otobanlarda ambulans etkisi yaratabilecek vaziyet.dikkat çekmek için bire bir.erkek şoförlerin meraklı bakışları arasında kırmızı ışıkta,virajlarda falan geçiş önceliğini kimseciklere kaptırmazlar.
başkasına ait olanının kullanılması şans getirirmiş,böyle bir inanış vardır.
ağrı dağının zirvesinde gerçekleşebilmesi muhtemel ukde.
bundan sonra bayrak yerine herkes bir adet kardan adam da dikebilir mesela zirveye.
bundan sonra bayrak yerine herkes bir adet kardan adam da dikebilir mesela zirveye.
euhehheee,zuahahaha,wuahahhahahaa!
-çırt,pırt,pıt,pıt,pıt....
....................
(oha a.k bu da ne!)
+neden dostum neden?
-çırt,pırt,pıt,pıt,pıt....
....................
(oha a.k bu da ne!)
+neden dostum neden?
aynı zamanda bir sanat dalı.
yakışıklı,sempatik,ünlü italyan modacı.dekolte türü giysilerdeki başarısından ötürü adından sıkça bahsettirmeyi başarmıştır.cinsellik,çekicilik savunduğu moda anlayışının çekirdeğini oluşturur;adına çıkarılan parfümlerinde de olduğu gibi...
geçen akşam ahmet kayanın o asi yüzü televizyonun ekranında belirdiğinde, "ben öldüğümde" diyordu, "kimse arkamdan memleketini sevmiyordu demesin, ben bu memleketi ardahandan edirneye kadar severim."
ölmüş bir adam konuşuyordu karşımda.
"ben öldüğümde..."
"ben öldüğümde kimse memleketini sevmiyordu demesin."
öldüğü günün akşamında hiç büyümeyen şişman ve öfkeli çocuk yüzüyle karşıma çıkan adamın şarkılarını dinleyen milyonlarca insana vasiyeti bu acıklı cümleydi, "memleketimi sevmediğimi söylemeyin."
bu memleketin şarkılarını söyleyen bir insan niye arkasından "memleketini sevmiyordu" deneceğinden kuşkulanıyordu ki...
bir gece mikrofonu alıp "ben kürtçe şarkı söyleyeceğim" demiş, bu masum cümle yüzünden "hain" ilan edilip sürgüne yollanmış, hakaretlere uğramış ve genç yaşında ölmüştü.
onu ölüme götüren yolun ilk taşı o cümleyle konmuştu. "kürtçe şarkı söyleyeceğim."
kürtçe bile bilmiyordu ama öfkeliydi, çocuksuydu, hesapsızdı.
besteler yapmayı, şarkılar söylemeyi, içmeyi, dostlarıyla sohbet etmeyi, çocuklara tanınan sevimli bir özgürlüğün içinde aldırmazca konuşmayı seviyordu, "ben berbere gitmem, giden de hoşlanmam" bile diyebiliyordu.
sanatla uğraşanların çoğu gibi kocaman bir çocuktu işte ve bu ülkede yaşayan çoğu insan gibi çocukluğundan ve gençliğinden yaralar taşıyordu içinde, onu zaman zaman bütün topluma meydan okumaya kadar götüren acılı yaralar.
coşmuş, "kürtçe şarkı söyleyeceğim" demişti.
bunu söyledi diye onu sürgünlere yolladık.
"yağmurlarını bile tanımadığı" şehirlerin sokaklarında yapayalnız dolaşmaya mahkum ettik.
tanıdığı bir yüzle karşılaşmadığı, bildik bir kokuyu duymadığı yabancı sokaklarda dolaştı.
aylarca yalnızlığının içinde savrulup durdu.
şarkılarını sevenlerin sevgisine alışmıştı, sevgisiz kaldı.
o sevgiyi aradı.
her seferinde biraz daha öfkelenip her seferinde onu sevdiği topraklardan biraz daha kopartan konuşmalar yaptı.
insanlar onun coşkulu bir şarkıcı olduğunu unutmuş, sanki bir politik lidermiş gibi söylediği her kelimenin altını çizerek ona başka bir kimlik giydirmeye koyulmuşlardı.
"kürtçe şarkı söyleyeceğim" cümlesiyle başlayan macera gittikçe daha keskin bir hale gelmişti.
yüzlerce şarkı yazmış, söylemiş, milyonlarca insan tarafından dinlenmiş, bu ülkenin insanlarına sesiyle acılar ve sevinçler bağışlamış biri "kürtçe şarkı söylemek" istediği için "hain" olmuştu, yaptığı her harekette, söylediği her sözde, attığı her adımda onun "hainliğini" kanıtlayan yeni izler bulmak için peşine düşmüşlerdi.
o, geri dönüşü olmayan bir yola itildiğini görüyor, öfkesinden o yolda daha hızlı koşuyordu.
her seferinde biraz daha hızlı, biraz daha hızlı.
her seferinde doğduğu topraklardan biraz daha kopartıldığını hissederek.
her seferinde biraz daha yaralı ve biraz daha yalnız.
öfkeli konuşmalar ve şarkıların ardından yağmurları bile yabancı sokaklarda yaşanan hüzünlü yürüyüşler geliyordu.
evini özlüyordu.
memleketini özlüyordu.
özlediği yerlere dönemeyeceğini anlıyordu. kırk yaşını daha yeni aşmıştı ve "içkisini bile sevmediği" bir diyarda hoşlanmadığı bir hayat kurmaya mahkum edilmişti.
"evimi özledim" diyordu, "balkonumda bacağı kırık mangalımı yakıp dostlarımla rakı içmeyi özledim."
ama ona evine dönmek yasaktı.
"kürtçe şarkı söylemek istiyorum" demişti çünkü.
sonra o dönüş yolunu biraz daha kesecek duraklarda aramıştı sevgiyi, öfkeyle aramıştı.
biraz daha güçlü, biraz daha kendine güvenen bir toplumun çocuğu olsaydı, onun o sert konuşmalarında, yumruğunu havaya kaldırarak söylediği şarkılarda açıkça hissedilen o çocuksu yalnızlığı ve kızgınlığı o toplum görür ve onu yeniden koynuna alırdı.
ama onun içinde doğduğu toplum o kadar güvenli ve güçlü değildi.
kelimelerden ve şarkılardan korkan insanların yaşadığı topraklarda doğmuştu.
o insanlara şarkılar, acılar, sevinçler bağışlamıştı ama o insanlar şimdi onu affetmiyordu.
o, "kürtçe şarkı söyleyeceğim" demişti.
ve, sürgünlere gönderilmişti.
ülkesinin yöneticileri onu hain ilan ederken, o da kendisini bir zamanlar sevmiş olanların, dinleyicilerinin, dostlarının, toprakdaşlarının ihanetine uğradığını düşünüyordu herhalde.
gidip politik toplantılara katılıyordu.
yumruğunu havaya kaldırarak şarkılar söylüyordu.
her sözüyle dönüş yolunu biraz daha kestiği halde, öfkesine sahip olamıyordu.
o bir şarkıcıydı.
çocuksuydu.
öfkeliydi.
yaralıydı.
ve, hayatının son döneminde yağmurlarını tanımadığı şehirlerde yalnızdı.
dilini bilmediği bir şehirde, karısının ve kızının kolları arasında öldü.
çabucak öldü.
bir çocuk gibi öldü.
daha önce sürgünde ölenler gibi yalnızlığıyla parçalanarak öldü.
tanımadığı bir ülkenin topraklarına gömüldü.
kürtçe bir şarkı söylemek istediğini söylediği için terkedilmiş olarak öldü.
kürtçe bile bilmiyordu.
artık bacağı kırık mangalını yakamayacak, dostlarıyla rakı içemeyecek, doğduğu toprakları bir daha göremeyecek.
bir daha şarkı söyleyemeyecek.
onun kürtçe şarkı söylemesi gibi bir tehlike kalmadı.
ah keşke şarkı söyleyebilseydim.
kürtçe bir şarkı söylerdim onun için.
yalnızlık üzerine bir şarkı, ölüm üzerine bir şarkı.
"şarkı söyleyen çocukları sevin" diye bir şarkı.
"ben öldüğümde kimse memleketimi sevmediğimi söylemesin" diye vasiyet eden birini anlatan bir şarkı.
kürtçe bir şarkı söylerdim onun için.
eğer şarkı söylemeyi bilseydim.
o şarkı söylemeyi biliyordu.
ama benim söyleyemediğim şarkıyı o da söyleyemedi.
yağmurlarını tanımadığı bir şehirde yalnız, öfkeli ve mahzun öldü.
söylenmeyen ve söylenmeyi bekleyen bir şarkı kaldı.
belki bir gün, o şarkı söylendiğinde, belki o da bizi affeder.
ahmet altan....
ölmüş bir adam konuşuyordu karşımda.
"ben öldüğümde..."
"ben öldüğümde kimse memleketini sevmiyordu demesin."
öldüğü günün akşamında hiç büyümeyen şişman ve öfkeli çocuk yüzüyle karşıma çıkan adamın şarkılarını dinleyen milyonlarca insana vasiyeti bu acıklı cümleydi, "memleketimi sevmediğimi söylemeyin."
bu memleketin şarkılarını söyleyen bir insan niye arkasından "memleketini sevmiyordu" deneceğinden kuşkulanıyordu ki...
bir gece mikrofonu alıp "ben kürtçe şarkı söyleyeceğim" demiş, bu masum cümle yüzünden "hain" ilan edilip sürgüne yollanmış, hakaretlere uğramış ve genç yaşında ölmüştü.
onu ölüme götüren yolun ilk taşı o cümleyle konmuştu. "kürtçe şarkı söyleyeceğim."
kürtçe bile bilmiyordu ama öfkeliydi, çocuksuydu, hesapsızdı.
besteler yapmayı, şarkılar söylemeyi, içmeyi, dostlarıyla sohbet etmeyi, çocuklara tanınan sevimli bir özgürlüğün içinde aldırmazca konuşmayı seviyordu, "ben berbere gitmem, giden de hoşlanmam" bile diyebiliyordu.
sanatla uğraşanların çoğu gibi kocaman bir çocuktu işte ve bu ülkede yaşayan çoğu insan gibi çocukluğundan ve gençliğinden yaralar taşıyordu içinde, onu zaman zaman bütün topluma meydan okumaya kadar götüren acılı yaralar.
coşmuş, "kürtçe şarkı söyleyeceğim" demişti.
bunu söyledi diye onu sürgünlere yolladık.
"yağmurlarını bile tanımadığı" şehirlerin sokaklarında yapayalnız dolaşmaya mahkum ettik.
tanıdığı bir yüzle karşılaşmadığı, bildik bir kokuyu duymadığı yabancı sokaklarda dolaştı.
aylarca yalnızlığının içinde savrulup durdu.
şarkılarını sevenlerin sevgisine alışmıştı, sevgisiz kaldı.
o sevgiyi aradı.
her seferinde biraz daha öfkelenip her seferinde onu sevdiği topraklardan biraz daha kopartan konuşmalar yaptı.
insanlar onun coşkulu bir şarkıcı olduğunu unutmuş, sanki bir politik lidermiş gibi söylediği her kelimenin altını çizerek ona başka bir kimlik giydirmeye koyulmuşlardı.
"kürtçe şarkı söyleyeceğim" cümlesiyle başlayan macera gittikçe daha keskin bir hale gelmişti.
yüzlerce şarkı yazmış, söylemiş, milyonlarca insan tarafından dinlenmiş, bu ülkenin insanlarına sesiyle acılar ve sevinçler bağışlamış biri "kürtçe şarkı söylemek" istediği için "hain" olmuştu, yaptığı her harekette, söylediği her sözde, attığı her adımda onun "hainliğini" kanıtlayan yeni izler bulmak için peşine düşmüşlerdi.
o, geri dönüşü olmayan bir yola itildiğini görüyor, öfkesinden o yolda daha hızlı koşuyordu.
her seferinde biraz daha hızlı, biraz daha hızlı.
her seferinde doğduğu topraklardan biraz daha kopartıldığını hissederek.
her seferinde biraz daha yaralı ve biraz daha yalnız.
öfkeli konuşmalar ve şarkıların ardından yağmurları bile yabancı sokaklarda yaşanan hüzünlü yürüyüşler geliyordu.
evini özlüyordu.
memleketini özlüyordu.
özlediği yerlere dönemeyeceğini anlıyordu. kırk yaşını daha yeni aşmıştı ve "içkisini bile sevmediği" bir diyarda hoşlanmadığı bir hayat kurmaya mahkum edilmişti.
"evimi özledim" diyordu, "balkonumda bacağı kırık mangalımı yakıp dostlarımla rakı içmeyi özledim."
ama ona evine dönmek yasaktı.
"kürtçe şarkı söylemek istiyorum" demişti çünkü.
sonra o dönüş yolunu biraz daha kesecek duraklarda aramıştı sevgiyi, öfkeyle aramıştı.
biraz daha güçlü, biraz daha kendine güvenen bir toplumun çocuğu olsaydı, onun o sert konuşmalarında, yumruğunu havaya kaldırarak söylediği şarkılarda açıkça hissedilen o çocuksu yalnızlığı ve kızgınlığı o toplum görür ve onu yeniden koynuna alırdı.
ama onun içinde doğduğu toplum o kadar güvenli ve güçlü değildi.
kelimelerden ve şarkılardan korkan insanların yaşadığı topraklarda doğmuştu.
o insanlara şarkılar, acılar, sevinçler bağışlamıştı ama o insanlar şimdi onu affetmiyordu.
o, "kürtçe şarkı söyleyeceğim" demişti.
ve, sürgünlere gönderilmişti.
ülkesinin yöneticileri onu hain ilan ederken, o da kendisini bir zamanlar sevmiş olanların, dinleyicilerinin, dostlarının, toprakdaşlarının ihanetine uğradığını düşünüyordu herhalde.
gidip politik toplantılara katılıyordu.
yumruğunu havaya kaldırarak şarkılar söylüyordu.
her sözüyle dönüş yolunu biraz daha kestiği halde, öfkesine sahip olamıyordu.
o bir şarkıcıydı.
çocuksuydu.
öfkeliydi.
yaralıydı.
ve, hayatının son döneminde yağmurlarını tanımadığı şehirlerde yalnızdı.
dilini bilmediği bir şehirde, karısının ve kızının kolları arasında öldü.
çabucak öldü.
bir çocuk gibi öldü.
daha önce sürgünde ölenler gibi yalnızlığıyla parçalanarak öldü.
tanımadığı bir ülkenin topraklarına gömüldü.
kürtçe bir şarkı söylemek istediğini söylediği için terkedilmiş olarak öldü.
kürtçe bile bilmiyordu.
artık bacağı kırık mangalını yakamayacak, dostlarıyla rakı içemeyecek, doğduğu toprakları bir daha göremeyecek.
bir daha şarkı söyleyemeyecek.
onun kürtçe şarkı söylemesi gibi bir tehlike kalmadı.
ah keşke şarkı söyleyebilseydim.
kürtçe bir şarkı söylerdim onun için.
yalnızlık üzerine bir şarkı, ölüm üzerine bir şarkı.
"şarkı söyleyen çocukları sevin" diye bir şarkı.
"ben öldüğümde kimse memleketimi sevmediğimi söylemesin" diye vasiyet eden birini anlatan bir şarkı.
kürtçe bir şarkı söylerdim onun için.
eğer şarkı söylemeyi bilseydim.
o şarkı söylemeyi biliyordu.
ama benim söyleyemediğim şarkıyı o da söyleyemedi.
yağmurlarını tanımadığı bir şehirde yalnız, öfkeli ve mahzun öldü.
söylenmeyen ve söylenmeyi bekleyen bir şarkı kaldı.
belki bir gün, o şarkı söylendiğinde, belki o da bizi affeder.
ahmet altan....
her türlü duygu ve düşünceyi,etkileyicilik ve ikna unsurları içerisinde yazıya dökme hali.
(bkz: parfüm)
kişiye ayrı bir çekicilik katan unsur.tende kalıcı olması için tatbik edilen bölgelerin temiz olması şarttır.ayrıca açık tenlerde çok daha hoş koktuğu da bilinen bir gerçektir.
orjinalinden pek bir farkı olmayan,birbirinden hoş kokuları; sekiz dokuz milyon gibi çok uygun fiyatlara kapatabileceğiniz büyük buluş.
armaninin aşmış parfümü.beyaz sümbül,frezya,misket üzümü ve ağaçsı kokularla oluşturulmuş.ferah bir koku,tam baharlık...
(bkz: çılgın marslılar)
#239616
çoğu kez bir kenara atılmış börtü böceğin bomba sanılıp polise ihbarı sonucu gerçekleşen hadise.
anket hastalıktır, bulaşıcıdır dedik,türüyor dedik,yapmayın,etmeyin ...kimse dinlemedi kimse inanmadı.ibretlik oldunuz sayın tatlıses,ibretlik!
bilim ve teknolojinin açıklamakta büyük acziyet çektiği;insanoğlunun henüz tam olarak keşfedilmemiş en hassas organıdır diyebiliriz.sayılarla ifade edilemeyecek türlü türlü fonksiyonları vardır bu organımızın ki tüm bu fonksiyonlar aklın eremeyeceği müthiş bir hızla gerçekleşir.beyin işlevlerinin süresini hesap edebilecek mekanizmalar da bu konuda çoğu zaman yetersiz kalmakta,ancak tahmini ölçümler yapabilmektedir.
hal böyle iken bu durumun mağdurlarını şizofreni,depresyon,paranoya,takıntı gibi düşman başına diye tabir edebileceğimiz tedavisi oldukça güç beyin hastalklarına maruz kalanlar oluşturmaktadır.
bir reflü(mide hastalığı) hastasını ele alalım ki bu rahatsızlık mide asitinin yemek borusuna çıkmasından kaynaklanmaktadır.bu asit oranını dengelemek hastalığın tedavisi için yeterli bir çözümdür.
bir de ;bir takıntı hastasını ele alalım ki bu kişi serotonin adı verilen mutluluk hormonunun milimlerle ifade edebileceğimiz miktarda’’ az ’’salgılanmasından ötürü, türlü türlü acılar çekmekte,günlük işlerini zar zor yerine getirebilmekte, tüm işlerini yıllarca psikiyatrist denetiminde yapmak mecburiyetindedir. ancak gelin görün ki’’ şu beyinde şu hormon az salgılanıyor’’,’’onun için bu maddeyi arttıralım’’ türünden seçenekler bu rahatsızlığın tedavisi noktasında tabiri caizse sadece komik kalabilmektedir.beynin kompleks yapısı ve de en önemlisi hassas bağlantıları bu çeşit psikolojik rahatsızlıkların tedavisini güçleştirmekte,denetimden uzak bırkamaktadır.
hal böyle iken bu durumun mağdurlarını şizofreni,depresyon,paranoya,takıntı gibi düşman başına diye tabir edebileceğimiz tedavisi oldukça güç beyin hastalklarına maruz kalanlar oluşturmaktadır.
bir reflü(mide hastalığı) hastasını ele alalım ki bu rahatsızlık mide asitinin yemek borusuna çıkmasından kaynaklanmaktadır.bu asit oranını dengelemek hastalığın tedavisi için yeterli bir çözümdür.
bir de ;bir takıntı hastasını ele alalım ki bu kişi serotonin adı verilen mutluluk hormonunun milimlerle ifade edebileceğimiz miktarda’’ az ’’salgılanmasından ötürü, türlü türlü acılar çekmekte,günlük işlerini zar zor yerine getirebilmekte, tüm işlerini yıllarca psikiyatrist denetiminde yapmak mecburiyetindedir. ancak gelin görün ki’’ şu beyinde şu hormon az salgılanıyor’’,’’onun için bu maddeyi arttıralım’’ türünden seçenekler bu rahatsızlığın tedavisi noktasında tabiri caizse sadece komik kalabilmektedir.beynin kompleks yapısı ve de en önemlisi hassas bağlantıları bu çeşit psikolojik rahatsızlıkların tedavisini güçleştirmekte,denetimden uzak bırkamaktadır.
efendim,şimdi bu çizgi film aile ve okul hayatındaki ilişkilerinde güçlük çeken öğrencilere bir nebze olsun hayatın anlamını eğlenceli bir yoldan çaktırma hevesiyle hazırlanmış olup bir çok ülkede de aile ve okul dernekleri tarafından pek çok ödül toplamıştır.hakkaten de başarılıdır.
olaylar ana karakter cedric üzerinden anlatılır doğal olarak.lakin dizi;misyonunu cedricin dedesi üzerinden yapar böyle. bu yaşlı sempatik amcamız gerek imalarıyla,gerek şakalarıyla gerekse de direkt olarak ders verici nasihatleriyle cedrici hatalarına karşı uyarmakta , gelin tanış olalım,zoru kolay kılalım,sevelim sevilelim türünden mesajları adreslerine göndermektedir.
olaylar ana karakter cedric üzerinden anlatılır doğal olarak.lakin dizi;misyonunu cedricin dedesi üzerinden yapar böyle. bu yaşlı sempatik amcamız gerek imalarıyla,gerek şakalarıyla gerekse de direkt olarak ders verici nasihatleriyle cedrici hatalarına karşı uyarmakta , gelin tanış olalım,zoru kolay kılalım,sevelim sevilelim türünden mesajları adreslerine göndermektedir.
(bkz: ekmek parası)
filmin senaryosuyla uyumlu,özel hazırlanmış,ya da düzenlenmiş müziklerdir diyebiliriz biz buna.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?