confessions

caty blake

- Yazar -

  1. toplam entry 43
  2. takipçi 1
  3. puan 46175

wily blake

caty blake
her tür baskıyla kavgalı, aşkın anlatılmaya ihtiyaç duymayan varlığına inanmış, kaç kişi kurtarsak kardır diye zamanından çok önce dünyaya gönderilmiş bir güzel adamla adını paylaşan bilgiç.

bir cahilin hayatını kurtarmakla aynı kaderi paylaştığı da söylenebilir.

arabayi iyi kullanan kadınlar

caty blake
"...aklı başında hiçbir kadın kendini bu sınıfa sokmaz. adını ne kadar "kötü şoför"e çıkarırsa trafik eziyetinden o kadar yırtar. akıllı kadın (mecbur değilse) sadece uzun yolda sevgilisini dinlendirmek için direksiyon başına geçer."

(caty blake; wily ile seyahat notları, prologue)

samaritan girl

caty blake
kim ki duk filmi. sözlüklerde spoilerı bol olanlardan. yönetmenini övgüleri görmeden kendi başıma keşfettiğim için bugün çilek seçer gibi film seçerken standda adını görünce çok sevinmiştim. (wily ders çalışsın, ben izleyeyim, sonra onla keyfini çıkarırım hevesim kursağımda kaldı. wily için bile ikinci kez izlemem)

ama hakkını yemeyelim tümüyle, enfes görüntüler var. sonbahar bu kadar mı güzel olur; en az 17 renk yaprak saydım. uzakdoğulu yönetmenlerin renkleri başka oluyor. (belki holywood’un bilmediği kameraları vardır)

filmi yazan da kim ki duk’muş. senaryo kendine ait olunca sık sık fikir değiştirmiş gibi geldi bana. freudyen bir arkadaşın babayı yorumlamasını çok isterdim.

(bu entry bin jip’i görmenizi engelleyecekse sakın okumayın!)

yağmurlu gün psikolojisi

caty blake
sağlıklı insanların tersine gökgürültülü sağanaklar hastalıklı ruhlara heyecan verir (gibi geliyor bana, kalanı da bu minval üzre).

nefesiyle buğulanmasından hoşlanmadığı için cam açık, pencere pervazlarından sıçrayan ya da rüzgarla yüze serpilen damlalar için boynunu uzatır; ağzı açık, dili dışarda şimşek kollar bunlar, hemen peşisıra gelecek gürültüden peşinen mest. bütün duyuları bayram eder. kulakları gümbür gümbür, gözleri yere yakın bulutların ışığıyla parlak, ağzında temiz serinliğin tadı ve yıkanan toprağın mis kokusu burnunda. gökyüzünü yere taşıyan, tuhaf gri-sarı bir aydınlıkla bütün görüntüleri netleştiren o kısa fırtınaları özlemle bekler.

önceki hayatlarında kuzey ülkelerinden birinde sıradan bir insandırlar belki... belki de koyu yeşil çimlerin ortasında yerden bitmiş gibi görünen bakımsız bir eski taş şatonun yalnız leydisi. güneş iyi gelmez bunların saydam, soluk tenlerine. (belki bir akşam üstü, bir fırtınayla bir blake beliriverir kapılarında...)

27 nisan 2007 genelkurmay basın açıklaması

caty blake
öyle dingildek temeller üzerine kurulu ki değerler, kedi osuruğunda sallanıyor her şey.

asker yetişmesine rağmen sivil ruh taşıyan iki liderden biriydi atatürk. (diğeri de gaul) cepheden döner dönmez çıkardığı üniformayı şık mı bulmuyordu acaba kendisi? yoksa demokrasi denen şeyin apoletlerden yansıyan ışıkla gözlerinin kamaşacağını mi biliyordu?

hukuk devleti dediğimizden ne anlamamız gerekiyor bizim. muhtırada sözü edilen hususlar kanuna aykırı şeyler ise cumhuriyet savcılarının işi nedir? yasama, yürütme, yargı tümüyle iflas mı etti? dışişleri bakanlığı yapmış biri cumhurbaşkanı seçilecek diye mi oluyor bunlar? seçim yasası yapılırken nerdeydi herkeslerin aklı? mecliste birileri temsil edilmesin diye göz yumduğunuz her yan’lış muhakkak başka yanlışlar da doğurur, göremiyor muydunuz o kadarını?

anayasa dediğimiz şey üzerinden calculus problemleri çözmeye çalışılmaya başladığında ben anlamıştım bunun geleceğini. kuran bile bu kadar yoruma açık yazılmadı. ama anayasa yazmışlığı olanının bile içinden çıkamadığı konuyu okuma yazması olmayan adama çözdürme çabalarının sonuçları bunlar.

alçakça oyunlar oynayın siz yukarda... sonra canınız sıkılınca yanına yaklaşmaktan korktuğunuz halkı önce sokaklara dökün, yürütün, olmadı süngüyle arkadan dürtün.

tanklar dünyanın her yerinde demir yığını, konvansiyonel silahlar müzelik oldu benim cumhuriyetle yönetilen ülkemin sahibi hala kışlada kışlıyor.

ama bundan daha acısı da var; bütün sözlükleri dolaştım. haki yeşil theme’ler hakim geceye.

alev alatlı

caty blake
kor’general. önyargısız ve bir cahil olarak okuduğum kitaplarında çalışkanlığına, aydın sorumluluğu taşıyan havasına hasta ederdi. korktuğum başıma geldi. her kanalda, her gazetede yazıyor, konuşuyor olmasını taraf olmama prensibine bağlamıştık. şimdi anlıyoruz saçaklı mantığı diline dolamasının nedenini. bir aydından beklenmeyecek kadar pelesenk ettiği ’vicdan’ rahatlatması içinmiş. oysa biz muğlak’ı mutlak’a galip getirme çabasını savunuyor sanmıştık. düşüncesi kafatasına bol gelenlere verdiği nizami ayarları gülümseyerek okumuş, ontolojiyi milletler seviyesine taşımasına disiplinler arası slalom denemesi diye bakmıştık. hep hür irade görmek isteyen aptal gözlerimizin suçu.

gücün kitle yönetmekteki acımasız yöntemlerini yok sayıyor değiliz. biz de komple komplo teorisyeni sayabiliriz kendimizi. ancak düşünme yetisinden yoksun biz zavallıların duygularıyla da böyle oynanmaz. üniversitede gay kulübü kurulmuş, onu da oryantalizme bağlamış. sonuçtan sebebe giden, eşitliğin sağ tarafına her zaman "oryantalizm" yazan acaip bir matematik yöntemi geliştirmiş. fiziği bir kedinin kuyruğuna, sonra iki çift turnanın kanadına bağladığında esprili ve akıllı inanılmaz kadındı. şimdi ezber bozmayı kafa bozmaya indirgeyen, yaygın cehalet denizinde mezenfermasyondan sorumlu derince devletin sütun bacaklı neferi.

her parlayanı münevver bilmek aptallığımızdan değil, iyi bakarsak iyi olur’a inanmaktandı. mürid istememiştim, şimdi mürşid de istemiyorum. boş geldim, dolmadan gideceğim, kendimi aşka vereceğim.

sarı saçlarından sen suçlusun! artık sevmeyeceğim.

angelus

caty blake
ilk acı zamanla yerini boşluğa, sonra gittikçe artan bir özleme bırakacak. yaş’landıkça daha çok hissedilecek bir özleme. keşke zaman ilaçtır diye kandırabilseydim. ama biliyorum, öyle olmuyor. bir çocukken lazım oluyor babalar, bir de büyükken.

efendice tahammül edebilecek sabırlar dilerim kendisine.

sevgiliyle ders çalışmak

caty blake
paylaşmak bir işi aynı anda yapmakla ilgili değil sade. onun çalışması gerekiyordur (final haftası), masa/pc başında uğraşır. senin çalışmakların geçmişte kalmıştır; yatağına uzanırsın kitabınla. o notlarıyla konuşur, sayılarla uğraşır, paranın felsefesini okur.

arada bir kalkar kahve yaparsın ikinize (onunki kupada üç şekerli), belki bir sandviç. yatağa onsuz dönerken guylianların en tombulunu atarsın ağzına. meyva da getirilebilir, ağzına çilek tıkarken, dünyanın bu kadar ideolojiyle ne yapmaya çalıştığını anlatır sana.

bazı sarılmalar, guylianlı çilekli birkaç öpücük de olur ama, en iyisi kitabı bahane edip yatağa dönmektir. sınava az kalmıştır, sabaha dek uyutmadan yol edersin. (iyi haberle dönmüşse birbirinizi ödüllendirmek mevzuu format gözetilerek ihmal edilmiştir.)

big fish

caty blake
’gerçek nedir, masal sandığınız adamlar cenazenize gelirse utanırsınız bana deli demiş olmaktan’ filmi.

karanlık sularda avlanmayan balık, baktığın her yerde gördüğün güzel kalabalık, herkeste bir fevkaladelik, yaşadığı her yerde bir masalsı güzellik aramak mı aptallık? ben razıyım. edward bloom da gayet mutlu öldü üstelik.

yaşıyorsun bitiyor. aklında nasıl kaldıysa öyledir. belki cidden pörsepşın rialitinin kendisidir, memoriis de daha önemlidir historiden, ya da benim kafam karışık.

(ödünç alınmışlar antolojisinden)

bin jip

caty blake
’sözlerle tiyatro yapılır, film sessiz de olabilir’in en güzel örneği. aç kalkılan bir ziyafet sofrası gibi. her izleyene başka mesajlar vermiş olması ilginç. bana göre şizofren bir koca var mesela filmde. bir karısı olduğunu sanıyor, onunla aynı evde yaşadığını düşünüyor. filmin afişlerinde hep 3 kişi var. hangisini fotoşopla çıkarsanız resimden kalanların hayatı bir psikiyatrik inceleme konusu. her sabah kalkıp işine giden, öğle tatilinde ark.larla yemek yiyen, üç kuruşunu online sayan tiplere göre kadın deli mesela. ’normal’ dünyadan umudunu kesmiş, kendine kara saçlı yarı saydam karanlık bir prens bulmuş. ondan başka kimseye görünmüyor, aynaya yansısı düştüğüne göre vampir değil ama.

’gerçek ve gerçeklik’ meselesine uzakdoğudan kısık sesli bir üç nokta...

hollywood yetiştirmeleri için küçük bir not koymuş sonuna kim-ki duk: it’s hard to tell that the world we live in is either a reality or a dream. wily de diyor ki; there is no such thing in life as normal.

sıcak şarap

caty blake
wily blake’in en sevdiği içki.

kandırabilirseniz dağa kaldırın sevgilinizi en iyisini içmek için. güneş daha sıcakken yürüyüşe çıkın batmadan epey evvel dönün ama. kamp için seçtiğiniz kuytudan güneş erken kaçar çünkü. közleri kalmış ateşi canlandırın. küle gömeceğiniz şarabın kalitesi çok da önemli değildir, alkol oranı tutsun kafi. sap tarçın atın şişenin içine, tek başına yeter; elmaya dişlerinizi geçirirsiniz.

uyku tulumunun birini ateşin başına serin; onu da üzerine... ateşten çektiğiniz şişeyi bir kendi ağzınıza dayayın, bir onun. ne dağa gece inen serinliği duyarsınız bir süre sonra, ne de ateşin çıplak teninizde yansımasından utanırsınız.

en ucuz sıcak şarap dağda içilir. damağınızda bıraktığı burukluğu da hiç unutmazsınız.

closer

caty blake
jeff’in, keane’nin, muse’un, moz’un sesi bana hep sevgilimi hatırlatır. travis’de öyle çıktı. tek başına büyük şarkı değil. sevimli, iddiasız, küçük bir şarkı -ama sevgilin söylemiyorsa-. o söylediğinde der ki:

"yakınıma, dibime, kucağıma...
yaslan bana
seni bırakmam."

i’ve had enough, of this parade.
i’m thinking of, the words to say.
we open up, unfinished parts,
broken up, its so mellow.

and when i see you then i know it will be next to me
and when i need you then i know you will be there with me
ill never leave you...

just need to get closer,
lean on me now.

keep waking up (waking up), without you here (without you here).
another day (another day), another year (another year).
i seek the truth (seek the truth), we set apart (we set apart)
thingking of a second chance (a second chance).

i’ll never leave you...

o söyleyince inanırsın.

msnde ünlü biriyle yazışmak

caty blake
-naber çilekli?
-kimsin ki sen?
-kim olduğum önemli değil, ama başlığımın altına yazdığın yazıyı silmezsen başına geleceklerden sorumlu değilim diyeyim.
-yazılarıma dokundurtmam, yazılarım namusumdur.
-seni siterim o zaman, namus kalkınca silersin
-kimsin lan sen manyak?
-ünlüyüm ben, bunu bil yeter. ve siterim istersem.
-hangi başlığın altındaki yazıyı sileyim abicim?
-yılmaz er..... hassiktir..
-salak seni!

melankomik

caty blake
çok anlamsız şey bu sözlük yazarlarının doğumgününü başlıkları altında kutlamak. hele de bilgi sözlük gibi houston’da parti verilen bir yerde.

tanısam kesin severdim diyebilirim. (onun iyiliğinden çok benim dingilliğimle alakalı) ama yeri geldi diye söyleyeyim, entryleri oylanıyorsa benden bilsin.

erkekte ideal yas

caty blake
bu yaş, bir adamın söylediğine göre olgunlaşmamışlığın temel yaşıymış. keşke öyle olsa. çünkü o, bu yaşın yüz kızartıcı şiir ve tehlikeli belli bir güzelliğin bulunabileceği çağ olduğunu söylemişti.

bu her o yaş erkeğinin işi değildir. çoğu bir kadın rahminden diğer kadın rahmine seyahat ederken, birey olmayı başaramadan, ergen erkek sorunlarını halledemeden, büyük erkek devresine atlamak ister. "öteki"lerle yarıştığı, sonunda dili dışarda, saçları dökük, tatmin olmamış olgunluk dünyasında bulur kendini. bütün güzelliğini keyfini sürmeden geride bırakmıştır.

bazıları, -çok azı- (ama gerçekten azı) neredeyse çocukluklarından itibaren tuhaf bir farkındalık sahibidirler. başkalarını ötekileştirmeden, "kendi"ni reddetmeden yaşamanın yolunu bulurlar, acıları evrenseldir, bireysel sıkıntıları kendini ve evrendeki yerini bilmekten ibarettir.

bunlar her yaşta aşkı da tanır, sevmeyi de bilirler. ilahi bir güçleri vardır ve müziğin, kitabın, sanatın ve ideolojinin iyisini tanırlar. kötücül zaafları olmaz. konuştuklarına mutluluk, dokunduklarına esenlik verirler. ve bunlar "büyü"düklerinde çok güzel adam olurlar. (herkese nasip etsin)

üniversitelere milli güvenlik dersi konulsun

caty blake
cumhuriyetin ilanından sonraki hafif relief zamanlarda genç subaylarla sohbet eden atatürk "bir harp anında ankara’yı nasıl korursunuz?" diye sormuş. çeşitli parlak fikirler ileri sürmüş genç subaylar amma gazi beklediği yanıtı alamamış onlardan: "kıbrıs" demiş, "kıbrıs’ı korumazsanız, ankara’yı koruyamazsınız."

bilmiyoruz işte bunları. liselerde türkçe’yi okuyup yazmayı bilemeden, dinini imanını tanıyamadan mezun ettiğimiz gençliğimizi bir başka tehlikeye daha maruz bırakıyoruz.

kökü dışarda şer odaklarının devlet yönetimine en büyük dahlinin göstergesidir eğitim sistemimizin ve ulusun içine itildiği aymazlıklar. liselerde derse giren yakışıklı jilet gibi genç subayları ağzının suları akarak dinleyen genç kızlar ve durumu hasetle izleyen ergen oğlanların aklında kalsa kalsa bir kaç rütbe kalıyor.

israil örneğinin dikkatle incelenerek, dünyanın çok hassas dengeler üzerinde olduğu bu dönemlerde her türk gencinin (kız-erkek) kampüslerde acemi eğitiminden geçmesi gerekliliğini dikkatlere sunuyorum.

(çok kıymetli bir arkadaşımdan aldım fikri, siz tanımazsınız)

sevgilim

caty blake
kelimelerin içini boşaltmadan, anlamın hakkını vererek kullananların en zor söyledikleri kelime. hele de ağız alışık değilse.

iyelik ekinin mülkiyet belirtmediği belki de tek kelime. bilakis aidiyet anlatır. o sizin değildir, siz onun olmaya talipsinizdir. canım, tatlım, -hatta- aşkım diyebilirsiniz karşınızdakine ama, bunu söylemeyi bırakın, yazmak bile güçtür.

bir kez söylediniz mi de her şeyi kabul etmiş olursunuz. onunsunuzdur. büyüler kelimelerle yapılırmış ya, "seni seviyorum" abra cadabra’sıysa bu işin, "sevgilim" yüksek sesle söylenemeyecek kadar güçlü, söyleyeni bile büyüleyen en son başvurulacak kelimedir.

cahilce kullanmayın, çarpılırsınız. (ben sadece wily’ye söylüyorum)
2 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol