"gözler göziçi gözlük mü?"
sekiz bahar önceydi, hafızasını yokladı. herşey ne kadar da güzel başlamıştı oysa ki. tünel'e çıktığınızda hemen sağda, daha çok alman lisesi öğrencilerinin uğradığı bir pastanenin asma katında tek başına oturuyordu. önündeki tabakta kalan son kırıntıları parmağına yapıştırıp keyifle yedi. sol kroşe çıkartan boksör edasıyla saatine baktı, 8:45'i gösteriyordu. “daha zamanım bol” dedi içinden. bir limonata daha almak için, aşağıya inmek üzere yerinden doğruldu. tam o anda göğüs kafesinde şiddetli bir yanma hissetti. yanma dalga dalga bütün göğsünü kaplıyor, kalbinin kulaklarında atmasına neden oluyordu. refleksle pençe şekline soktuğu elini kalbinin üzerine bastırdı. sesi çıkmıyor, gittikçe anlamsızlaşan bakışları parlaklığını yitiriyordu. görüntüler tam anlamıyla kaybolmadan, pastanenin karşı duvarındaki aynada yüzünü gördü. boynundaki ve kafasındaki tüm damarlar fırlamış, gözleri yuvarlarından çıkacakmışçasına büyümüş, ağzı bir opera sanatçısının aryasını söylemesi gibi açılmıştı. sonra her şey karardı.............
çok garipti, parmağındaki kırıntıları ağzına götürmek üzereydi. sanki bunu daha önce yapmıştı. deja vu'lere inanırdı. ama bu kadar gerçek olabilecekleri konusunda yaşanmış bir tecrübesi yoktu. o anda deja vu sünü hatırladı, saatine baktı 8:45'i gösteriyordu. kalbi heyecanla hızlanmaya başladı, biraz önce yaşadıkları (!) ya da yaşadığını sandıkları en az 5 dakika sürmüş olmaydı. saatini kulağına götürmedi, bir şok geçiriyordu, ancak bu şok dijital saatini kulağına götürtecek kadar şiddetli değildi. “ ben... ben” dedi. “ eğer ben bir kalp krizi geçirdiysem, şimdi ölmüş olmalı veya en azından gözlerimi ambulansta falan açmalıydım.” çektiği acıyı anımsadı, hala tazeydi. gömleğinin düğmelerini alelacele açtı. göğsüne baktı, elleriyle yokladı, hiçbir şeyi yoktu. herşeyi mantık ve bilim süzgeciyle değerlendiren biri olması aynı zamanda yaşadıklarının heyecanının soğumasıyla olayı en baştan sorgulamaya başladı. “bak oğlum, dün akşam sabaha kadar ders çalıştın, ve uykusuz kaldın. herşey saatine bakmanla başladı. limonata almayı düşünürken uykuya daldın. yediğin poğaçalar seni sıkıştırdı ve bu kısa süreli kabusa yol açtı. mantıklı mı? evet mantıklı.” dedi. beynin rüya esnasında saniyede, gözün algıladığından daha fazla görüntü karesi üretebildiğini okumuştu. bu, 5 dakika süren yaşadıklarını, beyninin 10 saniye içerisinde özetlemesinin açıklaması olabilirdi. derin bir nefes aldı. o sırada bir koku duydu. pastanelerin kendine has tereyağı, taze çıkmış ayçöreği yada bir tahinli çörek kokusu gibi değildi bu. daha kesif bir kokuydu. önemsemedi. dörde katlanmış gazetesinin manşetlerine göz atarken sigara paketine uzandı. bir tane çıkarttı ve gazeteden gözünü kaldırmadan ağzına götürdü. çakmağını aradı, tam yakarken bir ağrının da göğsünü yaktığını hissetti. ne olduğunu anlamadan, kendisini olmadığına inandırdığı, ilk seferkinden daha şiddetli bir sancı, anne karnındaki halini almasına yol açtı. ağrının şiddeti dayanılacak gibi değildi. kalbinin üzerine yüzlerce jiletle yarıklar açılıyor gibiydi. nefes dahi alamadan, bir kez daha karanlık çöktü..........
gördüğü ışığın, cehennem ateşi olmadığını ama yaşadıklarının cehennemden farksız olduğunu anlaması uzun sürmedi. pastanenin üst katında aynı masadaydı. sağ elinin işaret parmağının üzerine yapışmış kırıntıları görünce titremeye başladı. kafasından binlerce düşünce geçiyor fakat hiçbir şeye odaklanamıyordu. zangırdayan sol kolunu sıyırdı. sanki kabusuyla yüzleşecekmiş gibi korku dolu gözlerini kısarak saatine baktı ve kaskatı oldu. 8:45. delirdiğini düşünmeye başladı. amaçsızca ayağa kalktı. tek aklına gelen hava almak, en azından dışarıda ölmek (tabi ölebilirse) oldu. masadaki gazetesini aldı. koşar adımlarla kasaya yöneldi. cebinden, eline ne geldiyse tablaya bırakarak dışarı çıktı. kasiyerin “beyefendiii! paranızın üstü!” bağırtısı beynindeki seslere karışıp belirsizleşti. son bir hareketle içeriye, gülüşen öğrenci yüzlerine baktı. sigarasını yakmadan önce duyduğu kokuyu aldı. şuursuzca koşar adım 20 metre öteye gitmemişti ki, kuvvetli bir patlama sesiyle kendini yerde buldu. herşey, asla uyanılmayan bir karabasan gibi ardarda gelişiyordu. çığlıklar, toza ve cam kırıklarının çıkarttığı çıtırtıya karışıyordu. yoğun duman biraz sonra yatışmaya, genç adamın bulanık görüşü ise netleşmeye başlamıştı. başını ellerinin korumasından kurtarıp arkaya çevirmesi, olayların kurgusunu daha da karmaşıklaştırdı. pastane havaya uçmuştu....
evet, tam sekiz bahar önceydi. kaderin gizemi, bilinmezliğindedir. biri ya da her neyse, genç adamın hayatını kurgulamıştı. sonu okunmuş bir kitap gibi, birkezlik yaşamın tüm heyecanını ondan aldılar. orada hayatta kalması gerekiyordu. yazgı buydu. pekala sekiz senedir aynı pencereden diğer polikliniğin bahçesindeki ağaçlara anlamsızca bakan bir çift soluk göz? sadece bir planlama hatası olarak mı kayıtlara geçecekti? veya yapılan ilahi hatayı diğer insanlara aktarmaması için yapılmış, başka bir planın parçası olarak mı?
çok garipti, parmağındaki kırıntıları ağzına götürmek üzereydi. sanki bunu daha önce yapmıştı. deja vu'lere inanırdı. ama bu kadar gerçek olabilecekleri konusunda yaşanmış bir tecrübesi yoktu. o anda deja vu sünü hatırladı, saatine baktı 8:45'i gösteriyordu. kalbi heyecanla hızlanmaya başladı, biraz önce yaşadıkları (!) ya da yaşadığını sandıkları en az 5 dakika sürmüş olmaydı. saatini kulağına götürmedi, bir şok geçiriyordu, ancak bu şok dijital saatini kulağına götürtecek kadar şiddetli değildi. “ ben... ben” dedi. “ eğer ben bir kalp krizi geçirdiysem, şimdi ölmüş olmalı veya en azından gözlerimi ambulansta falan açmalıydım.” çektiği acıyı anımsadı, hala tazeydi. gömleğinin düğmelerini alelacele açtı. göğsüne baktı, elleriyle yokladı, hiçbir şeyi yoktu. herşeyi mantık ve bilim süzgeciyle değerlendiren biri olması aynı zamanda yaşadıklarının heyecanının soğumasıyla olayı en baştan sorgulamaya başladı. “bak oğlum, dün akşam sabaha kadar ders çalıştın, ve uykusuz kaldın. herşey saatine bakmanla başladı. limonata almayı düşünürken uykuya daldın. yediğin poğaçalar seni sıkıştırdı ve bu kısa süreli kabusa yol açtı. mantıklı mı? evet mantıklı.” dedi. beynin rüya esnasında saniyede, gözün algıladığından daha fazla görüntü karesi üretebildiğini okumuştu. bu, 5 dakika süren yaşadıklarını, beyninin 10 saniye içerisinde özetlemesinin açıklaması olabilirdi. derin bir nefes aldı. o sırada bir koku duydu. pastanelerin kendine has tereyağı, taze çıkmış ayçöreği yada bir tahinli çörek kokusu gibi değildi bu. daha kesif bir kokuydu. önemsemedi. dörde katlanmış gazetesinin manşetlerine göz atarken sigara paketine uzandı. bir tane çıkarttı ve gazeteden gözünü kaldırmadan ağzına götürdü. çakmağını aradı, tam yakarken bir ağrının da göğsünü yaktığını hissetti. ne olduğunu anlamadan, kendisini olmadığına inandırdığı, ilk seferkinden daha şiddetli bir sancı, anne karnındaki halini almasına yol açtı. ağrının şiddeti dayanılacak gibi değildi. kalbinin üzerine yüzlerce jiletle yarıklar açılıyor gibiydi. nefes dahi alamadan, bir kez daha karanlık çöktü..........
gördüğü ışığın, cehennem ateşi olmadığını ama yaşadıklarının cehennemden farksız olduğunu anlaması uzun sürmedi. pastanenin üst katında aynı masadaydı. sağ elinin işaret parmağının üzerine yapışmış kırıntıları görünce titremeye başladı. kafasından binlerce düşünce geçiyor fakat hiçbir şeye odaklanamıyordu. zangırdayan sol kolunu sıyırdı. sanki kabusuyla yüzleşecekmiş gibi korku dolu gözlerini kısarak saatine baktı ve kaskatı oldu. 8:45. delirdiğini düşünmeye başladı. amaçsızca ayağa kalktı. tek aklına gelen hava almak, en azından dışarıda ölmek (tabi ölebilirse) oldu. masadaki gazetesini aldı. koşar adımlarla kasaya yöneldi. cebinden, eline ne geldiyse tablaya bırakarak dışarı çıktı. kasiyerin “beyefendiii! paranızın üstü!” bağırtısı beynindeki seslere karışıp belirsizleşti. son bir hareketle içeriye, gülüşen öğrenci yüzlerine baktı. sigarasını yakmadan önce duyduğu kokuyu aldı. şuursuzca koşar adım 20 metre öteye gitmemişti ki, kuvvetli bir patlama sesiyle kendini yerde buldu. herşey, asla uyanılmayan bir karabasan gibi ardarda gelişiyordu. çığlıklar, toza ve cam kırıklarının çıkarttığı çıtırtıya karışıyordu. yoğun duman biraz sonra yatışmaya, genç adamın bulanık görüşü ise netleşmeye başlamıştı. başını ellerinin korumasından kurtarıp arkaya çevirmesi, olayların kurgusunu daha da karmaşıklaştırdı. pastane havaya uçmuştu....
evet, tam sekiz bahar önceydi. kaderin gizemi, bilinmezliğindedir. biri ya da her neyse, genç adamın hayatını kurgulamıştı. sonu okunmuş bir kitap gibi, birkezlik yaşamın tüm heyecanını ondan aldılar. orada hayatta kalması gerekiyordu. yazgı buydu. pekala sekiz senedir aynı pencereden diğer polikliniğin bahçesindeki ağaçlara anlamsızca bakan bir çift soluk göz? sadece bir planlama hatası olarak mı kayıtlara geçecekti? veya yapılan ilahi hatayı diğer insanlara aktarmaması için yapılmış, başka bir planın parçası olarak mı?
cinsellik insan içgüdüsüne kodlanmış, reddetmesi imkansız bir fizyolojik ihtiyaçtır. dünyanın en önemli psikologu maslow'un ihtiyaçlar hiyerarşisinde sırasıyla nefes almak , yemek,içmek,uyumaktan sonra cinsel ihtiyaçlar gelmektedir. bu fizyolojik ihtiyaçlar karşılanmadan piramidin üst basamakları olan, sırasıyla; güven,aidiyet,prestij,kişisel başarı gibi aşamalara tam randımanlı olarak geçmesi asla mümkün olamamaktadır. örneğin bankada çalışan, cinsel hayatı olmayan bir şube müdürü kadın, her ne kadar şube müdürü olmuş olsa da fizyolojik ihtiyaçlarının ilk basamağının gereklerini yerine getirmeden 3. veya 4. basamağa geçtiği için psikolojik olarak bir sakatlığı olduğu kesinlikle ortaya çıkacaktır. çalışanlarına, anne babasına eziyet etmek, sürekli gergin olmak, her akşam ağlamak, gibi çoğaltabileceğimiz bir çok probleme sahip olabilecektir. ihtiyaçlar hiyerarşisindeki basamakları sırasıyla çıkan insanlar ise hayatta psikolojik olarak çok daha sağlam duran, etrafına pozitif enerji veren, işinde daha başarılı olduğunu kolaylıkla gözlemleyebiliriz.
bu hiyerarşi üzerinden analiz yaparsak, din ve törelerden kendini olabildiğince arındırmış milletler cinsellik tabularını yıkmanın insan psikolojisini nasıl pozitif etkileyeceği gerçeğini kavramıştır. tüm bu cinsel devrim, zamanla sitemin bir parçası olmuş, oluşturduğu sağlam psikolojik altyapı, bilim, teknoloji ve sosyolojik anlamda bu ülkelerin gelişmesine yardımcı olmuştur. teknoloji ve kalkınmada ön plana çıktıkları gibi, insan hakları (kadına saygı, ilişkilere saygı) gibi konularda da üst sıralarda yer alabilmektedirler.
din ve töre baskısı altında kalan ülkemizde cinsellik halen büyük bir tabudur. bu tabu nedeniyle etrafta görebileceğimiz 30 yaşında bakireler, 3 ayda bir ilişkiye giren çiftler, cinselliğin sadece üremek için yapılan bir kaç saniyelik bir görev olarak gören çiftler, ensest ilişkiler, sonradan gelişen homoseksüel ilişkiler, kadınların aşırı platonik aşkları, erkeğin sınırları zorlayan ısrarları, kadınların içe kapanması , cinsel başarısız olan erkeklerin karısını dövmesi, erken boşalmalar , terk edilen erkeğin sevgilisini öldürmesi, 'ilişki yaşarsam ailemin bana güveni biter' tarzı söylemler gibi problemler milyonlarca kişi tarafından yaşanmaktadır. tüm bu biriken problemler toplumda sinirsel bir patlamaya yol açmaktadır. çoğu insanın, bir şeyler üretip topluma katkısı olması gerekirken, vaktini sinir patlaması yaşarak geçirmesi de cinsel tabulardan dolayıdır.
tüm bu cinsel tatminsizliğin yol açtığı psikolojik problemler ülkemiz gibi kapalı toplumlarda bir diğer problemi tetikleyerek, kalkınma, teknolojik gelişme, insan hakları gibi endeksleri aşağıya çekmektedir. tüm bu endekslerin toplamı sayılabilecek refah seviyesini aşağı çeken en önemli etken cinsel tabularından kaynaklı olarak toplumun psikolojisinin bozuk olmasıdır.
maslow ihtiyaçlar hiyerarşisi için Link
https://www.google.com.tr/search?q=maslow+ihtiya%C3%A7lar+hiyerar%C5%9Fisi&espv=2&biw=1366&bih=623&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwjet4qX4_zLAhWINJoKHU-2Ad8Q_AUIBigB#imgrc=2ov7zzmb8lbriM%3A
bu hiyerarşi üzerinden analiz yaparsak, din ve törelerden kendini olabildiğince arındırmış milletler cinsellik tabularını yıkmanın insan psikolojisini nasıl pozitif etkileyeceği gerçeğini kavramıştır. tüm bu cinsel devrim, zamanla sitemin bir parçası olmuş, oluşturduğu sağlam psikolojik altyapı, bilim, teknoloji ve sosyolojik anlamda bu ülkelerin gelişmesine yardımcı olmuştur. teknoloji ve kalkınmada ön plana çıktıkları gibi, insan hakları (kadına saygı, ilişkilere saygı) gibi konularda da üst sıralarda yer alabilmektedirler.
din ve töre baskısı altında kalan ülkemizde cinsellik halen büyük bir tabudur. bu tabu nedeniyle etrafta görebileceğimiz 30 yaşında bakireler, 3 ayda bir ilişkiye giren çiftler, cinselliğin sadece üremek için yapılan bir kaç saniyelik bir görev olarak gören çiftler, ensest ilişkiler, sonradan gelişen homoseksüel ilişkiler, kadınların aşırı platonik aşkları, erkeğin sınırları zorlayan ısrarları, kadınların içe kapanması , cinsel başarısız olan erkeklerin karısını dövmesi, erken boşalmalar , terk edilen erkeğin sevgilisini öldürmesi, 'ilişki yaşarsam ailemin bana güveni biter' tarzı söylemler gibi problemler milyonlarca kişi tarafından yaşanmaktadır. tüm bu biriken problemler toplumda sinirsel bir patlamaya yol açmaktadır. çoğu insanın, bir şeyler üretip topluma katkısı olması gerekirken, vaktini sinir patlaması yaşarak geçirmesi de cinsel tabulardan dolayıdır.
tüm bu cinsel tatminsizliğin yol açtığı psikolojik problemler ülkemiz gibi kapalı toplumlarda bir diğer problemi tetikleyerek, kalkınma, teknolojik gelişme, insan hakları gibi endeksleri aşağıya çekmektedir. tüm bu endekslerin toplamı sayılabilecek refah seviyesini aşağı çeken en önemli etken cinsel tabularından kaynaklı olarak toplumun psikolojisinin bozuk olmasıdır.
maslow ihtiyaçlar hiyerarşisi için Link
https://www.google.com.tr/search?q=maslow+ihtiya%C3%A7lar+hiyerar%C5%9Fisi&espv=2&biw=1366&bih=623&source=lnms&tbm=isch&sa=X&ved=0ahUKEwjet4qX4_zLAhWINJoKHU-2Ad8Q_AUIBigB#imgrc=2ov7zzmb8lbriM%3A
hukuken azerbaycan'a ait dağlık karabağ ve çevresindeki 7 azerbaycan ilini kapsayan topraklar üzerinde işgal sonrası kurulmuş fiilen bağımsız olan bir ülkedir. çoğunlukla ermenilerin yaşadığı bölgede, sovyetler birliği'nin dağılmasından sonra yükselen etnik gerilim, ermenistan'ın desteklediği ermeni militanlarla azerbaycan arasında çatışmaların çıkmasına neden oldu. ermeni güçlerinin bölgeye girişiyle birlikte azerbaycanlılara yönelik başlattıkları katliamlar halkı göçe zorlamıştır. 10 aralık 1991'de azerbaycanlıların boykot ettiği ve yalnız ermenilerin katıldığı halkoylaması sonucuna göre bağımsızlık kararı alındı ve 6 ocak 1992'de de bağımsızlık resmen ilan edildi. fakat ermenistan dahil, hiçbir ülke veya uluslararası kuruluş dağlık karabağ'ın bağımsızlığını tanımadı.
işte bu yüzden maalesef şu an azerbaycan ve ermenistan şu an bu karabağ yüzünden savaşmaktadırlar. ama hukuksal olarak azerbaycan'a bağlı bir yerdir.
işte bu yüzden maalesef şu an azerbaycan ve ermenistan şu an bu karabağ yüzünden savaşmaktadırlar. ama hukuksal olarak azerbaycan'a bağlı bir yerdir.
17 eylül 1944 tarihinde başlayan ve 25 eylül'de tam bir ingiliz - amerikan bozgunuyla biten dünyanın bu zamana kadar gördüğü en büyük hava indirme harekatıdır.
operasyonun amacı kısaca belçika-hollanda sınırında kuzeye ilerleyerek eindhoven ve nijmegen'i işgal edip arnhem'de ren nehrine ulaşacak koridor yaratmaktı.
ren nehrine ulaşıldığı andan itibaren hem mevsimsel ve arazi şarlarının müsaitliği hem de bölgede herhangi bir dikkate değer alman unsurunun bulunmayışı nedeniyle ingiliz - amerikan koalisyonu noel'den önce berlin'i ele geçirmiş olacak ve avrupa da ki savaşı bitirip pasifik cephesinde japonlara karşı daha da kuvvetli duruma geçecekti.
ancak bu harekatın onaylanmasında ki asıl etken doğu'dan durduralamaz bir biçim de ilerleyen sovyet kuvvetlerinden önce berlin'i ele geçirme fikridir.
harekatın planlayıcı olan general mareşal bernard montgomery bu planı müttefik orduları başkomutanı dwight eisenhower'a sunar. harekat planı muntazam ve cidden harikadır. ancak her harika plan da olduğu gibi risklerle doludur.
harekat planının orta ölçekte özeti :
daha iyi anlaşılmasını umduğum için (en azından istanbul da ki okuyucular açısından ) planı şöyle açıklıcam.
çorlu'yu ren nehri kabul edelim.çorlu'dan aşağısı 3.reich olsun.
silivri arnhem olsun.
büyükçekmece nijmegen olsun.
küçükçekmece de eindhowen.
avcılar'a da belçika - hollanda sınırı diyelim.
görev şudur.
red devils ( ingiliz hava indirme birimi ) arnhem ' e 12 km uzaklıkta yere inip nehir üzerinde ki köprüyü ele geçirip 2 gün boyunca tutacak.
-12 km uzağa inme nedeni planörlerin inişi için uygun arazi yapısının en müsait olduğu yerin burası olması dolayısıyladır-
82.hava indirme nijmegen'a 4 km uzağa inecek burda ki köprüyü ele geçirip 1 gün tutacak.
101. hava indirme eindhowen a inecek ve belçika - hollanda sınırı'dan akın gelen tank ve ağır silahlara yol açacaktır.
belçika - hollanda sınırı nda bulunan ingiliz tank yığınları arnhem'e eğer (64 mil) 2 günde ulaşabilir ve hala sağlam köprülerden geçebilirse harekat amacına kavuşmuş demektir.
monty de bunun garantisini einshower ' a vermiştir.
müttefik istihbarat raporlarına göre bölge de zayıf alman birlikleri bulunmaktadır.
yaşlılar çocuklar vb. askere alınmış ayak takımı.
ancak durum çok farklıdır. ve alman komuta kademesi harika üstü denilebilecek generallerle doludur.
von runstedt genel komutan olup savunmayı dizayn eden isim tam bir savunma ve karşı saldırı dahisi olan general walter model'dır.
ayrıca istihbarat raporlarında çocuk ve yaşlılardan oluşmakta denilen alman birlikleri dehşet verici waffen-ss lerden başka bişey değildir.
( waffen ss birlikleri ikinci dünya savaşının en korkulan ve kendisinden en çok çekinilen alman tümenleridir )
harekat başlar. eindhowen kısmında ingiliz 8. ve 11. kolorduların saldırısı ve 101 in hava indirme operasyonu gayet başarılıdır.
eindhowen alınır. monty nin birlikleri ilk 20 mil i sorunsuz aşar.
nijmegen da ise durum farklıdır. 82 nin saldırdığı köprülerden biri hava uçurulmuş diğerinin ise yanına bile yaklaşılamamıştır.
arnhem bölgesinde ise durum bambaşka bir biçimde seyretmektedir. albay frosty komutasında ki ingiliz hava indirme birlikleri önce tam bir çembere alınmış ve baya hırpalandıktan sonra tamamen esir alımıştır.
red devils a yardıma giden polonya hava indirme tugayı ise katliama uğramıştır.
(polonyalıların almanlara karşı makus talihidir sanki. katliama uğramak. 3 eylül 1939'da da kendileri alman tanklarına karşı atlı süvarilerle mızraklarla savaşmışlardı.ve yine katledilmişlerdi.)
82.hava indirme nijmegen da ki son köprüyü ele geçirir. ( almanlar köprüyü tam patlatıcak iken mekanizmasa sorun oluşmuş ve köprü hava uçmamıştır.kısa 82 bu köprüyü şansa ve devasa kayıplara borçludur)
nijmegen'i da geçen monty'nin tankları kıyasıya alman direnişi tarafından durdurulur.
(64 mil 2 günde aşılacaktı hatırlarsanız ancak monty daha nijmegen'a vardığın da 5. gündü)
arnhem de esir düsen albay frosty(adı daha sonra arnhem köprüsüne verildi) ile bağlantı kurulamaz. ve ingilizler sırf piyade desteği olmadan tanklar yürütülmez kuralı için birliklerini nijmegen da 3 gün daha bekletirler.
3. günün sonunda gelen piyadelerle birlikte saldırıya geçip onlar beklerken kat be kat daha güçlenen alman savunması tarafından haşat edilip geri çekilmeye başlarlar.
almanlar nijmegen'i geri alır. nijmegen da ki hollandalilar tam özgür olmuşkan bir daha işgale uğrar.amerikan birliklerine yardım eden kurşuna dizilir.
ve opersayon tam bir fiyaskoyla son bulur.
edit : imla ve beyin yakan benzetmeler. ama daha açıklayıcı nasıl anlatabilirim bilemedim. mobil den yazıldığı için imla çok beter olabilir.
operasyonun amacı kısaca belçika-hollanda sınırında kuzeye ilerleyerek eindhoven ve nijmegen'i işgal edip arnhem'de ren nehrine ulaşacak koridor yaratmaktı.
ren nehrine ulaşıldığı andan itibaren hem mevsimsel ve arazi şarlarının müsaitliği hem de bölgede herhangi bir dikkate değer alman unsurunun bulunmayışı nedeniyle ingiliz - amerikan koalisyonu noel'den önce berlin'i ele geçirmiş olacak ve avrupa da ki savaşı bitirip pasifik cephesinde japonlara karşı daha da kuvvetli duruma geçecekti.
ancak bu harekatın onaylanmasında ki asıl etken doğu'dan durduralamaz bir biçim de ilerleyen sovyet kuvvetlerinden önce berlin'i ele geçirme fikridir.
harekatın planlayıcı olan general mareşal bernard montgomery bu planı müttefik orduları başkomutanı dwight eisenhower'a sunar. harekat planı muntazam ve cidden harikadır. ancak her harika plan da olduğu gibi risklerle doludur.
harekat planının orta ölçekte özeti :
daha iyi anlaşılmasını umduğum için (en azından istanbul da ki okuyucular açısından ) planı şöyle açıklıcam.
çorlu'yu ren nehri kabul edelim.çorlu'dan aşağısı 3.reich olsun.
silivri arnhem olsun.
büyükçekmece nijmegen olsun.
küçükçekmece de eindhowen.
avcılar'a da belçika - hollanda sınırı diyelim.
görev şudur.
red devils ( ingiliz hava indirme birimi ) arnhem ' e 12 km uzaklıkta yere inip nehir üzerinde ki köprüyü ele geçirip 2 gün boyunca tutacak.
-12 km uzağa inme nedeni planörlerin inişi için uygun arazi yapısının en müsait olduğu yerin burası olması dolayısıyladır-
82.hava indirme nijmegen'a 4 km uzağa inecek burda ki köprüyü ele geçirip 1 gün tutacak.
101. hava indirme eindhowen a inecek ve belçika - hollanda sınırı'dan akın gelen tank ve ağır silahlara yol açacaktır.
belçika - hollanda sınırı nda bulunan ingiliz tank yığınları arnhem'e eğer (64 mil) 2 günde ulaşabilir ve hala sağlam köprülerden geçebilirse harekat amacına kavuşmuş demektir.
monty de bunun garantisini einshower ' a vermiştir.
müttefik istihbarat raporlarına göre bölge de zayıf alman birlikleri bulunmaktadır.
yaşlılar çocuklar vb. askere alınmış ayak takımı.
ancak durum çok farklıdır. ve alman komuta kademesi harika üstü denilebilecek generallerle doludur.
von runstedt genel komutan olup savunmayı dizayn eden isim tam bir savunma ve karşı saldırı dahisi olan general walter model'dır.
ayrıca istihbarat raporlarında çocuk ve yaşlılardan oluşmakta denilen alman birlikleri dehşet verici waffen-ss lerden başka bişey değildir.
( waffen ss birlikleri ikinci dünya savaşının en korkulan ve kendisinden en çok çekinilen alman tümenleridir )
harekat başlar. eindhowen kısmında ingiliz 8. ve 11. kolorduların saldırısı ve 101 in hava indirme operasyonu gayet başarılıdır.
eindhowen alınır. monty nin birlikleri ilk 20 mil i sorunsuz aşar.
nijmegen da ise durum farklıdır. 82 nin saldırdığı köprülerden biri hava uçurulmuş diğerinin ise yanına bile yaklaşılamamıştır.
arnhem bölgesinde ise durum bambaşka bir biçimde seyretmektedir. albay frosty komutasında ki ingiliz hava indirme birlikleri önce tam bir çembere alınmış ve baya hırpalandıktan sonra tamamen esir alımıştır.
red devils a yardıma giden polonya hava indirme tugayı ise katliama uğramıştır.
(polonyalıların almanlara karşı makus talihidir sanki. katliama uğramak. 3 eylül 1939'da da kendileri alman tanklarına karşı atlı süvarilerle mızraklarla savaşmışlardı.ve yine katledilmişlerdi.)
82.hava indirme nijmegen da ki son köprüyü ele geçirir. ( almanlar köprüyü tam patlatıcak iken mekanizmasa sorun oluşmuş ve köprü hava uçmamıştır.kısa 82 bu köprüyü şansa ve devasa kayıplara borçludur)
nijmegen'i da geçen monty'nin tankları kıyasıya alman direnişi tarafından durdurulur.
(64 mil 2 günde aşılacaktı hatırlarsanız ancak monty daha nijmegen'a vardığın da 5. gündü)
arnhem de esir düsen albay frosty(adı daha sonra arnhem köprüsüne verildi) ile bağlantı kurulamaz. ve ingilizler sırf piyade desteği olmadan tanklar yürütülmez kuralı için birliklerini nijmegen da 3 gün daha bekletirler.
3. günün sonunda gelen piyadelerle birlikte saldırıya geçip onlar beklerken kat be kat daha güçlenen alman savunması tarafından haşat edilip geri çekilmeye başlarlar.
almanlar nijmegen'i geri alır. nijmegen da ki hollandalilar tam özgür olmuşkan bir daha işgale uğrar.amerikan birliklerine yardım eden kurşuna dizilir.
ve opersayon tam bir fiyaskoyla son bulur.
edit : imla ve beyin yakan benzetmeler. ama daha açıklayıcı nasıl anlatabilirim bilemedim. mobil den yazıldığı için imla çok beter olabilir.
eğer insanlar maymundan geldiyse, şimdiki insanlar neden maymun olmuyor?
evimizde beslediğimiz fino cinsi köpekler kurtlardan, kediler kaplandan, çitadan yapay seçilimle evrimleşerek günümüzü kadar geldiğinde hem fikir miyiz? bu bilimsel bir şey, islam profesörü bile tutup da fino köpeği bu son haliyle var demiyor. 300 yıl önce fino köpek var mıydı, yoktu? o zaman fino köpek neden kurt olmuyor? o zaman kedi neden kaplan olmuyor?
kuzey kutbunda yaşayan ayılar bembeyaz şekilde yaratılmamıştır. oraya göç eden kahverengi ayılar arasında iklim şartlarına uyum sağlayanlar her nesilde daha da beyazlaşarak yaşamlarını sürdürebilmişlerdir.
afrikalıların siyah ırka sahip olmasının nedeni, güneşten mümkün olduğunca korunmak için binlerce yılda evrimleşmesinden, atletik vücuda sahip olmalarının nedeni vahşi hayvanlardan kolay kaçabilmek içindir. kuzeylilerin daha beyaz tenli olmalarının nedeni, doğuluların çekik gözlü evrimleşmelerinin nedeni de iklim ve çevre şartlarına binlerce yılda uyum sağlamalarından kaynaklıdır. tabi 10bin yıldır siyaha evrimleşen bir afrikalı insanın 100 yıldır kanada'da yaşıyor diye aniden beyazlaşmasını bekleyemeyiz.
insanların ağzının en arkasındaki 20'lik yaş dişleri neden şu anda gereksiz, kimisinde hiç çıkmıyor, kimisi de dişçiye gidip çektiriyor. çünkü binlerce yıl önce pişmiş ete ve yumuşak yemeklere ulaşım zor olduğundan dolayı bu dişlere ihtiyaç vardı ancak son yüzyıllarda ihtiyaç kalmadığı için vücut artık kendini evrimleştiriyor.
ayaklarımızdaki serçe parmaklar neden çok küçük, çünkü evrimin başında ayakkabı olmadığından daha hızlı koşabilip dengede kalabilmek için vücudun o parmağa ihtiyacı vardı. artık ihtiyacı yok. ayak serçe parmaklarının birkaç yüzyıla kadar tamamen yok olacağı öngörülüyor.
insanlar maymun kadar kıllı değil, cevabı ; giyinmeye öğrenen insanın artık çıplak gezmemesi, bu nedenle iklimden korunmak için bu kadar fazla kıla ihtiyaç duymaması. bunun da en az 8 bin yıllık geçmişi var.
insanlık bir şekilde on binlerce yıl daha hayatta kalabilirse, o anki şartlara göre çok değişik şekillere evrimleşebileceğimizi ön görmek gerekir.
tüm bu küçük zaman dilimlerindeki evrimleşmeler gerçekleşiyorsa, maymunun 10 milyar yılda proteinlerden evrimleştiğine, insanın ise 50-60 bin yılda maymundan evrimleştiğine de inanmak gerekir.
bonus: https://onedio.com/haber/evrim-teorisini-mizahsorluguyle-kanitlayan-kisiler-699768
evimizde beslediğimiz fino cinsi köpekler kurtlardan, kediler kaplandan, çitadan yapay seçilimle evrimleşerek günümüzü kadar geldiğinde hem fikir miyiz? bu bilimsel bir şey, islam profesörü bile tutup da fino köpeği bu son haliyle var demiyor. 300 yıl önce fino köpek var mıydı, yoktu? o zaman fino köpek neden kurt olmuyor? o zaman kedi neden kaplan olmuyor?
kuzey kutbunda yaşayan ayılar bembeyaz şekilde yaratılmamıştır. oraya göç eden kahverengi ayılar arasında iklim şartlarına uyum sağlayanlar her nesilde daha da beyazlaşarak yaşamlarını sürdürebilmişlerdir.
afrikalıların siyah ırka sahip olmasının nedeni, güneşten mümkün olduğunca korunmak için binlerce yılda evrimleşmesinden, atletik vücuda sahip olmalarının nedeni vahşi hayvanlardan kolay kaçabilmek içindir. kuzeylilerin daha beyaz tenli olmalarının nedeni, doğuluların çekik gözlü evrimleşmelerinin nedeni de iklim ve çevre şartlarına binlerce yılda uyum sağlamalarından kaynaklıdır. tabi 10bin yıldır siyaha evrimleşen bir afrikalı insanın 100 yıldır kanada'da yaşıyor diye aniden beyazlaşmasını bekleyemeyiz.
insanların ağzının en arkasındaki 20'lik yaş dişleri neden şu anda gereksiz, kimisinde hiç çıkmıyor, kimisi de dişçiye gidip çektiriyor. çünkü binlerce yıl önce pişmiş ete ve yumuşak yemeklere ulaşım zor olduğundan dolayı bu dişlere ihtiyaç vardı ancak son yüzyıllarda ihtiyaç kalmadığı için vücut artık kendini evrimleştiriyor.
ayaklarımızdaki serçe parmaklar neden çok küçük, çünkü evrimin başında ayakkabı olmadığından daha hızlı koşabilip dengede kalabilmek için vücudun o parmağa ihtiyacı vardı. artık ihtiyacı yok. ayak serçe parmaklarının birkaç yüzyıla kadar tamamen yok olacağı öngörülüyor.
insanlar maymun kadar kıllı değil, cevabı ; giyinmeye öğrenen insanın artık çıplak gezmemesi, bu nedenle iklimden korunmak için bu kadar fazla kıla ihtiyaç duymaması. bunun da en az 8 bin yıllık geçmişi var.
insanlık bir şekilde on binlerce yıl daha hayatta kalabilirse, o anki şartlara göre çok değişik şekillere evrimleşebileceğimizi ön görmek gerekir.
tüm bu küçük zaman dilimlerindeki evrimleşmeler gerçekleşiyorsa, maymunun 10 milyar yılda proteinlerden evrimleştiğine, insanın ise 50-60 bin yılda maymundan evrimleştiğine de inanmak gerekir.
bonus: https://onedio.com/haber/evrim-teorisini-mizahsorluguyle-kanitlayan-kisiler-699768
28 yaşına kadar bana öğretilen dogmatik bilgilerle ve 'fazla düşünmek günahtır' cümleleriyle beynimin işlemcisini fazla yormadan, hiç bir cuma namazını ıskalamadan dinimi güzelce yaşarken, bilgi kaynaklarına ulaşımın kolaylaşması ile beraber bir çok makale, tartışmaları okuma, belgeselleri, araştırmaları takip etme fırsatı buldum. ayrıca dini kitapları da tarafsız bir şekilde okuyarak kararımı verdim. sonsuz evrende kesinlikle din diye bir şey yoktur. din, insanların iç huzuru bulması, dünyadaki haksızlıklarla hesaplaşamayanların topu diğer tarafa atmak için yine insanlar tarafından icat edilen bir olgudur. bir karınca bizim için ne kadar önemsizse biz evren için çok daha önemsiz gelip geçici varlıklarız. zaten gelişmiş varlıklar olsaydık madde ile beden ile işimiz olmaz salt akıl halinde yaşardık. dini reddetmek ruhu reddetmek anlamına da gelmez. kuzey kore, japonya, çin gibi bir çok felsefe ruhu geliştirmek üzerine kurulmuştur. bu felsefelerin amaçları ruhu olabildiğince besleyip bir sonraki yaşam alanımızda konforlu bir şekilde yaşamaktır. bir sonraki geçtiğimiz alemde bizden 1milyon kat daha zeki ışınsal varlıklar için fino köpek kıvamında yaratıklar olma ihtimalimiz de yüksektir.
edit: beklenildiği gibi aşağıya konu hakkında en ufak bilgisi olmayan yazarlar gelmiş. öncelikle din olmadığını anlamak bir yaratıcı olmadığı fikrine denk gelmez. din olmadan yaratıcı kabul etmek veya yaratıcının evrenin kendisi olduğunu kabul etmek gibi birbirinden farklı 10'larca teori mevcuttur. bknz. http://onedio.com/haber/bilmekte-fayda-var-tanri-nin-varligina-dair-cesitli-fikirleri-savunan-15-felsefi-yaklasim-696304 . zaten evrende din olmadığını fark etme eşiğini aşan bir kişi 'bugünkü teknolojiye rağmen' lafını kullanmaya tenezzül bile etmez çünkü zaten evrende bok böceğinden farksız ilkel varlıklar olduğumuzu, hiç de üstün ırk falan olmadığımızı çoktan çözmüştür. insanlığın tümü, gelişmiş bir ırkın çekirdek çitleyerek izlediği bir kaç günlük bir truman show'u da olabilir, ya da gelişmiş bir ırktaki bir babanın çocuğuna hediye ettiği bir karınca çiftliği de olabilriz, biz nasıl araba kullanırken direksiyondaki bakterileri umursamıyorsak, bazı ırklar için umursanmayacak ve iletişime geçilmeyecek kadar önemsiz varlıklar olabiliriz. tüm bunları açıklayan paradoksa da fermi paradoksu denir. link https://tr.wikipedia.org/wiki/Fermi_paradoksu .
edit: beklenildiği gibi aşağıya konu hakkında en ufak bilgisi olmayan yazarlar gelmiş. öncelikle din olmadığını anlamak bir yaratıcı olmadığı fikrine denk gelmez. din olmadan yaratıcı kabul etmek veya yaratıcının evrenin kendisi olduğunu kabul etmek gibi birbirinden farklı 10'larca teori mevcuttur. bknz. http://onedio.com/haber/bilmekte-fayda-var-tanri-nin-varligina-dair-cesitli-fikirleri-savunan-15-felsefi-yaklasim-696304 . zaten evrende din olmadığını fark etme eşiğini aşan bir kişi 'bugünkü teknolojiye rağmen' lafını kullanmaya tenezzül bile etmez çünkü zaten evrende bok böceğinden farksız ilkel varlıklar olduğumuzu, hiç de üstün ırk falan olmadığımızı çoktan çözmüştür. insanlığın tümü, gelişmiş bir ırkın çekirdek çitleyerek izlediği bir kaç günlük bir truman show'u da olabilir, ya da gelişmiş bir ırktaki bir babanın çocuğuna hediye ettiği bir karınca çiftliği de olabilriz, biz nasıl araba kullanırken direksiyondaki bakterileri umursamıyorsak, bazı ırklar için umursanmayacak ve iletişime geçilmeyecek kadar önemsiz varlıklar olabiliriz. tüm bunları açıklayan paradoksa da fermi paradoksu denir. link https://tr.wikipedia.org/wiki/Fermi_paradoksu .
azerbaycan'ın ermenistana yürüyüşünü destekliyorum an itibari ile karabağ da ermenistan elinde bulunan tepeleri ele geçirmiş ve 100 ermeni askerini yok etmiştir. inşallah karabağ ı ele geçirir türkiye azerbaycan birleşir
suleyman demirel'in bir soyleside anlattigi fikra:
"osmanlı döneminde, yolsuzlukları ile ünlü karakuşi adında bir kadı varmış. bir gün karakuşi kadı, bir fırının önünden geçerken, burnuna güzel bir koku gelmiş. vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen nefis bir ördek duruyor. karakuşi kadı, fırıncıya 'ben bunu aldım' demiş.
kadıya itiraz edilir mi? fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş.
az sonra ördeğin sahibi gelmiş: 'hani bizim ördek?' diye sormuş.
fırıncı boynunu büküp 'uçtu' deyince, iş kavgaya dönüşmüş. kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarmış; korkusundan kaçmaya başlamış. gayrimüslim vatandaş da peşinde koşuyor.
duvardan atlarken, öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmez mi! kadın oracıkta düşük yapmış; kocası da fırıncının peşine düşmüş. fırıncının çarpıp devirdiği yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...
sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler, hepsini yakalayarak karakuşi kadı'nın karşısına çıkarmışlar.
ördeğin sahibi, 'bu adam ördeğimi hiç etti' diye şikâyet etmiş.
kadı, fırıncıya sormuş: 'ne yaptın bu adamın ördeğini?'
fırıncı 'uçtu' demiş.
kadı, kara kaplı defterini açmış: 'ördeğin karşısında tayyar yazılı. tayyar 'uçar' anlamına gelir. o halde ördeğin uçması suç değil'
diyerek fırıncının beraatına karar vermiş.
gözü çıkan gayrimüslim vatandaşın şikâyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş: 'her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslüman'ın tek gözü çıkarıla...'
karakuşi kadı, 'şimdi' demiş, 'fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.'
tabii gayrimüslim şikâyetinden hemen vazgeçmiş.
çocuğunu kaybeden kadının kocasına da, karakuşi kadı, 'karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.' diye hüküm kesmiş
böyle olunca adam da, şikâyetini anında geri almış.
kadı yahudi'ye sormuş: 'senin şikâyetin ne?
yahudi ellerini açmış, 'ne diyeyim kadı efendi' demiş, 'adaletinle bin yaşa sen, e mi !'
fıkraları pek seven politikacımız, hikâyeyi anlattıktan sonra kendisini dinleyen topluluğa dönerek, kıssadan hisse çıkarmış: "ananı öpen, kadı ise, kime şikâyet edeceksin?"
"osmanlı döneminde, yolsuzlukları ile ünlü karakuşi adında bir kadı varmış. bir gün karakuşi kadı, bir fırının önünden geçerken, burnuna güzel bir koku gelmiş. vitrinde güveç içinde nar gibi kızarmış, sahibini bekleyen nefis bir ördek duruyor. karakuşi kadı, fırıncıya 'ben bunu aldım' demiş.
kadıya itiraz edilir mi? fırıncı hemen ördeği paket yapıp vermiş.
az sonra ördeğin sahibi gelmiş: 'hani bizim ördek?' diye sormuş.
fırıncı boynunu büküp 'uçtu' deyince, iş kavgaya dönüşmüş. kavga sırasında fırıncı, araya giren bir gayrimüslim müşterinin gözünü çıkarmış; korkusundan kaçmaya başlamış. gayrimüslim vatandaş da peşinde koşuyor.
duvardan atlarken, öteki taraftaki hamile bir kadının üstüne düşmez mi! kadın oracıkta düşük yapmış; kocası da fırıncının peşine düşmüş. fırıncının çarpıp devirdiği yahudi bir vatandaş da kızıp peşlerine takılmış...
sonunda duruma müdahale eden zaptiyeler, hepsini yakalayarak karakuşi kadı'nın karşısına çıkarmışlar.
ördeğin sahibi, 'bu adam ördeğimi hiç etti' diye şikâyet etmiş.
kadı, fırıncıya sormuş: 'ne yaptın bu adamın ördeğini?'
fırıncı 'uçtu' demiş.
kadı, kara kaplı defterini açmış: 'ördeğin karşısında tayyar yazılı. tayyar 'uçar' anlamına gelir. o halde ördeğin uçması suç değil'
diyerek fırıncının beraatına karar vermiş.
gözü çıkan gayrimüslim vatandaşın şikâyetine de kara kaplı defterden bir madde bulmuş: 'her kim, gayrimüslimin iki gözünü çıkara, o müslüman'ın tek gözü çıkarıla...'
karakuşi kadı, 'şimdi' demiş, 'fırıncı senin öbür gözünü de çıkaracak, biz de onun tek gözünü çıkaracağız.'
tabii gayrimüslim şikâyetinden hemen vazgeçmiş.
çocuğunu kaybeden kadının kocasına da, karakuşi kadı, 'karını vereceksin, bu adam yerine yeni çocuk koyacak.' diye hüküm kesmiş
böyle olunca adam da, şikâyetini anında geri almış.
kadı yahudi'ye sormuş: 'senin şikâyetin ne?
yahudi ellerini açmış, 'ne diyeyim kadı efendi' demiş, 'adaletinle bin yaşa sen, e mi !'
fıkraları pek seven politikacımız, hikâyeyi anlattıktan sonra kendisini dinleyen topluluğa dönerek, kıssadan hisse çıkarmış: "ananı öpen, kadı ise, kime şikâyet edeceksin?"
çok eğlenceli bir klip olmuş. yeni türkiye'nin lideri'ni alman'lar güzel anlatmış.
gerçi hemen harekete geçilmiş konsolos bir azar yemiş ama.
gerçi hemen harekete geçilmiş konsolos bir azar yemiş ama.
"eğer bir gün benim sözlerim bilimle ters düşerse bilimi seçin." türkiye cumhuriyeti kurucusu mustafa kemal atatürk
"bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen, kaderlerini ve hayatlarını falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacıların ellerine bırakan insanlardan meydana gelmiş bir topluluğa bir millet gözüyle bakılabilir mi?" türkiye cumhuriyeti kurucusu mustafa kemal atatürk
"bir takım şeyhlerin, dedelerin, seyyitlerin, çelebilerin, babaların, emirlerin arkasından sürüklenen, kaderlerini ve hayatlarını falcılara, büyücülere, üfürükçülere, muskacıların ellerine bırakan insanlardan meydana gelmiş bir topluluğa bir millet gözüyle bakılabilir mi?" türkiye cumhuriyeti kurucusu mustafa kemal atatürk
kırım savaşı, 4 ekim 1853-30 mart 1856 tarihleri arasındaki osmanlı-rus savaşıdır. birleşik krallık, fransa ve piyemonte-sardinya'nın osmanlı tarafında savaşa dâhil olmasıyla savaş, avrupalı devletlerin rusya'yı avrupa ve akdeniz dışında tutmak amacıyla verdiği bir savaş halini almıştır. savaş, müttefik güçlerinin zaferiyle sonuçlanmıştır.
rusya'nın istanbul'da görevli elçisi aleksandr mençikof isteklerinin reddedilmesi üzerine 19 mayıs 1853'te istanbul'dan ayrıldı. rus orduları savaş dahi ilan etmeden 22 haziran 1853'de eflak ve boğdan'ı işgale başladılar. çar ı. nikolay, bu hareketinin bir savaş başlangıcı kabul edilmemesi gerektiğini açıkladı ve bu teşebbüsün bir güvenlik tedbiri olduğunu belirtti. ancak, bu durum avrupa'nın statüsünü değiştirmeye yönelikti. bunun üzerine avusturya'nın teklifi ile viyana'da bir konferans toplandı. fakat toplantıdan sonuç alınamadı. bu sırada istanbul'da, rusya'ya karşı savaş ilanı için halk padişaha baskı yapmaya başladı. 4 ekim 1853'te rusya'ya bir nota verildi ve eflak ile boğdan'ın 15 gün içinde boşaltılması istendi. rusya bu notaya kayıtsız kaldı ve tanınan sürenin sonunda savaş fiilen başladı.
savaşın başlangıcında osmanlı ordusu balkanlar'da başarılı oldu. fakat batum'a yardım götüren osmanlı donanması 30 kasım 1853'te rus donanması tarafından sinop açıklarında batırıldı. rusların bu ani hareketi ve karadeniz'de durum üstünlüğü sağlamaları boğazlar'ı ve istanbul'u tehlikeye düşürdü. bu durum avrupa devletlerini endişelendirdi. birleşik krallık ve fransa devreye girerek tarafları uzlaştırmak istedi, ancak yapılan teklifi rusya reddetti. bunun üzerine fransa ve birleşik krallık, rusya'ya bir ültimatom verdiler ve taraflardan şu isteklerde bulundular:
eflak ve boğdan'dan çekilmesi;
osmanlı devletinin ülke bütünlüğüne riayet etmesi;
ortodoksların himayeciliği iddiasından vazgeçmesi.
osmanlı devleti'nden;
vatandaşlarına eşit haklar tanıması ve tatbik etmesi;
hristiyanlara olumsuz muamelede bulunulmaması;
karma mahkemeler kurulması;
hristiyan tebaadan vergi alınmaması talep edildi.
çar, ültimatomu ve istekleri kabul etmedi ve rus ordusuna tuna nehrini geçerek ilerleme emrini verdi. birleşik krallık ve fransa, 12 mart 1854'te rusya'ya savaş ilan ettiler.
birleşik krallık ve fransa, osmanlı devleti lehine savaşa girerken avrupa kamuoyunu tatmin edecek ve özel menfaatler sağlayacak tedbirleri almayı da ihmal etmediler. bu maksatla 12 mart 1854'te istanbul'da; 10 mayıs 1854'te londra'da ve 14 haziran 1854'te avusturya ile antlaşmalar imzaladılar. avusturya ile yapılan antlaşma tuna eyaletlerinin rus ordusundan boşaltılmasını öngörüyordu ve avusturya, gerekirse asker göndermeyi taahhüt etmekteydi. bu nedenle 15 mart 1855'te sardinya krallığı da ittifaka katıldığını açıkladı.
savaş devam ederken osmanlı ülkesinin epir, etolya ve teselya eyaletlerinde rum halkının isyan hareketleri başladı. yapılan ikazlar dikkate alınmadı ve bunun üzerine fransızlar pire limanına asker çıkararak yunanistan'ı abluka altına aldılar. bu hareket yunanistan'ı tarafsızlığa mecbur etti ve rusya da bir müttefikini kaybetti.
savaş; tuna, kafkas ve karadeniz'de yoğunluk kazandı. tuna cephesinde durum önce osmanlılar lehine gelişti. fakat bir süre sonra rus ordusu silistre'ye kadar ilerledi (silistre kuşatması). bunun üzerine britanyalılar ve fransızlar gelibolu yarımadasına asker çıkardılar. çıkan birlikler varna'ya sevk edildi. bu sırada avusturya da rusya'yı baskı altına aldı. rus ordusu silistre önlerinden çekilmeye mecbur kaldı. müteakiben de eflak ve boğdan'ı tahliye ederek savunmaya geçti. rus ordusu'nu takibe başlayan serdar-ı ekrem müşir ömer paşa komutasındaki osmanlı ordusu ağustos ayında bükreş ve ibriş'e girdi. seferberlik ilan eden ve rus ordusu'na saldıran avusturya ordusu da yaş kentine girdi.
müttefikler, rusya'yı barışa zorlamak için kırım yarımadasında da bir cephe açmaya karar verdiler. 20 eylül 1854'te 30 bin fransız, 21 bin britanyalı ve 60 bin osmanlı askerinden oluşan müttefik kuvveti 89 harp ve 267 nakliye gemisiyle kırım'a çıkarıldı. ancak kırım savaşı düşünüldüğü gibi kısa sürede tamamlanamadı. 1855 ilkbaharında 140 bin kişilik bir müttefik kuvveti daha bölgeye çıkarıldı. ruslar mağlup oldu ve çekilmek zorunda kaldılar. kafkas cephesinde ise ruslar başarı kazandılar ve kars'ı ele geçirmeye muvaffak oldular. bu sırada çar ı. nikolay öldü, yerine geçen ıı. aleksandr barış istemek zorunda kaldı. barış şartları avusturya tarafından kendisine verilen bir ültimatomla bildirildi. ıı. aleksandr istenen şartları esas tutarak barış teklifini kabul etti. önce 15 mayıs'tan 14 haziran 1855'e kadar viyana'da barış için hazırlık görüşmeleri yapıldı ve paris konferansı esasları tespit edildi. rusya ile osmanlı devleti, birleşik krallık ve fransa arasında paris antlaşması'nın imzalanmasıyla savaş sona erdi.
rusya'nın istanbul'da görevli elçisi aleksandr mençikof isteklerinin reddedilmesi üzerine 19 mayıs 1853'te istanbul'dan ayrıldı. rus orduları savaş dahi ilan etmeden 22 haziran 1853'de eflak ve boğdan'ı işgale başladılar. çar ı. nikolay, bu hareketinin bir savaş başlangıcı kabul edilmemesi gerektiğini açıkladı ve bu teşebbüsün bir güvenlik tedbiri olduğunu belirtti. ancak, bu durum avrupa'nın statüsünü değiştirmeye yönelikti. bunun üzerine avusturya'nın teklifi ile viyana'da bir konferans toplandı. fakat toplantıdan sonuç alınamadı. bu sırada istanbul'da, rusya'ya karşı savaş ilanı için halk padişaha baskı yapmaya başladı. 4 ekim 1853'te rusya'ya bir nota verildi ve eflak ile boğdan'ın 15 gün içinde boşaltılması istendi. rusya bu notaya kayıtsız kaldı ve tanınan sürenin sonunda savaş fiilen başladı.
savaşın başlangıcında osmanlı ordusu balkanlar'da başarılı oldu. fakat batum'a yardım götüren osmanlı donanması 30 kasım 1853'te rus donanması tarafından sinop açıklarında batırıldı. rusların bu ani hareketi ve karadeniz'de durum üstünlüğü sağlamaları boğazlar'ı ve istanbul'u tehlikeye düşürdü. bu durum avrupa devletlerini endişelendirdi. birleşik krallık ve fransa devreye girerek tarafları uzlaştırmak istedi, ancak yapılan teklifi rusya reddetti. bunun üzerine fransa ve birleşik krallık, rusya'ya bir ültimatom verdiler ve taraflardan şu isteklerde bulundular:
eflak ve boğdan'dan çekilmesi;
osmanlı devletinin ülke bütünlüğüne riayet etmesi;
ortodoksların himayeciliği iddiasından vazgeçmesi.
osmanlı devleti'nden;
vatandaşlarına eşit haklar tanıması ve tatbik etmesi;
hristiyanlara olumsuz muamelede bulunulmaması;
karma mahkemeler kurulması;
hristiyan tebaadan vergi alınmaması talep edildi.
çar, ültimatomu ve istekleri kabul etmedi ve rus ordusuna tuna nehrini geçerek ilerleme emrini verdi. birleşik krallık ve fransa, 12 mart 1854'te rusya'ya savaş ilan ettiler.
birleşik krallık ve fransa, osmanlı devleti lehine savaşa girerken avrupa kamuoyunu tatmin edecek ve özel menfaatler sağlayacak tedbirleri almayı da ihmal etmediler. bu maksatla 12 mart 1854'te istanbul'da; 10 mayıs 1854'te londra'da ve 14 haziran 1854'te avusturya ile antlaşmalar imzaladılar. avusturya ile yapılan antlaşma tuna eyaletlerinin rus ordusundan boşaltılmasını öngörüyordu ve avusturya, gerekirse asker göndermeyi taahhüt etmekteydi. bu nedenle 15 mart 1855'te sardinya krallığı da ittifaka katıldığını açıkladı.
savaş devam ederken osmanlı ülkesinin epir, etolya ve teselya eyaletlerinde rum halkının isyan hareketleri başladı. yapılan ikazlar dikkate alınmadı ve bunun üzerine fransızlar pire limanına asker çıkararak yunanistan'ı abluka altına aldılar. bu hareket yunanistan'ı tarafsızlığa mecbur etti ve rusya da bir müttefikini kaybetti.
savaş; tuna, kafkas ve karadeniz'de yoğunluk kazandı. tuna cephesinde durum önce osmanlılar lehine gelişti. fakat bir süre sonra rus ordusu silistre'ye kadar ilerledi (silistre kuşatması). bunun üzerine britanyalılar ve fransızlar gelibolu yarımadasına asker çıkardılar. çıkan birlikler varna'ya sevk edildi. bu sırada avusturya da rusya'yı baskı altına aldı. rus ordusu silistre önlerinden çekilmeye mecbur kaldı. müteakiben de eflak ve boğdan'ı tahliye ederek savunmaya geçti. rus ordusu'nu takibe başlayan serdar-ı ekrem müşir ömer paşa komutasındaki osmanlı ordusu ağustos ayında bükreş ve ibriş'e girdi. seferberlik ilan eden ve rus ordusu'na saldıran avusturya ordusu da yaş kentine girdi.
müttefikler, rusya'yı barışa zorlamak için kırım yarımadasında da bir cephe açmaya karar verdiler. 20 eylül 1854'te 30 bin fransız, 21 bin britanyalı ve 60 bin osmanlı askerinden oluşan müttefik kuvveti 89 harp ve 267 nakliye gemisiyle kırım'a çıkarıldı. ancak kırım savaşı düşünüldüğü gibi kısa sürede tamamlanamadı. 1855 ilkbaharında 140 bin kişilik bir müttefik kuvveti daha bölgeye çıkarıldı. ruslar mağlup oldu ve çekilmek zorunda kaldılar. kafkas cephesinde ise ruslar başarı kazandılar ve kars'ı ele geçirmeye muvaffak oldular. bu sırada çar ı. nikolay öldü, yerine geçen ıı. aleksandr barış istemek zorunda kaldı. barış şartları avusturya tarafından kendisine verilen bir ültimatomla bildirildi. ıı. aleksandr istenen şartları esas tutarak barış teklifini kabul etti. önce 15 mayıs'tan 14 haziran 1855'e kadar viyana'da barış için hazırlık görüşmeleri yapıldı ve paris konferansı esasları tespit edildi. rusya ile osmanlı devleti, birleşik krallık ve fransa arasında paris antlaşması'nın imzalanmasıyla savaş sona erdi.
ileride bir gün yapmayı hayal ettiğim ve hatta yapacağıma canı gönülden inandığım dönüş. bizler doğaya aitiz sanayileşmeyle özellikle son 100 yılda beton blokların arasına sıkışıp kaldık ve bu betonlaşma hızla artarak devam ediyor. bu gidişata bir dur demezsek doğanın diğer sahipleri hayvanlar ve bitkiler için yaşanılacak bir alan bırakmayacağız
direnişin her halinin güzel olması
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?