arkadaş
doğru seçmek lâzım. bende var bunlardan birkaç tane. la arkadaş birinin mi muhabbeti normal olmaz yau? bak bugün bana söylenen bir lâfı söyleyeyim:
ben: ben bi tuvalete gideyim geleyim bekle.
o: lan ben 2.5 gündür sıçmıyorum olum.
şimdi bu ne demek lan? "ben iki buçuk gündür hiç sıçmıyorum sen de sıçma" mı demek?
yok bırakıyorum ben bu işleri.
ben: ben bi tuvalete gideyim geleyim bekle.
o: lan ben 2.5 gündür sıçmıyorum olum.
şimdi bu ne demek lan? "ben iki buçuk gündür hiç sıçmıyorum sen de sıçma" mı demek?
yok bırakıyorum ben bu işleri.
bana arkadaşını söyle sana kim olduğunu söyleyim gibi külliyen yanlış bir önermenin temeli olması da ayrı bir ironidir. arkadaşlıkların sorgulanış biçimini toplum baskısının belirlemesi acıdır, vicdansızlıktır.
(bkz: arkadaşlar)
(bkz: vaay arkadaş)
terentius, "onunla her şeyi paylaşmak zevkinden mahrum kalınca, hiçbir zevki tatmamaya karar verdim" demiş, yitirdiği bir dostunun ardından.
nasıl bir insandan bahseder terentius?
karşısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan biri midir yitirilen? sabahın 3ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır? terentiusun acısını bu şekilde dillendiren?
nedenlerini merak etse de, göz yaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?
sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kafi gelen insanlara mı dostum deriz?
başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu sese "kulaklarına inanamayacaksın!" diye bağırdığımızda, "sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?
güzel bir film izlediğimizde, keşke o da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildigimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?
konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?
ne bileyim, aynı fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?
tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi saşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?
aristo haklı mıdır; "dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır" derken ve terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yaşını mı tutmaktadır?
paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir?
acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir?
ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?
ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda?
yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?
ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?
iş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için...
(bkz: can dündar)
(bkz: can dündarın inkar ettiği yazılarından biri)
nasıl bir insandan bahseder terentius?
karşısında zavallı gibi görünmekten korkmadığımız, bizi değiştirmeye değil zenginleştirmeye çalışan, yargılayan değil, kendimizi sorgulamamıza yardımcı olan biri midir yitirilen? sabahın 3ünde çaldığımız kapısını açtığında, tek kelime etmeden kollarına atılıp ağlayabileceğimiz bir insan mıdır? terentiusun acısını bu şekilde dillendiren?
nedenlerini merak etse de, göz yaşlarımızın dinmesini bekleyecek kadar anlayışlı, titrek sesimiz ve telaşlı cümlelerimizi sükunetle dinleyecek kadar sabırlı, acımızın bir kısmını kendine yük edinecek kadar cömert ve yürekli insanlar mıdır dost diye seçtiklerimiz?
sadece sohbeti değil, sessizliği de sıkıcı olmayan; yalnızlığımızı unutmak için varlığı, eksikliğini hissetmemiz için yokluğu kafi gelen insanlara mı dostum deriz?
başımıza gelen güzel bir şeyin coşkusu yüreğimize sığmadığında, saate aldırmayıp telefona sarıldığımız ve karşımızdaki uykulu sese "kulaklarına inanamayacaksın!" diye bağırdığımızda, "sabahı bekleyemez miydin?" demeyen biri midir gerçek bir dost?
güzel bir film izlediğimizde, keşke o da olsaydı dediğimiz, okuduğumuz bir kitaptan bahsedebildigimiz ve en mahrem sırlarımızı anlattıktan sonra rahatça uykuya dalabildiğimiz bir sırdaş mıdır yoksa?
konuşurken gözlerimizi kaçırmadığımız, kendimizi saklamadığımız ve yüzümüze en acı gerçekleri haykırırken bile darılmadığımız yalnızlığımız mıdır dost dediğimiz insanlar?
ne bileyim, aynı fikirde olmasak da uzlaşabildiğimiz, köprüleri atmadan da tartışabildiğimiz, her savaştan birlikte ve biraz daha güçlenmiş bağlarla çıktığımız insanlar mıdır dost payesi verdiklerimiz?
tanıdığımızı sanırken, daha keşfedilmeyi bekleyen nice el değmemiş duygular ve düşünceler taşıdığını gördüğümüz; sürekli bizi saşırtan kendimiz midir onlarda sevdiğimiz?
aristo haklı mıdır; "dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır" derken ve terentius, başka bir bedende toprağa verdiği ruhunun yaşını mı tutmaktadır?
paylaştığı her şeye ölüm de mi dahildir?
acaba, neyi kaybedeceğini, dostu ölmeden önce fark etmiş midir?
ya biz; her şeyi paylaşmanın, iddialı ve gerçek dışı geldiği günümüzde, sahip miyiz gerçek bir dosta?
ya da adımızın önüne dost sıfatı koyan insanlar var mıdır hayatımızda?
yoksa kendimizi sevmeyi başaramadığımızdan, şaşırıyor muyuz bizi sevdiğini söyleyen birinin varlığına, inanamıyor muyuz yanımızda kalmasına ve uzaklaştırıyor muyuz içten içe bizi sevmesini istediğimiz insanı kendimizden?
ve bir gün, bir el daha kayıp gittiğinde avuçlarımızdan, kendi mezarımızın başında ağlayacağımızı biliyor muyuz?
iş işten geçmeden önce teşekkür edebiliyor muyuz sevdiğimize, hiç değilse bizi sevdiği için...
(bkz: can dündar)
(bkz: can dündarın inkar ettiği yazılarından biri)
bunların kızlı erkekli 12 kişi ofis basanları vardır. gittiklerinde arkalarında, artık daha da yalnız bir adam ve koca bir bulaşık bırakırlar. sigara dumanı ve külleri de cabası.
etrafınızda çok olmaması gereken hede. olursa; ve siz birinden kazık yerseniz çok üzücü olabiliyor zira.
denizci düğümlerini bilen var mı;
denizci düğümlerinin en belirgin özellikleri çok sağlam olmalarıdır,çok sıkıdırlar.en büyük fırtınalarda bile sağlam çıkar,kolay kolay çözülmezler.işte;arkadaşlık da insanları birbirine denizci düğümleri ile bağlayan o iptir.gerçekten arkadaşınız ise o insan;o ip hiçbir zaman,hiç bir fırtınada kopmaz.düğüm her ne olursa olsun çözülmez.birbirinizi asla kaybetmezsiniz.gerçek arkadaşlıkta;insanlar ipin inceldiğini düşününce,kopacağını sanıp ondan ayrılacağınızı sandığımızda bile farkında olmadan ipi daha da sağlamlaştırırız.nasıl mı;
arkadaşlarımiz ile kavga ettiğimiz zaman ondan uzaklaşırız,ona kızıp küseriz.belli bir zaman sonra bakarız ki kızıp küstüğümüz insanı özleriz ve daha sağlam,sıkı sıkıya sevmeye devam ederiz.oysa ipin inceldiği yerde kopması da vardır.bu tür insanlar ise gerçek arkadaşlık değildir.bunu geçici bir süre yanımızda oturan yol arkadaşlarımıza benzetiyorum.işte ipin inceldiği yerde kopması;otobüsten inen kısa süreli insanlardır...
denizci düğümlerinin en belirgin özellikleri çok sağlam olmalarıdır,çok sıkıdırlar.en büyük fırtınalarda bile sağlam çıkar,kolay kolay çözülmezler.işte;arkadaşlık da insanları birbirine denizci düğümleri ile bağlayan o iptir.gerçekten arkadaşınız ise o insan;o ip hiçbir zaman,hiç bir fırtınada kopmaz.düğüm her ne olursa olsun çözülmez.birbirinizi asla kaybetmezsiniz.gerçek arkadaşlıkta;insanlar ipin inceldiğini düşününce,kopacağını sanıp ondan ayrılacağınızı sandığımızda bile farkında olmadan ipi daha da sağlamlaştırırız.nasıl mı;
arkadaşlarımiz ile kavga ettiğimiz zaman ondan uzaklaşırız,ona kızıp küseriz.belli bir zaman sonra bakarız ki kızıp küstüğümüz insanı özleriz ve daha sağlam,sıkı sıkıya sevmeye devam ederiz.oysa ipin inceldiği yerde kopması da vardır.bu tür insanlar ise gerçek arkadaşlık değildir.bunu geçici bir süre yanımızda oturan yol arkadaşlarımıza benzetiyorum.işte ipin inceldiği yerde kopması;otobüsten inen kısa süreli insanlardır...
arkadaşlık;bağlılıktır.sonuna dek bağlılık...
o üzüldüğünde,onun için kendi derdine üzüldüğün kadar üzülebiliyorsan,mutlu olduğunda kendi mutlu olduğun kadar mutlu olabiliyorsan;işte o arkadaşlıktır
dostluga başlanılabilen bir durum.arkadasın nasıl biri ise sende öyle birisindir..
(bkz: arkadas ariyorum arkadas)
zayıf bir anında seni vurabilmek için sürekli arkanda bekleyen *arkadaş*
#818517
(bkz: arkadas beach club)
savaşın en kanlı günlerinden biriydi. asker en iyi arkadaşının az ileride, kanlar içinde yere düştüğünü gördü. insanın başını bir saniye siperden çıkaramayacağı gibi bir ateş altındaydılar.
asker teğmenine koştu hemen:
- komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi?’delirdin mi?’ der gibi baktı teğmen...
— gitmeye değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. büyük olasılıkla ölmüştür bile. kendi hayatını da tehlikeye atma sakın!
ama asker o kadar ısrar etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı.
- peki, dene bakalım!
asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri, arkadaşının yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. birlikte siperin içine yuvarlandılar.
teğmen koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış askere döndü: ·- sana hayatını tehlikeye atmaya değmez,dememiş miydim? bu zaten ölmüş...
- değdi komutanım, değdi! dedi asker.
- nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?
- gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu...
ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için...ve, hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
’geleceğini biliyordum!’
geleceğini biliyordum!
kalbimizde ’arkadaşlık’ denilen bir mucize var. nasıl olduğunu, nasıl başladığını bilemezsiniz. ama bunun özel bir armağan olduğunu, allah’ın bir lütfu olduğunu bilirsiniz.gerçekten de arkadaşlar nadide mücevherlerdir. yüzünüzü güldürüp, başarmanız için cesaret verirler.sizi dinlerler ve kalplerini açmaya hazırdırlar.
asker teğmenine koştu hemen:
- komutanım, bir koşu arkadaşımı alıp geleyim mi?’delirdin mi?’ der gibi baktı teğmen...
— gitmeye değmez oğlum, arkadaşın delik deşik olmuş. büyük olasılıkla ölmüştür bile. kendi hayatını da tehlikeye atma sakın!
ama asker o kadar ısrar etti ki, teğmen izin vermek zorunda kaldı.
- peki, dene bakalım!
asker yoğun ateş altında fırladı siperden ve mucize eseri, arkadaşının yanına kadar gitti, yaralı arkadaşını sırtlandığı gibi taşıdı. birlikte siperin içine yuvarlandılar.
teğmen koşup yaralıya bir göz attı ve nefes nefese bir kenara yıkılmış askere döndü: ·- sana hayatını tehlikeye atmaya değmez,dememiş miydim? bu zaten ölmüş...
- değdi komutanım, değdi! dedi asker.
- nasıl değdi, arkadaşın zaten ölmüş, görmüyor musun?
- gene de değdi komutanım, çünkü yanına vardığımda henüz yaşıyordu...
ve onun son sözlerini duymak, dünyalara bedeldi benim için...ve, hıçkırarak, arkadaşının son sözlerini tekrarladı:
’geleceğini biliyordum!’
geleceğini biliyordum!
kalbimizde ’arkadaşlık’ denilen bir mucize var. nasıl olduğunu, nasıl başladığını bilemezsiniz. ama bunun özel bir armağan olduğunu, allah’ın bir lütfu olduğunu bilirsiniz.gerçekten de arkadaşlar nadide mücevherlerdir. yüzünüzü güldürüp, başarmanız için cesaret verirler.sizi dinlerler ve kalplerini açmaya hazırdırlar.
genellikle birçok insana yüklenen, ama çok az insanın hak ettiği kelime.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?