tasavvuf tarihinin en çok anılan isimlerinden birisidir. ismi hüseyin bin mansûr, künyesi ebül-mugistir. 858 (h.244) yılında iranın beyzâ şehrinde doğduğu rivâyet edilmektedir. 919 (h.306) yılında ise idâm olunarak şehîd edildi.
hüseyin bin mansûra hallâc denilmesine şu olay sebeb olmuştur. bir gün o, dostu olan bir hallâcın dükkanına girdi. bir işinin görülebilmesi için onun tavassutunu ricâ etti. fakat hallâcın gittiği yerden dönüşü biraz uzun sürdü. geldiğinde; "yâ hüseyin! gördün mü başımıza gelenleri. senin için bugün kendi işimden oldum." diye söylendi.
hüseyin bin mansûr onun endişeli hâline bakarak tatlı tatlı gülümsedi ve; "üzülme senin işini de biz hallederiz." dedikten sonra parmaklarını pamuk yığınlarına doğru uzatıverdi. o anda henüz atılmamış pamuk yığınları harekete geçti. kaşla göz arasında, tel tel saf pamuk bir tarafa, kirli ve süprüntü kısmı ise diğer tarafa ayrıldı. hallâcın gözleri fal taşı gibi açılmış şaşkınlıktan sanki ayakta donmuş kalmıştı. olay kısa zamanda halk arasında yayıldı. bu târihten sonra da hüseyin, hallâc-ı mansûr diye anıldı.
hallacı mansur
“ben ve sen arasında benim benliğim eza kaynağıdır,
benim benliğimi senin olan benliğimle aramızdan kaldır”.
benim benliğimi senin olan benliğimle aramızdan kaldır”.
858 yılında tur şehrinde doğdu. hallaç "pamuk atan" demektir. hallacın büyükbabası şamanist inancına mensuptu. hallac genç yaşında kuranı ezberlemişti ve sık sık kendini dünyevi meşgalelerden uzaklaştırıp diğer sûfîlerin eserlerini incelemeye adamaktaydı.
evlendikten sonra bir sene kalacağı mekkeye hac ziyaretinde bulundu. daha sonra uzun seyahatlere çıktı ve eserini kaleme aldı. hindistan ve orta asyaya da ziyaretlerde bulundu. abbasilerin başkenti bağdatta ikamet etti.
hallac, yaşamının ilk dönemlerinde sûfî üstadları olan cüneyd-i bağdadi ve emr el-mekkinin talebeliğinde bulunduğu fakat daha sonra onlar tarafından reddedildiği söylenmektedir. ancak hallacın da dahil olduğu bağdat tasavvuf okulu tevhid konusundaki öğretilerinde ileri bir seviyeye ulaşmışlardı ve halk tarafından yanlış yorumlanacağı endişesiyle öğretilerini bizzat kendileri gizlemekteydiler. nitekim bir söylentiye göre bu okulun ileri gelenlerinden biri olan cüneyd-i bağdadi tasavvufun esrarını sadece yakın çevresiyle konuşmakta, başkaları duymasın diye de evinin kapılarını örtmekteydi. cüneydin yakınlarından birine yazdığı ve ilk tasavvuf teorisyen ve tarihçilerinden serracın luma adlı eserinde aktardığı mektubundaki ifadeler de bunu kanıtlamaktadır: "seninle mektuplaşmama engel olan şey, mektubumun, senin bilgine lâyik olmayan birinin eline geçmesi endişesidir. çünkü ben bir müddet önce isfahan halkından bazı kimselere bir mektup yazmıştım, mektubum açılmış, kopyası alınmış. onda yazılan bazı şeyler o insanlara yabancı gelmiş. bu insanlara acımak lazımdır. insanlara bilmediklerini söylemek, onlara anlamadıklarıyla hitabetmek, onlara acıma gereklerinden değildir."
hallac diğer sûfîlerin halkla paylaşmayı uygun bulmadığı sûfî öğretilerini halkın önünde ve yazılarında açıkça ifade etmekten çekinmezdi. bu tavrı düşman kazanmasına yol açtı ve yöneticiler tarafından varlığı tehdit olarak algılandı. yaşadığı vecd hallerinden birinde "enel hakk" / "ben hakkım" anlamına gelen ifadeler sarfetti. enel hakk ifadesindeki hakkın allahın doksan dokuz sıfatından biri olması onun ilahlık iddiasında bulunduğu kanaatini doğurmuştu.
abbasi yöneticileri hallacın sözlerinin devletin güvenliğini tehdit ettiğini düşündüklerinden uzun bir mahkemeden ve onbir yıl bağdatda bir hapishanede tutulduktan sonra halkın gözü önünde işkence edilip öldürüldü. bazı kayıtlar elleri ve ayaklarının kesildiğinden söz ederler. yine bazı kaynaklarda hallacın işkence sırasında bile sükûnetini bozmadığı ve kendisine işkence yapanlar için af dilediği yazılıdır. hattâ bazı kaynaklarda, infaz gerçekleştikten sora akan kanların yerde "enel hak" şekline büründügünü belirtmektedirler. infazı 26 mart 922de gerçekleştirilmiştir.
evlendikten sonra bir sene kalacağı mekkeye hac ziyaretinde bulundu. daha sonra uzun seyahatlere çıktı ve eserini kaleme aldı. hindistan ve orta asyaya da ziyaretlerde bulundu. abbasilerin başkenti bağdatta ikamet etti.
hallac, yaşamının ilk dönemlerinde sûfî üstadları olan cüneyd-i bağdadi ve emr el-mekkinin talebeliğinde bulunduğu fakat daha sonra onlar tarafından reddedildiği söylenmektedir. ancak hallacın da dahil olduğu bağdat tasavvuf okulu tevhid konusundaki öğretilerinde ileri bir seviyeye ulaşmışlardı ve halk tarafından yanlış yorumlanacağı endişesiyle öğretilerini bizzat kendileri gizlemekteydiler. nitekim bir söylentiye göre bu okulun ileri gelenlerinden biri olan cüneyd-i bağdadi tasavvufun esrarını sadece yakın çevresiyle konuşmakta, başkaları duymasın diye de evinin kapılarını örtmekteydi. cüneydin yakınlarından birine yazdığı ve ilk tasavvuf teorisyen ve tarihçilerinden serracın luma adlı eserinde aktardığı mektubundaki ifadeler de bunu kanıtlamaktadır: "seninle mektuplaşmama engel olan şey, mektubumun, senin bilgine lâyik olmayan birinin eline geçmesi endişesidir. çünkü ben bir müddet önce isfahan halkından bazı kimselere bir mektup yazmıştım, mektubum açılmış, kopyası alınmış. onda yazılan bazı şeyler o insanlara yabancı gelmiş. bu insanlara acımak lazımdır. insanlara bilmediklerini söylemek, onlara anlamadıklarıyla hitabetmek, onlara acıma gereklerinden değildir."
hallac diğer sûfîlerin halkla paylaşmayı uygun bulmadığı sûfî öğretilerini halkın önünde ve yazılarında açıkça ifade etmekten çekinmezdi. bu tavrı düşman kazanmasına yol açtı ve yöneticiler tarafından varlığı tehdit olarak algılandı. yaşadığı vecd hallerinden birinde "enel hakk" / "ben hakkım" anlamına gelen ifadeler sarfetti. enel hakk ifadesindeki hakkın allahın doksan dokuz sıfatından biri olması onun ilahlık iddiasında bulunduğu kanaatini doğurmuştu.
abbasi yöneticileri hallacın sözlerinin devletin güvenliğini tehdit ettiğini düşündüklerinden uzun bir mahkemeden ve onbir yıl bağdatda bir hapishanede tutulduktan sonra halkın gözü önünde işkence edilip öldürüldü. bazı kayıtlar elleri ve ayaklarının kesildiğinden söz ederler. yine bazı kaynaklarda hallacın işkence sırasında bile sükûnetini bozmadığı ve kendisine işkence yapanlar için af dilediği yazılıdır. hattâ bazı kaynaklarda, infaz gerçekleştikten sora akan kanların yerde "enel hak" şekline büründügünü belirtmektedirler. infazı 26 mart 922de gerçekleştirilmiştir.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?