aktif seksten bahsediliyorsa mümkündür bu yöntemle zayıflamak. hatta ingiliz bilim adamları "aktif seks, sevişerek zayıflamanın en iyi yolu" demektelermiş. hatta "seks yaparak zayıflama" reçetesi de yayınlanmış gazetelerde.
şöyleymiş bu:
"sevişmeye striptiz yaparak başlanması gerekiyor. çünkü striptiz 400 kalori yaktırıyor.
ateşli öpüşme 325 kalori harcatıyor.
ayakta seks yapmak, daha çok kalori harcatıyor. insan yatakta seks yaparken 200, ayakta ise 400 kalori yakıyor.
en çok kalori ise, oral seks yapılarak harcanabiliyor. oral seks yaparak orgazmı yaşamak ise, ekstradan 100 kalori yaktırıyor."
yalnız haftada sadece üç kez seks yapmak da yeterliymiş her gün yapmaya gerek yok yani. zararlı olabilir belki her gün her gün . haftada üç kez seks yaparak bir yılda 15 bin kalori yaktırırmış. hatta bu 240 km’lik bir koşuda harcanan enerjiye denkmiş ve genelde bir beden küçülme anlamına gelmekteymiş.
şöyleymiş bu:
"sevişmeye striptiz yaparak başlanması gerekiyor. çünkü striptiz 400 kalori yaktırıyor.
ateşli öpüşme 325 kalori harcatıyor.
ayakta seks yapmak, daha çok kalori harcatıyor. insan yatakta seks yaparken 200, ayakta ise 400 kalori yakıyor.
en çok kalori ise, oral seks yapılarak harcanabiliyor. oral seks yaparak orgazmı yaşamak ise, ekstradan 100 kalori yaktırıyor."
yalnız haftada sadece üç kez seks yapmak da yeterliymiş her gün yapmaya gerek yok yani. zararlı olabilir belki her gün her gün . haftada üç kez seks yaparak bir yılda 15 bin kalori yaktırırmış. hatta bu 240 km’lik bir koşuda harcanan enerjiye denkmiş ve genelde bir beden küçülme anlamına gelmekteymiş.
ukdecinin $öyle bir notu varmi$ :
k
hmm o zaman seni direkt şu başlığa yönlendiriyorum sevgili ukdeci:
(bkz: shevek)
k
hmm o zaman seni direkt şu başlığa yönlendiriyorum sevgili ukdeci:
(bkz: shevek)
benim zamanıma kalmayan karamela markası.
girdiğim entryden utanmama sebep olan sözlük üyesi. (#578966 - #579232) değil; #548489.
biri bilir diye bıraktığım ukdemi ben dolduruyorum. jean-paul sartreın le mur adlı kitabının son öyküsünde karşıma çıkan terim muhtemelen çevirmenin yarattığı bir sözcük. sadizm ve anal seks; sadist anal ilişki olabilir diye düşünüyorum anlamı.
it, intikam.
(toplama kampında v’nin yan hücresindeki kadının, valerie’nin tuvalet kağıdına yazıp ona ulaştırdığı mektuplar.)
1
i know there’s no way i can convince you this is not one of their tricks but i don’t care. i am me. my name is valerie. i don’t think i’ll live much longer. i wanted to tell someone about my life. this is the only autobiography that i will ever write and, god.. i’m writing it on toilet paper.
i was born in nottingham in 1985. i don’t remember much of those early years but i do remember the rain. my grandmother owned a farm in tottle brook and she used to tell me that god was in the rain. i passed my 11 plus and went to girls’ grammar. it was at school that i met my first girlfriend. her name was sarah. it was her wrists. they were beautiful. i thought we would love each other forever. i remember our teacher telling us that it was an adolescent phase that people outgrew. sarah did. i didn’t.
in 2002, i fell in love with a girl named christina. that year i came out to my parents. i couldn’t have done it without chris holding my hand. my father wouldn’t look at me. he told met o go and never come back. my mother said nothing. but i’d only told them the truth. was that so selfish? our integrity sells for so little, but it is all we really have. it is the very last inch of us. but within that inch.. we are free.
2
i’d always known what i wanted to do with my life and in 2015 i starred in my first film, the salt flats. it was the most important role of my life. not because of my career but because that was how i met ruth. the first time we kissed.. i knew i never wanted to kiss any other lips but hers again.
we moved to a small flat in london together. she grew scarlet carsona form e in our window box and our place always smelt of roses. those were the best years of my life. but america’s war grew worse and worse, and eventually came to london.
after that, there were no roses anymore. not for anyone.
3
i remember how the meaning of words began to change. how unfamiliar words like “collateral” and “rendition” became frightening while thins like “norsefire” and the “artickles of allegiance” became powerful. i remember how “differen” became dangerous. i stil don’t understand it .. why ther hate us so much.
they took ruth while she was out buying food. i’ve never cried so hard in my life. it wasn’t long till they cam efor me. it seems strange that my life should end in such a terrible place. but for three years, i had roses anf apologized to no one. i shall die here. every inch of me shall perish. every inch.. but one. an inch. it is small, and it is fragile and it is the only thing in the world worth having. we must never lose it or give it away. we must never let them take it from us. i hope that, whoever you are, you escape this place. i hope that the world turns and that thing get better. but what i hope most of all is that you understand what i mean when i tell you that even though i do not know you and even though i may never meet you, laugh with you, cry with you or kiss you.. i love you. with all my heart i love you.
valerie
*
1
bunun onların oyunlarından biri olmadığına seni ikna etmenin bir yolu yok ama bu umurumda değil. bu benden bir mesaj. adım valerie. çok fazla yaşayacağımı sanmıyorum ve birine hayatımı anlatmak istedim. bu hayatımda yazma şansına sahip olduğum tek otobiyografi ve tanrım, onu bir tuvalet kağıdına yazıyorum.
1985 yılında nottingham’da doğdum. o yılları pek hatırlamıyorum ama yağmuru hatırlıyorum. büyükannemin tottle brook’ta bir çiftliği vardı ve bana tanrı’nın yağmurda saklı olduğunu söylerdi. ortaokul sınavlarını kazandım ve bir kız okuluna gittim. ilk kız arkadaşımla okulda tanıştım. adı sarah’ydı. beni çeken bilekleriydi. çok güzellerdi. birbirimizi ebediyen seveceğimizi sandım. öğretmenimizin insanların ergenlik çağındaki bazı isteklerini geride bıraktıklarını söylediğini hatırlıyorum. sarah öyle yaptı. ben yapmadım.
2002 yılında christina adında bir kıza aşık oldum. o yıl anne ve babama durumu itiraf ettim. chris orada elimi tutmasaydı bunu asla yapamazdım. babam ban bakmıyordu. bana evden gitmemi ve asla geri dönmememi söyledi. annem hiçbir şey söylemedi. ama ben onlara sadece gerçeği söylemiştim. bu çok mu bencilceydi? kişisel bütünlüğümüz, sahip olduğumuz tek şey ama çok az değer görüyor. en önemli yanımız o. ama sadece onun sınırları içinde özgürüz.
2
hayatımı nasıl yaşayacağımı her zaman biliyordum. ve 2015 yılında ilk filmim tuzlu arazi’de oynadım. bu hayatımın en önemli rolüydü, kariyerim açısından değil.. ruth’la orada tanıştığım için. ilk öpüştüğümüzde onun dudaklarından başkasını bir daha öpmek istemediğimi biliyordum.
birlikte, londra’da küçük bir daireye taşındık. pencere önündeki saksımızda benim için scarlet carson gülleri yetiştirirdi. evimiz hep gül kokardı. onlar, hayatımın en güzel yıllarıydı. ama amerika’nın savaşı gittikçe kötüye gitti ve savaş londra’nın kapısına dayandı.
bundan sonra gül olmadı hiç. hiç kimsenin hayatında.
3
kelimelerin anlamlarının nasıl değişmeye başladığını hatırlıyorum. “birliktelik” ve “ifade” gibi artık kullanılmayan kelimelerin tehdit oluşturduğunu ama öte yandan “norsefire” ve “sadakat yasası” gibi kelimelerin güç kazandığını. “farklı”nın nasıl “tehlikeli”ye dönüştüğünü hatırlıyorum. bizden neden bu kadar nefret ettiklerini hala anlamıyorum.
ruth’u alışveriş yaparken götürdüler. hayatımda hiç bu kadar ağladığımı hatırlamıyorum. beni de almak için gelmeleri uzun sürmedi. hayatımın böylesine berbat bir yerde noktalanacak olması garip geliyor ama hayatımın üç yılı güllerle geçti ve kimseden özür dilemedim. burada öleceğim. vücudumun her bir parçası yok olacak. bir parçası hariç hepsi. tek bir parça. küçük ve kırılgan ama dünyada sahip olmaya değen tek parça. onu hiç kaybetmemeli ve vermemeliyiz. onu bizden almalarına izin vermemeliyiz. her kimsen bu yerden kaçmanı dilerim. umarım dünya değişir ve her şey iyiye gider. ama en çok şunu anlamanı umuyorum: seni tanımasam bile ve seninle hiç karşılaşamasak, birlikte gülmesek, ağlamasak, seni öpmesem bile.. seni seviyorum. seni tüm kalbimle seviyorum.
valerie
1
i know there’s no way i can convince you this is not one of their tricks but i don’t care. i am me. my name is valerie. i don’t think i’ll live much longer. i wanted to tell someone about my life. this is the only autobiography that i will ever write and, god.. i’m writing it on toilet paper.
i was born in nottingham in 1985. i don’t remember much of those early years but i do remember the rain. my grandmother owned a farm in tottle brook and she used to tell me that god was in the rain. i passed my 11 plus and went to girls’ grammar. it was at school that i met my first girlfriend. her name was sarah. it was her wrists. they were beautiful. i thought we would love each other forever. i remember our teacher telling us that it was an adolescent phase that people outgrew. sarah did. i didn’t.
in 2002, i fell in love with a girl named christina. that year i came out to my parents. i couldn’t have done it without chris holding my hand. my father wouldn’t look at me. he told met o go and never come back. my mother said nothing. but i’d only told them the truth. was that so selfish? our integrity sells for so little, but it is all we really have. it is the very last inch of us. but within that inch.. we are free.
2
i’d always known what i wanted to do with my life and in 2015 i starred in my first film, the salt flats. it was the most important role of my life. not because of my career but because that was how i met ruth. the first time we kissed.. i knew i never wanted to kiss any other lips but hers again.
we moved to a small flat in london together. she grew scarlet carsona form e in our window box and our place always smelt of roses. those were the best years of my life. but america’s war grew worse and worse, and eventually came to london.
after that, there were no roses anymore. not for anyone.
3
i remember how the meaning of words began to change. how unfamiliar words like “collateral” and “rendition” became frightening while thins like “norsefire” and the “artickles of allegiance” became powerful. i remember how “differen” became dangerous. i stil don’t understand it .. why ther hate us so much.
they took ruth while she was out buying food. i’ve never cried so hard in my life. it wasn’t long till they cam efor me. it seems strange that my life should end in such a terrible place. but for three years, i had roses anf apologized to no one. i shall die here. every inch of me shall perish. every inch.. but one. an inch. it is small, and it is fragile and it is the only thing in the world worth having. we must never lose it or give it away. we must never let them take it from us. i hope that, whoever you are, you escape this place. i hope that the world turns and that thing get better. but what i hope most of all is that you understand what i mean when i tell you that even though i do not know you and even though i may never meet you, laugh with you, cry with you or kiss you.. i love you. with all my heart i love you.
valerie
*
1
bunun onların oyunlarından biri olmadığına seni ikna etmenin bir yolu yok ama bu umurumda değil. bu benden bir mesaj. adım valerie. çok fazla yaşayacağımı sanmıyorum ve birine hayatımı anlatmak istedim. bu hayatımda yazma şansına sahip olduğum tek otobiyografi ve tanrım, onu bir tuvalet kağıdına yazıyorum.
1985 yılında nottingham’da doğdum. o yılları pek hatırlamıyorum ama yağmuru hatırlıyorum. büyükannemin tottle brook’ta bir çiftliği vardı ve bana tanrı’nın yağmurda saklı olduğunu söylerdi. ortaokul sınavlarını kazandım ve bir kız okuluna gittim. ilk kız arkadaşımla okulda tanıştım. adı sarah’ydı. beni çeken bilekleriydi. çok güzellerdi. birbirimizi ebediyen seveceğimizi sandım. öğretmenimizin insanların ergenlik çağındaki bazı isteklerini geride bıraktıklarını söylediğini hatırlıyorum. sarah öyle yaptı. ben yapmadım.
2002 yılında christina adında bir kıza aşık oldum. o yıl anne ve babama durumu itiraf ettim. chris orada elimi tutmasaydı bunu asla yapamazdım. babam ban bakmıyordu. bana evden gitmemi ve asla geri dönmememi söyledi. annem hiçbir şey söylemedi. ama ben onlara sadece gerçeği söylemiştim. bu çok mu bencilceydi? kişisel bütünlüğümüz, sahip olduğumuz tek şey ama çok az değer görüyor. en önemli yanımız o. ama sadece onun sınırları içinde özgürüz.
2
hayatımı nasıl yaşayacağımı her zaman biliyordum. ve 2015 yılında ilk filmim tuzlu arazi’de oynadım. bu hayatımın en önemli rolüydü, kariyerim açısından değil.. ruth’la orada tanıştığım için. ilk öpüştüğümüzde onun dudaklarından başkasını bir daha öpmek istemediğimi biliyordum.
birlikte, londra’da küçük bir daireye taşındık. pencere önündeki saksımızda benim için scarlet carson gülleri yetiştirirdi. evimiz hep gül kokardı. onlar, hayatımın en güzel yıllarıydı. ama amerika’nın savaşı gittikçe kötüye gitti ve savaş londra’nın kapısına dayandı.
bundan sonra gül olmadı hiç. hiç kimsenin hayatında.
3
kelimelerin anlamlarının nasıl değişmeye başladığını hatırlıyorum. “birliktelik” ve “ifade” gibi artık kullanılmayan kelimelerin tehdit oluşturduğunu ama öte yandan “norsefire” ve “sadakat yasası” gibi kelimelerin güç kazandığını. “farklı”nın nasıl “tehlikeli”ye dönüştüğünü hatırlıyorum. bizden neden bu kadar nefret ettiklerini hala anlamıyorum.
ruth’u alışveriş yaparken götürdüler. hayatımda hiç bu kadar ağladığımı hatırlamıyorum. beni de almak için gelmeleri uzun sürmedi. hayatımın böylesine berbat bir yerde noktalanacak olması garip geliyor ama hayatımın üç yılı güllerle geçti ve kimseden özür dilemedim. burada öleceğim. vücudumun her bir parçası yok olacak. bir parçası hariç hepsi. tek bir parça. küçük ve kırılgan ama dünyada sahip olmaya değen tek parça. onu hiç kaybetmemeli ve vermemeliyiz. onu bizden almalarına izin vermemeliyiz. her kimsen bu yerden kaçmanı dilerim. umarım dünya değişir ve her şey iyiye gider. ama en çok şunu anlamanı umuyorum: seni tanımasam bile ve seninle hiç karşılaşamasak, birlikte gülmesek, ağlamasak, seni öpmesem bile.. seni seviyorum. seni tüm kalbimle seviyorum.
valerie
0 rh(+)
(girişi)
remember, remember the 5th of november
the gunpowder treason and plot
i know of no reason
why the gunpowder treason
should ever be forgot
but what of the man?
i know his name was guy fawkes
.. and i know in 1605, he attempted to blox up the houses of parliament
but who was he really?
what was he like?
we are told to remember the idea and not the man.
because a man can fail.
he can be caugt,
he can be killed and forgotten.
but 400 years later
..an idea can stil change the world.
i have witnessed firsthand the power of ideas.
i’ve seen people kill in the name of them
..and die defending them.
but you cannot kiss an idea..
cannot touch it or hold it.
ideas do not bleed.
they do not feel pain.
they do not love.
and it is not an idea that i miss.
it is a man.
a man that made me remember
the 5th of november.
a man that i will never forget.
*
unutma, 5 kasımı unutma
barut ihanetini ve komployu
barut ihanetinin unutulması için
hiçbir sebep göremiyorum.
peki ya o adam?
adının guy fawkes olduğunu biliyorum
.. ve 1605 yılında parlamento binası’nı havaya uçurmaya çalıştığını biliyorum.
ama aslında kimdi o?
nasıl biriydi?
bize adamın kendini değil
savunduğu fikri unutmamamız söylendi.
çünkü bir insan başarısız olabilir.
yakalanabilir, öldürülebilir ve unutulabilir.
ama bir fikir 400 yıl sonra bile, dünyayı değiştirebilir.
fikirlerin gücüne doğrudan şahit oldum.
insanların bir fikir uğruna birbirlerini öldürdüklerini
.. hayatlarını feda ettiklerini gördüm
ama bir fikri öpemezsiniz..
ona dokunup sarılamazsınız.
fikirler kanamaz.
onlar acıyı hissedemez.
ve onlar sevemez.
ve özlediğim bir fikir değil..
bir adam.
5 kasım’ı unutmamama neden olan adam.
hiçbir zaman unutmayacağım bir adam.
remember, remember the 5th of november
the gunpowder treason and plot
i know of no reason
why the gunpowder treason
should ever be forgot
but what of the man?
i know his name was guy fawkes
.. and i know in 1605, he attempted to blox up the houses of parliament
but who was he really?
what was he like?
we are told to remember the idea and not the man.
because a man can fail.
he can be caugt,
he can be killed and forgotten.
but 400 years later
..an idea can stil change the world.
i have witnessed firsthand the power of ideas.
i’ve seen people kill in the name of them
..and die defending them.
but you cannot kiss an idea..
cannot touch it or hold it.
ideas do not bleed.
they do not feel pain.
they do not love.
and it is not an idea that i miss.
it is a man.
a man that made me remember
the 5th of november.
a man that i will never forget.
*
unutma, 5 kasımı unutma
barut ihanetini ve komployu
barut ihanetinin unutulması için
hiçbir sebep göremiyorum.
peki ya o adam?
adının guy fawkes olduğunu biliyorum
.. ve 1605 yılında parlamento binası’nı havaya uçurmaya çalıştığını biliyorum.
ama aslında kimdi o?
nasıl biriydi?
bize adamın kendini değil
savunduğu fikri unutmamamız söylendi.
çünkü bir insan başarısız olabilir.
yakalanabilir, öldürülebilir ve unutulabilir.
ama bir fikir 400 yıl sonra bile, dünyayı değiştirebilir.
fikirlerin gücüne doğrudan şahit oldum.
insanların bir fikir uğruna birbirlerini öldürdüklerini
.. hayatlarını feda ettiklerini gördüm
ama bir fikri öpemezsiniz..
ona dokunup sarılamazsınız.
fikirler kanamaz.
onlar acıyı hissedemez.
ve onlar sevemez.
ve özlediğim bir fikir değil..
bir adam.
5 kasım’ı unutmamama neden olan adam.
hiçbir zaman unutmayacağım bir adam.
mtv tr’de "gece yaşamayı seven" müzik tutkunları için 3’te yayınlanmaya başlayan müzik programı.
köpekler için yapılmış giysi, tasma, mücevher tasarımlarının ve oyuncak, yatak, minder gibi eşyaların satışa sunulduğu site. insan oha demeden geçemiyor tabii. von dutch ve juicy couture imzalı tasarımlar ve paris hilton koleksiyonu bile var.
http://www.glamourdog.com
http://www.glamourdog.com
yorkshire terrierin genleriyle oynanmasıyla ortaya çıkan standart yorkie ölçülerinin çok altında olan minik yorkicik. genetik yapılarıyla oynandığı için hastalıklar ve dış etkenlere karşı savunmasızladır. adından anlaşılacağı gibi çay fincanı büyüklüğündedirler. toy yorkie veya tiny yorkie olarak da geçer. fiyatları 1.500$-15.000$ arasındadır.
fotoğraflar için bkz;http://www.students.stedwards.edu/ahernan2/teacupyorkie.jpg
http://www.pupcity.com/images/adpics/06182135455909_1.jpg
http://www.emediawire.com/prfiles/2005/08/05/270032/isspd.jpg
fotoğraflar için bkz;http://www.students.stedwards.edu/ahernan2/teacupyorkie.jpg
http://www.pupcity.com/images/adpics/06182135455909_1.jpg
http://www.emediawire.com/prfiles/2005/08/05/270032/isspd.jpg
bu avutma amacıyla söylenen cümleye herkes inanabilir.
söyleyenin söylediğine inanmadığını geçtim, söylenen kişinin bile inanmadığı avutma amaçlı kullanılan cümle.
işkenceli filmlerde odaklanılan organlardan biridir.
kötü. alex çok çok kötü. hem kendince, hem toplumca kötü. bıçaklı sütleri kafaya diker sonra hırsızlık yapar, tecavüz eder kadınlara, ihtiyarları döver, çete arkadaşları pete, georgie ve aptalof’la. erkenden uykusu gelir ama geceleri, daha yeni başlarken geceler hani, uykusu gelir, daha okullu bir çocuktur o. uyuyup, uyanıp, yağlı ekmek ve sütlü çay içer ve okula gider. ama geceleri onundur. özgürdür. iri güğümlü kadınlara gel-git yapar, yapar, bıkmaz. müzik tutkunudur. en ve tek iyi arkadaşı ludwig’dir. zamane gençlerinin müzik zevklerinden iğrenir. çetenin lideri alex’tir. ama bir vakit sonra diğer üyeler buna karşı çıkmaya başlar. sorunlar yaşanır. bir gün süt barında otururlarken alex der ki,
“aramızda birinin öncü olması, buyruk vermesi gerekmez mi? sıkıdüzenin olmadığı yerde anarşi filizlenir”.
hiçbiri cevap vermez.
“uzun zamandır size yön verdim. arkadaşız biz. düzenimiz demokrasi. ne var ki içimizden birinin çıkıp yol göstermesi gerekir. doğru mu? doğru mu?”
doğru doğru. böyle konuşmakla olmaz pete, georgie, aptalof. konuşmakla olmaz işte, dövüşmekle de olmaz. en iyisini bildi onlar. alex’e tuzak kurup onu dev-tut’a, cehennemin dibine yolladılar.
“hırsızlık, kitap yakmak, dövüşmek derken cinayet de işlemiştim böylece. daha 15 yaşındaydım topu topu.”
polisler götürür alex’i. bir güzel döverler, eğlencelik ederler. bir de yalan itirafname imzalatırlar.
“eğer bu herifler iyinin yanındaysalar, ben öbür taraftan olduğuma sevinmeliyim.”
artık alex’in yeri, cinsi sapıkların, sarhoş pezevenklerin, insan dövmeyi matah sanan gardiyanların yanıdır. yıl geçer. alex’in kulağına “ludovico yöntemi” dedikoduları gelir. gider, onu seven rahip efendiye sorar bu yöntemi ve işlevselliğini.
“bu yöntem gerçekten, kötü kişiyi topluma yararlı bir insan evladı yapabilecek mi? asıl sorun bu bizce. iyilik kişinin içinden gelir. kişi iyiliği seçebilmelidir. kişiye seçme hakkı tanınmazsa, o kişiliğini yitirir.”
ne var ki, alex şanslı kişidir, bu yöntemin ilk kurbanı olmak için seçilir. tabii mutludur o bu iğrenç yerden kurtulacağı için.
“hükümet çağdışı yöntemlerle sizleri topluma kazandıramayacağını anlamış bulunmaktadır. suçluları bir araya tıkıp onlardan hayır beklemek çölde su aramaya benziyor. toplum kurallarına karşı çıkmış kişileri aynı yerde tutmakla sizleri ilkel davranışlara zorluyoruz. bundan böyle hapishaneler yalnız siyasi suçluların barındıkları bir yer olacak gibime geliyor.”
rahip efendi veda etmek istemektedir alex’e. onun anlamayacağını bilmediği şeyler söylemek için yanına çağırtır, zavallıyı.
-çok mutluyum. iyi bir insan olmak öteden beri istediğim tek şeydi.
-iyi bir insan olmak hoşuna gitmeyebilir. belki de iyilikten nefret edebilirsin. bunları söylerken kendi ilkelerime, öteden beri verdiğim vaazlara aykırı konuştuğumu da biliyorum. tanrı biz kullarından ne istiyor? tanrı’nın istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi? kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli tanrı’nın gözünde?
artık alex için çok mu geçtir? çok, çok. özgürlüğüne kavuşmuştur kilitli özel odasında, ipek pijamalar içinde. her yemekten sonra bir iğne, ve filmler gösterilecek ona. bildiği filmlerden değil bunlar ama. “topluma kazandırma” süreci başlamıştır. filmler o korkunç işler yapan alex’i bile ürkütmüştür. aklına pek çok şey takılmıştır.
“nasıl olmuştu da oyuncular, hele o genç kız, böyle bir şeyi kabul edebilmişti? eğer bu filmler iyilik adına, devlet adına yapılıyorsa, yönetici takımı nasıl izin vermişti buna?”
kusar kusar. iğrenir. tiksinir. ama yerleştirildiği düzenekten dolayı gözlerini kapayamaz, izlemek zorundadır, kötülüğü tanımak zorundadır.
-yeter artık! durun, durun, durun!
-durmak mı? daha yeni başladık dostum!
düşünde kan, kan, kanlar gördü gece alex. uyandı uykusundan kustu, ne zaman kötü şeyler düşünse artık, böyle olacaktı. tekrar uyumaya korktu. diğer günler de hep, daha ağır, böyle geçti. parçalanan vücutlar, akan kanlar, japon ve nazi işkenceleri. “marquis de sade’ı utandırmıyorlar” bir gün aptal hasta bakıcı, tekerlekli sandalyeyle gelmedi ve bugün yürüyerek gideceğini söyledi. iğne de yoktu o gün. filmlerin izletildiği salona girdi, ama bu sefer oyuncu o olacaktı. salon tanıdık tanımadık yüzlerle tıka basa doluydu.
-beyefendiler karşınızda kobayımız. gördüğünüz gibi sağlıklı. yarın sabah onu toplumun içine salıvereceğiz. tam bir küçük beyefendi olarak kentimizin caddelerinde yürüyecek, mutluluk saçacak herkese. yaşlıların ellerini öpecek, küçükleri koruyacak, anasını babasını sayacak. beyler iki yıldır dev-tut’ta yatan bu delikanlı 730 gün sonra gene katil ruhlu, terbiyesiz, küstah bir yaratıktı. değişmiş miydi hiç? evet. tutukevi ona yağcılığı, gönül istememesine rağmen tatlı tatlı gülmeyi, ikiyüzlülüğü öğretmişti. bunların yanı sıra türlü türlü kötülükler, topluma zarar verebilecek namussuzluklar da öğrendi küçük dostumuz. şimdi beyler sizlere bu delikanlının nasıl iyileştiğini tanıtlayacağız.
sahnede ona kötü kötü şeyler yapıp kötü kötü şeyler yapmasını beklediler. yap(a)madı. midesi bulandı. başı ağrıdı. “acıların ortasında özünü yitirdi” kendini tekrar iyi hissetmesi için iyi şeyler düşünmesi gerekiyordu. öyle yaptı. ona tekme atan herifin çizmelerini yaladı, cebinden bıçağını çıkarıp hediye etmek istedi.
-kobayımız öz mantığına aykırı olarak iyiliğe yönelmektedir. yaptığı kötülükler de bizlerin mantığına aykırı geldiğinden onu değiştirdik. kötülük yapma isteği kafasında belirdiği an tüm vücudunu ağrılar, sızılar kaplıyor. bunlardan kurtulabilmesi için de kötülüğün tam karşıtı olan iyiliğe yıldırım hızıyla yönelmesi gerekiyor. soracağınız var mı?
-seçme hakkı yok.. –rahip efendinin kalın sesiydi bu. –kişisel çıkarları, ağrılardan korkması biraz önce gördüğümüz gibi küçülmesine neden oldu. öyle değil mi efendim?
-..önemli olan namus ilkeleri!
-ben ben ben! –diye bağırdım avazım çıktığı kadar. –ben ne olacağım? sanki bütün bu olanlar beni ilgilendirmiyor? ben bir hayvan mıyım? yoksa cansız bir yaratık mı?
..ben bir otomatik portakal mıyım yoksa?
ama bunu o seçmişti, öyle değil mi, sonuçlarına katlanmalıydı.
küçük kardeş artık gidiyor. işkence bitti. artık o gerçek bir hıristiyan olmuş hey! çarmıha birini germektense kendini gerdirmeyi yeğleyen bir hıristiyan.
“aramızda birinin öncü olması, buyruk vermesi gerekmez mi? sıkıdüzenin olmadığı yerde anarşi filizlenir”.
hiçbiri cevap vermez.
“uzun zamandır size yön verdim. arkadaşız biz. düzenimiz demokrasi. ne var ki içimizden birinin çıkıp yol göstermesi gerekir. doğru mu? doğru mu?”
doğru doğru. böyle konuşmakla olmaz pete, georgie, aptalof. konuşmakla olmaz işte, dövüşmekle de olmaz. en iyisini bildi onlar. alex’e tuzak kurup onu dev-tut’a, cehennemin dibine yolladılar.
“hırsızlık, kitap yakmak, dövüşmek derken cinayet de işlemiştim böylece. daha 15 yaşındaydım topu topu.”
polisler götürür alex’i. bir güzel döverler, eğlencelik ederler. bir de yalan itirafname imzalatırlar.
“eğer bu herifler iyinin yanındaysalar, ben öbür taraftan olduğuma sevinmeliyim.”
artık alex’in yeri, cinsi sapıkların, sarhoş pezevenklerin, insan dövmeyi matah sanan gardiyanların yanıdır. yıl geçer. alex’in kulağına “ludovico yöntemi” dedikoduları gelir. gider, onu seven rahip efendiye sorar bu yöntemi ve işlevselliğini.
“bu yöntem gerçekten, kötü kişiyi topluma yararlı bir insan evladı yapabilecek mi? asıl sorun bu bizce. iyilik kişinin içinden gelir. kişi iyiliği seçebilmelidir. kişiye seçme hakkı tanınmazsa, o kişiliğini yitirir.”
ne var ki, alex şanslı kişidir, bu yöntemin ilk kurbanı olmak için seçilir. tabii mutludur o bu iğrenç yerden kurtulacağı için.
“hükümet çağdışı yöntemlerle sizleri topluma kazandıramayacağını anlamış bulunmaktadır. suçluları bir araya tıkıp onlardan hayır beklemek çölde su aramaya benziyor. toplum kurallarına karşı çıkmış kişileri aynı yerde tutmakla sizleri ilkel davranışlara zorluyoruz. bundan böyle hapishaneler yalnız siyasi suçluların barındıkları bir yer olacak gibime geliyor.”
rahip efendi veda etmek istemektedir alex’e. onun anlamayacağını bilmediği şeyler söylemek için yanına çağırtır, zavallıyı.
-çok mutluyum. iyi bir insan olmak öteden beri istediğim tek şeydi.
-iyi bir insan olmak hoşuna gitmeyebilir. belki de iyilikten nefret edebilirsin. bunları söylerken kendi ilkelerime, öteden beri verdiğim vaazlara aykırı konuştuğumu da biliyorum. tanrı biz kullarından ne istiyor? tanrı’nın istediği iyilik mi yoksa iyiliği seçebilme şansına sahip olabilmek mi? kötülüğü seçen biri gerçekte iyiliğe zorlanan birinden daha mı geçerli tanrı’nın gözünde?
artık alex için çok mu geçtir? çok, çok. özgürlüğüne kavuşmuştur kilitli özel odasında, ipek pijamalar içinde. her yemekten sonra bir iğne, ve filmler gösterilecek ona. bildiği filmlerden değil bunlar ama. “topluma kazandırma” süreci başlamıştır. filmler o korkunç işler yapan alex’i bile ürkütmüştür. aklına pek çok şey takılmıştır.
“nasıl olmuştu da oyuncular, hele o genç kız, böyle bir şeyi kabul edebilmişti? eğer bu filmler iyilik adına, devlet adına yapılıyorsa, yönetici takımı nasıl izin vermişti buna?”
kusar kusar. iğrenir. tiksinir. ama yerleştirildiği düzenekten dolayı gözlerini kapayamaz, izlemek zorundadır, kötülüğü tanımak zorundadır.
-yeter artık! durun, durun, durun!
-durmak mı? daha yeni başladık dostum!
düşünde kan, kan, kanlar gördü gece alex. uyandı uykusundan kustu, ne zaman kötü şeyler düşünse artık, böyle olacaktı. tekrar uyumaya korktu. diğer günler de hep, daha ağır, böyle geçti. parçalanan vücutlar, akan kanlar, japon ve nazi işkenceleri. “marquis de sade’ı utandırmıyorlar” bir gün aptal hasta bakıcı, tekerlekli sandalyeyle gelmedi ve bugün yürüyerek gideceğini söyledi. iğne de yoktu o gün. filmlerin izletildiği salona girdi, ama bu sefer oyuncu o olacaktı. salon tanıdık tanımadık yüzlerle tıka basa doluydu.
-beyefendiler karşınızda kobayımız. gördüğünüz gibi sağlıklı. yarın sabah onu toplumun içine salıvereceğiz. tam bir küçük beyefendi olarak kentimizin caddelerinde yürüyecek, mutluluk saçacak herkese. yaşlıların ellerini öpecek, küçükleri koruyacak, anasını babasını sayacak. beyler iki yıldır dev-tut’ta yatan bu delikanlı 730 gün sonra gene katil ruhlu, terbiyesiz, küstah bir yaratıktı. değişmiş miydi hiç? evet. tutukevi ona yağcılığı, gönül istememesine rağmen tatlı tatlı gülmeyi, ikiyüzlülüğü öğretmişti. bunların yanı sıra türlü türlü kötülükler, topluma zarar verebilecek namussuzluklar da öğrendi küçük dostumuz. şimdi beyler sizlere bu delikanlının nasıl iyileştiğini tanıtlayacağız.
sahnede ona kötü kötü şeyler yapıp kötü kötü şeyler yapmasını beklediler. yap(a)madı. midesi bulandı. başı ağrıdı. “acıların ortasında özünü yitirdi” kendini tekrar iyi hissetmesi için iyi şeyler düşünmesi gerekiyordu. öyle yaptı. ona tekme atan herifin çizmelerini yaladı, cebinden bıçağını çıkarıp hediye etmek istedi.
-kobayımız öz mantığına aykırı olarak iyiliğe yönelmektedir. yaptığı kötülükler de bizlerin mantığına aykırı geldiğinden onu değiştirdik. kötülük yapma isteği kafasında belirdiği an tüm vücudunu ağrılar, sızılar kaplıyor. bunlardan kurtulabilmesi için de kötülüğün tam karşıtı olan iyiliğe yıldırım hızıyla yönelmesi gerekiyor. soracağınız var mı?
-seçme hakkı yok.. –rahip efendinin kalın sesiydi bu. –kişisel çıkarları, ağrılardan korkması biraz önce gördüğümüz gibi küçülmesine neden oldu. öyle değil mi efendim?
-..önemli olan namus ilkeleri!
-ben ben ben! –diye bağırdım avazım çıktığı kadar. –ben ne olacağım? sanki bütün bu olanlar beni ilgilendirmiyor? ben bir hayvan mıyım? yoksa cansız bir yaratık mı?
..ben bir otomatik portakal mıyım yoksa?
ama bunu o seçmişti, öyle değil mi, sonuçlarına katlanmalıydı.
küçük kardeş artık gidiyor. işkence bitti. artık o gerçek bir hıristiyan olmuş hey! çarmıha birini germektense kendini gerdirmeyi yeğleyen bir hıristiyan.
24 saat boyunca opera, jazz, klasik müzik vs. yayını yapan fransız kanalı. (digiturk 92.kanal) kitabınızı elinize alırsınız, mezzoyu açarsınız, güzel güzel okursunuz.
sitesi de var;http://www.mezzo.tv
sitesi de var;http://www.mezzo.tv
futbolla, seksle, basketbolla, arabayla vb. konularla ilgili olan başlıklardır. tabii bu düşünce erkeklerin ilgi alanlarının genellenmesiyle ortaya çıkmıştır, doğruluk payı vardır ama tam anlamıyla doğru denemez.
insanın sadece kendine verdiği bir zarar onu günahkar kılmaz.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?