80-20 kuralı yani pareto ilkesi, çoğu olay için, etkilerin kabaca % 80'i etkenlerin % 20'sinden kaynaklanır. iş yönetimi düşünürü joseph juran bu ilkeyi önermiş ve italya'nın % 80 arazisinin sahibinin nüfusun % 20'si olduğunu gözleyen italyan ekonomist vilfredo pareto'nun adıyla isimlendirmişti.
başka önemsiz konularda da ise en sevdiğimiz giysilerimizin % 20'sini zamanın % 80'inde giymekteyiz, hatta zamanımızın % 80'ini tanıdıklarımızın % 20'siyle geçirmekteyiz, v.s.
hayatınızda ne kadar 80'e 20 var?
-----
ülkemizin ekonomisinde, eğitiminde, siyasetinde, medyasında, kültüründe, toplumsal yaşantısında bu kuralın etkisi acaba ne kadardır?
bu yağmur yarın iç anadolu tayfasını da ıslatacak. sıcaklık yaklaşık 15 derece düşecek. millet yarın şemsiyenizi almayı unutmayın. ha gece de 0 dereceyi görünce şaşırmayın. ha gece bir dolaşalım filan demeyin, donarsınız. beş gün sonra gezin.
dejavu yaşamayı seven bir ırkın ahfadıyız. ne diyordu cem karaca "raptiye rap rap zaptiye zap zap rap rap n'aber nitekim gene geldi şapka rap rap". mazi kalbimde yaradır, diyen bir ülkede maziye bir daha bir daha gitmek ve o günlerin nostaljisi ile yetinmeyip bir karadelik veya solucan denen zımbırtadan dalıp diğer paralel evrene gitmek ne de cazibeli. bu topraklar her daim aynı çizgiye döner. demokrasi bol bir paltodur yurdum insanına. giyer, sonra ayağı takılır ve devrilir. ancak öncesinde çok fiyakalı gözükür. sonra giyince beğenmez. ne diyelim ülkem serüvenden serüvene geçmeyi seviyor.
gün geçmiyor ki ülkede bir gazete kapanıp bir gazete açılmasın... yarın yeni hayat adında bir gazete daha yayına başlıyor. basınımız çok renkli dönemler yaşıyor. tarih bugünleri acaba nasıl anlatacak? 1860'lar, 1910'lar, 1950'ler, 1990'lar yaşanıyor sanki. hayırlısı...
willbohemsson'un (bkz:#998820) nolu entry'sini okudum. kusura bakmasın daha önce gündeme getirmiş. o gün görmemişim.
hemen bu projeye atlamayalım. adamlar bir uygulasın sonra düşünelim. sonra şu fatih projesi gibi uzun bir hikayeye dönmesin.
bilgi sözlükte şu ana dek 961415 entry girilmiş. bir milyonuncu entryi acaba kim yazacak? o madde neyle ilgili olabilir? kaç ay sonra yazılacak? siz ne dersiniz? ben tahminimi söyleyeyim önce.
ortalama bir hesapla 5 ay kadar sonra bu entrynin yazılacağını düşünüyorum. ağustos ayına tekabül eder. o sıralar bir seçim muhabbeti olur. bundan dolayı seçime dayalı bir gündem olabilir. ülke şu siyasetten dolayı kangren oldu kardeşim. umarım en kısa zamanda bilgi sözlüğün adı gibi ülkemiz de bilgi üretir.
ortalama bir hesapla 5 ay kadar sonra bu entrynin yazılacağını düşünüyorum. ağustos ayına tekabül eder. o sıralar bir seçim muhabbeti olur. bundan dolayı seçime dayalı bir gündem olabilir. ülke şu siyasetten dolayı kangren oldu kardeşim. umarım en kısa zamanda bilgi sözlüğün adı gibi ülkemiz de bilgi üretir.
efendim, dünya öyle bir noktaya gidiyor ki sanki mordor'a doğru bir dönüşüm yaşıyoruz. saruman biraz susmuş gibiyken usul usul tüm dünyayı ele geçiriyor sanki. gandalf ve hobbitler mücadele ederken karanlığın hükmü ne vakit biter?
siyasete bulaşırsan çarçabuk acayip başarılar elde edersin. ancak o hızda da düştüğünde de sakın şaşırma.
şu anki teknolojik gelişmelerle ileride insanların hayatlarını bu gözlükten yaşayacağına inandığım bir hal. bu durum robotlaşan nesiller oluşmasına neden olabilir.
yaylı çalgıların yayına verilen bir isimdir. çalınan sazın büyüklüğüne göre uzunluğu ters orantılıdır. kıllarının malzemesi beyaz atkuyruğudur. sözcük fransızca archeden gelmedir.
ilginç fakat sonu nereye varacak bu işin?
-şşştt evlat, o zımbırtıyla giremezsin!
-niye dayı?
-birinin gözüne falan sokarsın o aletin sopasını.
-dayı, bu sopa değil arşe, yani yay. alet değil, keman.
-onu bunu bilmem, belki birinin kafayı filan bile kırarsın.
-nasıl yani? bu nazik, hassas, gül yaprağı gibi narin bir parça.
-hıı hıı, o gül yaprağının altunda bi de dikeni var. onu filan batırırsın. biz bilmiyoz sankim.
-dayı, bunu tellere dokundurup o tatlı sesleri çakarıyoruz.
-he he, biz de inanduk. gelecen milletin bi kulağından sokup öbür kulağından çıkaracan. haydi ordan züppe, biz bilmiyoz sanki sizi.
-dayı, nasıl olacak o iş? bu yay nasıl sokuluyor kulağı?
-hadi oradan münasebetsiz! cambaz mıyım ben? sen daha iyi bilirsin?
-dayı, sen ortaya attın bunu? bak sana "yine bir gülnihal aldı şu gönlümü" deyip bir parça çalayım.
-bir de hırsızlık yapacan ha?
-ne hırsızlığı?
-dedin ya?
-ne dedim?
-parça çalacam dedin ya, hem de gülnihal denen o yellozla.
-dayı, sen içtin mi?
-vazife başında çay bilem içmem.
-o zaman birisi sana su diye başka şeyler içirmiş.
-vazife başındaki görevliye hakaret möhüm bir suçtur.
-iyi de benim vazifem de öğrencilik. hem de konservatuvar öğrencisiyim, ayrıca bu kemanla çalacağım ödevlerim var.
-onu bunu bilmem, hocan düşünüp kemanı kendi getirsin.
-dayı senin çocukların okula gittiğinde kalemini silgisini çantasını hocası mı getiryor?
-yok, benim oğlan öyle şey yapmaz. eşşek herif işi bu. taşıcak tabi.
-benim de işim bu dayı.
-hocanı bul, o çözsün.
-dayı vereyim bu yayı.
-olmaz, belki o zımbırtıyla birinin kafaya vurursun.
-zımbırtı deme ona, benim hayatım o.
-tahta kafa olmuşsun, hadi ordan.
-dayı, hakaret ediyorsun, seni şikayet edeceğim. bak şu iki arkadaşım da şahit.
-kime gidersen git, işimi yaparım vazifeme bakarım.
-yürüyün arkadaşlar, böyle adamlarla uğraşacağımıza sahilde üç beş güzel parça çalıp kendimize geliriz.
-hı hı, ya işte dedim ya. buraya girip hırsızlık yapamadın, sahildeki dükkanlara dalacan ha!
-dayı, sen bir ıq testi yaptır. yazık senin çocuğa.
-niye dayı?
-birinin gözüne falan sokarsın o aletin sopasını.
-dayı, bu sopa değil arşe, yani yay. alet değil, keman.
-onu bunu bilmem, belki birinin kafayı filan bile kırarsın.
-nasıl yani? bu nazik, hassas, gül yaprağı gibi narin bir parça.
-hıı hıı, o gül yaprağının altunda bi de dikeni var. onu filan batırırsın. biz bilmiyoz sankim.
-dayı, bunu tellere dokundurup o tatlı sesleri çakarıyoruz.
-he he, biz de inanduk. gelecen milletin bi kulağından sokup öbür kulağından çıkaracan. haydi ordan züppe, biz bilmiyoz sanki sizi.
-dayı, nasıl olacak o iş? bu yay nasıl sokuluyor kulağı?
-hadi oradan münasebetsiz! cambaz mıyım ben? sen daha iyi bilirsin?
-dayı, sen ortaya attın bunu? bak sana "yine bir gülnihal aldı şu gönlümü" deyip bir parça çalayım.
-bir de hırsızlık yapacan ha?
-ne hırsızlığı?
-dedin ya?
-ne dedim?
-parça çalacam dedin ya, hem de gülnihal denen o yellozla.
-dayı, sen içtin mi?
-vazife başında çay bilem içmem.
-o zaman birisi sana su diye başka şeyler içirmiş.
-vazife başındaki görevliye hakaret möhüm bir suçtur.
-iyi de benim vazifem de öğrencilik. hem de konservatuvar öğrencisiyim, ayrıca bu kemanla çalacağım ödevlerim var.
-onu bunu bilmem, hocan düşünüp kemanı kendi getirsin.
-dayı senin çocukların okula gittiğinde kalemini silgisini çantasını hocası mı getiryor?
-yok, benim oğlan öyle şey yapmaz. eşşek herif işi bu. taşıcak tabi.
-benim de işim bu dayı.
-hocanı bul, o çözsün.
-dayı vereyim bu yayı.
-olmaz, belki o zımbırtıyla birinin kafaya vurursun.
-zımbırtı deme ona, benim hayatım o.
-tahta kafa olmuşsun, hadi ordan.
-dayı, hakaret ediyorsun, seni şikayet edeceğim. bak şu iki arkadaşım da şahit.
-kime gidersen git, işimi yaparım vazifeme bakarım.
-yürüyün arkadaşlar, böyle adamlarla uğraşacağımıza sahilde üç beş güzel parça çalıp kendimize geliriz.
-hı hı, ya işte dedim ya. buraya girip hırsızlık yapamadın, sahildeki dükkanlara dalacan ha!
-dayı, sen bir ıq testi yaptır. yazık senin çocuğa.
bir bu eksikti! sen bunu gösterince bazı psikomanyaklar da özenip "hadi meşhür olak, biz de gündem yapalım" deyip savaş ortamını buraya çekmesinler. abicim insanoğu ne tuhaf bir varlık.
şimdi bazısı atlayıp "ahbap öyle diyon da herifler sıkıntıya işaret ediyor o açıdan bak" diyebilir. bak kardeş, milletin bi kısmı öyle anlamıyo. ağlayıp sızlayıp o ortam da adrenalin artıralım diyenler bile çıkar. dünya milletlerinin bir bölümü gerçeklikten kopmuş gibi. bu tipler bizim ülkede de artıyor. belayı çekmeyelim, o açıdan bir bakın.
şimdi bazısı atlayıp "ahbap öyle diyon da herifler sıkıntıya işaret ediyor o açıdan bak" diyebilir. bak kardeş, milletin bi kısmı öyle anlamıyo. ağlayıp sızlayıp o ortam da adrenalin artıralım diyenler bile çıkar. dünya milletlerinin bir bölümü gerçeklikten kopmuş gibi. bu tipler bizim ülkede de artıyor. belayı çekmeyelim, o açıdan bir bakın.
tamamlayıcı unsurdur. alternatif tıbbı fazla öne çıkarmak da hatadır. aslolan doktordur, hastanedir. çözüm bulamamış veya kalbiniz bu konuda tatmin olmamış ise alternatif tıp, akupunktur, bitkisel tedavi, musiki vs. deyip başvurulabilir. bunda doğal olarak işin ehlini bulmak elzemdir. bazı şifacılar dahi incelenip bu konu ciddi araştırmacılar tarafından dikkate alınıp sahtekarlar ayıklanıp topluma bir yol gösterilmeli.
hemen kestirip atmayalım. tıbbın da dev ilaç firmaları tarafından sömürülüp sömürülmediğine bakmayı ihmal etmemek gerek.
hemen kestirip atmayalım. tıbbın da dev ilaç firmaları tarafından sömürülüp sömürülmediğine bakmayı ihmal etmemek gerek.
çünkü markalaşma derdi üst düzeyde değil. haydi diyelim büyüdü, bir tane siyasi kafa çıkıyor ve çelme takıp engelleme derdine düşüyor. bu topraklar asırlardır yönetme sevdasıyla kendinden geçiyor. sürekli ben daha iyi yönetirim, bak ben nasıl size ne acayip imkanlar sunacağım vaadleriyle kitleler bir o yana bir bu yana götürülüyor. toplum olarak ne vakit gerçek bilim, okuma, çalışma, yardımlaşma, barış, özgürlük, özgünlük, alçakgönüllülük duyguları oluşursa bir şeyler değişecek. insanlardaki bu değerler topluluklara ve doğal olarak şirket kültürlerine daha sonra da devlet zihniyetine yansıyacaktır.
bu unsurlar olmadığı sürece şirketler yıkılacak, kaybolacak, unutulacaktır. ayakta duramayan, gelenekselleşemeyen şirket herhalde dünyadan kopuk olacaktır.
markalaşan ilk 500 şirketin %40'ı abd, %9,9 japonya, franda %7,4, almanya %6,7, ingiltere % 6,4, olmak üzere sıralanırken maalesef türkiye'den bir tane bile marka yok. buyur dostum ne diyeceğiz buna? kardeş, biz daha bilmem kaç fırın ekmek yiyeceğiz. yine de ümitli olalım. belki birgün buraya da gerçek bilim güneşi doğar.
bu unsurlar olmadığı sürece şirketler yıkılacak, kaybolacak, unutulacaktır. ayakta duramayan, gelenekselleşemeyen şirket herhalde dünyadan kopuk olacaktır.
markalaşan ilk 500 şirketin %40'ı abd, %9,9 japonya, franda %7,4, almanya %6,7, ingiltere % 6,4, olmak üzere sıralanırken maalesef türkiye'den bir tane bile marka yok. buyur dostum ne diyeceğiz buna? kardeş, biz daha bilmem kaç fırın ekmek yiyeceğiz. yine de ümitli olalım. belki birgün buraya da gerçek bilim güneşi doğar.
basın mı bu toplumu yaratır, toplum mu bu basını yaratır? yumurta mı tavuktan, tavuk mu yumurtadan çıkar? birbirine bağlı bir haldir. basın ikaz eder, görünür hale getirip kendi fonksiyonunu yerine getirerek yetkililere ikazda bulunup dördüncü güç vazifesini eda eder. doktor nasıl hastalıklarla uğraşıyorsa basın da toplumun arızalarıyla uğraşmalı ki tedbir alınabilsin. tabi burada ölçü önemli.
ilginç bir gündü. ileriki zamanlarda o gün, o saatlerde neler olduğunu tarihçiler daha iyi anlatabilir. bir an ülke olarak zamanda yolculuğa çıkıp 19.yy'a gittik. bir de zaman yolculuğu yok derler. abicim, biz 78 milyonla zamanda yolculuk yaptık. acaba oradan döndük mü dönmedik mi birgün belki ortaya çıkar.
bugün bir arkadaş bize pis bir şaka yaptı. işten istifa etti. dumur olduk. üzüldük. dostum, başka şaka mı yoktu? millet mevzuyu çözmeye çabalıyor. o kadar yıldır iyi kötü çalışıyorduk. bu şakayı unutamayacağım. arkadaş istifasını geri çekmedi. iş yerinden ayrıldı gitti ve çok ciddiydi. başka elemanlar buldular. ancak böyle olmamalıydı. üzücü bir şaka oldu. şair ilhan berk'in dizeleri takıldı dilime "ne böyle sevdalar gördüm, ne böyle ayrılıklar".
efendim, içindeki çocuk dipdiridir diye düşüneceğim. ancak şunu gözden kaçırmayın ki bu arkadaşların bazısı psikolojik sıkıntılar yaşamaktadırlar. bir tanıdığımın akrabası böyle bir problem yaşayıp bir türlü yaşının adamı olamıyordu. psikologlardan yardım almaya çabaladılar hala da uğraşıyorlar. zor bir durum. düşünsenize kendi hayat çizginizde bir çağa takılı kalıyorsunuz. hani orta çağda veya hala bilmem hangi yılın yaşantısından kopamayan milletler gibi. siz hep o devri yaşarken çevreniz başka zamanlarda.
evet, bazısı arkadaşların kişiliği ile ilgili birtakım tripler de olabilmektedir. bazısında ise maalesef psikolojik rahatsızlıktır. çağımız enteresan, her şey o kadar çabuk olup biterken insanlık zihnini ruhunu bir noktada tutamamakta.
bazen bu insanları düşünürken nedense gözümün önüne yurdum insanında bu problemin artmaya başladığını görmekteyim. belki de teknoloji ve iletişimle belirginlik kazandı.
evet, bazısı arkadaşların kişiliği ile ilgili birtakım tripler de olabilmektedir. bazısında ise maalesef psikolojik rahatsızlıktır. çağımız enteresan, her şey o kadar çabuk olup biterken insanlık zihnini ruhunu bir noktada tutamamakta.
bazen bu insanları düşünürken nedense gözümün önüne yurdum insanında bu problemin artmaya başladığını görmekteyim. belki de teknoloji ve iletişimle belirginlik kazandı.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?