işe gitmek. ciddi ciddi sabahın köründe kalkıp işe gitmek, evet.
varlığıyla dosta güven düşmana veren korku salan yeni yazar adayı.
edit: ahahahaha!
edit 2: düşmana ile veren in yerini değiştirip, özürlerimi de kabul etsin kendileri..
edit: ahahahaha!
edit 2: düşmana ile veren in yerini değiştirip, özürlerimi de kabul etsin kendileri..
acıtan bir şey. değişik de.. her zaman net olarak hissedildiğini söyleyenin yalan söylediğini düşünüyorum. umarım yalandır ya da.. genelde gecenin bir köründe hissedilir. mesela bir çok şarkıda kullanılan gecenin-sabahın üçü sözü de bu sebepledir. herkes evlerine odalarına yataklarına çekilir. internette sosyalleşilen alanlarda- bloglarda, sözlüklerde- çok az kişi kalır. onlarla da çoğu zaman konuşasınız bile gelmez- onların da sizinle keza. hem yalnızlığı ister, hem yalnızlıktan nefret edersiniz. bir yandan uyanmasın insanlar uykularından, gülümseyerek günaydın demesinler, der; diğer yandan sabah olsun diye dua edersiniz.
ben yalnızlıkla ilgili bir şeyler anlatanlara çok üzülürüm mesela. başını omuzuma yaslayıp hey tamam üzülme ben buradayım diyesim gelir. birinin ben buradayım demesine en çok ihtiyaç duyduğu andadır çünkü, ben bilirim. ahmet altan demiş ya kendimi yalnız hissediyorum ki bu yalnızlıktan da kötü, sarılasım var şimdi hepsine tek tek, ^şişş tamam geçti..
hadi şerefe!
dediğim gibi porselen fincanda votkayı içmeye kalkışmayın, üşenmeyin ve bir votka bardağı yıkayın...gerçekten, buna değecek!
şimdi gecenin-sabahın tam üçüne az kalmış ya mesela, sırf o saati tek başına görmemek için insan bin tane delilik yapabilir. litrelerce içer, ciğerlerce içer, uyku ilaçlarına sığınır, renkler ve algılar karışır; üçe az kalır ne yapacağını bilemez, tanımadığı tenlere kokulara sığınır, hayatlar karışır.
hayatlar birbirine karıştığında ise yalnızlık derinleşir. içinizde gittikçe daha derinlere çekilirsiniz. kozanız kalınlaşır. bir süre sonra isteseniz de parçalayamazsınız.
karanlıktaysan gölgen bile seni yalnız bırakır. karanlığın arttıkça yalnız kalırsın, yalnız kaldıkça karanlığa daha da koşarsın, sonunda bir bakarsın kimse yok, sıkılmış hepsi. ne yana dönsen kendine çarparsın. ama kime anlatılır ki yara? sorusu döner durur kafanda. cevap olarak kendinden başkasını bulamazsın.
acıtan bir şey yalnızlık, değişik de.. en hüzünlü şey şu hayattaki belki de. bulsam şimdi mesela kitap yalnızı olmayan gerçekten yalnız bir insan, al derim, bak bu son sigaram.
ve sonuç olarak şöyle ki:
bereket versin, anadolunun bu yalnız kendisine mahsus dertleri yanında gene yalnız kendisine mahsus çareleri vardır.
bunların en birincisi rakıdır..
şimdi 5 dakika daha..
ben yalnızlıkla ilgili bir şeyler anlatanlara çok üzülürüm mesela. başını omuzuma yaslayıp hey tamam üzülme ben buradayım diyesim gelir. birinin ben buradayım demesine en çok ihtiyaç duyduğu andadır çünkü, ben bilirim. ahmet altan demiş ya kendimi yalnız hissediyorum ki bu yalnızlıktan da kötü, sarılasım var şimdi hepsine tek tek, ^şişş tamam geçti..
hadi şerefe!
dediğim gibi porselen fincanda votkayı içmeye kalkışmayın, üşenmeyin ve bir votka bardağı yıkayın...gerçekten, buna değecek!
şimdi gecenin-sabahın tam üçüne az kalmış ya mesela, sırf o saati tek başına görmemek için insan bin tane delilik yapabilir. litrelerce içer, ciğerlerce içer, uyku ilaçlarına sığınır, renkler ve algılar karışır; üçe az kalır ne yapacağını bilemez, tanımadığı tenlere kokulara sığınır, hayatlar karışır.
hayatlar birbirine karıştığında ise yalnızlık derinleşir. içinizde gittikçe daha derinlere çekilirsiniz. kozanız kalınlaşır. bir süre sonra isteseniz de parçalayamazsınız.
karanlıktaysan gölgen bile seni yalnız bırakır. karanlığın arttıkça yalnız kalırsın, yalnız kaldıkça karanlığa daha da koşarsın, sonunda bir bakarsın kimse yok, sıkılmış hepsi. ne yana dönsen kendine çarparsın. ama kime anlatılır ki yara? sorusu döner durur kafanda. cevap olarak kendinden başkasını bulamazsın.
acıtan bir şey yalnızlık, değişik de.. en hüzünlü şey şu hayattaki belki de. bulsam şimdi mesela kitap yalnızı olmayan gerçekten yalnız bir insan, al derim, bak bu son sigaram.
ve sonuç olarak şöyle ki:
bereket versin, anadolunun bu yalnız kendisine mahsus dertleri yanında gene yalnız kendisine mahsus çareleri vardır.
bunların en birincisi rakıdır..
şimdi 5 dakika daha..
çok eğlenceli türküleri olan şehir. gece gece durduk yerde babamın aklına gelmesi de ayrı bir enteresan tabii evet.
http://tinyurl.com/d6brtvq
http://tinyurl.com/d6brtvq
her ortamda en az bir tanesiyle karşılaşıldığı için uygulanması zor plan. bir gün biz de yavşaksız güzel güneşli günler göreceğiz, yavşakların yaptıklarının hesabını verdiği günler de gelecek, inanıyorum ben buna..
sürekli olarak boyumla dalga geçen, aşkımdan ölmesem selam dahi vermeyeceğim kişi, hıhımm..
şeker renkler diye kampanya yapıp içine siyah-kahverengi-lacivert çantalar koyan yer. gerçi siyahın da kendine has bir şekerliği var, evet..
boyun tutulmalarında imdada yetişen, ama yine de mucize olmayan jel. canımın içi jel..
kendisi bir gizemdir sözlük için, evet..
yemek fotoğraflarına denk geldikçe küfürler dile gelir, getirilir, evet.
https://twitter.com/husahin/status/324240818883944448
https://twitter.com/husahin/status/324240818883944448
sözlüğü tek başına sırtlayan ben varım tabii ki.. gözünüz arkada kalmasın.. allaha emanet..
online uyeler
sipsi (5. nesil bilgic) [msg] [kim]
$u anda yonetimden
jedi,
0 moderator,
1 bot(genelde gorunmez bu),
uyelerden ise
0 gammaz,
1 bilgic,
0 comez,
uyelerden toplam 1 ki$i sozlukte at ko$turuyorlar.
online uyeler
sipsi (5. nesil bilgic) [msg] [kim]
$u anda yonetimden
jedi,
0 moderator,
1 bot(genelde gorunmez bu),
uyelerden ise
0 gammaz,
1 bilgic,
0 comez,
uyelerden toplam 1 ki$i sozlukte at ko$turuyorlar.
(bkz: yeşil evham)
füruğ ferruhzad şiiri. sırf sevgili independence ı yalancı çıkarmak için yazılmış bir entrydir aynı zamanda.(#1067737)
ayrıca (bkz: copy paste yapmanın dayanılmaz hafifliği)
bütün gün ağlıyordum aynada
bahar penceremi
ağaçların yeşil evhamına bırakmıştı.
tenim, sığmıyordu yalnızlığımın kozasına
ve kağıttan tacımın kokusu
kirletmişti güneşsiz ülkenin fezasını
yapamazdım, artık yapamazdım
sokağın sesleri, kuşların sesi
kadife topların kaybolma sesi
koşuşan çocukların hay huyu
bir tel çubuğun ucundan sabun köpükleri gibi havalanan
balonların dansı
ve rüzgar, rüzgar sanki
bir sevişmenin en kuytusundaki karanlık anların
derinliklerinde nefes alıp veriyordu
sarsıyorlardı güvenimin suskun kalesini
ve eski çatlaklardan kalbime adıyla sesleniyorlardı
bakışım, bütün gün
dalıp kalmıştı hayatımın gözlerine
o gözler ki ıstırap dolu, ürkek
sabit bakışlarımdan kaçıp
yalancılar gibi
kirpiklerimin korunaklı inzivasına sığınan
hangi zirve, hangi doruk?
bu kıvrımlı yolların hepsi
o soğuğu emen ağızda son bulmuyor mu?
ne verdiniz bana ey aldatan, basit kelimeler
ve ey heveslerin, bedenlerin perhizi
saçlarıma bir çiçek taksaydım eğer
bu sahtekârlıktan ve başımda kokuşmakta olan bu kâğıt taçtan
daha iyi değil miydi?
çölün ruhu nasıl da çekip aldı
ve ayın büyüsü nasıl kurtardı
sürüye iman etmekten
beni
nasıl da büyüdü
kalbimin yarımlığı
ve hiçbir yarı, tamamlayamadı bu yarımı
ayaklarımın altındaki toprak kayıyordu
ve eşimin tenindeki sıcaklık
cevap vermiyordu
tenimin boş bekleyişine
hangi zirve, hangi doruk?
ey puslu lambalar alın beni sığınağınıza
ey aydın gölgeli evler,
ıtırlı buharların kucağında yıkanmış çamaşırlar
güneşli damlarınızda salınıyor
alın beni sığınağınıza ey sade, olgun kadınlar
ki zarif parmaklarınız
derinizin ardında bir ceninin
keyif veren kımıldanışlarını izliyor
ve yakanızın kıvrımlarında hep
taze süt kokusu havayla birleşiyor
hangi zirve, hangi doruk?
alın beni sığınağınıza ey mutluluk nalları
ve ey mutfağın karanlığında bakır kapların şakımaları
ve ey dikiş makinelerinin tedirgin tıkırtıları
ey süpürgelerin halılarla gece gündüz kavgaları.
alın beni sığınağınıza ey bütün ihtiraslı aşklar
ki ölümsüzlüğe kederli meyliniz
elde ettiklerinizin yatağını
büyülü sular ve taze kan damlalarıyla süslüyor
bütün gün
bütün gün
bırakılmış bir leş gibi suya
sürükleniyorum
ürkütücü kayalıklara
denizin en diplerindeki mağaralara
en etobur balıklara doğru
ve sırtımın ince omurları
gerildi
ölüm hissiyle
yapamazdım artık yapamazdım
yolun inkarından geliyordu ayak seslerim
ve umutsuzluğum daha büyüktü ruhumun direncinden
ve o bahar ve o yeşil evham
penceremin önünden geçen
gönlüme
"bak" diyordu
"yol almamışsın hiç sen, batmışsın..."
ayrıca (bkz: copy paste yapmanın dayanılmaz hafifliği)
bütün gün ağlıyordum aynada
bahar penceremi
ağaçların yeşil evhamına bırakmıştı.
tenim, sığmıyordu yalnızlığımın kozasına
ve kağıttan tacımın kokusu
kirletmişti güneşsiz ülkenin fezasını
yapamazdım, artık yapamazdım
sokağın sesleri, kuşların sesi
kadife topların kaybolma sesi
koşuşan çocukların hay huyu
bir tel çubuğun ucundan sabun köpükleri gibi havalanan
balonların dansı
ve rüzgar, rüzgar sanki
bir sevişmenin en kuytusundaki karanlık anların
derinliklerinde nefes alıp veriyordu
sarsıyorlardı güvenimin suskun kalesini
ve eski çatlaklardan kalbime adıyla sesleniyorlardı
bakışım, bütün gün
dalıp kalmıştı hayatımın gözlerine
o gözler ki ıstırap dolu, ürkek
sabit bakışlarımdan kaçıp
yalancılar gibi
kirpiklerimin korunaklı inzivasına sığınan
hangi zirve, hangi doruk?
bu kıvrımlı yolların hepsi
o soğuğu emen ağızda son bulmuyor mu?
ne verdiniz bana ey aldatan, basit kelimeler
ve ey heveslerin, bedenlerin perhizi
saçlarıma bir çiçek taksaydım eğer
bu sahtekârlıktan ve başımda kokuşmakta olan bu kâğıt taçtan
daha iyi değil miydi?
çölün ruhu nasıl da çekip aldı
ve ayın büyüsü nasıl kurtardı
sürüye iman etmekten
beni
nasıl da büyüdü
kalbimin yarımlığı
ve hiçbir yarı, tamamlayamadı bu yarımı
ayaklarımın altındaki toprak kayıyordu
ve eşimin tenindeki sıcaklık
cevap vermiyordu
tenimin boş bekleyişine
hangi zirve, hangi doruk?
ey puslu lambalar alın beni sığınağınıza
ey aydın gölgeli evler,
ıtırlı buharların kucağında yıkanmış çamaşırlar
güneşli damlarınızda salınıyor
alın beni sığınağınıza ey sade, olgun kadınlar
ki zarif parmaklarınız
derinizin ardında bir ceninin
keyif veren kımıldanışlarını izliyor
ve yakanızın kıvrımlarında hep
taze süt kokusu havayla birleşiyor
hangi zirve, hangi doruk?
alın beni sığınağınıza ey mutluluk nalları
ve ey mutfağın karanlığında bakır kapların şakımaları
ve ey dikiş makinelerinin tedirgin tıkırtıları
ey süpürgelerin halılarla gece gündüz kavgaları.
alın beni sığınağınıza ey bütün ihtiraslı aşklar
ki ölümsüzlüğe kederli meyliniz
elde ettiklerinizin yatağını
büyülü sular ve taze kan damlalarıyla süslüyor
bütün gün
bütün gün
bırakılmış bir leş gibi suya
sürükleniyorum
ürkütücü kayalıklara
denizin en diplerindeki mağaralara
en etobur balıklara doğru
ve sırtımın ince omurları
gerildi
ölüm hissiyle
yapamazdım artık yapamazdım
yolun inkarından geliyordu ayak seslerim
ve umutsuzluğum daha büyüktü ruhumun direncinden
ve o bahar ve o yeşil evham
penceremin önünden geçen
gönlüme
"bak" diyordu
"yol almamışsın hiç sen, batmışsın..."
gece gece sırf kendisine yazmak için sözlüğe girdiğim canımın içi. her manada yazmak, evet. duygusallaşıp salaklaştım dediğimde şunu göndererek daha da ağzıma etmeseymiş iyiymiş ama olsun:
#1067734
#1067734
ara ara bir şeyler olan, sonra kendi kendine düzelen, kimsenin ne olduğunu anlamadığı yer.
aylardır dinlemekten bıkmadığım şarkı. kıro gibi arabanın pencerelerini de açıyorum böyle, hıhımm, this is f.cking awesome..
2013 yılının moda renkleri. her taraf siyah beyaz çizgili pantolon, gömlek, tunik vs kaynamakta, evet.
türklüğün bayramı olan nevruz’da ’savaşa da barışa da hazırız’ diye bağıran pkk lılara gık çıkarmayanları rahatsız eden söylem. ülkenin doğusunu ağzımızı açmadan, herhangi bir şey yapmadan vereceğimizi düşünüyorlardı herhalde..
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?