öyle bir dilimiz varki maşallah lastik gibi. çek çeke bildiğin yere dedirten sözlerden biridir.
olay daha yeni başladığım doğalgaz bürosunda geçmiştir.
müşterilere sunum yapmak ve proje çizmek için kullandığım bilgisayar aynı zamanda duvarda asılı olan plazma tvye bağlıdır.
haliyle sırtımızda televizyona dönüktür. sabahın köründe rüyasında kombi gören bir müşteri geldi ve bende adama güzelce sunum yaptım.
daha sonra müşteri gitti ve ben de görüntüyü televizyonun ekranından alıp bilgisayar ekranına verdim. buraya kadar her şey normaldi ama olay bundan sonra başladı.
ben yaklaşık üç saat boyunca hem sözlükte hemse diğer internet sitelerinde yaptıklarım en önemliside patrona çaktırmadan oynadığım oyunun ve msn konuşmalarımın dev ekranda gözükmesi sonucunda artık işyerinin büyüklerinden biirinin
sitare bey bu oyun yeni galiba demesiyle benimde pişkin pişkin ne oyunu falan gibi saçmalamalarımdan takriben yarım saat sonra gelen bayisi olduğumuz bir şirketin yetkilisi konuşurken bende dinliyormuş gibi yapıp oyun oynamaya devam ederken ufak bir boyun hareketi sonucunda ekranla yüz yüze gelmemle hassiktir deyip kıpkırmızı olmamla sonuçlanmış olaydır. bende bu adam konuşurken neden kızarıp bozarıyor diyorum .
sonuçta üç saat boyunca gerek patron gerekse diğer çalışanlar benim rezilliğime ses çıkarmayıp sadece izlemekle yetinmişler ve pek ses çıkartmamışlardır.
edit:
bu esnada yapılan işlemler:
bilgisozluk: kızlık zarı ile ilgili yazılanları okuma ve bir bilgiçin yönlendirdiği linkten detayları inceleme.
bilgi sozlukte gezinme...
bir sitede bilgi yarışmasına girme.
baska bir sitede scrabble oynama.
msnde yeni iş planları yapma.
arkadaşlarla karşılıklı küfürleşme...
gazete okuma...
haber sitelerindeki galerilerde ki güzel kızlara bakma.
facebook ta sayfaları gezinme.
sonuç: patron benimle hiç konuşmadı sadece surat asmakla meşgul. sanırım kovulacağım.
müşterilere sunum yapmak ve proje çizmek için kullandığım bilgisayar aynı zamanda duvarda asılı olan plazma tvye bağlıdır.
haliyle sırtımızda televizyona dönüktür. sabahın köründe rüyasında kombi gören bir müşteri geldi ve bende adama güzelce sunum yaptım.
daha sonra müşteri gitti ve ben de görüntüyü televizyonun ekranından alıp bilgisayar ekranına verdim. buraya kadar her şey normaldi ama olay bundan sonra başladı.
ben yaklaşık üç saat boyunca hem sözlükte hemse diğer internet sitelerinde yaptıklarım en önemliside patrona çaktırmadan oynadığım oyunun ve msn konuşmalarımın dev ekranda gözükmesi sonucunda artık işyerinin büyüklerinden biirinin
sitare bey bu oyun yeni galiba demesiyle benimde pişkin pişkin ne oyunu falan gibi saçmalamalarımdan takriben yarım saat sonra gelen bayisi olduğumuz bir şirketin yetkilisi konuşurken bende dinliyormuş gibi yapıp oyun oynamaya devam ederken ufak bir boyun hareketi sonucunda ekranla yüz yüze gelmemle hassiktir deyip kıpkırmızı olmamla sonuçlanmış olaydır. bende bu adam konuşurken neden kızarıp bozarıyor diyorum .
sonuçta üç saat boyunca gerek patron gerekse diğer çalışanlar benim rezilliğime ses çıkarmayıp sadece izlemekle yetinmişler ve pek ses çıkartmamışlardır.
edit:
bu esnada yapılan işlemler:
bilgisozluk: kızlık zarı ile ilgili yazılanları okuma ve bir bilgiçin yönlendirdiği linkten detayları inceleme.
bilgi sozlukte gezinme...
bir sitede bilgi yarışmasına girme.
baska bir sitede scrabble oynama.
msnde yeni iş planları yapma.
arkadaşlarla karşılıklı küfürleşme...
gazete okuma...
haber sitelerindeki galerilerde ki güzel kızlara bakma.
facebook ta sayfaları gezinme.
sonuç: patron benimle hiç konuşmadı sadece surat asmakla meşgul. sanırım kovulacağım.
tutuklanmasından öte evindeki kasalardan çıkan altın ve avroların konuşulduğu, atatürkü seviyorsun ama kasada atatürk resimli para yok diye dalga geçilen insan.
her fırsatta bu ülkeyi çok sevdiğini söyleyen, durmadan araştırma yaptırıp yayınlatan, ankaranın en zenginlerinden biri olan kişi.
ülkede onlarca kişi darbe planlamak, devleti ele geçirmek için örgüt kurmak gibi suçlardan gözaltına alınıyor biz de adamın birikimlerinden bahsediyoruz.
ne yani kandine ait kasadan gazoz kapakları, eşine ait kasadanda saç tokasımı çıkacaktı.
her fırsatta bu ülkeyi çok sevdiğini söyleyen, durmadan araştırma yaptırıp yayınlatan, ankaranın en zenginlerinden biri olan kişi.
ülkede onlarca kişi darbe planlamak, devleti ele geçirmek için örgüt kurmak gibi suçlardan gözaltına alınıyor biz de adamın birikimlerinden bahsediyoruz.
ne yani kandine ait kasadan gazoz kapakları, eşine ait kasadanda saç tokasımı çıkacaktı.
kullanımı oldukca kolay ve zevkli olan diş fırçalarıdır. döner başlığı sayesinde dişlerinizin dip köşelerine kadar ulaşma imkanından dolayı diğer klasik diş fırçalarına göre daha sağlıklıdır.
bir yusuf yusuf olma durumudur.
cinler salak mı yada onlara üç harfli denilince
bize demiyor insanoğlu
ya rüstem abi üç harfli bana hiç yabancı gelmiyor
deyip sonra çekirdek çitlemeye devam edecekler zihniyetinin saçmalamasıdır.
tamam çarpınca sağlam çarpıyorlar ama isimlerini 3 harfli diye değiştirdiğimizde elektriklerimi kesiliyor.
cinler salak mı yada onlara üç harfli denilince
bize demiyor insanoğlu
ya rüstem abi üç harfli bana hiç yabancı gelmiyor
deyip sonra çekirdek çitlemeye devam edecekler zihniyetinin saçmalamasıdır.
tamam çarpınca sağlam çarpıyorlar ama isimlerini 3 harfli diye değiştirdiğimizde elektriklerimi kesiliyor.
her önüne gelene yahudi bozması, cıa ajanı diyen yazar.
nedense devamında hep olumsuz bir şey söyelnen cümle. meraktan kızılmayacağı söylenir ama karşımızdaki daha sözlerini bitirmeden çoktan kızmışızdır.
(bkz: sözlerimi geri alamam)
(bkz: sözlerimi geri alamam)
(bkz: postal seviciligi)
bizim gibi demokrat olduğunu söyleyen(olmayan sadece söyleyen) ülkelerde nedense birileri hemen hemen her 10 yılda bir balans ayarıdır, ülkeyi korumak gibi sebeplerden dolayı kıçlarına yağsız cop girmesine, üç öğün dipçik yemeyi bir bok zannedip gelin biz geri zekalıyız, biz halka o kadar uzağız ki onların sorunlarına çözüm bulmaktansa siz gelin bize bir el verin biz o zaman halkı sike sike istediğimiz kıvama getiririz deme hastalığıdır.
haksız olduğu kavgada dayak yiyen çocuğun gidip bu sefer babasını, abisini getirip dayak yediği haklı çocuğu dövdürtmesi gibi bir olaydır.
şımarıklıktır. kendini büyük görmektir. düşüncesizliktir.
darbe meraklıları allah aşkına açsınlar da askeri darbelerin bu ülkeye neler yaptıklarını okusunlar.
yapılan darbeler sırasında 12 eylül,27 mayis ihtilali, ve özellikle 28 şubat post modern darbesi sırasında bu ülkede hangi
yolsuzluların yapıldığı, hangi miktardaki paraların kimler tarafından paylaşıldığını, hukukun üstünlüğünün yerini apoletlerin üstünlüğünün nasıl aldığını araştırsınlar.
mustafa kemal’i kullanıp onun kurudğu demokratik cumhuriyette utanmadan ordu göreve pankartları açıp yürüyenlerin bir nevi psikolojik rahatsızlığıdır.
tedavisi ise onlara özgürlüğün ne demek olduğunu ve kibirin ne büyük bir ötülük olduğunu öğreterek kendilerine daha fazla saygı duymaları temkiniyle kurtulabilecekleri düşünülmektedir.
haksız olduğu kavgada dayak yiyen çocuğun gidip bu sefer babasını, abisini getirip dayak yediği haklı çocuğu dövdürtmesi gibi bir olaydır.
şımarıklıktır. kendini büyük görmektir. düşüncesizliktir.
darbe meraklıları allah aşkına açsınlar da askeri darbelerin bu ülkeye neler yaptıklarını okusunlar.
yapılan darbeler sırasında 12 eylül,27 mayis ihtilali, ve özellikle 28 şubat post modern darbesi sırasında bu ülkede hangi
yolsuzluların yapıldığı, hangi miktardaki paraların kimler tarafından paylaşıldığını, hukukun üstünlüğünün yerini apoletlerin üstünlüğünün nasıl aldığını araştırsınlar.
mustafa kemal’i kullanıp onun kurudğu demokratik cumhuriyette utanmadan ordu göreve pankartları açıp yürüyenlerin bir nevi psikolojik rahatsızlığıdır.
tedavisi ise onlara özgürlüğün ne demek olduğunu ve kibirin ne büyük bir ötülük olduğunu öğreterek kendilerine daha fazla saygı duymaları temkiniyle kurtulabilecekleri düşünülmektedir.
altından ne çıkacağı büyük merak uyandıran, her gün birilerinin gözaltına alındığı birilerinin salıverildiği, yok dabeymiş yok devleti ele geçirmekmiş gibi faaliyetlerde bulundukları iddia edilen, bu ülkede vatan severliği de ayaklar altına serdiren bir sözde örgüte yapılan operasyon.
ayrıca postal seviciliği akımı doğuran operasyondur.
ayrıca postal seviciliği akımı doğuran operasyondur.
on beş yıl önce sivasta madımak otelinin yakılması sonucu pir sultan abdalı anma şenliklerinin iğrenç bir şekilde sonlanması olayıdır.
aziz nesinin sivas halkını kışkırmasının yanısıra sivasta devrim yeminlerinin edilmesi, valinin bile aralarında olduğu kalabalıkların devrim şehitleri için saygı duruşunda bulunmaları, bazı merkezi camilerde cuma namazı kılanların göstericiler tarafından rahatsız edilmesi... falan filan...
sayılabilecek binlerce sebep bulabilirim ama bir sivaslı olarak o otelde hayatını kaybeden bir gencin anasının yada sevdiklerinin bir damla gözyaşının bile karşılığı olamaz. onların içindeki acıyı bir nebze bile azaltamaz.
bugün sivas sokaklarında sessizlik var.
o acı günde görevini yapmayan polis şimdi nerdeyse bütün köşebaşlarını tutmuş. o gün sivasta devletin temsilcisi olan vali(ki o gün valilik taşlanmıştır malesef sivasta en büyük merci olan vali efendi sadece masasının altına girmiştir. kılını bile kıpırdatmamıştır.) şimdi dimdik ayaktadır ve her hangi bir olaya sebebiyet vermemek için çabalamaktadır.
anlayacağınız o acı günde sivasta olmayan devlet şimdi bütün gücüyle sivaslının üstüne abanmaktadır.
ayrıca bu olayı lanetlemek için sıvasa gelen insanlarda sivaslılara sözle, bakışlarıyla tacizlerde bulunmaktadırlar.
siyasi partiler bu olaydan rant sağlamak için ortalarda parti arabalarını dolaştırarak biz sizin yanınızdayız demeye çalışıyorlar.
15 yıl önce aklınız neredeydi. 8 saat boyunca sivasta birşeyler oldu ve iktidarda bulunan bir sağ ve bir sol parti başkanları ne yaptı.
hiç. evet sadece hiç bir şey.
şimdi herkes bu olaydan bile rant elde etmeye çalışıyor, kimse oturupta bu olayın perde arkasını konuşmuyor. sadece sapma sapan şeylerle halkı uyutuyorlar.
bu vatan bütün kültürleriyle, etnik gruplarıyla bir bütün ve asla bu bütünlük bozulmayacaktır.
ve ne acıdır ki ateş sadece düştüğü yeri yakıyor.
#802776
edit: yuh artık. bu entryi kötülemekteki amacınız neydi bilmiyorum ama - sonsuza kadar bile gitse benim yazdıklarım tamamen doğrudur. şu an da sivastayım ve sivasta madımak otelinin olduğu caddeye bağlanan bütün yollar kapalı, bankalara bile gidemiyorsunuz. 15 yıl önce görevini yapmaktan aciz olan devlet, 15 yıl sonra bu olayı protesto etmeye gelenlere ve sivas halkına eziyet etmektedir.
bu gerçektedir. hiç bir şey bilmeden sadece militanca bu olayı yorumlayıp eksi oy vermek madımak faciasında sizde sivasta olsaydınız o otel yanmaya başladığı zaman böğürenlerden biri olacağınız anlamına gelmektedir. istediğiniz kadar da eksi oy verebilirsiniz.
kimse bu olaylar yüzünden sivas halkına eziyet edemez, onlara hakaret edemez.
bu olaylarda en az suçlulardan biridir sivas.
bir sivaslı olarak ta sivasın suçsuzluğunu savunmak en doğal şey. ayrıca sivası savunurken bu olayı gerçekleştiren orusp çocuklarını savunmuyorum. onlar için belkide en ağır şeyleri söyleyen ve yazanlardan biri olarak lütfen önyargılarınızı biraz olsun atın.
allah aşkına biraz araştırın at gözlüklerinizi çıkartın. bu ülke bu topraklar bizim.
aziz nesinin sivas halkını kışkırmasının yanısıra sivasta devrim yeminlerinin edilmesi, valinin bile aralarında olduğu kalabalıkların devrim şehitleri için saygı duruşunda bulunmaları, bazı merkezi camilerde cuma namazı kılanların göstericiler tarafından rahatsız edilmesi... falan filan...
sayılabilecek binlerce sebep bulabilirim ama bir sivaslı olarak o otelde hayatını kaybeden bir gencin anasının yada sevdiklerinin bir damla gözyaşının bile karşılığı olamaz. onların içindeki acıyı bir nebze bile azaltamaz.
bugün sivas sokaklarında sessizlik var.
o acı günde görevini yapmayan polis şimdi nerdeyse bütün köşebaşlarını tutmuş. o gün sivasta devletin temsilcisi olan vali(ki o gün valilik taşlanmıştır malesef sivasta en büyük merci olan vali efendi sadece masasının altına girmiştir. kılını bile kıpırdatmamıştır.) şimdi dimdik ayaktadır ve her hangi bir olaya sebebiyet vermemek için çabalamaktadır.
anlayacağınız o acı günde sivasta olmayan devlet şimdi bütün gücüyle sivaslının üstüne abanmaktadır.
ayrıca bu olayı lanetlemek için sıvasa gelen insanlarda sivaslılara sözle, bakışlarıyla tacizlerde bulunmaktadırlar.
siyasi partiler bu olaydan rant sağlamak için ortalarda parti arabalarını dolaştırarak biz sizin yanınızdayız demeye çalışıyorlar.
15 yıl önce aklınız neredeydi. 8 saat boyunca sivasta birşeyler oldu ve iktidarda bulunan bir sağ ve bir sol parti başkanları ne yaptı.
hiç. evet sadece hiç bir şey.
şimdi herkes bu olaydan bile rant elde etmeye çalışıyor, kimse oturupta bu olayın perde arkasını konuşmuyor. sadece sapma sapan şeylerle halkı uyutuyorlar.
bu vatan bütün kültürleriyle, etnik gruplarıyla bir bütün ve asla bu bütünlük bozulmayacaktır.
ve ne acıdır ki ateş sadece düştüğü yeri yakıyor.
#802776
edit: yuh artık. bu entryi kötülemekteki amacınız neydi bilmiyorum ama - sonsuza kadar bile gitse benim yazdıklarım tamamen doğrudur. şu an da sivastayım ve sivasta madımak otelinin olduğu caddeye bağlanan bütün yollar kapalı, bankalara bile gidemiyorsunuz. 15 yıl önce görevini yapmaktan aciz olan devlet, 15 yıl sonra bu olayı protesto etmeye gelenlere ve sivas halkına eziyet etmektedir.
bu gerçektedir. hiç bir şey bilmeden sadece militanca bu olayı yorumlayıp eksi oy vermek madımak faciasında sizde sivasta olsaydınız o otel yanmaya başladığı zaman böğürenlerden biri olacağınız anlamına gelmektedir. istediğiniz kadar da eksi oy verebilirsiniz.
kimse bu olaylar yüzünden sivas halkına eziyet edemez, onlara hakaret edemez.
bu olaylarda en az suçlulardan biridir sivas.
bir sivaslı olarak ta sivasın suçsuzluğunu savunmak en doğal şey. ayrıca sivası savunurken bu olayı gerçekleştiren orusp çocuklarını savunmuyorum. onlar için belkide en ağır şeyleri söyleyen ve yazanlardan biri olarak lütfen önyargılarınızı biraz olsun atın.
allah aşkına biraz araştırın at gözlüklerinizi çıkartın. bu ülke bu topraklar bizim.
bu dünyada at izi it izine karışmış. biz en iyisi savaşmayalım sevişelim.
hani dünyanın en büyük faşistti bendim.
bu bush ta kim ya... ne bunun bir de babası mı vardı.
annee bush geliyor!!! kurtarın beni bu zararlıdan.
hani dünyanın en büyük faşistti bendim.
bu bush ta kim ya... ne bunun bir de babası mı vardı.
annee bush geliyor!!! kurtarın beni bu zararlıdan.
yine hıncal uluç ’un voleybolcu kız hakkında yazdığı ikinci yazısı...
telefonum çaldı, dün sabah.. nerdeyse yaklaşan yarım asrın ardından.. 1960’tan bu yana ne görmüştüm, ne duymuştum .. evlenip yurtdışına yerleştiğine dair bir haber almıştım, hepsi o..
tam 45 yıl sonra arıyordu işte, gazetenin üzerinde yazılı telefonumdan..
tüm canlılığı ile sesi kulağımdaydı gene.. hiç yaşlanmamıştı, hâlâ cıvıl cıvıldı.. hâlâ o kolejli kız sesiydi, kulağıma gelen..
oydu..
voleybolcu..
hani..
"ne hasta beklerdi sabahı
ve ne taze ölüyü mezar
ne de şeytan bir günahı
seni beklediğim kadar"
vardı ya.. işte o..
bunca yıl sonra niye aradığını sormadım.. gazeteyi okumuş, ya da yaşamdan
dakikalar’da izlemiş olmalıydı..
inanılmaz bir konuşma oldu..
olup bitenlerden, yazıp anlattıklarımdan tek kelime laf etmeden.. tek kelime sitemleşmeden..
hani dün birlikte yemek yemiş ayrılmışız da, bu sabah telefon ediyor gibi.. aradaki 45 yılı silerek, yok sayarak, dünün ardından bugün gibi konuştuk..
okurlarımın pek çoğundan email almıştım.. "peki hikâyenin sonu ne oldu" diye.. yazmadım.. bilmiyordum ki..
sordum, anlattı..
vedalaşmamızdan birkaç ay sonra kolej’i bitirmiş.. birkaç ay sonra da, yakın bir kız arkadaşının ağabeyi ile hızlı bir tanışma sonunda evlenmiş.. delikanlı doktor.. yurtdışında çok cazip bir iş bulmuş.. hemen avrupa’ya taşınmışlar.. gidiş o gidiş..
39 yaşında bir oğlu var. 30 yaşında da bir kızı.. yani, aile de hemen genişlemiş..
yedi yıl önce boşanmışlar.. çocukları da yuvadan ayrılmış.. yalnız.. dönmeyi düşünmemiş.. artık yeni ülkesine iyice yerleşmiş, alışmış, düzenini öyle kurmuş ya.. kalmış orada..
ara sıra tatile geliyor.. muş.. burada bıraktığı ailesini görmeye..
"seni dün aradım, bulamadım.. istanbul’daydım.. buluşup bir kahve içmek istedim.. yoktun. ulaşamadım" dedi.. "şimdi ankara’daydım, burdan da dönüyorum artık.. inşallah bir dahaki sefere.."
"bakarsın benim de oralara yolum düşer, belki de ben gelirim" dedim.. "telefonun kayıtlı nasılsa.."
"harika olur" dedi.. "seni gezdiririm.."
kapattık..
içim bir hoş.. anlatılmaz bir hoşluk.. şaşkınlık.. karmakarışık duygular..
tam o sırada yasemin daldı odama.. "kimi bağladığını biliyor musun" dedim.. adını söyledi.. "tamam da" dedim, "kim o peki?.."
merakla baktı gözlerime..
"voleybolcu" dedim..
bayılıyordu!..
(5 haziran 2005’te yayınlandı)
telefonum çaldı, dün sabah.. nerdeyse yaklaşan yarım asrın ardından.. 1960’tan bu yana ne görmüştüm, ne duymuştum .. evlenip yurtdışına yerleştiğine dair bir haber almıştım, hepsi o..
tam 45 yıl sonra arıyordu işte, gazetenin üzerinde yazılı telefonumdan..
tüm canlılığı ile sesi kulağımdaydı gene.. hiç yaşlanmamıştı, hâlâ cıvıl cıvıldı.. hâlâ o kolejli kız sesiydi, kulağıma gelen..
oydu..
voleybolcu..
hani..
"ne hasta beklerdi sabahı
ve ne taze ölüyü mezar
ne de şeytan bir günahı
seni beklediğim kadar"
vardı ya.. işte o..
bunca yıl sonra niye aradığını sormadım.. gazeteyi okumuş, ya da yaşamdan
dakikalar’da izlemiş olmalıydı..
inanılmaz bir konuşma oldu..
olup bitenlerden, yazıp anlattıklarımdan tek kelime laf etmeden.. tek kelime sitemleşmeden..
hani dün birlikte yemek yemiş ayrılmışız da, bu sabah telefon ediyor gibi.. aradaki 45 yılı silerek, yok sayarak, dünün ardından bugün gibi konuştuk..
okurlarımın pek çoğundan email almıştım.. "peki hikâyenin sonu ne oldu" diye.. yazmadım.. bilmiyordum ki..
sordum, anlattı..
vedalaşmamızdan birkaç ay sonra kolej’i bitirmiş.. birkaç ay sonra da, yakın bir kız arkadaşının ağabeyi ile hızlı bir tanışma sonunda evlenmiş.. delikanlı doktor.. yurtdışında çok cazip bir iş bulmuş.. hemen avrupa’ya taşınmışlar.. gidiş o gidiş..
39 yaşında bir oğlu var. 30 yaşında da bir kızı.. yani, aile de hemen genişlemiş..
yedi yıl önce boşanmışlar.. çocukları da yuvadan ayrılmış.. yalnız.. dönmeyi düşünmemiş.. artık yeni ülkesine iyice yerleşmiş, alışmış, düzenini öyle kurmuş ya.. kalmış orada..
ara sıra tatile geliyor.. muş.. burada bıraktığı ailesini görmeye..
"seni dün aradım, bulamadım.. istanbul’daydım.. buluşup bir kahve içmek istedim.. yoktun. ulaşamadım" dedi.. "şimdi ankara’daydım, burdan da dönüyorum artık.. inşallah bir dahaki sefere.."
"bakarsın benim de oralara yolum düşer, belki de ben gelirim" dedim.. "telefonun kayıtlı nasılsa.."
"harika olur" dedi.. "seni gezdiririm.."
kapattık..
içim bir hoş.. anlatılmaz bir hoşluk.. şaşkınlık.. karmakarışık duygular..
tam o sırada yasemin daldı odama.. "kimi bağladığını biliyor musun" dedim.. adını söyledi.. "tamam da" dedim, "kim o peki?.."
merakla baktı gözlerime..
"voleybolcu" dedim..
bayılıyordu!..
(5 haziran 2005’te yayınlandı)
hıncal uluç a ait gittikçe efsaneleşen ve yılda enaz bir defa köşesinde yer verdiği hikayesiyle etkileyen necip fazıl kısakürekin beklenen adlı şiirinin kendindeki hatırasıdır.
şiirin hikayesi:
üniversiteli delikanlı kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. okul salonundaydı maç. tribünsüz, minik bir salon.. seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece.. o kadar yakındılar..
delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. az sonra bir şeyi daha hissetti. uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. kız servis atarken hemen önünden geçti. göz göze geldiler.. kız gülümsedi.. delikanlı, çok popülerdi o yıllarda..
kız onu tanımış olmalıydı. kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. set değişip, takım karşıya gidince, delikanlıda yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. üçüncü sette tekrar eski yerine döndü.. kızda gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. bir defa daha gülümsedi. manidar..
"anladım" der gibi bir gülümseyişti bu.. delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için.. delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu..
ankara kolejinin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı..bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. o gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı.. kız bu defa, iyice gülmüştü.. karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..
delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. arkadaştılar. sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. o kızdan fena halde hoşlanıyordu. galiba kız da ona karşı boş değildi. bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. o zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. kaptan: "tabii" dedi.. "bu hafta sonu güzel bir konser var. biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. sen de gel. hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.."
"mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "mutluluk işte bu.." ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı.. konser gününü de hiç ama hiç unutmadı..o ne heyecandı öyle.. konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. el sıkıştılar.. o güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. inanamıyordu delikanlı.. onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken ki, o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya, o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. ama uzatamıyordu işte elini.. her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki.. sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı.. kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. kızın omzuna değil.. koltuğun üzerine.. sonra kız arkaya yaslandı.. birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.. kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.. konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "sizi her maçımızda görüyoruz. alıştık nerdeyse.. yarın adanada maçımız var.. gözlerimiz sizi arayacak.."
hayır, aramayacaktı..
delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. cebinde onu otobüsle adanaya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de adana kebap yedirecek kadar para vardı.. gece yarısı kalkan otobüse bindi.. sabah erkenden adanaya indi. maç saatine kadar başı boş dolaştı.salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. maç falan değildi sebep tabii.. ilk sette kız farkında bile değildi onun.. nerden olsundu ki.. ikinci sette öbür tarafa gittiler.. döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı..yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, birazda gurur vardı sanki.. ankaranın hele kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..
maç bitti. kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. tek kelime konuşmadan.. konuşmaya gelmemişti ki..
kız "keşke orada olsaydın" demişti. o da olmuştu işte.. hepsi o.. ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe..
söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki..
bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. öğleden sonrayı zor etti, kolejin önüne gitmek için.. kızın karşıdan geldiğini gördü. koşarak yanına gitti. "bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan, kız, dizeleri okurken..
"ne hasta bekledi sabahı
ne taze ölüyü mezar
ne de şeytan bir günahı
seni beklediğim kadar!.."
ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde kolejin önündeydi gene.. kız karşıdan geliyordu.. bu defa yanında arkadaşları yoktu. yalnızdı..yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. gözlerine inanamadı genç adam.. onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. evet, çağırıyordu işte.. kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. o da heyecanlıydı, belli..
"bak iyi dinle.. dünkü satırlar için çok teşekkürler.. herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok."
"o zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi delikanlı ikiletmeden.. ayrıldı kızın yanından.. bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. bir daha onu hiç görmeden..
yıllarca sonra leventin söyleyeceği şarkıdaki sezenin sözlerini o, o zaman biliyordu sanki. aşk onurlu olmalıydı.. günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. hastanın sabahı, seytanın günahı beklediği gibi bekledi.. heyecanla bekledi. hırsla, arzuyla bekledi. umutla, umutsuzlukla bekledi. bazen öfkeyle bekledi.. ama bekledi.. başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi.
bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. iki dörtlüktü şiir aslında.. ilki kıza verdiği.. bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar.. o dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. cebine koydu..
bekleyiş sürüyor, sürüyordu..
okullar kapandı, açıldı.. aylar, aylar geçti.. bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. "günlerdir seni arıyorum" dedi kız. "günlerdir seni arıyorum. işte sana haber.. artık hayatımda hiç kimse yok!.."
"yaa" dedi delikanlı.. "yaa" dedi sadece..
kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı..
"yaaa!.."
cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün" dedi.. "bu da ikinci ve son dörtlüğü onun.."
sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. kız dizelere bakarken..
"geçti istemem gelmeni
yokluğunda buldum seni.
bırak vehmimde gölgeni
gelme artık neye yarar!.."
aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. delikanlı bugün hâlâ düşünüyor..
o uzun, çok uzun bekleyiş aşkını öldürmüş müydü, acaba?.
ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. o sevgilinin kendisi bile.. hayalindekini yaşatmak için mi, yaşayanı silmişti yani?.. yokluğunda bulmak bu mu demek oluyordu?..
ya da.. ya da..
bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti, acaba?
delikanlı bu soruların yanıtını bugün hâlâ bilmiyor..
bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. çünkü, delikanlı..
..bendim!..
şiirin hikayesi:
üniversiteli delikanlı kolejli kıza bir voleybol maçında rastladı. okul salonundaydı maç. tribünsüz, minik bir salon.. seyircilerle, oyuncular arasında, sahanın çizgisi vardı sadece.. o kadar yakındılar..
delikanlı, bu tatlı, bu güzel, bu dünyalar şirini kızı ilk defa görüyordu takımda.. hoşlandığını, fena halde hoşlandığını hissetti. az sonra bir şeyi daha hissetti. uzun zamandan beri maçı değil, o güzel kızı izlediğini.. kız servis atarken hemen önünden geçti. göz göze geldiler.. kız gülümsedi.. delikanlı, çok popülerdi o yıllarda..
kız onu tanımış olmalıydı. kim bilir, belki kız da ondan hoşlanmıştı.. belki de delikanlı öyle olmasını istediği için ona öyle gelmişti.. set değişip, takım karşıya gidince, delikanlıda yerini değiştirdi, o da karşıya gitti.. üçüncü sette tekrar eski yerine döndü.. kızda gidiş gelişleri fark etmişti galiba.. bir defa daha gülümsedi. manidar..
"anladım" der gibi bir gülümseyişti bu.. delikanlı o hafta boyu hep bu dünyalar şirini kızı düşündü.. pazar günü, sabahın köründe kalktı, erkenden oynanacak maçı, ne maçı canım, o dünyalar şirini kızı görmek için.. delikanlı artık kızın hiçbir maçını kaçırmıyordu..
ankara kolejinin her dağılış saatinde, okul civarında oluyordu, onu bir kez daha görmek için.. karşılaştıklarında, hafif çok hafif bir gülümseme, çok minik bir baş eğmesi ile selamlaşır olmuşlardı..bir defasında, yaptığına sonra kendisi de günlerce güldü.. o gün gene tesadüfmüş gibi, okul dağılımı kızın karşısına çıkmış, gülümseyerek selamlamış, sonra arka sokaklara dalıp, yıldırım gibi koşarak, bir blok ötede gene karşısına çıkmıştı.. kız bu defa, iyice gülmüştü.. karşısında, sözüm ona ağır ağır yürüyen, ama nefes nefese delikanlıyı görünce..
delikanlı, voleybol takımının kaptanını iyi tanıyordu. arkadaştılar. sonunda bütün cesaretini topladı, kaptana açıldı.. o kızdan fena halde hoşlanıyordu. galiba kız da ona karşı boş değildi. bir yerde, bir şekilde tanışmaları gerekiyordu.. o zamanlar, bu işler böyle oluyordu çünkü.. kaptan: "tabii" dedi.. "bu hafta sonu güzel bir konser var. biz onunla gitmeye karar vermiştik zaten. sen de gel. hem konseri birlikte izleriz, hem de tanışırsınız.."
"mutluluk işte bu olmalı" diye düşündü delikanlı.. "mutluluk işte bu.." ve konser gününe kadar geceleri hiç uyuyamadı.. konser gününü de hiç ama hiç unutmadı..o ne heyecandı öyle.. konserin verildiği sinemanın kapısında tanıştılar.. el sıkıştılar.. o güzel ele dokunduğu anı da hiç unutmadı delikanlı.. kaptan, salona girdiklerinde, ustaca bir manevra daha yaptı. delikanlı ile dünyalar şirini kız yan yana düştüler. inanamıyordu delikanlı.. onunla nihayet yan yana oturduğuna, onun sıcaklığını hissettiğine, onun nefesini duyduğuna inanamıyordu.. biraz önce tanışırken tuttuğu el, bir karış ötesinde öylesine duruyor, delikanlı, sahnede dünyanın en romantik şarkısı söylenirken ki, o an dünyanın bütün şarkıları dünyanın en romantik şarkısıydı ya, o eli tutmak için öylesine büyük bir arzu duyuyordu ki içinde.. ama uzatamıyordu işte elini.. her şey böyle iyi giderken, yanlış bir hareketle, onu ürkütebileceğinden, incitebileceğinden öylesine korkuyordu ki.. sonunda dayanamadı, sanki kolu uyuşmuş gibi, uzandı.. kolunu kızın koltuğunun arkasına koydu.. kızın omzuna değil.. koltuğun üzerine.. sonra kız arkaya yaslandı.. birkaç saç teli, delikanlının elinin üzerine dokundu.. kalbi yerinden fırlayacak gibi atıyordu artık genç adamın.. dünyalar şirini kızın saçları eline dokunuyordu çünkü.. konserden çıkarken, kız, şakalaştı.. "sizi her maçımızda görüyoruz. alıştık nerdeyse.. yarın adanada maçımız var.. gözlerimiz sizi arayacak.."
hayır, aramayacaktı..
delikanlı o anda kararını vermişti çünkü.. cebinde onu otobüsle adanaya götürüp getirecek, hatta öğle yemeğinde bir de adana kebap yedirecek kadar para vardı.. gece yarısı kalkan otobüse bindi.. sabah erkenden adanaya indi. maç saatine kadar başı boş dolaştı.salona erkenden girdi, en ön sıraya tam servis köşesine en yakın yere oturdu.. takımlar sahaya çıkarken, salondaki en heyecanlı seyirci oydu. maç falan değildi sebep tabii.. ilk sette kız farkında bile değildi onun.. nerden olsundu ki.. ikinci sette öbür tarafa gittiler.. döndüklerinde, üçüncü sette kız fark etti delikanlıyı..yüzünde çok ama çok şaşkın bir ifade, biraz mutluluk, birazda gurur vardı sanki.. ankaranın hele kolejde çok popüler bu delikanlısının onun için ta oralara geldiğini bilmenin gururu..
maç bitti. kız soyunma odasına, delikanlı garajlara gitti. tek kelime konuşmadan.. konuşmaya gelmemişti ki..
kız "keşke orada olsaydın" demişti. o da olmuştu işte.. hepsi o.. ona o kadar çok şey söylemek istiyordu ki aslında..
bir gün üniversite kantininde gazete okurken, iç sayfalarda bir şiire rastladı. daha doğrusu bir şiirden alınmış bir dörtlüğe..
söylemek istediği her şey bu dört satırda vardı sanki..
bembeyaz bir karta yazdı o dört satırı.. öğleden sonrayı zor etti, kolejin önüne gitmek için.. kızın karşıdan geldiğini gördü. koşarak yanına gitti. "bu sana" diye kartı eline tutuşturdu ve kayboldu ortadan, kız, dizeleri okurken..
"ne hasta bekledi sabahı
ne taze ölüyü mezar
ne de şeytan bir günahı
seni beklediğim kadar!.."
ertesi gün öğleden sonra, tarif edilemez heyecanlar içinde kolejin önündeydi gene.. kız karşıdan geliyordu.. bu defa yanında arkadaşları yoktu. yalnızdı..yaklaştığında işaret etti delikanlıya.. gözlerine inanamadı genç adam.. onu yanına mı çağırıyordu yoksa.. evet, çağırıyordu işte.. kalbinin duracağını sandı yaklaşırken.. "sana bir şeyler söylemek istiyorum" dedi kız.. o da heyecanlıydı, belli..
"bak iyi dinle.. dünkü satırlar için çok teşekkürler.. herhalde hissettin, ben de senden hoşlanıyorum. ama senden evvel tanıdığım birisi daha var. ondan da hoşlanıyorum ve henüz karar veremedim, hanginizden daha çok hoşlandığıma.. ve de şu anda, onu terk etmem için bir sebep yok."
"o zaman karar verdiğinde ve de eğer seçtiğin ben olursam, hayatında başka kimse olmazsa, ara beni" dedi delikanlı ikiletmeden.. ayrıldı kızın yanından.. bir daha voleybol maçına gitmeden, bir daha okul yolunda önüne çıkmadan.. bir daha onu hiç görmeden..
yıllarca sonra leventin söyleyeceği şarkıdaki sezenin sözlerini o, o zaman biliyordu sanki. aşk onurlu olmalıydı.. günlerce, haftalarca, aylarca bekledi.. tıpkı, kıza verdiği o dörtlükteki gibi bekledi.. hastanın sabahı, seytanın günahı beklediği gibi bekledi.. heyecanla bekledi. hırsla, arzuyla bekledi. umutla, umutsuzlukla bekledi. bazen öfkeyle bekledi.. ama bekledi.. başka hiç kimseye bakmadan, başka hiç kimseyi bulmadan bekledi.
bir gün bir şiir antolojisinde şiirin tamamını buldu.. iki dörtlüktü şiir aslında.. ilki kıza verdiği.. bir ikinci dörtlük daha vardı o kadar.. o dörtlüğü de bir kartın arkasına dikkatle yazdı.. cebine koydu..
bekleyiş sürüyor, sürüyordu..
okullar kapandı, açıldı.. aylar, aylar geçti.. bir gün delikanlı kızı aniden karşısında gördü.. "günlerdir seni arıyorum" dedi kız. "günlerdir seni arıyorum. işte sana haber.. artık hayatımda hiç kimse yok!.."
"yaa" dedi delikanlı.. "yaa" dedi sadece..
kalbi heyecandan ölesiye çarparken, aylardır ölesiye beklediği an gelip çatmışken, ağzından sadece bu ses çıkmıştı..
"yaaa!.."
cebinde artık iyice eskimiş kartı uzattı kıza.. "sana bir şiirin ilk dörtlüğünü vermiştim ya bir gün" dedi.. "bu da ikinci ve son dörtlüğü onun.."
sonra yürüdü gitti, arkasına bile bakmadan.. kız dizelere bakarken..
"geçti istemem gelmeni
yokluğunda buldum seni.
bırak vehmimde gölgeni
gelme artık neye yarar!.."
aradan yıllar, çok ama çok uzun yıllar geçti. delikanlı bugün hâlâ düşünüyor..
o uzun, çok uzun bekleyiş aşkını öldürmüş müydü, acaba?.
ya da beklerken, ölesiye beklerken hayalinde öylesine bir sevgili yaratmıştı ki, artık yaşayan hiç kimse bu hayali dolduramazdı.. o sevgilinin kendisi bile.. hayalindekini yaşatmak için mi, yaşayanı silmişti yani?.. yokluğunda bulmak bu mu demek oluyordu?..
ya da.. ya da..
bir şiirin romantizmine mi kapılmış, bir delikanlılık jesti uğruna, mutluluğunun üzerinden öylece yürüyüp gitmişti, acaba?
delikanlı bu soruların yanıtını bugün hâlâ bilmiyor..
bilmediğini de en iyi ben biliyorum.. çünkü, delikanlı..
..bendim!..
ilk kıtasında sevgiliyi beklemenin dayanılmazlığını, sevgiliye olan özlemi, imkansızlığı; ikinci kıtasında ise gelmeyen sevgiliden geçip onu artık boyutlar ötesinde sevmeyi anlatan üstadın muhteşem aşk şiiri.
necip fazil kisakurek in, beklenen şiirinin gölgesinde kalmış beklenen kadar güzel şiiri.
sen kacan bir urkek ceylansin dagda,
ben pesine dusmus bir canavarim!
istersen dunyayi cagir imdada;
sen varsin dunyada bir de ben varim!
seni korkutacak gectigin yollar,
arkandan gelecek hep ayak sesim.
sarip vucudunu belirsiz kollar,
enseni yakacak ates nefesim.
kimsesiz odanda kis geceleri
icin urperdigi demler beni an!
de ki:odur sarsan pencereleri,
de ki;ruzgar degil,odur haykiran!
gogsumden havaya kattigim zehir,
solduracak bir gul gibi omrumu.
kacip dolassan da sen sehir sehir,
bana kalacaksin yine son gunu.
olursun...kapanir yollar geriye;
ben mezarda sirdas olur beklerim.
varilmaz hayale isaret diye
topraginda bir tas olur beklerim...
sen kacan bir urkek ceylansin dagda,
ben pesine dusmus bir canavarim!
istersen dunyayi cagir imdada;
sen varsin dunyada bir de ben varim!
seni korkutacak gectigin yollar,
arkandan gelecek hep ayak sesim.
sarip vucudunu belirsiz kollar,
enseni yakacak ates nefesim.
kimsesiz odanda kis geceleri
icin urperdigi demler beni an!
de ki:odur sarsan pencereleri,
de ki;ruzgar degil,odur haykiran!
gogsumden havaya kattigim zehir,
solduracak bir gul gibi omrumu.
kacip dolassan da sen sehir sehir,
bana kalacaksin yine son gunu.
olursun...kapanir yollar geriye;
ben mezarda sirdas olur beklerim.
varilmaz hayale isaret diye
topraginda bir tas olur beklerim...
yıllardır beklediğim sevgilinin başkasıyla evlendiği gün dinlemeye başladığım hala dinlemeye devam ettiğim, sezen aksunun eski şarkılarının tadında, gönlünde beklenen olan bütün bekleyenlerin derdine tercüman olan bir sezen aksu klasiği.
yeni kız arkadaşına eski kız arkadaşının adıyla seslenmek. hele ki bir de kıskanıyorsa işte o zaman yeni kız arkadaşın birden eski kız arkadaşın oluyor.
zaman kaybına yol açan düşünceler için söylenen bir deyimdir.
chp nin sol jargondan değilde faşist bir partiye dönüştüğünü söyleyip toplantılarına çağırmayarak nasıl sosyalist olunacağını gösteren oluşum.
mustafa kemalin partisiyiz diye halka etmediğini bırakmayan zihniyetin halkçılıktan uzaklaşıp ne hale geldiğini gösteren oluşum.
mustafa kemalin partisiyiz diye halka etmediğini bırakmayan zihniyetin halkçılıktan uzaklaşıp ne hale geldiğini gösteren oluşum.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?