama
winner: hugh laurie for "house m.d." (2004)
best performance by an actress in a supporting role in a series, mini-series or motion picture made for television
winner: emily blunt for gideons daughter (2005) (tv)
best performance by an actress in a television series - drama
winner: kyra sedgwick for "the closer" (2005)
best performance by an actor in a supporting role in a series, mini-series or motion picture made for television
winner: jeremy irons for elizabeth i (2005) (tv)
best original song - motion picture
winner: happy feet (2006)("the song of the heart")
best performance by an actress in a supporting role in a motion picture
winner: jennifer hudson for dreamgirls (2006)
best motion picture - drama
winner: babel (2006)
best performance by an actor in a motion picture - drama
winner: forest whitaker for the last king of scotland (2006)
best performance by an actress in a motion picture - drama
winner: helen mirren for the queen (2006)
best television series - drama
winner: "greys anatomy" (2005)
best motion picture - musical or comedy
winner: dreamgirls (2006)
best performance by an actor in a motion picture - musical or comedy
winner: sacha baron cohen for borat: cultural learnings of america for make benefit glorious nation of kazakhstan (2006)
best director - motion picture
winner: martin scorsese for the departed (2006)
best performance by an actress in a television series - musical or comedy
winner: america ferrera for "ugly betty" (2006)
best original score - motion picture
winner: the painted veil (2006) - alexandre desplat
best foreign language film
winner: letters from iwo jima (2006)
best television series - musical or comedy
winner: "ugly betty" (2006)
best performance by an actor in a television series - musical or comedy
winner: alec baldwin for "30 rock" (2006)
best screenplay - motion picture
winner: the queen (2006) - peter morgan
best performance by an actress in a mini-series or a motion picture made for television
winner: helen mirren for elizabeth i (2005) (tv)
best performance by an actor in a mini-series or a motion picture made for television
winner: bill nighy for gideons daughter (2005) (tv)
best performance by an actor in a supporting role in a motion picture
winner: eddie murphy for dreamgirls (2006)
best mini-series or motion picture made for television
winner: elizabeth i (2005) (tv)
best performance by an actress in a motion picture - musical or comedy
winner: meryl streep for the devil wears prada (2006)
best animated film
winner: cars (2006)
best performance by an actor in a television series - drama
winner: hugh laurie for "house m.d." (2004)
best performance by an actress in a supporting role in a series, mini-series or motion picture made for television
winner: emily blunt for gideons daughter (2005) (tv)
best performance by an actress in a television series - drama
winner: kyra sedgwick for "the closer" (2005)
best performance by an actor in a supporting role in a series, mini-series or motion picture made for television
winner: jeremy irons for elizabeth i (2005) (tv)
best original song - motion picture
winner: happy feet (2006)("the song of the heart")
best performance by an actress in a supporting role in a motion picture
winner: jennifer hudson for dreamgirls (2006)
izmirde de böyle bir semt vardır.
sözlük açısından böyle bir yazarın varlığı herkes için bir kazançtır. gerek entryleri gerek tuzluktaki köşesi ilgiyi hakeden düzeydedir...
bugün itibariyle test yayını sona ermiş kanaldır.
çok sık düşülen bir hata...bariz anlamda özentilik...
son 30 yıldaki ekonomi politikalarının adı...70’li yılların başında sosyal devletin ve fordizmin krize girmesiyle, milton friedman adlı bir iktisatçı tarafından krizden çıkmak için geliştirilen ekonomik öğreti...ekürisi küreselleşmedir...her ikisi de insanlık için negatif sonuçlara yol açmaktadır...sermaye büyürken, kitleler yoksullaşmakta, eşitsizlik, eğretilik ve güvencesizlik artmaktadır...esneklik ve kuralsızlaştırma temelinde devlet müdahalelerinin gittikçe azaltılması/azalması sosyal anlamda sorunların daha da büyümesine yol açmaktadır...kapitalizm kazanıyor, insanlık sanayi devrimi sonrası olduğu gibi yine kaybediyor. çözüm sosyal devletin yeniden inşası ve sermayeye bir noktada dur demekten geçiyor...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?