bir mavi film yapimi olup guven kirac,haluk bilginer,derya alabora gibi isimlerinde yer aldigi zeki demirkubuzun yazip yonettigi olaganustu film.
masumiyet
(bkz: masum)
haluk bilginer ile güven kıracın çilingir sofrası esnasında, haluk bilginerin mükemmel tiradının bulunduğu film.
fındıkın yatağının altına inşa ettiği şaheserden sonra yüzüme bakarken gözlerinde gördüğüm ifade. her seferinde kendisini camdan atmama engel olmuştur.
(bkz: buyudukce ozlenen seyler)
bir deli gömleği şarkısı.
seviştiğin kadının söylediği şeyin yalan olduğunun anlaşılması sonrası yataktan hızlıca çıkıp bir an nefes alamayıp pencereye gidişin ve sert bir dönüş ile göreceğin ilk çarpışmadır,masumiyet.çıplaklığının temizliği ile dudaklarını kıvırıp iç yakıcı bir yüz ifadesi.ve sonrasında hepimiz masum değiliz dedirtten anlayışı getiren durum.
zeki demirkubuzun son filmi kaderde anlatılan hikaye masumiyet filminde haluk bilginerin güven kıraça anlattığı hikayeyi yalanlar.yani derya alabora ile nasıl tanıştıkları ve devaminın nasıl geliştiği kader filminde tamamen farklıdır.zeki demirkubuzun izlediğim ilk filmidir,masumiyet ama oyunculardan mı,senaryodan mı,bilmem kadere oranla daha iyidir.halbuki masumiyet daha dar bir oyuncu ve hikaye alanı içinde geçmektedir,ama kader filmindeki sıkıcı otobüs yolculukları yoktur.gerçek şu ki bir filme oyuncalar çok şey katmaktadır.mesala kaderde otel sahibini erkan can canlandırır ve perdede ki yansıması harikadır.büyük bir olgunluk gösterisine dönüşüyor.masumiyet yönetmenin üçleme çalışmasının ilk filmidir ayrıca.
o mükemmel tirad için:
-çocuk neden sakat abi?
-doğuştan... doğuştan denmez aslında. hamileyken babasından ağır bi dayak yemiş.
-babası nerde?
-sinop’ta
-hapishanedeki? geçen gün uğur ablayı hapishaneye giderken gördüm...
-sevgilisi...
-onun için mi bu şehirdesiniz? ha?
-uzun hikaye karışık... bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapı’da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bi adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan... bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi şeyler. bi de zagor vardı. (burda müzik girer) bizim eski evin kiracısının oğlu. babası filimciydi yeşilçamda. cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. ama sevimli, yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte. ne bok varsa? hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı... sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan... nikahlandık. iki taksi bi dükkan verdi peder. dükkanda koltuk moltuk satardım. bi gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bi etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar... pırlanta anlayacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabii taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bi soruşturma... dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagor’a kesikmiş. zagor’da kaftiden içerde o sıra. bi gün, süslenmiş püslenmiş; zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı; minibüs otobüs, geldik sağmalcılar’a; benim içimde bi sıkıntı. işi anladım tabii: zagor’u ziyarete gidiyo. bi tuhaf oldum, piçi de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk; kaçmış bunnar. altı ay mı bi sene mi; kayıp. hep rüyalarıma girerdi orospu. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldum. sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor: biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle... önce öldü dediler zagor’a, sonra komalık. ankara’da oluyor bunnar. bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bi sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyo. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornaya değmiş gibi oldu. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi surat... ama bu sefer başka güzel orospu. oranın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagor’a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya bizde, “nasıl?” diye sormuş bulunduk. orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bişey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! işte o gün bu günden beri bu orospuyla tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagor’a müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki piç! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs; o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyo. orospu da peşinden. sonunda dayanamadım: ben de onun peşinden... önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu durmuyo hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyo milletin altına. gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagor’a bakarız: yok. kancık köpek gibi izini sürüyo itin. n’aptı buna annamadım. kaç defa dönüp gittim istanbul’a. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kar etmedi. her seferinde yine peşinde buldum kendimi. bi keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile... beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, ohh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyo. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyo başka bişe demiyo. sinop’ta oluyo bunnar. ben de döndüm istanbul’a. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyo gene; o haliyle kalk git sen diyarbakır’a, üç gün ortadan kaybol... herif kafayı yiyo tabii. dönünce bi dayak buna: eşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden. sonra çocuğu doğuruyo. uzun zaman anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyo herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakır’a, zagor’un peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyo da şikayet etmiyo. ben o ara istanbul’da taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagor’un diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıra. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım: karlı dağlar geçiyo. bi daa açtım, başımda bi çocuk, kalk abi, diyarbakır’a geldik diyo. baktım, sahiden diyarbakır’dayım. bi soruşturma... kale mahallesi vardır oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiç bişe demedik. o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte. hııh!
bu tirad izlediğim filmler içinde beni en etkileyen ve ağzımı açıkta bırakan gerçekten haluk bilginer in ne kadar büyük bi oyuncu olduğunu kanıtlaması açısından da çok önemli olan bi tirattır.film insanın içini burkar,hatta insana böyle iç organları her biri ayrı ayrı bi el tarafından sıkılıyo hissi verir.ve eğer güzel bi ortam ve zamanlama ayarlanırsa,olayların öncesinin anlatıldığı yine bi demirkubuz filmi olan kader le ardarda izlenmesi combo yapmak gibi olacaktır.filmin sonu ise kabaca değerlendirirsek basit bi kurguyla sonuçlanmış hatta önceden tahmin edilebilir gibi gelse de aslında kendinizi filme o kadar kaptırmış halde buluyosunuz ki filmin sonunda "nasıl yaa" şeklinde mal gibi jeneriğin akışını izliyo oluyorsunuz.
-çocuk neden sakat abi?
-doğuştan... doğuştan denmez aslında. hamileyken babasından ağır bi dayak yemiş.
-babası nerde?
-sinop’ta
-hapishanedeki? geçen gün uğur ablayı hapishaneye giderken gördüm...
-sevgilisi...
-onun için mi bu şehirdesiniz? ha?
-uzun hikaye karışık... bu kaltakla aynı mahallede büyüdük. mevlanakapı’da. babası zabıtaydı. alkolik hasta bi adamdı rahmetli, erkenden de gitti zaten. bu anasıyla yoksul, perişan... bizim tuzumuz kuruydu, hacı babam yapmış bi şeyler. bi de zagor vardı. (burda müzik girer) bizim eski evin kiracısının oğlu. babası filimciydi yeşilçamda. cepçilik, arpacılık, her yol vardı itte. ama sevimli, yakışıklı oğlandı. bizimkine aşık etmiş kendini. ben efendi oğlanım, okul mokul takılıyorum o zamanlar. öylece büyüdük gittik işte. ne bok varsa? hep askerliği beklerdim. dört sene kaldı, üç sene kaldı... sonunda o da geldi gittik. bizde de herkes bunu bekliyormuş; gelir gelmez yapıştılar yakama. ev düzüldü, kız bulundu, çeyiz falan filan... nikahlandık. iki taksi bi dükkan verdi peder. dükkanda koltuk moltuk satardım. bi gün bu orospu çıkageldi. hiç unutmam, görür görmez cız etti içim. böyle basma bi etek dizine kadar, çorap yok, üstünde açık bi bluz, saçlar maçlar... pırlanta anlayacağın. şunun bunun fiyatını sordu, dalga geçti benimle. kanıma girdi o gün. tabii taktım ben bunu kafaya. ertesi gün bi soruşturma... dediklerine göre yemeyen kalmamış mahallede. ama asıl zagor’a kesikmiş. zagor’da kaftiden içerde o sıra. bi gün, süslenmiş püslenmiş; zırt geçti dükkanın önünden. yazıldım peşine. tuhafiyeciye gitti, pastaneden çıktı; minibüs otobüs, geldik sağmalcılar’a; benim içimde bi sıkıntı. işi anladım tabii: zagor’u ziyarete gidiyo. bi tuhaf oldum, piçi de kıskandım. uzatmayalım çaresiz evlendik ötekiyle. o ara zagor içerden çıktı. sonra bi duyduk; kaçmış bunnar. altı ay mı bi sene mi; kayıp. hep rüyalarıma girerdi orospu. o gün dükkana gelişini hiç unutamadım. benimkine bile dokunamaz oldum. sonra bi daha duyduk ki iki kişiyi deşmiş zagor: biri polis, ikisinin de gırtlağını kesmiş. karakolda beş gün beş gece işkence buna. arkadaşlarının öcünü alıyorlar. kaltağa da öyle... önce öldü dediler zagor’a, sonra komalık. ankara’da oluyor bunnar. bizimki bi gün çıkageldi mahalleye. zagor içerde, en iyisinden müebbet. bi sabah dükkana geldim, baktım bu oturuyo. önce tanıyamadım. anlayınca içim cız etti. cız etti de ne? tornaya değmiş gibi oldu. çökmüş, zayıflamış, bembeyaz bi surat... ama bu sefer başka güzel orospu. oranın şarkıları gibi. kalktı böyle, dimdik konuşmaya başladı. dedi para lazım, çok para. zagor’a avukat tutacakmış. ilerde öderim dedi. esnafız ya bizde, “nasıl?” diye sormuş bulunduk. orospuluk yaparım dedi, istersen metresin olurum. içime bişey oturdu ağlamaya başladım, ama ne ağlamak! işte o gün bu günden beri bu orospuyla tam yirmi yıl geçti. uzatmayalım, zagor’a müebbet verdiler. ama rahat durmaz ki piç! ha birini şişledi, ha firara teşebbüs; o şehir senin bu şehir benim, cezaevlerini gezip duruyo. orospu da peşinden. sonunda dayanamadım: ben de onun peşinden... önce dükkan gitti, ardından taksiler. karı terk etti, peder kapıları kapadı. yunus gibi aşk uğruna düştük yollara. iş bilmem, zanaat yok. bu durmuyo hiç. ilk yıllar ufak kahpeliklere başladı, sonra alıştı. gözünü yumup yatıyo milletin altına. gel dönelim diye çok yalvardım. evlenelim, pederi kandırırım, zagor’a bakarız: yok. kancık köpek gibi izini sürüyo itin. n’aptı buna annamadım. kaç defa dönüp gittim istanbul’a. yeminler ettim. doktorlar, hocalar kar etmedi. her seferinde yine peşinde buldum kendimi. bi keresinde döndüm, biriyle evlenmiş bu, hamile... beni abisiyim diye yutturduk herife. nedense rahatladım, ohh dedim, kurtuluyorum. bu da akıllanmış görünüyo. yüzü gözü düzelmiş, çocuk diyo başka bişe demiyo. sinop’ta oluyo bunnar. ben de döndüm istanbul’a. doğumuna yakın, zagor bi isyana karışıyor gene. hemen paketleyip diyarbakır cezaevine postalıyorlar. çok geçmeden bizimki depreşiyo gene; o haliyle kalk git sen diyarbakır’a, üç gün ortadan kaybol... herif kafayı yiyo tabii. dönünce bi dayak buna: eşek sudan gelinceye kadar. kızın sakatlığı bu yüzden. sonra çocuğu doğuruyo. uzun zaman anlaşılmamış. ortaya çıkınca bi gece esrarı çekip takıyo herife bıçağı. çocuğu da alıp vın diyarbakır’a, zagor’un peşine. allahtan herif delikanlı çıkıyo da şikayet etmiyo. ben o ara istanbul’da taksiden yolumu buluyorum. epey bi zaman böyle geçti. yine her gece rüyalarımda bu. zagor’un diyarbakır cezaevinde olduğunu duymuştum o sıra. bi gece bi büyükle eve geldim. hepsini içtim. zurnayım tabi. bi ara gözümü açıp baktım: karlı dağlar geçiyo. bi daa açtım, başımda bi çocuk, kalk abi, diyarbakır’a geldik diyo. baktım, sahiden diyarbakır’dayım. bi soruşturma... kale mahallesi vardır oranın, bi gecekonduda buldum, malımı bilmez miyim? görünce hiç şaşırmadı. hiç bişe demedik. o gece oturup düşündüm. oğlum bekir dedim kendi kendime, yolu yok çekeceksin. isyan etmenin faydası yok, kaderin böyle, yol belli, eğ başını, usul usul yürü şimdi. o gün bugün usul usul yürüyorum işte. hııh!
bu tirad izlediğim filmler içinde beni en etkileyen ve ağzımı açıkta bırakan gerçekten haluk bilginer in ne kadar büyük bi oyuncu olduğunu kanıtlaması açısından da çok önemli olan bi tirattır.film insanın içini burkar,hatta insana böyle iç organları her biri ayrı ayrı bi el tarafından sıkılıyo hissi verir.ve eğer güzel bi ortam ve zamanlama ayarlanırsa,olayların öncesinin anlatıldığı yine bi demirkubuz filmi olan kader le ardarda izlenmesi combo yapmak gibi olacaktır.filmin sonu ise kabaca değerlendirirsek basit bi kurguyla sonuçlanmış hatta önceden tahmin edilebilir gibi gelse de aslında kendinizi filme o kadar kaptırmış halde buluyosunuz ki filmin sonunda "nasıl yaa" şeklinde mal gibi jeneriğin akışını izliyo oluyorsunuz.
derya alabora’ nın " bu zamana kadar 15 film yaptım, lakin masumiyet beni inanılmaz sarsıntılarla etkileyen hayatımın en keskin en göz yaşartan bir karakteriyle bütünlemiştir. film çekiminden sonra o meşum otele gider saatlerce uğur olurdum." yaptığı bu yorumda anlatır ki masumiyet "inadına aşk’ ın inadına acının romanıdır..bir sonraki adımda kader izlenmeli sonra gözdeki yaşlar silinmelidir..
edit: kader masumiyete giden çakıllı yolun serüvenini anlatır, aman sıra şaşmasındır.
edit: kader masumiyete giden çakıllı yolun serüvenini anlatır, aman sıra şaşmasındır.
filmi bilmemkaçıncı kez izleyip her seferinde hep aynı hislerle kalakalmak öylece..böyle bir askıda kalmadır masumiyet.
hep denedin.
hep yenildin.
olsun.
gene dene.
gene yenil.
daha iyi yenil.
hep denedin.
hep yenildin.
olsun.
gene dene.
gene yenil.
daha iyi yenil.
acımak, feda etmek, imkansız aşk ve çıkışsızlık temaları üzerine açılımlar yapan masumiyet, türkiyenin son yıllarına ait bir çok sosyal, kültürel ve popüler olgunun yer aldığı bir film. masumiyet, çıkışsızlığın kuşattığı alt kültürden insanların dramını anlatıyor. 1994 yılında çektiği ilk uzun metrajlı filmi c blok ile önemli bir başarı yakalayan zeki demirkubuzun ikinci filmi olan masumiyette başrolleri derya alabora, haluk bilginer ve güven kıraç paylaşıyorlar. mapushane sonrası namuslu dünyada kendine yer bulmakta zorlanan güven kıraçın birdenbire kendisini sıradışı bir aşk hikayesinin ortasında bulmasıyla gelişen olaylar yalın, gerçekçi ve samimi bir sinema diliyle anlatılıyor.
kapanmayan kapılar ardında geçen bir zeki demirkubuz şaheseri. hayatın acemisiyle kaşarı karşılaşır, yanlarında bir de hayatı yorumlamayacak bir çilem vardır ve olaylar gelişir. hayat iliğine kadar sömürülmeli mi, hiç bulaşılmamalı mı, mecbursa yorumsuz mu bırakılmalı gibi sorulara açılır. ya da kapatılmaya çalışılır da, kilit bozuktur. şair, pardon yönetmen burda ne anlatmaya çalışıyor un türk sinemasındaki nadide parçalarından biridir. izlenmeli, tekrar izlenmeli, olmadı onlarca kez izlenmeli ve aynı oranda düşünülmelidir.
büyüdükçe kaybolan şey.
ne olursa olsun yaşamaya mecbursun, kazandıkların kaybettiklerinin gölgesi bile etmez.bunu anladığında da ölümünü bekler durursun.ununu elemiş, eleğini duvara asmış bir ihtiyarsındır artık.torunlarını izlerken ben bu filmi daha önce görmüştüm diye düşünürsün.söylenecek çok sözün vardır ama seni dinleyecek çok az kişi vardır.herkes kendi hayatını, kendi deneyimlerini yaşayacak, çarpa çarpa kendisi öğrenecektir.hayatlar farklı da olsa; hatalar, pişmanlıklar, acılar hep benzer nedenlerden dolayı yaşanacak.bu hep böyle olacak.ilk kaybedilen de masumiyet...
zeki demirkubuz un yönettiği başrollerinde güven kıraç,haluk bilginer ve derya alabora gibi isimlerin oynadığı muhteşem bir film. film izmir de, basmane de bulunan üçüncü sınıf otellerin birisinde geçmektedir çoğunlukla.kült olan 2 sahnesi vardır ki anlatılamaz.oturup izlemek gerekir.kesinlikle izlenmesi gereken bir film...
uğur: ceza derler oğlum buna ceza! hakim kime kalem kırar düşündün mü hiç? kimi falakaya yıkarlar? kimi orospu yapıp, kimi aç öldürürler? kim gözünü kırpmadan beynine sıkar kurşunu? koyun gibi kesilmeyi bekleyen şerefsizler mi? beş paralık düzenleri için hayatlarını peşkeş çeken pezevenkler mi? söyle lan kim!
(bkz: masumiyetin ziyan olmaz)
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?