bazı kişilerin şiddetle savundukları düşünce.
terörü önleyici midir tartışılır? lakin neleri tetikleyen bir unsur olduğu ortadadır.
tamamen kendi gözlemlerim olan birkaç bir şey söylemek istiyorum komplo teorisi diyebilirsiniz. şimdiden eyvallah.
80 öncesinde sol rüzgarlar eserken bunun bir şekilde önüne geçilmesi gerektiği fikri oluştu birtakım derin oluşumlarda. etnikçi, mezhepçi, bölgeselci, bölücü sol örgütlerin önü açıldı. pkkyı mitin kurdurduğu iddiaları dolaşıyor bugün. uğur mumcunun, öcalanın mit ajanı olabileceği konusunda kuşkuları vardı. zaten çok yaşamadı bu kuşkularından sonra. şu an bir iki tane meczup cezaevinde uğur mumcunun katili diye yatıyor ama onların sadece tetikçi olduğu aşikar. bu bağlamda dönemin emniyet genel müdürü mehmet ağarın güldal mumcunun "neden araştırmayı genişletmiyorsunuz?" sorusuna verdiği "bu duvarın altından bir taş çekilirse hepimiz altında kalırız" cevabı çok ilginçtir. neyse dağılmayalım.
derken pkk güçlendi, ve dikkat edin pkk güçlendikçe türkiyede sol bitti. çünkü solculuk, bölücülükle, kürtçülükle, eşanlamlı hale getirilmeye çalışıldı ve başarılı olundu.
daha sonra her yeraltı oluşum gibi -bu benim kanaatim- pkkda kontrolden çıktı. bir frenkeştayn yaratılmış oldu. pkk bölgede kendi başına bir insiyatif olmaya başlayınca başka oluşumlar, başka frenkeştynlar yaratıldı. türkçesi sıçılan bokun üstü kumla örtülmeye çalışıldı. radikal islamcı örgüt hizbullah pkkya karşı da savaşıyordu ve bir müddet faaliyetlerine göz yumuldu bu yüzden. evet bir frenkeştaynın daha yaratıldığına tanık olmuştuk o dönem ana haber bültenlerini izlerken. gavur bağı, evlerin temellerinden çıkan yüzlerce ceset, gulay kuris gibi haberlerle yatıp kalkmaya başladık.
fetullah güleni bugün bir unsur olarak kabul edeceksek eğer kimler için devrede olan bir unsur olduğunu gözardı etmememiz gerekir. fetullah gülenin bu "ılımlı", ladini lanetlerken ırakta müslümanları kıyımdan geçiren abdye ses çıkaramayan tavrı, kimlerin "unsuru" olduğu konusunda ipuçları veriyor.ileride bugünkü şablon ve aktörlerin ne adına hareket ettiği netleşecektir.
yatağa yattığınızda yastığı sürekli ters-düz ederek ulaşılmaya çalışılan arzudur.
bu durumu boşu boşuna tanımlamaya çalışmayacağım çünkü yapamayacağımın bilincindeyim bunun ne türkçe’de ne de başka bir dilde tanımı vardır.
bu olay başıma gelmemiş gibi bizim bir arkadaş ya da kardeşim öznesi üzerinden gitsem samimi olmaz. evet ben de bu şanlı direnişi gerçekleştirdim zamanın da.
yaş, ufak yaşlar. daha kaç yaşımda olduğumu yeni yeni söyleyebildiğim yaşlar, takriben 5-6. mevsimlerden yaz. upuzun günler, çocukluğun verdiği bitmez tükenmez enerji, sokakta oynamaya duyulan sonsuz aşk ve akşam ezanı okununca eve dönüşte hissedilen müthiş yorgunluk.
evdeyim. hava bunaltıcı derecede sıcak. babama kola alsın diye mızıkıyorum. daha fazla dayanamayıp kola almaya gidiyor. kola şişesinin altında siyak kapak gibi bir şey var dikkatimi çekiyor da şimdilerde yok bunlardan. her halde naylon teknolojisi şimdiki kadar gelişmiş değil.
neyse buz gibi kola pusuya yatan çocuk ruhumu harekete geçiriyor. uyuyan çocuk dev yeniden uyanıyor. evde çeşitli atraksiyonlar, baba ile güreş, çorapla röveşata denemeleri, bilimum atlayıp, zıplama gerektiren çocuk oyunundan sonra babam üzerine düşeni yapıp "oğlum yeter artık gece altına yaparsın." diyor.
kendimden eminim asla işemem bu yaştan sonra. olsun gene de tedbirimi almam lazım. yatmadan önce dişlerimi fırçalayıp tuvalete gitmeliyim.
tanyeri ağarmaya başlamış, vakitlerden bir sabah namazı, uyanmışım. apış aramda anlam veremediğim bir sıcaklık hissi. yorganı hafifçe kldırmamla dışarı difüze olan ağır sidik kokusu. oysa ne kadar emindim kendimden.
olan olmuş artık önüme bakmam lazım. bu yaşta çocuk gibi işemişim. 6 yaşında olacak iş mi? bu utançla yaşayamam. bunu kimsenin bilmemesi lazım. yoksa dünyanın sonu.
derken ev ahalisi uyanır. kahvaltı hazır. ancak benim kalkmaya, itibarımı iki paralık etmeye hiç mi hiç niyetim yok. anneme karşı şanlı bir direniş göstermeme rağmen kaçınılmaz son. annem yorganı kaldırıyor ve hazin tablo ile karşı karşıya şimdi. babamda olay mahaline intikal etti ağlama sesimden sonra babamdan şöyle bir soru yöneldi: "zeytin dalı ne oldu?" ben vakur bir ses tonu ile: "çişimi kaçırmışım." diyebildim dudaklarımın ucu ile. babamdan inanılmaz bir kahkaha patladı annem; "ne kaçırması oğlum halıya geçmiş soma sığırı gibi işemişsin işte!" hep beraber gülüşme ve final.
sonuç gereksiz bir savunma hali. işediysen çık adam gibi haykır.
bu olay başıma gelmemiş gibi bizim bir arkadaş ya da kardeşim öznesi üzerinden gitsem samimi olmaz. evet ben de bu şanlı direnişi gerçekleştirdim zamanın da.
yaş, ufak yaşlar. daha kaç yaşımda olduğumu yeni yeni söyleyebildiğim yaşlar, takriben 5-6. mevsimlerden yaz. upuzun günler, çocukluğun verdiği bitmez tükenmez enerji, sokakta oynamaya duyulan sonsuz aşk ve akşam ezanı okununca eve dönüşte hissedilen müthiş yorgunluk.
evdeyim. hava bunaltıcı derecede sıcak. babama kola alsın diye mızıkıyorum. daha fazla dayanamayıp kola almaya gidiyor. kola şişesinin altında siyak kapak gibi bir şey var dikkatimi çekiyor da şimdilerde yok bunlardan. her halde naylon teknolojisi şimdiki kadar gelişmiş değil.
neyse buz gibi kola pusuya yatan çocuk ruhumu harekete geçiriyor. uyuyan çocuk dev yeniden uyanıyor. evde çeşitli atraksiyonlar, baba ile güreş, çorapla röveşata denemeleri, bilimum atlayıp, zıplama gerektiren çocuk oyunundan sonra babam üzerine düşeni yapıp "oğlum yeter artık gece altına yaparsın." diyor.
kendimden eminim asla işemem bu yaştan sonra. olsun gene de tedbirimi almam lazım. yatmadan önce dişlerimi fırçalayıp tuvalete gitmeliyim.
tanyeri ağarmaya başlamış, vakitlerden bir sabah namazı, uyanmışım. apış aramda anlam veremediğim bir sıcaklık hissi. yorganı hafifçe kldırmamla dışarı difüze olan ağır sidik kokusu. oysa ne kadar emindim kendimden.
olan olmuş artık önüme bakmam lazım. bu yaşta çocuk gibi işemişim. 6 yaşında olacak iş mi? bu utançla yaşayamam. bunu kimsenin bilmemesi lazım. yoksa dünyanın sonu.
derken ev ahalisi uyanır. kahvaltı hazır. ancak benim kalkmaya, itibarımı iki paralık etmeye hiç mi hiç niyetim yok. anneme karşı şanlı bir direniş göstermeme rağmen kaçınılmaz son. annem yorganı kaldırıyor ve hazin tablo ile karşı karşıya şimdi. babamda olay mahaline intikal etti ağlama sesimden sonra babamdan şöyle bir soru yöneldi: "zeytin dalı ne oldu?" ben vakur bir ses tonu ile: "çişimi kaçırmışım." diyebildim dudaklarımın ucu ile. babamdan inanılmaz bir kahkaha patladı annem; "ne kaçırması oğlum halıya geçmiş soma sığırı gibi işemişsin işte!" hep beraber gülüşme ve final.
sonuç gereksiz bir savunma hali. işediysen çık adam gibi haykır.
bir gün bir ülkede çok güzel bir prenses yaşıyormuş bu prenses ile evlenebilmek için sarayın bahçesindeki kayaya saplanmış olan kılıcı yerinden çekip çıkarmak gerekiyormuş.
nice yiğitler, devler gelip kılıcı çıkarmayı denemişler ancak nafile. hepsinin de kellesi uçmuş.
bir gün sıska bir cüce çıkagelmiş saraya. kılıcı çıkarmayı denemiş. bunca insanın, kahramanın, ülkenin en güçlü insanlarının yapamadığını bu cüce yapmaya kalkmış ve o da diğerleri gibi başarılı olamamış. onun da boynunu vurmuşlar.
nice yiğitler, devler gelip kılıcı çıkarmayı denemişler ancak nafile. hepsinin de kellesi uçmuş.
bir gün sıska bir cüce çıkagelmiş saraya. kılıcı çıkarmayı denemiş. bunca insanın, kahramanın, ülkenin en güçlü insanlarının yapamadığını bu cüce yapmaya kalkmış ve o da diğerleri gibi başarılı olamamış. onun da boynunu vurmuşlar.
yıllar yıllr önce fırlama bir arkadaşımla sokakta oynayan küçük bir çocuğun diyaloğunu hatırlıyorum.
f: fırlama arkadaşım
ç: çocuk
f: hiiişt len. baban var ya?
ç: ee ne olmuş salak?
f: anneni sikiyo.
ç: (ağlayarak) yalançı amanakodumun piçi. babam yapmaz öyle şey. insan insanı siker mi hiç?
f: fırlama arkadaşım
ç: çocuk
f: hiiişt len. baban var ya?
ç: ee ne olmuş salak?
f: anneni sikiyo.
ç: (ağlayarak) yalançı amanakodumun piçi. babam yapmaz öyle şey. insan insanı siker mi hiç?
son 5-6 yıldır pazar günü ahkam kesen yorumcuları barındıran proglamlarda duyduğumuz bir söz öbeği var. futbol endüstrisi...
futbol benim için, 3-4 yaşlarında tanıdığım, babamla oynamaya başladığım,oynadıkça çok sevdiğim, sevdikçe hastası olduğum bir oyundu. bir kere çok basitti.herkes anlayabiliyordu. estetik bir oyundu. dünyada bu kadar basit olup aynı zamanda bir o kadar da estetik olan, seyir zevki veren bir oyun yoktur. futbol ortak bir dildi.stada gittiğiniz zaman zengin, fakir, yaşlı, genç her kesimden insan aynı amaç için
yanyana gelirdi. stadyumda sınıflar yoktu. insanları kardeş yapan bir oyundu.
peki sonra ne oldu bu çok sevdiğimiz oyuna. bir endüstri oldu. çok büyük paralaroyunumuza hakim oldu. onu çirkinleştirdi. şikeler, teşvik primleri binbir türlürezalet galebe çaldı. stadlardaki o centilmen amigolar yerlerini kavgadan rant sağlayan provokatörlere bıraktı.
evet artık kapitalizm futbolun can damarlarında geziniyordu. çok büyük paralarla, milyon dolarlık transferlerle takımlar kuruluyor, o da yetmiyor şikeler yapılıyordu. nihayet centilmenlik, vahşi rekabet ortamında can çekişir duruma geldi. ne zaman futbol bir endüstri oldu, o zaman futbolcular insan değil mal oldu. ne zaman futbol endüstri oldu, o zaman topçular sahada kalp krizinden ölmeye başladı. ne zaman futbol endüstri oldu, tribün terörü aldı başını yürüdü.
ben böyle endüstrinin a q. ben aşık olduğum oyunumu geri istiyorum. rakip takım taraftarlarıyla tekrar kardeş olmak istiyorum. seyir zevki yüksek maçlar izleyip, stattan dostça ayrılmak istiyorum. endüstriniz sizin olsun, paralarınız sizin.
oyunumu bana geri verin...
futbol benim için, 3-4 yaşlarında tanıdığım, babamla oynamaya başladığım,oynadıkça çok sevdiğim, sevdikçe hastası olduğum bir oyundu. bir kere çok basitti.herkes anlayabiliyordu. estetik bir oyundu. dünyada bu kadar basit olup aynı zamanda bir o kadar da estetik olan, seyir zevki veren bir oyun yoktur. futbol ortak bir dildi.stada gittiğiniz zaman zengin, fakir, yaşlı, genç her kesimden insan aynı amaç için
yanyana gelirdi. stadyumda sınıflar yoktu. insanları kardeş yapan bir oyundu.
peki sonra ne oldu bu çok sevdiğimiz oyuna. bir endüstri oldu. çok büyük paralaroyunumuza hakim oldu. onu çirkinleştirdi. şikeler, teşvik primleri binbir türlürezalet galebe çaldı. stadlardaki o centilmen amigolar yerlerini kavgadan rant sağlayan provokatörlere bıraktı.
evet artık kapitalizm futbolun can damarlarında geziniyordu. çok büyük paralarla, milyon dolarlık transferlerle takımlar kuruluyor, o da yetmiyor şikeler yapılıyordu. nihayet centilmenlik, vahşi rekabet ortamında can çekişir duruma geldi. ne zaman futbol bir endüstri oldu, o zaman futbolcular insan değil mal oldu. ne zaman futbol endüstri oldu, o zaman topçular sahada kalp krizinden ölmeye başladı. ne zaman futbol endüstri oldu, tribün terörü aldı başını yürüdü.
ben böyle endüstrinin a q. ben aşık olduğum oyunumu geri istiyorum. rakip takım taraftarlarıyla tekrar kardeş olmak istiyorum. seyir zevki yüksek maçlar izleyip, stattan dostça ayrılmak istiyorum. endüstriniz sizin olsun, paralarınız sizin.
oyunumu bana geri verin...
(bkz: bezgin bekir tostu)
ilkokulu okuyan herkesin bildiği bir hikaye vardır. ağustos böceği ve karınca.öğrencilere çalışkanlığın erdemini, faydalarını anlatmak için hep bu hikaye anlatılır.bu hikayeyi dinledikten sonra karıncanın ne kadar çalışkan olduğunu, ne kadar,azimli olduğunu ve bu azminin karşılığını er ya da geç aldığını görürüz. buraya kadar her şey normal gözüküyor.
ama ya ağustos böceği... tembel, işe yaramaz, beş para etmez böceğin teki. karıncaya olan sevgimizi ağustos böceğini ötekileştirerek kazandık. oysa ağustos böcekleri kadar işini ciddiyetle yapan hiçbir varlık yoktur. nedir bu mahlukun görevi? ötmek. yazın kırlara, parklara, ormanlara , korulara çıktığınız da ağaçların dibinde çatlamış böcekler görürsünüz, ağustos böcekleri... çatlayana kadar öterler.şimdi söyleyin başka hangi varlıkta var bu iş ahlakı? ağustos böceklerinden `la fonten ` adına özür diliyorum.
asıl değinmek istediğim nokta ilkokul sıralarından beri beyinlerimize kazınan bu ötekileştirme kültürü. iliklerimize kadar sinmiş farklı olanı olduğu gibi kabul etmeme, dışlama alışkanlığı. bunun getirdiği bölük börçük bir toplumsal yapı. bu ülkede solcular nazım hikmet ’i sevdi, necip fazıl’a küfretti. neden, çünkü gericiydi, dinciydi. sağcılar da necip fazıl’a toz kondurmadı, nazım hikmetin ne allahsızlığı kaldı ne moskofluğu.
halbuki birlik olmaya çalışırken birey olmayı beceremeyen insanlar bilime, sanata, edebiyata ideolojik yaklaşmanın akıldışı olduğunu göremediler. ne nazım hikmet şiirlerini sadece solcular için yadı, ne de necip fazıl sadece sağcılar için yazdı.bir insanın düşüncesini beğenmeyebilirsiniz. ben necip fazıl’la aynı görüşleri paylaşmam. ama bir şair allah’ı, ölümü, bu kadar mı güzel işler şiirlerinde. keza nazım hikmet... yaşama sevinci nedir, memleket sevgisi nedir,insana değer vermek nedir ben nazım hikmet’ten öğrendim.
nesnel yaklaşımları, eleştirel bakış açısının ne olduğunu daha sağlam bir zemine oturtmamız lazım.ideolojik yaklaşımlar edebiyatın, estetiğin canına okuyor. "çocuklar ölmesin, şeker deyiyebilsin." bu kelama hangi sağcı,hangi insan katılmaz. maalesef söylenenden çok söyleyeni tartıştık. kısır çekişmelerle birbirimizi yedik yıllarca.şüphesiz her insanın yakın olduğu bir felsefe, ideoloji, dünya görüşü olacaktır. ama bakış açımız "göte göt" diyebilen can yücel kadar objektif olmalıdır...
ama ya ağustos böceği... tembel, işe yaramaz, beş para etmez böceğin teki. karıncaya olan sevgimizi ağustos böceğini ötekileştirerek kazandık. oysa ağustos böcekleri kadar işini ciddiyetle yapan hiçbir varlık yoktur. nedir bu mahlukun görevi? ötmek. yazın kırlara, parklara, ormanlara , korulara çıktığınız da ağaçların dibinde çatlamış böcekler görürsünüz, ağustos böcekleri... çatlayana kadar öterler.şimdi söyleyin başka hangi varlıkta var bu iş ahlakı? ağustos böceklerinden `la fonten ` adına özür diliyorum.
asıl değinmek istediğim nokta ilkokul sıralarından beri beyinlerimize kazınan bu ötekileştirme kültürü. iliklerimize kadar sinmiş farklı olanı olduğu gibi kabul etmeme, dışlama alışkanlığı. bunun getirdiği bölük börçük bir toplumsal yapı. bu ülkede solcular nazım hikmet ’i sevdi, necip fazıl’a küfretti. neden, çünkü gericiydi, dinciydi. sağcılar da necip fazıl’a toz kondurmadı, nazım hikmetin ne allahsızlığı kaldı ne moskofluğu.
halbuki birlik olmaya çalışırken birey olmayı beceremeyen insanlar bilime, sanata, edebiyata ideolojik yaklaşmanın akıldışı olduğunu göremediler. ne nazım hikmet şiirlerini sadece solcular için yadı, ne de necip fazıl sadece sağcılar için yazdı.bir insanın düşüncesini beğenmeyebilirsiniz. ben necip fazıl’la aynı görüşleri paylaşmam. ama bir şair allah’ı, ölümü, bu kadar mı güzel işler şiirlerinde. keza nazım hikmet... yaşama sevinci nedir, memleket sevgisi nedir,insana değer vermek nedir ben nazım hikmet’ten öğrendim.
nesnel yaklaşımları, eleştirel bakış açısının ne olduğunu daha sağlam bir zemine oturtmamız lazım.ideolojik yaklaşımlar edebiyatın, estetiğin canına okuyor. "çocuklar ölmesin, şeker deyiyebilsin." bu kelama hangi sağcı,hangi insan katılmaz. maalesef söylenenden çok söyleyeni tartıştık. kısır çekişmelerle birbirimizi yedik yıllarca.şüphesiz her insanın yakın olduğu bir felsefe, ideoloji, dünya görüşü olacaktır. ama bakış açımız "göte göt" diyebilen can yücel kadar objektif olmalıdır...
gazi üniversitesinin kötü bir şöhret edinmesinde aslan payına * sahip olan insan topluluğu. topsakallı, uzun saçlı öğrencilerin dövülmesi gibi vatanseverlik gerektiren eylemlerin üstesinden başarıyla gelmeleri de takdir edilesidir. geceleri sabancı kız yurdu civarında ahlak zabitaligi yapıp nizam ve intizamın sağlanmasındaki katkılarından dolayı teşekkürü bir borç bilirim.
ülkücülük? ilk bakışta insana sanki siyasi bir kavrammış gibi geliyor. ulku, varılmak istenen idea. ülkücülük bakın ne kadar boyalı, bir o kadar da içi boş bir laf. ama yukarıda saydıklarımdan hangileri siyasi bir amaca hizmet ediyor bana ülkücü bir arkadaşım açıklasın. açıklayamaz çünkü açıklanabilecek hiç bir tarafı yok. gazi üniversitesi hep bu a kapısının önünde şişeyle maç yapan, delikanlı insanlarla anılıyor.
ülkücüler tarihsel olarak baktığımızda solculara karşı örgütlendirildikleri için herhangi siyasi ya da felsefi temelleri yoktur. bakın büyük türkçü düşünürlere kendi düşüncelerini bilimsel bir zemine oturtmaktan çok komünizmin ne kadar büyük bir tehlike olduğunu anlatmaya çalışırlar sürekli. bir ülkücü için en büyük tehdit komünizm ve komünistlerdir. 80 darbesiyle sağ ve solun tasfiyesi, 90 da sovyetlerin dağılmasıyla üniversitelerdeki bu ülkücü tayfa karşılarında çatışacak bir topluluk bulamamıştır. felsefi ve siyasi olarak bir temelleri olmadığı için de insanların kılıyla tüyüyle uğraşmaya başlamışlardır.
çok klişe olacak ama bu insanlar okulda azınlık bir gruptur. fakat örgütlü azınlık çoğunluğa hükmettiği için her gün birinin suratı dağılmakta, -boktan sebeplerden dolayı- başka birinin ağzıyla burnunun yeri değişmektedir. ama ben bu arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum. hiç bir solcu bir ülkücü kadar sola hizmet edemez. bugün gazi üniversitesine herhangi bir görüşü olmadan gelmiş öğrenci okuldan solcu olarak ayrılıyor neredeyse. hem de öyle ankara üniversiteliler gibi tatlı su solcusu değil gerçekten bilinçli bir solcu olarak. çünkü herkesin solcu olduğu (ya da solcu göründüğü) ortamda solcu olmak kolaydır. önemli olan gazi üniversitesinde solcu olmak, solcu olarak kalabilmek...
ülkücülük? ilk bakışta insana sanki siyasi bir kavrammış gibi geliyor. ulku, varılmak istenen idea. ülkücülük bakın ne kadar boyalı, bir o kadar da içi boş bir laf. ama yukarıda saydıklarımdan hangileri siyasi bir amaca hizmet ediyor bana ülkücü bir arkadaşım açıklasın. açıklayamaz çünkü açıklanabilecek hiç bir tarafı yok. gazi üniversitesi hep bu a kapısının önünde şişeyle maç yapan, delikanlı insanlarla anılıyor.
ülkücüler tarihsel olarak baktığımızda solculara karşı örgütlendirildikleri için herhangi siyasi ya da felsefi temelleri yoktur. bakın büyük türkçü düşünürlere kendi düşüncelerini bilimsel bir zemine oturtmaktan çok komünizmin ne kadar büyük bir tehlike olduğunu anlatmaya çalışırlar sürekli. bir ülkücü için en büyük tehdit komünizm ve komünistlerdir. 80 darbesiyle sağ ve solun tasfiyesi, 90 da sovyetlerin dağılmasıyla üniversitelerdeki bu ülkücü tayfa karşılarında çatışacak bir topluluk bulamamıştır. felsefi ve siyasi olarak bir temelleri olmadığı için de insanların kılıyla tüyüyle uğraşmaya başlamışlardır.
çok klişe olacak ama bu insanlar okulda azınlık bir gruptur. fakat örgütlü azınlık çoğunluğa hükmettiği için her gün birinin suratı dağılmakta, -boktan sebeplerden dolayı- başka birinin ağzıyla burnunun yeri değişmektedir. ama ben bu arkadaşlarımıza çok teşekkür ediyorum. hiç bir solcu bir ülkücü kadar sola hizmet edemez. bugün gazi üniversitesine herhangi bir görüşü olmadan gelmiş öğrenci okuldan solcu olarak ayrılıyor neredeyse. hem de öyle ankara üniversiteliler gibi tatlı su solcusu değil gerçekten bilinçli bir solcu olarak. çünkü herkesin solcu olduğu (ya da solcu göründüğü) ortamda solcu olmak kolaydır. önemli olan gazi üniversitesinde solcu olmak, solcu olarak kalabilmek...
kopya çekmek tasvip edilmesi mümkün olmayan bir olaydır öncelikle onu belirteyim.
illa ki çekilecekse en iyi teknik olan hiçbir teknik kullanmama tekniği kullanılabilir. biraz daha açayım isterseniz. kopya çekmek doğal bir şeymiş gibi yaklaşacaksınız olaya. yoksa böyle teknikler, taktikler falan derken fazla üstüne düşerseniz sınav anında bu heyecanlanmanıza ve vücudunuzun biyolojik tepkiler*vermesine sebebp olacaktır. bu yüzden en geçerli metod özürlü gibi alta kitabı açıp, şakur şukur sayfa çevirerek rahat bir şekilde kopya çekmektir. ben bunu çok yaşadım zamanında biz, yöntemdi, taktikti uğraşıp yakalanırken, alenen kopya çeken arkadaşlar sittin sene yakalanmıyordu.
o halde altın kural olağan dışı, öğretmenin dikkatini çekebilecek davranışlardan kaçınmak.
bir de bir yanılgı vardır. "arka sıralarda oturan öğrenci kopyanın gözüne vurur" diye. kısmen doğrudur bu. fakat benim bildiğim sınıflarda en arka sıralarda genelde haylaz, kopya çekmeye en yatkın, sınıfın azılıları oturur. böyle olunca da nasıl bir teknik direktör rakip takımın gole yakın oyuncularına adam markajı uygulatıyorsa hoca da arka sıralarda oturan öğrencilere "ulan bu ibneler kopya çekicek ama nahh çektiririm" düşüncesiyle hareket edip kopya çekmenize imkan vermeyebilir. "kopya çekicez oğlum" diye girip bir bok yiyemeden sınavı tamamlarsınız. üstelik hoca, sınav boyunca sadece sizin tepenizde dikildiğinden sınıfın diğer elemanları harıl harıl kopya çekecektir. muhtemelen mallar gibi bütün sınıfın notlarını coşturduğu bir sınavdan sıfıra yakınsayan bir not alıp göt olduğunuzla kalacaksınız.
böyle durumlarda çözüm hocanın karakterinde gizlidir. hemen başınızda durduğu diğer sınavları düşünüp nabza göre şerbet vermelisiniz. gerektiğinde orta sıralarda hatta ve hatta en önde bile oturmayı bilmelisiniz.
tabi yukarıdaki saydıklarım adı çıkmamış bir öğrenci için geçerlidir. adınız kopyaci serefize çıktı mı yandınız. nereye oturursanız oturun, hangi tekniği kullanırsanız kullanın mimlenmişsinizdir bir kere. cimbomlu arif gibi
yalancı çobana dönmüşsünüzdür artık haklı penaltılarınız bile verilmez. namuslu bir öğrenci olmaya karar verip, kopyayı bıraksanız bile aslanlar gibi çalışıp aldığınız yüksek notlardan kıllanmalar olacak, bu da hocanın kanaatini olumsuz yönde etkileyecektir.
en iyisi başta da söylediğim gibi hiç bulaşmamaktır. bulaştıysan da çaktırmamak... taktik, maktik bunlar işin hikaye kısmı.
illa ki çekilecekse en iyi teknik olan hiçbir teknik kullanmama tekniği kullanılabilir. biraz daha açayım isterseniz. kopya çekmek doğal bir şeymiş gibi yaklaşacaksınız olaya. yoksa böyle teknikler, taktikler falan derken fazla üstüne düşerseniz sınav anında bu heyecanlanmanıza ve vücudunuzun biyolojik tepkiler*vermesine sebebp olacaktır. bu yüzden en geçerli metod özürlü gibi alta kitabı açıp, şakur şukur sayfa çevirerek rahat bir şekilde kopya çekmektir. ben bunu çok yaşadım zamanında biz, yöntemdi, taktikti uğraşıp yakalanırken, alenen kopya çeken arkadaşlar sittin sene yakalanmıyordu.
o halde altın kural olağan dışı, öğretmenin dikkatini çekebilecek davranışlardan kaçınmak.
bir de bir yanılgı vardır. "arka sıralarda oturan öğrenci kopyanın gözüne vurur" diye. kısmen doğrudur bu. fakat benim bildiğim sınıflarda en arka sıralarda genelde haylaz, kopya çekmeye en yatkın, sınıfın azılıları oturur. böyle olunca da nasıl bir teknik direktör rakip takımın gole yakın oyuncularına adam markajı uygulatıyorsa hoca da arka sıralarda oturan öğrencilere "ulan bu ibneler kopya çekicek ama nahh çektiririm" düşüncesiyle hareket edip kopya çekmenize imkan vermeyebilir. "kopya çekicez oğlum" diye girip bir bok yiyemeden sınavı tamamlarsınız. üstelik hoca, sınav boyunca sadece sizin tepenizde dikildiğinden sınıfın diğer elemanları harıl harıl kopya çekecektir. muhtemelen mallar gibi bütün sınıfın notlarını coşturduğu bir sınavdan sıfıra yakınsayan bir not alıp göt olduğunuzla kalacaksınız.
böyle durumlarda çözüm hocanın karakterinde gizlidir. hemen başınızda durduğu diğer sınavları düşünüp nabza göre şerbet vermelisiniz. gerektiğinde orta sıralarda hatta ve hatta en önde bile oturmayı bilmelisiniz.
tabi yukarıdaki saydıklarım adı çıkmamış bir öğrenci için geçerlidir. adınız kopyaci serefize çıktı mı yandınız. nereye oturursanız oturun, hangi tekniği kullanırsanız kullanın mimlenmişsinizdir bir kere. cimbomlu arif gibi
yalancı çobana dönmüşsünüzdür artık haklı penaltılarınız bile verilmez. namuslu bir öğrenci olmaya karar verip, kopyayı bıraksanız bile aslanlar gibi çalışıp aldığınız yüksek notlardan kıllanmalar olacak, bu da hocanın kanaatini olumsuz yönde etkileyecektir.
en iyisi başta da söylediğim gibi hiç bulaşmamaktır. bulaştıysan da çaktırmamak... taktik, maktik bunlar işin hikaye kısmı.
son yıllarda öss sonuçları açıklandıktan sonra türkiye bilmem kaçıncısı olmuş imam hatipli hede can\hede gülün istediği bölüme girme şansı yok şeklinde karşımıza çıkan haberlerdir. bu haberlerin ardından vay efendim katsayı adaletsizliği, vay efendim imam hatiplilerin önünü kesiyorlar. islamcı basın bir yaygara kopartır falan.
ilk önce bu haksızlığa uğradığını söyleyen arkadaşlar hakkında konuşmak istiyorum. imam hatip liselerinde yıllardır uygulanan sistem bu. yani muhtemelen bu arkadaşlar bu okullara girerken katsayı hesaplamalarından haberdardılar. madem ideallleri vardı neden imam hatip lisesini seçtiler.? imam hatip liselerinin avantajlı olduğu tercihler ilahiyat fakülteleri. bu yıllardır böyle.
islamcı basına gelince her sene össyi dört gözle bekliyorlar bu konudan siyasi malzeme çıkarmak için. bu ülkede köy enstitüleri neden kapatıldı? soruyorum! belli bir siyasi görüşe hizmet etttiği gerekçesiyle. peki erbakan imam hatipler bizim arka bahçemiz demedi mi? yani imam hatipler de bir siyasi görüşün kalesi konumunda. bu gazeteler imam hatiplerin kapatılmadığına dua etsinler.
ilk önce bu haksızlığa uğradığını söyleyen arkadaşlar hakkında konuşmak istiyorum. imam hatip liselerinde yıllardır uygulanan sistem bu. yani muhtemelen bu arkadaşlar bu okullara girerken katsayı hesaplamalarından haberdardılar. madem ideallleri vardı neden imam hatip lisesini seçtiler.? imam hatip liselerinin avantajlı olduğu tercihler ilahiyat fakülteleri. bu yıllardır böyle.
islamcı basına gelince her sene össyi dört gözle bekliyorlar bu konudan siyasi malzeme çıkarmak için. bu ülkede köy enstitüleri neden kapatıldı? soruyorum! belli bir siyasi görüşe hizmet etttiği gerekçesiyle. peki erbakan imam hatipler bizim arka bahçemiz demedi mi? yani imam hatipler de bir siyasi görüşün kalesi konumunda. bu gazeteler imam hatiplerin kapatılmadığına dua etsinler.
ahlak nedir, nerdedir? insan vücudunun belli bir bölgesinde midir? örtünmek midir, başörtüsü müdür? yoksa kalbi temiz olmak mıdır? biraz bu soruların altına girmek istiyorum naçizane.
bazıları için ahlak kızlık zarıdır sadece. er kişi evlendiği zaman zarı baz alır. zar varsa dişi ehl-i namustur. ahlaken kusursuzdur. ama ya o kız zarı deldirmeden oral, anal birçok şeyi yaşamışsa bunu test edemeyiz. o zaman ahlak zarda değildir.
önemli olan beyindeki zardır öyleyse. evet beyin insan davranışlarını kontrol eden merkez doğru. ama birçok erkeğin bu sözü, pek istekli olmayan kızları kandırmak için söylediğini, bazı kızların da işin kolayına kaçıp bunu söylediğini biliyorum. yani her türlü pisliğe bulaşıp benim kalbim temiz demek gibi bir şey bu beyin zarı lafı.
o zaman kesinlikle baş örtüsüdür, kapalı olmaktır. geriye başka birşey kalmadı çünkü. bazı kızlar görüyoruz sokaklarda, parklarda, caddelerde başlarında türban eyvallah. ama öyle pantolonlar giymişler ki daracık, vajinal hatların belli olduğu, neredeyse oracığı besleyen damarların gözümüze sokulduğu. işte bakın ben de ahlaksızlaştım birden. bu benim bacak aramla ilgili bir şey mi, yoksa beynimle mi ilgili?
ahlak bir bütün olarak değerlendirilmesi gereken bir kavramdır. insanların bazı organlarında aranması saçmadır. ahlak insanın yetiştirilme tarzı, aile terbiyesi, yaşadığı ortama bağlı olarak ortaya çıkar. bütün insan davranışlarını kapsayan bir olgudur. bütün kızlık zarı olanlar ahlaklı mıdır? ya da bütün zarsız olanlar ahlaksız mıdır? yani anlatmaya çalıştığım ahlaka bakış açımızı değiştirmeden toplumda yer eden bu sorunları çözemeyiz.
bazıları için ahlak kızlık zarıdır sadece. er kişi evlendiği zaman zarı baz alır. zar varsa dişi ehl-i namustur. ahlaken kusursuzdur. ama ya o kız zarı deldirmeden oral, anal birçok şeyi yaşamışsa bunu test edemeyiz. o zaman ahlak zarda değildir.
önemli olan beyindeki zardır öyleyse. evet beyin insan davranışlarını kontrol eden merkez doğru. ama birçok erkeğin bu sözü, pek istekli olmayan kızları kandırmak için söylediğini, bazı kızların da işin kolayına kaçıp bunu söylediğini biliyorum. yani her türlü pisliğe bulaşıp benim kalbim temiz demek gibi bir şey bu beyin zarı lafı.
o zaman kesinlikle baş örtüsüdür, kapalı olmaktır. geriye başka birşey kalmadı çünkü. bazı kızlar görüyoruz sokaklarda, parklarda, caddelerde başlarında türban eyvallah. ama öyle pantolonlar giymişler ki daracık, vajinal hatların belli olduğu, neredeyse oracığı besleyen damarların gözümüze sokulduğu. işte bakın ben de ahlaksızlaştım birden. bu benim bacak aramla ilgili bir şey mi, yoksa beynimle mi ilgili?
ahlak bir bütün olarak değerlendirilmesi gereken bir kavramdır. insanların bazı organlarında aranması saçmadır. ahlak insanın yetiştirilme tarzı, aile terbiyesi, yaşadığı ortama bağlı olarak ortaya çıkar. bütün insan davranışlarını kapsayan bir olgudur. bütün kızlık zarı olanlar ahlaklı mıdır? ya da bütün zarsız olanlar ahlaksız mıdır? yani anlatmaya çalıştığım ahlaka bakış açımızı değiştirmeden toplumda yer eden bu sorunları çözemeyiz.
bir önceki tbbm başkanı bulent arinc ın laiklik yeniden tanımlanmasıgereken bir kavramdır sözleri gündemi uzunca bir süre gündemi meşgul etti.
şüphesiz bülent arınçın geçmişteki çizgisi bu sözün gündeme oturmasındakien büyük etkendi.
şimdi gelin türkiye cumhuriyeti devletindeki işleyişi analiz etmeye çalışalım.
anayasamıza göre türkiye cumhuriyeti, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.nedir bu laiklik? önce ona bir göz atalım. genel tanım olarak din işlerinin devletişlerinden ayrlması, devletin dininin olmaması, devlet organlarının bütün dinlere,hatta inançsız vatandaşlarına eşit mesafede olmasıdır. evet sanırım bu kadarı laikliğin özünü anlatmaya yeter.
peki ülkemizde işleyiş böyle midir? hani klasik bir söylem varefendim laik yapı değiştirilmek isteniyor. gerçekten yapı laik mi yoksa türkiye devletinin kendine özgü bir laiklik anlayışı mı var?
benim fikrim kesinlikle türkiyenin zaten kendine özgü bir laiklik algılaması var. şöyle ki;hangi laik ülkede görülmüş din adamlarının devlet tarafından maaşlandırıldığı, hangi laikülkede görülmüş diyanet işleri başkanlığı gibi bir kurum, hangi laik ülkede görülmüş zorunlu din dersi. devlet bırakın bütün dinlere eşit olmayı islam dinindeki mezheplere bile eşit olamıyor.alevilere mum söndücüler deniyor, ibadetlerine gulu gulu dansı deniyor, ibadet ettikleri mekanacümbüş evi denerek dalga geçiliyor. ülkemizde ramazan ve kurban bayramlarında resmi tatil ilan ediliyor.madem devlet yapısı laik hristiyan bir vatandaşımız da paskalya bayramı dolayısıyla resmi tatil istese haklıdır. imam hatip liseleri apayrı bir konu. din adamı yetiştiren okullar devlete bağlı ve bu devlet işlevsel anlamda bütün dinlere aynı mesafede...
diyanet işleri başkanlığı bizzat atatürk tarafından kurdurulmuştur. atatürkün laik yapıyı savunmadığını
mı iddia ediyorum? hayır... buradan şuraya varmak istiyorum. laiklik kavramı ülkemizin sosyal ve kültürel
dokusu göz önünde tutularak zaten esnetilmiştir. ama bu yapıdan bile rahatsız olan insanlar var. cuma günü
tatil olsun diyenler var. bu insanların kafalarındaki oluşum başka. başka bir düzenin özlemi içinde yanıp
tutuşuyorlar. beyinlerindeki bu ideolojik şehvet travmaları yüzünden islamcı bir histeri nöbetine tutuluyorlar.
tekrar ediyorum laikliğin cılkı çıkmış, yeterince esnemiş, sünmüş durumda yeniden tanımlanması gerekiyor
demek de ne oluyor? laikliğin s.kilecek anası mı kalmış? bu boktan laiklik bile rahatsız etmeye yetiyor ideolojik hastalıklara yakalanmış beyinleri.
ne diyelim allah sonumuzu hayır etsin...
şüphesiz bülent arınçın geçmişteki çizgisi bu sözün gündeme oturmasındakien büyük etkendi.
şimdi gelin türkiye cumhuriyeti devletindeki işleyişi analiz etmeye çalışalım.
anayasamıza göre türkiye cumhuriyeti, laik, demokratik, sosyal bir hukuk devletidir.nedir bu laiklik? önce ona bir göz atalım. genel tanım olarak din işlerinin devletişlerinden ayrlması, devletin dininin olmaması, devlet organlarının bütün dinlere,hatta inançsız vatandaşlarına eşit mesafede olmasıdır. evet sanırım bu kadarı laikliğin özünü anlatmaya yeter.
peki ülkemizde işleyiş böyle midir? hani klasik bir söylem varefendim laik yapı değiştirilmek isteniyor. gerçekten yapı laik mi yoksa türkiye devletinin kendine özgü bir laiklik anlayışı mı var?
benim fikrim kesinlikle türkiyenin zaten kendine özgü bir laiklik algılaması var. şöyle ki;hangi laik ülkede görülmüş din adamlarının devlet tarafından maaşlandırıldığı, hangi laikülkede görülmüş diyanet işleri başkanlığı gibi bir kurum, hangi laik ülkede görülmüş zorunlu din dersi. devlet bırakın bütün dinlere eşit olmayı islam dinindeki mezheplere bile eşit olamıyor.alevilere mum söndücüler deniyor, ibadetlerine gulu gulu dansı deniyor, ibadet ettikleri mekanacümbüş evi denerek dalga geçiliyor. ülkemizde ramazan ve kurban bayramlarında resmi tatil ilan ediliyor.madem devlet yapısı laik hristiyan bir vatandaşımız da paskalya bayramı dolayısıyla resmi tatil istese haklıdır. imam hatip liseleri apayrı bir konu. din adamı yetiştiren okullar devlete bağlı ve bu devlet işlevsel anlamda bütün dinlere aynı mesafede...
diyanet işleri başkanlığı bizzat atatürk tarafından kurdurulmuştur. atatürkün laik yapıyı savunmadığını
mı iddia ediyorum? hayır... buradan şuraya varmak istiyorum. laiklik kavramı ülkemizin sosyal ve kültürel
dokusu göz önünde tutularak zaten esnetilmiştir. ama bu yapıdan bile rahatsız olan insanlar var. cuma günü
tatil olsun diyenler var. bu insanların kafalarındaki oluşum başka. başka bir düzenin özlemi içinde yanıp
tutuşuyorlar. beyinlerindeki bu ideolojik şehvet travmaları yüzünden islamcı bir histeri nöbetine tutuluyorlar.
tekrar ediyorum laikliğin cılkı çıkmış, yeterince esnemiş, sünmüş durumda yeniden tanımlanması gerekiyor
demek de ne oluyor? laikliğin s.kilecek anası mı kalmış? bu boktan laiklik bile rahatsız etmeye yetiyor ideolojik hastalıklara yakalanmış beyinleri.
ne diyelim allah sonumuzu hayır etsin...
son zamanlarda pkk yanlısı olup bunu açıkça söyleyemeyen insanların ağzında demokrasi, insan hakları, özgürlükler gibi
insanlığın kutsal kavramlarını çokça duyar olduk. neredeyse pkknın mücadelesinin demokratik bir direniş olduğuna, pkk
üyelerinin cesur birer gerilla olduğuna inanacağım.
tam da bu durumu anlatan bir hikaye anlatarak konuyu asıl
zeminine oturtmak istiyorum.
aylin ve berk üniversitede tanışmış iki gençtir. uzun süredir
beraberdirler. berk aylinle sex yapmak için yanıp tutuşmaktadır artık. bir konser dönüşü gecesi berk, aylini
amiyane tabirle eve atmayı başarır. ancak bir sorun
vardır. aylin pek istekli değildir. berk aylinin çekindiğini
farkeder. ona cemal süreyyadan bir kaç şiir okur. aşka vurgu yapar. derken lafı felsefeye getirir:
-aşkım aslında gelecek diye bir yok, geçmiş de yok. sadece şu an var.
+mantık olarak öyle evet.
-nihilizmden çok etkilenmişimdir hep. her şey hiç içindir. mesela şu an seninle beraber olsak nedir ki yani bir hiç. anın tadını çıkarmaya ne dersin aşkım.
+berk çok haklısın. ben hiç sikiş-sokuşa bu açıdan yaklaşmamıştım. eh! sevişelim bari...
derken film kopar ve berk amacına ulaşır. felsefeden bahsedince esas kızımız rahatlayıp, verir.
işta pkk yanlıları da bize insan hakları, demokrasi, özgürlükler gibi boyalı laflar edip emellerine ulaşmak istiyorlar. evet sosyalizme eğilimliyim. evet halkların kardeşliğine inanıyorum. faşizmin karşısındayım. lakin pkk bir terör örgütüdür. yıllaryılı kardeş kanının dökülmesine bin yıldır kardeşçe yaşanılan topraklarda huzurun bozulmasına sebep olmuştur. bunun lamı cimi yok. insan haklarıymış, özgürlükmüş... vay be! bak ben terörizme hiç bu açıdan bakmamıştım. daha bugün ankaranın göbeğinde 600 kilogram patlayıcı yüklü araç yakalandı. kürtler kardeşlerimizdir fakat o bombaların alacağı canlar da insandır onların da yaşama hakları her insanın ki gibi kutsaldır.
insanlığın kutsal kavramlarını çokça duyar olduk. neredeyse pkknın mücadelesinin demokratik bir direniş olduğuna, pkk
üyelerinin cesur birer gerilla olduğuna inanacağım.
tam da bu durumu anlatan bir hikaye anlatarak konuyu asıl
zeminine oturtmak istiyorum.
aylin ve berk üniversitede tanışmış iki gençtir. uzun süredir
beraberdirler. berk aylinle sex yapmak için yanıp tutuşmaktadır artık. bir konser dönüşü gecesi berk, aylini
amiyane tabirle eve atmayı başarır. ancak bir sorun
vardır. aylin pek istekli değildir. berk aylinin çekindiğini
farkeder. ona cemal süreyyadan bir kaç şiir okur. aşka vurgu yapar. derken lafı felsefeye getirir:
-aşkım aslında gelecek diye bir yok, geçmiş de yok. sadece şu an var.
+mantık olarak öyle evet.
-nihilizmden çok etkilenmişimdir hep. her şey hiç içindir. mesela şu an seninle beraber olsak nedir ki yani bir hiç. anın tadını çıkarmaya ne dersin aşkım.
+berk çok haklısın. ben hiç sikiş-sokuşa bu açıdan yaklaşmamıştım. eh! sevişelim bari...
derken film kopar ve berk amacına ulaşır. felsefeden bahsedince esas kızımız rahatlayıp, verir.
işta pkk yanlıları da bize insan hakları, demokrasi, özgürlükler gibi boyalı laflar edip emellerine ulaşmak istiyorlar. evet sosyalizme eğilimliyim. evet halkların kardeşliğine inanıyorum. faşizmin karşısındayım. lakin pkk bir terör örgütüdür. yıllaryılı kardeş kanının dökülmesine bin yıldır kardeşçe yaşanılan topraklarda huzurun bozulmasına sebep olmuştur. bunun lamı cimi yok. insan haklarıymış, özgürlükmüş... vay be! bak ben terörizme hiç bu açıdan bakmamıştım. daha bugün ankaranın göbeğinde 600 kilogram patlayıcı yüklü araç yakalandı. kürtler kardeşlerimizdir fakat o bombaların alacağı canlar da insandır onların da yaşama hakları her insanın ki gibi kutsaldır.
- lan neymiş sivri olacağımış. gotüne sokacak amuğagoduğum sanki.
+ sen macırdın demi?
- hee yaa.. çorumluyuhh.
+ sen macırdın demi?
- hee yaa.. çorumluyuhh.
(bkz: metro sürmek)
(bkz: nicki uzun aklı kısa)
-karı gibi olmuşsun.
-baba bu ne şimdi espri mi yani!
-ulan it kafanı kırarım asabımı bozam benim. puşt sen beni aptal arkadaşlarından biri mi sandın, hıı? devril çabuk, kaybol gözümün önünden.
-baba bu ne şimdi espri mi yani!
-ulan it kafanı kırarım asabımı bozam benim. puşt sen beni aptal arkadaşlarından biri mi sandın, hıı? devril çabuk, kaybol gözümün önünden.
spor olsun için girip çok korkulan ikinci bölüm sorularının -özellikle mat2- çok basit bebek işi olduğunu gördüğüm sınavın adıdır. 240 soruyu da bilinçli bir şekilde cevaplayıp, kontrol etmeme rağmen sınavdan 45 dakika erken çıktım.
zor zor diye her sene ağlanılan sınavın dandik ve kolay bir sınav olduğunu görmek beni hiç şaşırtmadı belitmek isterim. ünal yarımağan’ın da hakkını teslim etmek lazım sınavdan önce sınavın kolay olacağını söyledi adam.
kafama eserse 3. üniversitemi de okuyabilirim. sınava giren arkadaşların gönlünde yatan bölümlere yerleşmeleri dileğiyle yazımı noktalıyorum. inşallah hafta içine değil de boğaziçine gidersiniz dostlarım.
zor zor diye her sene ağlanılan sınavın dandik ve kolay bir sınav olduğunu görmek beni hiç şaşırtmadı belitmek isterim. ünal yarımağan’ın da hakkını teslim etmek lazım sınavdan önce sınavın kolay olacağını söyledi adam.
kafama eserse 3. üniversitemi de okuyabilirim. sınava giren arkadaşların gönlünde yatan bölümlere yerleşmeleri dileğiyle yazımı noktalıyorum. inşallah hafta içine değil de boğaziçine gidersiniz dostlarım.
ulusalcılar beş para etmez, liberaller ancak beş para eder zeytin dalı ise paha biçilemez. geri kalan her şey için master card.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?