nick drake ile birbirlerine pek bir benzettiğimdir, özellikle de çekingen, kırılgan yapılarını. yani yaptıkları müzikler de bu anlamda belki de birbirine benziyorlar. bakınız, siz de benzeteceksiniz;
http://tinyurl.com/oyjnst4
pek yakında dilimize dolanacak cümledir. şöyle bağlanması pek mümkün, "polise doğru bi baktım, 1000 bilemdim 2000 çevik, ama gözlerime bakacak bir delikanlı bulamıyorum, bi baktım fatih sultan mehmet, ne var fatih dedim "kenan abi kenan abi"... tamam fatih dedim ben bu işi hallederim....
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=539043159491977&set=a.530221737040786.1073741828.530219600374333&type=1&theater
https://www.facebook.com/photo.php?fbid=539043159491977&set=a.530221737040786.1073741828.530219600374333&type=1&theater
bana stockholm sendromu yaşatan kişidir. kendisine maruz kaldıkça, onsuz bir yaşam düşünemez oluyorum, kendsine karşı garip bir bağlılık hissediyorum. kendisiyle ilgili bir haber, video izlemezsem o gün rahat edemiyorum. hiç olmadı twitter hesaabına günde en az yarım saat zaman ayırırken buluyorum kendimi.
solcularla feministlerden oluşan isveç sol partisinin verdiği yasa teklifi. tamamiyle katılıyorum da nasıl denetliyeceksin, sesini mi dinleyerek çıkarım yapacaksın aman gerçi isveçte verilmiş, bir an adeta türkiyede verilmiş sandım. bunlara istersen hiç çişini yapma de kanun varsa çatlar gene yapmaz. ama inanın, türkiyede de yaslaşması için, temizlik malzemeleri lobisi, süngerler, dış mihraklar ve cehape zihniyeti de destek veriyor !!
http://www.radikal.com.tr/hayat/yasa_teklifi_erkekler_oturarak_isesin-1139062
http://www.radikal.com.tr/hayat/yasa_teklifi_erkekler_oturarak_isesin-1139062
bizim zamanımızda küçük bir çocuk için şudur, özellikle evi camiye yakınsa, çocuk kahkahaları, yemyeşil bahçesinde oynanan oyunlar, su sesleridir, bir de bizim orda kuzu kulağı demektir (camide bol yetişen, ekşi bir ot) kısacası yaz aylarının eğlencesi !en azından bizim zamanımızda öyleydi ! ama bizim için eğlenceyle başlayıp, merakla ilerleyip, kokuyla biten bir kabusa dönmüştü.
anneme yalvardık bizi göndersin diye, kadın da şaşırdı zira aile büyük büyük dedelerinde ileri seviyede hafızlar olmasına rağmen, çocuğun kuran kursuna gönderilmesi, pek alışılmış bir şey değildi. kadın da bildiği için bizi ve geldiğimiz ekolü, yapamazsını siz dese de yaramazlık yapmayacağımız sözünü alıp, tamam dedi, öğle arası işten çıkıp bize kitaplar filan aldı. sonra mı ne oldu? hoca çok soru soruyoruz diye bizi ilk haftanın sonunda camiden kovdu, biz de kavga ettik, burası allah’ın evi, sen bizi kovamazsın diye, caminin içinde koştuğumuzu, hoplayıp, zıpladığımızı hatırlıyorum deli gibi, çıkaramazsın bizi burdan diye, ama "allah’ın evinde bize yer olmadığı söylenince" eee çıktık tabi. ama işin kötüsü lanetlenmiş gibi, korkuyorduk. benim için kuran kursu buydu. küçücük çocuklara, anlamadıkları şeyler öğretip, korkutup, soru sorunca kızılan, hatta aforoz edildiğiniz bir yer. sesini çıkarmadan sadece anlamadığın şeyleri ezberleten bir yer.
ha, benim başıma bu geldi diye herkesin anıları böyle midir? tabi ki değildir, kuran öğrenmek de kötü bir şey değildir ama belirli bir bilinç seviyesi, anlama ve sorgulama kapasitesi ve kimin öğrettiği ile ilgili ciddi sorunlar da yaratabilir. dikkat edilmesi ve önemsenmesi gereken yerlerdir.
anneme yalvardık bizi göndersin diye, kadın da şaşırdı zira aile büyük büyük dedelerinde ileri seviyede hafızlar olmasına rağmen, çocuğun kuran kursuna gönderilmesi, pek alışılmış bir şey değildi. kadın da bildiği için bizi ve geldiğimiz ekolü, yapamazsını siz dese de yaramazlık yapmayacağımız sözünü alıp, tamam dedi, öğle arası işten çıkıp bize kitaplar filan aldı. sonra mı ne oldu? hoca çok soru soruyoruz diye bizi ilk haftanın sonunda camiden kovdu, biz de kavga ettik, burası allah’ın evi, sen bizi kovamazsın diye, caminin içinde koştuğumuzu, hoplayıp, zıpladığımızı hatırlıyorum deli gibi, çıkaramazsın bizi burdan diye, ama "allah’ın evinde bize yer olmadığı söylenince" eee çıktık tabi. ama işin kötüsü lanetlenmiş gibi, korkuyorduk. benim için kuran kursu buydu. küçücük çocuklara, anlamadıkları şeyler öğretip, korkutup, soru sorunca kızılan, hatta aforoz edildiğiniz bir yer. sesini çıkarmadan sadece anlamadığın şeyleri ezberleten bir yer.
ha, benim başıma bu geldi diye herkesin anıları böyle midir? tabi ki değildir, kuran öğrenmek de kötü bir şey değildir ama belirli bir bilinç seviyesi, anlama ve sorgulama kapasitesi ve kimin öğrettiği ile ilgili ciddi sorunlar da yaratabilir. dikkat edilmesi ve önemsenmesi gereken yerlerdir.
senin fikirlerini, kendi fikirleriymiş gibi çalıp, başkalarına satan arkadaştır. hatta, seni arar, internetten sorar, eminsindir ki, o sırada başka birine anlatmak için bunu yapıyor. bir gün grupça muhabbet ederken, ya sen geçen gün şöyle bir şey demiştin, derler o da anlatır atıp, tutmaya bakarsın birebir kopya, çok sinir olursun da çirkefliğe dönmesin diye söyleyemezsin, hatta tartıştığınız, tam anlamıyla zıt olduğunuz bir konuda bile bir kaç gün sonra, senin fikrini savunurken bulursun da inanamazsın. hayır, süper fikirlerin olsa ne bileyim, noam chomisky filan olsan anlarsın da alıntı yapılsın, o da değilsin ki arkadaş. bir de bundan nemalanır, övgü alır, çıldırırsın.
(bkz: haklı bir kıskançlık krizi)
(bkz: haklı bir kıskançlık krizi)
"bir tek dileğim var, noktalama işareti kullan yeter" dediğimdir. hadi inşallah.
#1071534
#1071534
insanların burunlarında yeni bir filtreleme sistemi oluşması, göz ve ciltlerinde biber gazını etkisileştiren yeni kimyasalların ve anti-asitlerin ortaya çıkmasıyla, pek yakında gerçekleşecek olandır.
başbakanın niyetini bilmem ama burası osmanlı zamanında da akdeniz olarak adlandırılırdı ve kendisini ne kadar takdir etmesem de buradaki kullanılma anlamının gerçekten de türkçedeki gibi kullanılmak istenmesinden kaynaklı olduğunu sanıyorum. yani orada, bizim dilimizde akdeniz olarak adlandırılırdan yola çıkmıştır kanımca, ingilizcede şu demek, sırpçada şu demek değil. o sebeble, başka konularda ne kadar eleştirilebilecekse burada eleştirmenin çok da mantıklı olduğunu düşünmüyorum. sonuçta orası ingilizce de her ne kadar mediterranean sea olsa da türkçeden birebir çevirisi white sea dir ve orada sadece bir benzetme yapılmaya çalışılmıştır.
ilk olarak kurulacak olan bu partinin adı "çapulcu halk partisi" değil, gazete neden böyleymişcesine başlık atmış anlayamadım. ikincisi, zaten kurulmakta olan bir partiymiş. bana pek iyi niyetli bir probaganda gibi gelmedi. hadi hemen bundan nemalanalım, belki bize de bu hareketten pay çıkar güdüleriyle hareket etmişler belli. son olarak, oradaki hareketi sosyalist ( ki buna çok da karşı değiliz ama) bir harekete indirgemek biraz saçma olmuş hatta büyük bir hata olmuş zira, o direnişin en güzel yanı, sosyalisti, sağcısı, solcusu, ülkücüsü, atatürkçüsü, müslümanı, kürdü, türkü, eşcinseli v.s hep birlikte bir bütün olmasıdır.
kısacası, burdan yürümek pek olmamıştır. hiç inandırıcı değildir.
kısacası, burdan yürümek pek olmamıştır. hiç inandırıcı değildir.
orjinal adı 50/50 olan, yönetmenliğini jonathan levine’ın yaptığı, başrollerini joseph gordon levitt ve seth rogen’in oynadığı 2011 yapıöı film.
-----------------------------spoiler----------------------------:öncelikle film gerçek bir öyküye dayanıyor, seth rogen aynı olayın bir arkadaşının başına gelmesiyle birlikte kendi hissettiklerinden ve arkadaşının durumundan yola çıkarak senaryo fikrini ortaya atmış ve film gerçek olmuş. yani, seth rogen filmde aslında belki biraz daha abartarak kendini oynuyor.
film her şey çok yolunda giderken, kanser olduğunu öğrenen bir genç adamın dramatik öyküsünü anlatıyor. ama kanser, drama diyince öyle duygu sömürüsü yapan sürekli ağlatan, sizi perişan eden filmlerden değil, ee tabi gözleriniz doluyor ama bu öyküyü gayet dozunda bir mizahla size sunuyor ve içiniz burkulduğu kadar gülüyorsunuz da. (benim gibi filmde kendi hayatındaki özel durumlarla karşılaşanları pek tabi öldüresiye ağlatabilir, o ayrı)
joseph gordon levitt’in oyunculuğu çok iyi verdiği tepkiler, bakışlar hele o ameliyata girerken ki hali sizi gerçekten çok etkiliyor.
çok gerçek bir film, insanların öyle bir durumda neler hissettiklerini, neler yaptıklarını, olayın şaşkınlığıyla yaptıkları aptalca davranışları çok güzel veriyor. bir sevdiği böyle bir hastalıkla boğuşurken, insanın yapabileceği pek bir şey olmuyor, destek olmak, yanında olmak, tedaviye katkıda bulunmak, hastalıkla ilgili her şeyi öğreneyim, işe yarayayım derken, sürekli saçmalama hali ve içinizdeki yok edemediğiniz korku, daha da sinir bozucu olmanıza neden oluyor, en doğrusunu yapsanız bile sinir bozucu olmaktan öteye geçemiyorsunuz. film de işte bunu çok iyi veriyor.
kısacası, film çok güzel !
filmin müzikleri de çok iyi seçilmiş ve sahnelerle birleştirilmiş. hala high and dry şarkısını duyar duymaz, pencerenin önüne geçip, uzun uzun dışarıyı seyretmemin ve ağlamaya başlamamın sebebi bu filmdir. ne zaman hastaneye girsem, koridorda yürüken arka fonda hep bu şarkı çalıyormuş gibi oluyorsa, tek sorumlusu bu filmdir.-----------------------------spoiler----------------------------
-----------------------------spoiler----------------------------:öncelikle film gerçek bir öyküye dayanıyor, seth rogen aynı olayın bir arkadaşının başına gelmesiyle birlikte kendi hissettiklerinden ve arkadaşının durumundan yola çıkarak senaryo fikrini ortaya atmış ve film gerçek olmuş. yani, seth rogen filmde aslında belki biraz daha abartarak kendini oynuyor.
film her şey çok yolunda giderken, kanser olduğunu öğrenen bir genç adamın dramatik öyküsünü anlatıyor. ama kanser, drama diyince öyle duygu sömürüsü yapan sürekli ağlatan, sizi perişan eden filmlerden değil, ee tabi gözleriniz doluyor ama bu öyküyü gayet dozunda bir mizahla size sunuyor ve içiniz burkulduğu kadar gülüyorsunuz da. (benim gibi filmde kendi hayatındaki özel durumlarla karşılaşanları pek tabi öldüresiye ağlatabilir, o ayrı)
joseph gordon levitt’in oyunculuğu çok iyi verdiği tepkiler, bakışlar hele o ameliyata girerken ki hali sizi gerçekten çok etkiliyor.
çok gerçek bir film, insanların öyle bir durumda neler hissettiklerini, neler yaptıklarını, olayın şaşkınlığıyla yaptıkları aptalca davranışları çok güzel veriyor. bir sevdiği böyle bir hastalıkla boğuşurken, insanın yapabileceği pek bir şey olmuyor, destek olmak, yanında olmak, tedaviye katkıda bulunmak, hastalıkla ilgili her şeyi öğreneyim, işe yarayayım derken, sürekli saçmalama hali ve içinizdeki yok edemediğiniz korku, daha da sinir bozucu olmanıza neden oluyor, en doğrusunu yapsanız bile sinir bozucu olmaktan öteye geçemiyorsunuz. film de işte bunu çok iyi veriyor.
kısacası, film çok güzel !
filmin müzikleri de çok iyi seçilmiş ve sahnelerle birleştirilmiş. hala high and dry şarkısını duyar duymaz, pencerenin önüne geçip, uzun uzun dışarıyı seyretmemin ve ağlamaya başlamamın sebebi bu filmdir. ne zaman hastaneye girsem, koridorda yürüken arka fonda hep bu şarkı çalıyormuş gibi oluyorsa, tek sorumlusu bu filmdir.-----------------------------spoiler----------------------------
bölüm isimlerini, en sonunda çalan şarkılardan alan dizidir. ya da bana öyle geliyor.
(bkz: pineapple express)
izleyeceğiniz en saçma ama en komik filmlerdendir. arka arkasına bir çok absurd olay olur ve kendinizi bu olaylara gülerken bulursunuz. hele benim gibi absurd komedi seviyorsanız muhakkak güleceksiniz. türkiyede üşütük kafalar olarak çıkmıştır.
http://www.sinemalar.com/film/5468/pineapple-express
http://www.sinemalar.com/film/5468/pineapple-express
(bkz: ölüm uykusu)
sinirlerimi bozmadı değil diyeceğim korku filmidir. evet, tahmin ettik ettik de asıl o zaman sinir bozucuydu zaten.
şu an televizyonda yayınlanan, zamanında süper bir korku filmi arıyorum diye sorduğumda, aslında fikirlerine de çok güvendiğim bir arkadaşımın önerdiği ve bu öneriyi ciddiye alıp izlediğim berbat film. içimde acaba kaçırdığım bir şey mi vardı diye düşünmedim değil bir ara ama yok, sanırım ciddi ciddi dalga geçtiler benimle, şimdi bir daha bir kaç sahnesine daha denk gelince, berbat olduğu konusunda bu kadar emin olmamıştım.
iki değişken arasında hiçbir ilişki olmaması durumu.
eşi ölen kadının, kocasının erkek kardeşiyle evlenmesi.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?