birinin göğüs uçları diğerine göre daha pembedir.
(bkz: böyle başlığa böyle entry)
yogiler, gerçek kötüler ve scooby dolar’ın kıyasıya kapıştıkları dünyanın gelmiş geçmiş en eğlenceli çizgi filmi. bütün hanna barbera karakterlerini içinde barındırmasıyla, gerçek kötülerin şeytanın aklına bile gelmeyecek hileleriyle, her yarışmanın dünyanın başka bir köşesinde geçmesiyle çocukluk yıllarımın en güzel saatlerini yaşatmıştır bana.
ben gerçek kötüleri tutardım ve ay’da geçen yarışı onlar kazanmıştı (ilk ve tek galibiyetleri) evde annemi zorla halaya kaldırmıştım da "teeyyy tey de teyyy" nidaları eşiliğinde bir sonraki bölüme kadar halay çekmiştik, hey gidi günler be. şimdi pokemonlar, rollerbladeler falan çıktı ve lafalimpics ile içime işleyen çizgi filmin aşkı da bir anda beni terk etti. oysa ki yogi ne kadar da sevimliydi o dizide...
(bkz: biz büyüdük ve kirlendi dünya)
edit:
entry’i yazdıktan sonra biraz araştırdım ve çok ilginç şeyler buldum;
gerçek kötüler ilk kez istanbul’da kazanmışlar ve toplam galibiyetleri 3’müş. istanbul’da kazanmış olmalarını, türk halkının dolandırıcılığına bir gönderme sayıp üzüleyim mi yoksa yaşasın hergün gezdiğimiz sokaklarda gerçek kötüler fırtınası esmişti zamanında diye sevineyim mi bilemedim valla.
kaynak:
http://www.scoobydooweloveyou.com/laff.html
ayrıca toplam galibiyet sayıları da şu şekildedir;
gerçek kötüler: 3
scooby dolar: 15
yogiler: 8
ben gerçek kötüleri tutardım ve ay’da geçen yarışı onlar kazanmıştı (ilk ve tek galibiyetleri) evde annemi zorla halaya kaldırmıştım da "teeyyy tey de teyyy" nidaları eşiliğinde bir sonraki bölüme kadar halay çekmiştik, hey gidi günler be. şimdi pokemonlar, rollerbladeler falan çıktı ve lafalimpics ile içime işleyen çizgi filmin aşkı da bir anda beni terk etti. oysa ki yogi ne kadar da sevimliydi o dizide...
(bkz: biz büyüdük ve kirlendi dünya)
edit:
entry’i yazdıktan sonra biraz araştırdım ve çok ilginç şeyler buldum;
gerçek kötüler ilk kez istanbul’da kazanmışlar ve toplam galibiyetleri 3’müş. istanbul’da kazanmış olmalarını, türk halkının dolandırıcılığına bir gönderme sayıp üzüleyim mi yoksa yaşasın hergün gezdiğimiz sokaklarda gerçek kötüler fırtınası esmişti zamanında diye sevineyim mi bilemedim valla.
kaynak:
http://www.scoobydooweloveyou.com/laff.html
ayrıca toplam galibiyet sayıları da şu şekildedir;
gerçek kötüler: 3
scooby dolar: 15
yogiler: 8
taşlanması gereken kişilerdir. iki tanesini taksimde salandır bak bi daha böyle şeyler oluyor mu?
kızların sevdikleri insanlar ile en doğal hakları olan cinselliği, toplumsal baskılar yüzünden paylaşamıyor olmasını değil de zarını tartışmak kadar da abes bir olay görülmüş değildir varsa da bana denk gelmemiş demekki. yok eline aldı, yok ağzına vermişler, aaa çok ayıp hak yolu varken bok yolunu seçmiş, aşalım artık bunları insanlardan bahsediyoruz, insanlardan. eşşek sikmekten bahseder gibi kızlardan bahseden bir milletin evlatlarıyız o yüzden kimseyi de suçluyamıyorum...
bu sözüm erkeklere isteyen üstüne alır, gocunur, bana ana avrat söver ki zerre sikimde değil o ayrı;
sen bir kız için bin bir komplo kur, eve at, bir meme ellemek için yapmadığın kalmasın sonra o memeyi elleyince o kız pis, kaka olsun. oldu canım tabi sen haklısın. neredeyse tecavüz ediyordun kıza az önce iki gram meme elliycem diye, senin gururun şerefin nerde kaldı da sen bu kızları orospulukla itham edebiliyorsun? birazdan tüm mahalleye sanki matah bi bok yemişsin gibi anlatıcan, "hacı direk çıkardım verdim eline, baktım artistlik yapıo sokuverdim ağzına, karıda her yol var, kaşarın allahıymış a.k." diye...
neyse işte anladınız konuyu daha fazla konuşmayayım sonra adım kavgacıya çıkıyor.
kızların sevdikleri insanlar ile en doğal hakları olan cinselliği, toplumsal baskılar yüzünden paylaşamıyor olmasını değil de zarını tartışmak kadar da abes bir olay görülmüş değildir varsa da bana denk gelmemiş demekki. yok eline aldı, yok ağzına vermişler, aaa çok ayıp hak yolu varken bok yolunu seçmiş, aşalım artık bunları insanlardan bahsediyoruz, insanlardan. eşşek sikmekten bahseder gibi kızlardan bahseden bir milletin evlatlarıyız o yüzden kimseyi de suçluyamıyorum...
bu sözüm erkeklere isteyen üstüne alır, gocunur, bana ana avrat söver ki zerre sikimde değil o ayrı;
sen bir kız için bin bir komplo kur, eve at, bir meme ellemek için yapmadığın kalmasın sonra o memeyi elleyince o kız pis, kaka olsun. oldu canım tabi sen haklısın. neredeyse tecavüz ediyordun kıza az önce iki gram meme elliycem diye, senin gururun şerefin nerde kaldı da sen bu kızları orospulukla itham edebiliyorsun? birazdan tüm mahalleye sanki matah bi bok yemişsin gibi anlatıcan, "hacı direk çıkardım verdim eline, baktım artistlik yapıo sokuverdim ağzına, karıda her yol var, kaşarın allahıymış a.k." diye...
neyse işte anladınız konuyu daha fazla konuşmayayım sonra adım kavgacıya çıkıyor.
bugüne kadar parayı bulan herkesin güzelleştiği gerçeğini unutmazsak, şov tvdeki hayat bilgisi dizisinde de tüm hatunlar nedense cilt bakımı yaptırır olmuşlar, solaryumlardan, saunalardan çıkmaz olmuşlar ki; o ilk bölümdeki maymunlukları gitmiş, beton denilen o hatun bile taş gibi olmuştur.
(bkz: ulan para adaletini sikeyim)
yazarın bakmayınızı;
(bkz: başlığı götünden anlamak)
(bkz: ulan para adaletini sikeyim)
yazarın bakmayınızı;
(bkz: başlığı götünden anlamak)
fake haberlerden birisidir. daha önce de onlarca kez farklı şekillerde ortaya atılmıştır bu ve benzeri iddialar, ilk furya, 24 yıl cola fabrikasında çalışan bir ustanın itirafları diye forvırd maillere düşmüştür daha sonra da tarla, bahçe diye seri devam etmektedir.
son kullanma tarihinin yanlış basılmış olmasından dolayı milyar dolarlık tazminat davaları açılan bir ülkede belgeselle ispatlanmış fare kanı olayının hiç tepki almamış olması ne kadar mantıklı geliyor önce onu düşünmeliyiz.
son kullanma tarihinin yanlış basılmış olmasından dolayı milyar dolarlık tazminat davaları açılan bir ülkede belgeselle ispatlanmış fare kanı olayının hiç tepki almamış olması ne kadar mantıklı geliyor önce onu düşünmeliyiz.
ilkokuldaki daha ilk gün, boyum o zamanlarda kısa olduğu için hoca "sen kısa olan sen böyle öne gel" diyerek hayatımı sikmiştir. off yanıma da seçerek oturttu sanki diğer iki kişiyi. birisi saçları örülü, kulağında ipten ucu boncuklu bir küpe (nedense metal küpe yasaktı ama böyle ipli olanlara bişey demiyorlardı) şişe dibi gözlükler, 4 ortalı harita metot defteri (ulan tüm okul hayatım boyunca bir kere sahip olamadım a.k. öyle güzel bir deftere ayrıca daha ilk günden sanki integral işleyecekmişiz gibi ne sikime getirdiyse onu) renk renk kalemleri, içi sünger dolgulu kalem kutusu, sindi bebekli çantasıyla bir kız, öbür yanıma kızın küpesiz hali olan bir çocuğu entegre etti şerefsiz. bir kaç hafta geçti haliyle insanlar kaynaştılar artık veliler gelip sınıfta beklemiyor çocukları korkmasın diye yani güzel ortamlar başladı. başladı başlamasına ama ben yanımdaki o iki maldan başkasını tanımıyorum hem zaten kimse de beni kabul etmiyor. (hem en önde otur hem boyun kısa olsun hem de o malla arkadaşlık yap sonra da herkes beni sevsin diye evde ağla, ilkokul lan orası ilkokul salak kafa) arka sıralar nasıl eğlenceli gırla gidiyor muhabbet, futbol oynanacağı zaman forvetler en arkada oturan çocuklar oluyor, yetenek falan önemsiz, arkada oturan en iyidir. ben yedek kaleci oluyorum her maçta, amına koim profesyonel takımlarda bile yedek kaleci dediğin adam üç beş sezonda bir maç yapıyor, sınıfın kendi arasında tenefüslerdeki 5 dakikaya sığdırılmaya çalışılan maçta sen oynayabilir misin hiç? ama çocuk aklı işte her teneffüs gidip kaleci kafasını direğe vursa da bir fırsat doğsa diye heyecanla bekliyosun, (hay kafamı sikeyim) zaman ilerledikçe arkadakiler artık bokunu çıkarmaya başlıyorlar, kızların kafalarına silgi bile atıyorlar, nasıl canım çekiyor bir kerecik atabilsem o an dünyanın en mutlu insanı olacam ama yok en öndeyim ve kızlardan seken silgiler pat pat benim kafama geliyor. biraz daha vakit geçtikten sonra doğum günleri yapılmaya başlanıyor ama beni davet eden yok a.k. ulan halbuki bi kere dışarda fırsat yakalasam esecem ortamlarda hastası bırakıcam herkesi ama yok işte yok kimse beni çağırmıyo. anca yanımdaki kopilin doğum gününe gidebiliyorum ona da sınıftan bir tek ben gelmişim. tamamımı sülasinden oluşan bir kalabalık var. iyi kötü sene bitti bir şekilde, (yanımdaki kız o 4 ortalı harita metot defterini bitiremedi ya en çok ona seviniyorum a.k.) 2. sınıf olarak olarak geldiğimizde yine aynı terane yaşandı, 3 ve 4 daha da kötü geçti çünkü arka sıradakiler büyüdükçe yaşlarının karesi ile orantılı olarak piçlik katsayaları da yükseldi. lakaplar, eşşek şakaları, derken 5. sınıfa geldik bir anda herkes sus pus noldu nasıl olduysa, anadolu lisesi sınavına odaklandı herkes, ama ben hala kafama silgi yemeyi sürdürüyorum eskisinden daha yoğum bişimde ve 5 yıl boyunca bir tek maçta bile oynayamamışım. (içimdeki ronaldinho’yu öldürdünüz pezevenkler) anadolu lisesini kazandım evet ve sadece ben kazandım o sınıftan ama şu an hala geceleri uyuyamıyorsam o kafama yediğim silgiler, alınmadığım maçlar, davet edilmediğim doğum günleri ve o ip küpeli kızın 4 ortalı harita metot defteri yüzündendir.
burdan o kafama silgi atan götverenlere sesleniyorum; en ön sırada oturmayı ben istemedim tamam mı, o ipnetor hoca zorla oturttu beni en öne, şimdi boyum 1.85 ve kafa toplarındaki hakimiyetim yüzünden her hafta halı sahanın kralı oluyorum. 5 atıyorum her maç kademeye geliyorum kollektif oynuyorum. doğum günü kalmadı ama dışarı çıkan herkes de beni mutlaka arar, ama ne oldu ne oldu tam 10 yıl boyunca gençliğimin en güzel yıllarını siktiniz attınız, sizin sayesinde edindiğim utangaçlık ve eziklik yüzünden orta okulda süt gibi karıları hep başka piçler götürdü... ben daha fazla konuşamam...
peşin edit: acımayın lan bana ben kendimi yirmisinden sonra buldum...
taksitli edit: yahu yıllar olmuş yazalı hala oyluyorsunuz, kötü bir hikaye var burada kötü, ağlıyorum hatta her okuduğumda...
burdan o kafama silgi atan götverenlere sesleniyorum; en ön sırada oturmayı ben istemedim tamam mı, o ipnetor hoca zorla oturttu beni en öne, şimdi boyum 1.85 ve kafa toplarındaki hakimiyetim yüzünden her hafta halı sahanın kralı oluyorum. 5 atıyorum her maç kademeye geliyorum kollektif oynuyorum. doğum günü kalmadı ama dışarı çıkan herkes de beni mutlaka arar, ama ne oldu ne oldu tam 10 yıl boyunca gençliğimin en güzel yıllarını siktiniz attınız, sizin sayesinde edindiğim utangaçlık ve eziklik yüzünden orta okulda süt gibi karıları hep başka piçler götürdü... ben daha fazla konuşamam...
peşin edit: acımayın lan bana ben kendimi yirmisinden sonra buldum...
taksitli edit: yahu yıllar olmuş yazalı hala oyluyorsunuz, kötü bir hikaye var burada kötü, ağlıyorum hatta her okuduğumda...
kimseyi tenzih edemediğim kampanyadir.
gitmesinler dediğim kampanyadır.
anarşi gelmesin dediğim kampanyadir.
ben bir eşşekmişim görememişim dediğim kampanyadır.
kulak arkası etmediğim kampanyadır.
zikimde olan kampanyadır.
varlıkları da yoklukları da bir olmayan kampanyadır.
güzel bir kampanyadır demiş miydim acaba diye sormak istediğim kampanyadır.
hisseli harikalar kumpanyasıdır.
not: ulan o zaman ben gideyim anarşi de gitsin herkes rahat bir nefes alsın dediğim kampanyadır.
gitmesinler dediğim kampanyadır.
anarşi gelmesin dediğim kampanyadir.
ben bir eşşekmişim görememişim dediğim kampanyadır.
kulak arkası etmediğim kampanyadır.
zikimde olan kampanyadır.
varlıkları da yoklukları da bir olmayan kampanyadır.
güzel bir kampanyadır demiş miydim acaba diye sormak istediğim kampanyadır.
hisseli harikalar kumpanyasıdır.
not: ulan o zaman ben gideyim anarşi de gitsin herkes rahat bir nefes alsın dediğim kampanyadır.
ilk 3 kupon yerine geçen mega kuponu salı günü bayilerde bulabileceğimiz kampanya.
ulan sanal alemde kendi kendimize eğlendiğimiz bir elin parmaklarını bile geçmeyen site var epi topu. bunların başında da bilgi sözlük yer alıyor. şimdi ben genel olarak küfürlü konuşan bir insanım ve bunu çoğu entryime de yansıtırım, eğer tam çoştuğum sırada biri bana gelir de "bak arkadaşım bilmem ne yasasının bilmem ne maddesinin en komik fıkrasına biz de senin kadar gülüyoruz ama bu yazdığında götümüze girebilir, bik bik bik..." diye kendince (görevi gereği) açıklama yaparsa afedersiniz zerre sikimde olmaz. o yüzden varlıkları da bir yoklukları da. siz de pek ciddiye almayın yazın kafanıza göre, ulan bu memlekette bütün gaspçılar, tecavüzcüler, katliamcılar ellerini kollarını sallayarak gezerken bir entryinizde birisine "göt" dediniz diye size dava açan adamın da o dava dosyasını kabul eden savcının da taaa ... neyse bu seferlik koruyalım efendiliğimizi...
bu arada siz yokken çok anarşiktik biz siz geldiniz bi anda demokrasi geldi, çağdaşlaştık, yeşil yandığı zaman kornaya bile abanmaz olduk, iyi ki varsınız a.k. yoksa siz olmasanız biz tuttuğumuzu siken falan şuursuz bireylerdik.
ulan sanal alemde kendi kendimize eğlendiğimiz bir elin parmaklarını bile geçmeyen site var epi topu. bunların başında da bilgi sözlük yer alıyor. şimdi ben genel olarak küfürlü konuşan bir insanım ve bunu çoğu entryime de yansıtırım, eğer tam çoştuğum sırada biri bana gelir de "bak arkadaşım bilmem ne yasasının bilmem ne maddesinin en komik fıkrasına biz de senin kadar gülüyoruz ama bu yazdığında götümüze girebilir, bik bik bik..." diye kendince (görevi gereği) açıklama yaparsa afedersiniz zerre sikimde olmaz. o yüzden varlıkları da bir yoklukları da. siz de pek ciddiye almayın yazın kafanıza göre, ulan bu memlekette bütün gaspçılar, tecavüzcüler, katliamcılar ellerini kollarını sallayarak gezerken bir entryinizde birisine "göt" dediniz diye size dava açan adamın da o dava dosyasını kabul eden savcının da taaa ... neyse bu seferlik koruyalım efendiliğimizi...
bu arada siz yokken çok anarşiktik biz siz geldiniz bi anda demokrasi geldi, çağdaşlaştık, yeşil yandığı zaman kornaya bile abanmaz olduk, iyi ki varsınız a.k. yoksa siz olmasanız biz tuttuğumuzu siken falan şuursuz bireylerdik.
(bkz: öğretici bilgiler)
#235831
ulan o kadar güzel uydurmuşum ki kıçımdan, başlığa yanlışlıkla tıklayıp uyku sersemi okuyup hüzünlendim a.k. ve tam muhteşem oyu verecekken çıkan uyarı ile kendime geldim.
niv york times: hala ağlıyoruz a.k.
vaşinkton post: ülkede selpak krizi, yetkileler açıklama yaptı; selpaklarla sümüğünüzü silin göz yaşınızı değil
ulan o kadar güzel uydurmuşum ki kıçımdan, başlığa yanlışlıkla tıklayıp uyku sersemi okuyup hüzünlendim a.k. ve tam muhteşem oyu verecekken çıkan uyarı ile kendime geldim.
niv york times: hala ağlıyoruz a.k.
vaşinkton post: ülkede selpak krizi, yetkileler açıklama yaptı; selpaklarla sümüğünüzü silin göz yaşınızı değil
evet gönül dostları şimdi de sizlere bir şarkımı yazmak istiyorum;
kac kere kirik hayallerin pesine dustum ben
kac kere bile bile yenik savasa girdim ben
korkma cok surmez
ask bu oldurmez
kimseler duymaz
agla istersen care olmaz
aska yurek gerek anlasana
her defa yaniyorum ama gitmeliyim
yarani sarip acini dindiremem
bak bana
ben acinin ta kendisiyim
kac kere yasak oyunlary oynadym durdum
ne kimseye bir soru sordum ne de bir cevap buldum
korkma cok surmez
ask bu oldurmez
kimseler duymaz
yine de agla istersen care olmaz
aska yurek gerek anlasana
her defa yaniyorum
ama gitmeliyim
yarani sarip acini dindiremem
bak bana
ben acinin ta kendisiyim...
sanırım puslu ve karlı bir akşamüstü, ya lise 1 ya orta 3 tam bilemediğim bir zamanda bir single çıkartma hevesi ile yazdığım bir şarkıydı bu. ama beste ve güfte için profesyonel ellere ihtiyaç duyuyordu, ben de sibel alaş’a rica ettim ama kendisi "çok komik forwırdla" gibi başlıklarla o duygularımı akıttığım şarkımı mail etmiş. zaman geçti türkiye gelişti haliyle adsl fiyatları da ucuzladı herkeş bilgisayar sahibi oldu ve bu mail taa mustafa sandal’a kadar ulaştı. o da hiç komik değil ama güzel şarkı olur dedi ve olaylar gelişti...
inanmak isteyen inanır.
edit: güzel bir anadolu türküsü.
kac kere kirik hayallerin pesine dustum ben
kac kere bile bile yenik savasa girdim ben
korkma cok surmez
ask bu oldurmez
kimseler duymaz
agla istersen care olmaz
aska yurek gerek anlasana
her defa yaniyorum ama gitmeliyim
yarani sarip acini dindiremem
bak bana
ben acinin ta kendisiyim
kac kere yasak oyunlary oynadym durdum
ne kimseye bir soru sordum ne de bir cevap buldum
korkma cok surmez
ask bu oldurmez
kimseler duymaz
yine de agla istersen care olmaz
aska yurek gerek anlasana
her defa yaniyorum
ama gitmeliyim
yarani sarip acini dindiremem
bak bana
ben acinin ta kendisiyim...
sanırım puslu ve karlı bir akşamüstü, ya lise 1 ya orta 3 tam bilemediğim bir zamanda bir single çıkartma hevesi ile yazdığım bir şarkıydı bu. ama beste ve güfte için profesyonel ellere ihtiyaç duyuyordu, ben de sibel alaş’a rica ettim ama kendisi "çok komik forwırdla" gibi başlıklarla o duygularımı akıttığım şarkımı mail etmiş. zaman geçti türkiye gelişti haliyle adsl fiyatları da ucuzladı herkeş bilgisayar sahibi oldu ve bu mail taa mustafa sandal’a kadar ulaştı. o da hiç komik değil ama güzel şarkı olur dedi ve olaylar gelişti...
inanmak isteyen inanır.
edit: güzel bir anadolu türküsü.
evet dostlar bu furyaya kapılıp ben de başımdan geçen bir anıyı sizlerle paylaşmak istedim buyrun;
üniversite 3.sınıfa gidiyordum. gençlik bu ya, başımda kavak yelleri esiyor.
zaman ise benim geleceğin en büyük iktisatcılarından biri olmam için geçiyor gibime geliyordu. geliyordu ama ben derslerden çok, arkadaşlarla üniversite binamızın içerisindeki sahalarda ve ağaçların arasında top oynamayı, gezmeyi ve arkadaşlarla sohbet etmeyi tercih ediyordum.
“öğrenci dediğin fotokopisinden belli olur”, “fotokopisiz öğrenci meyvasız ağaca benzer” öğrenci atasözleri uyarınca vize dönemlerinden bir ay önce gördüğümüz derslerin notlarının fotokopilerini bulup almak için ayda fotokopi’ye gittim. ayda fotokopi hemen hemen bizde ki bütün derslerin dönem içindeki notlarının fotokopilerini çoğaltır ve satardı. orada fotokopileri alırken yanımda bizimle ortak dersi olan sosyoloji dersinin fotokopisinin olup olmadığını soran bir kız vardı. fotokopiciden o dersin notlarının olmadığını öğrenince oldukça üzüldüğünü gördüm.
- “her halde işletme fakultesinde okuyorsunuz” dedim.
- “evet” dedi.
- “bende sosyoloji dersinin notları var. isterseniz onları size ben temin ederim”dedim.
- “ah, size zahmet olmasın?” dedi.
- “yok canım ne zahmeti” dedim.
sonra oradan beraberce konuşarak çıktık. yolda adını söyledi: ajda’ymış. neyse biz böylece tanışmış olduk.
ertesi gün ders notlarını ona verdim. kız beni çok etkilemişti. bir içim su derler ya öyleydi. tabii, beni çok etkilediği içinde bana öyle gelmiş olabilir. neyse... bu yardım severliğimin karşılığında kız beni ne zaman görse hemen yanıma gelmeye başladı. diğer arkadaşlarımla da tanıştırdım onu. artık çok samimi olmuştuk. olmuştuk olmasına ama kıza da tutulmuştum.
ne yapmalıydım... düşünüyordum ama bir türlü de karar veremiyordum. şimdi kıza arkadaşlık teklif etsem, yardım etmemin karşılığında ondan faydalanmak istediğimi düşünebilirdi. ayrıca arkadaşlık teklif etmemin diğer arkadaşlarımın hele hele emre’nın kulağına gitmesi... aman aman ölsem daha iyi.yunus duydugu birşeyi diline dolar insanın burnundan getirirdi.
çok düşündüm bir karar veremedim. en sonunda ona aşkımı mektupla ilan etmeye karar verdim. bu amaçla oturdum ve usturuplu bir aşk mektubu yazdım.
“bu mektubu kaldığım yerin soğuk duvarlarını ısıtmaya çalışan yüreğimin her atışında ismini hatırlatan sıcaklığında yazıyorum. bir melankoni içerisinde yazmaya çalıştığım bu satırlar daha çok seven yüreğimin sevilme mutluluğunu yakalaması için çabalaması ve belki de karşılıksız bir sevda bataklığına nasıl gömüldüğünün ifadesi.
acaba gülcan; senin o melekler kadar güzel olarak tasavvur ettiğim hayalini gönlümden silip atsam mı diyorum. yazık olmaz mı sorusu aklıma geliyor. yazık olmaz mı aşkıma? acaba unutsam sana karşı hissettiklerimi, hiçbir şey yaşanmamış gibi acaba bir anda geçen onca zamanın ötesine gidebilir miyim?
yakalanan bir kuşun esaretten kurtulmak için çırpınması gibi seni görünce çırpınan kalbimin atışlarını, yüzümün her kızarışını, benim sana olan tutkumu tavır ve yüz ifademden, heyecanımdan, titrememden anlamandan duyduğum korkuları... unutsam mı?
böyle bir şey mümkün olsa bile herhalde yaşadığım onca duyguyu bir anda jiletle kazıyıp, söker gibi atamam, atmam.
çevremde çok pişkin, yüzsüz, her şeyi çok rahat ifade edebilen biri olarak görülmeme rağmen aslında sevdiğine karşı aşkını ve duygularını ifadeden bile çekinen utangaç yapıda biri olarak sevgimi yazı ile belirtme ihtiyacı duydum. sana olan sevgimi hoş karşılaman dileğiyle...”
“yakın çevrenden biri”
mektubu bilgisayar ile yazdıktan sonra bir zarfa yerleştirdim. ajda’nın de aralarında bulunduğu arkadaşlarla okulun önünde sohbet ederken lavaboya gitme bahanesiyle gidip sınıfta gülcan’in ders notlarını tuttuğu ajandanın içine koydum ve sonucu beklemeye başladım.
ertesi gün üniversitenin ana binasında bulunan yemekhaneye giderken gülcan bir ara yanıma yaklaştı ve:
- “sinancığım sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalsın. aramızdaki samimiyetten bir tek sana söylüyorum” dedi ve devam etti “yahu dangalağın bir bana bir mektup göndermiş” dedi.
- “şaka mı yapmış mektupta?” diye sordum.
- “şaka mı bilmiyorum ama mektupta bana tutulduğunu, aşık olduğunu... falan filan yazmış işte. yani oldukça duygulu bir dille bana ilan-ı aşk ediyor herif” dedi. ben de:
- “peki kim bu herif”dedim.
- “ne bileyim, ismini yazmamış ki! ama yazdıklarından bir şeyler çıkarmaya çalışıyorum. bir iki tahminim de var” deyince heyecanlanarak;
- “peki kim olabilir” diye sordum.
- “tahminime göre bizim gruptakilerden biri ve... neyse ismini de sonra öğrenirsin hüseyinl” dediği sırada diğer arkadaşların da yanımıza gelmesiyle sözünü keserek onlarla konuşmaya başladı.
beni bir merak sarmaya başlamıştı. acaba tahmini ben miydim de tavırlarımdan öğrenmek için konuyu bana açmıştı. anlamış mıydı acaba...
içim içimi kemiriyordu; mektup yazmasa mıydım. eğer gerçekten benim yazdığımı anlamışsa ve benimle bir daha konuşmazsa ne yapardım. belki hem bir arkadaşı yitirecektim, hem de sevdiğim kızı.
bu arada şeytan da dürtüyordu beni bir mektup daha yaz diye. bu sefer duygularımı daha açık belirtecektim. bu düşüncelerle tekrar bilgisayarın başına geçerek yazmaya başladım:
“ajda; şu an sana söylemek istediğim ama söyleyemediğim duygular var ya, o duyguları sana bir sahilde hafif bir yağmur çisiltisi altında ıslanırken ve deniz dalgalarının, martı sesleriyle birleşerek oluşturduğu o nefis fon müziği eşliğinde dans ederken söylemek isterdim.
bilmem sen hiç birşeyi, pek çok şeyi kaybetme pahasına daha doğrusu yüreğin pahasına satın almak ister misin? bil ki ben yüreğimi sana, senin için satmaya hazırım.
keşke sana olan aşkımı, seni görünce hissettiğim duyguları gözlerinin derinliklerinde köşe kapmaca oynarken anlatsaydım. acaba anlatabilir miydim?
insanlar madde ve mana arasında, denizde salınan tekneler misali gelip giderken; ben kendimi sevdama kucak açmış, senin gönül limanında demirlemiş olarak bulmak isterdim. sana bağlanmak sarılmak ve ...
hayali bile yaşadığım hayatın sahte yaşantısından daha gerçek ve daha güzel.
mektubuma çok sevdiğim, güzel bir söz ile son vermek istiyorum: “sevsen, sevilsen ve sevilebilir olsan”
beni sevilebilir biri olarak görmen dileğimle...
“yakın çevrenden biri”
mektubuma ek olarak da “ajda’ya” diye ithaf ederek yazdığım:
aklimdasin
papatya açmış kırlardan
peygamber çiçeklerinin sarısından
kekik otlarının kokusundan
doyasıya içime çektiğim sen!
belki değilsin, belki farkındasın
sen benim hep aklımdasın
turnalarla gönderdim sana
gönlümde yetiştirdiğim gülleri
yalancı gönüllerde
karanlık tünellerde
aşkı aramaya çalışırken sen
senin aşkını hayat gibi yaşardım ben
belki aşkıma uzaksın, belki yakındasın
sen bilmesende hep benim aklımdasın !
şiirimi de zarfa koyarak bu sefer postaladım.
ertesi günde dedemin vefat ettiği haberi geldi. alel acele gümüşhane’ye gitmek zorunda kaldım. bir hafta sonra döndüm ve okula gittim. gülcan beni görünce hemen gülerek yanıma geldi ve:
- “sinan hani bana biri aşk mektubu yazıyor demiştim ya işte ondan ikinci bir mektup daha geldi. bir de bana ithaf ederek yazdığı şiirini koymuş. çok etkilendim.”
- “peki kim olduğunu bulabildin mi?” diye sordum. o da:
- “sana bir iki tahminim var diyordum ya... artık emin oldum.”
- “emin mi oldun, peki kim?” diye heyecanla sordum
- “hiç tahmin edemezsin... yunus!” dedi.
- ’’yunus mui?” dedim şaşırarak
- “tabii... yakın çevremden biri, çok pişkin, yüzsüz, her şeyi çok rahat ifade edebilen biri olarak görünen başka kim olabilir?” deyince şaşkın, yıkılmış bir ifade ile:
- “çok şaşırdım” dedim.
- “şaşır, şaşır ... dahası var. emin olunca ben gittim ona ondan
hoşlandığımı belirttim. yazdıkları beni çok etkilemişti. ayrıca çok utangaç, ona kalırsa bana hiç açılamayacak ve beni sevdiğini söyleyemeyecek... bu sebeple ona ben açıldım. o da benden hoşlandığını fakat benim seninle olan diyalogumuzdan ve samimiyetimizden dolayı ikimizin arasında bir şey olduğunu sandığından bana açılamadığını söyledi. düşünebiliyor musun ayrıca ikimizin arasında bir şey var sanıyormuş” dedi.
çok şaşırmıştım. ne diyeceğimi bilemiyordum. sonunda;
- “senin adına sevindim. nihayetinde sana mektupları yazanı da bulmuş oldun böylece” dedim ve yanından ayrıldım.
bir yanda sevdiğim kız ajda diğer yanda en yakın arkadaşlarımdan yunus vardı. ve ikisi de benim aşk mektuplarım sonucu... tam bir çöküntü içerisindeydim, ne yapacağımı bilemiyordum. bu hal içinde iki hafta okula gitmedim, hatta gidemedim.
iki hafta kadar sonra okula gidince bu sefer ajda ve yunus bir ara yanıma geldiler. yunus bana:
- “sinan seni yemeğe götürüyoruz. orada sana bir de süprizimiz var” dedi. ben de:
- “yunusçuğum bugün olmasa” deyince, ajda:
- “itiraz etme hakkın yok. çünkü seni son zamanlarda hiç göremiyoruz. okula uğramıyorsun bile” dedi ve kolumdan çekerek dışarı doğru sürükledi.
benim isteğim üzerine karadeniz pidecisine gittik. yemek siparişini verdik. bu arada ben sohbet esnasında elimden geldiğince espiri yapmaya, güleç olmaya çalışıyordum.
konuşma esnasında ajda bir ara bana dönerek:
- “sana bir süprizimiz var demişti ya yunus; şimdi onu söyleyeceğim sana. biz
emre yle kendi aramızda sözlendik.yunus’un romantik, duygusal mektuplarına dayanamadım. ben de ona duygusal olarak karşılık verdim ve...” derken yunus söze girerek:
- “ne saçmalıyorsun, ne romantik, duygusal mektupları...” diye ajda’nin sözünü kesince ben de yunus’un sözünün devamını getirmesine fırsat vermeden hemen sözünü kesmek ihtiyacını hissettim:
- “demek ki ajda sendeki romantik, duygusal yönleri keşfetmiş ve sana tutulmuş. çok şanslısın yunus,ajda’nın kıymetini bil” dedim.
yemekten sonra yunus’un ellerini yıkamak için lavaboya gittiği sırada masadaki peçeteyi aldım ve ajda’ya dönerek sessizce:
- “bu günün anısına bu peçeteye duygularımı yazıyorum. çıktıktan sonra yazdıklarımı oku ve sonra da yırt tamam mı?” dedim. ajda meraklı bakışlarla başını evet manasına salladı.
bende peçeteye o’na ithaf ederek yazdığım şiirin nakarat bölümü olan:
belki aşkıma uzaksın, belki yakındasın
bilmesen de, sen benim hep aklımdasın
ve altına da: “budadan yunus’a ve sana mutlu bir yuva ve mutlu yarınlar diliyorum.”
“yakın çevrenden”
“sinan”
notunu yazdım. notu yazdığım peçeteyi katlayarak ajdanın eline tutuşturdum.
yunus da yanımıza gelince;
- “sizin bu mutlu haberinize çok sevindim inşallah allah tamamına erdirir” dedim ve devamla “bu gün de aslında çok işim vardı. sizinle buraya gelince unuttum hepsini. şimdi gitmem lazım; anlayışla karşılayacağınızı umuyorum” dedim.
birlikte dışarı çıktık ve tokalaşarak yanlarından ayrıldım. bir süre sonra dönerek arkama baktım ajda peçeteyi yırtıyordu ve gözleri yaş doluydu. benim onlara baktığımı görünce gözlerini silerek bana el sallamaya başladı.
bir daha arkama bakmaya cesaret edemeden gözlerimde beliren yaşlarla oradan uzaklaştım...
bu yaklaşık 7 ay önce "popomdan uydurduğum hikayeler" kitabım için yazdığım bir hikaye idi ama ne göreyim farklı farklı yerlerde farklı farklı şekillerde anlatılır olmuş, forward maillerin gülü, şahı haline gelmiş. olsun be anonim edebiyata katkımız olsun...
todays trivia: aradaki 7 farkı bulabilir misiniz?
üniversite 3.sınıfa gidiyordum. gençlik bu ya, başımda kavak yelleri esiyor.
zaman ise benim geleceğin en büyük iktisatcılarından biri olmam için geçiyor gibime geliyordu. geliyordu ama ben derslerden çok, arkadaşlarla üniversite binamızın içerisindeki sahalarda ve ağaçların arasında top oynamayı, gezmeyi ve arkadaşlarla sohbet etmeyi tercih ediyordum.
“öğrenci dediğin fotokopisinden belli olur”, “fotokopisiz öğrenci meyvasız ağaca benzer” öğrenci atasözleri uyarınca vize dönemlerinden bir ay önce gördüğümüz derslerin notlarının fotokopilerini bulup almak için ayda fotokopi’ye gittim. ayda fotokopi hemen hemen bizde ki bütün derslerin dönem içindeki notlarının fotokopilerini çoğaltır ve satardı. orada fotokopileri alırken yanımda bizimle ortak dersi olan sosyoloji dersinin fotokopisinin olup olmadığını soran bir kız vardı. fotokopiciden o dersin notlarının olmadığını öğrenince oldukça üzüldüğünü gördüm.
- “her halde işletme fakultesinde okuyorsunuz” dedim.
- “evet” dedi.
- “bende sosyoloji dersinin notları var. isterseniz onları size ben temin ederim”dedim.
- “ah, size zahmet olmasın?” dedi.
- “yok canım ne zahmeti” dedim.
sonra oradan beraberce konuşarak çıktık. yolda adını söyledi: ajda’ymış. neyse biz böylece tanışmış olduk.
ertesi gün ders notlarını ona verdim. kız beni çok etkilemişti. bir içim su derler ya öyleydi. tabii, beni çok etkilediği içinde bana öyle gelmiş olabilir. neyse... bu yardım severliğimin karşılığında kız beni ne zaman görse hemen yanıma gelmeye başladı. diğer arkadaşlarımla da tanıştırdım onu. artık çok samimi olmuştuk. olmuştuk olmasına ama kıza da tutulmuştum.
ne yapmalıydım... düşünüyordum ama bir türlü de karar veremiyordum. şimdi kıza arkadaşlık teklif etsem, yardım etmemin karşılığında ondan faydalanmak istediğimi düşünebilirdi. ayrıca arkadaşlık teklif etmemin diğer arkadaşlarımın hele hele emre’nın kulağına gitmesi... aman aman ölsem daha iyi.yunus duydugu birşeyi diline dolar insanın burnundan getirirdi.
çok düşündüm bir karar veremedim. en sonunda ona aşkımı mektupla ilan etmeye karar verdim. bu amaçla oturdum ve usturuplu bir aşk mektubu yazdım.
“bu mektubu kaldığım yerin soğuk duvarlarını ısıtmaya çalışan yüreğimin her atışında ismini hatırlatan sıcaklığında yazıyorum. bir melankoni içerisinde yazmaya çalıştığım bu satırlar daha çok seven yüreğimin sevilme mutluluğunu yakalaması için çabalaması ve belki de karşılıksız bir sevda bataklığına nasıl gömüldüğünün ifadesi.
acaba gülcan; senin o melekler kadar güzel olarak tasavvur ettiğim hayalini gönlümden silip atsam mı diyorum. yazık olmaz mı sorusu aklıma geliyor. yazık olmaz mı aşkıma? acaba unutsam sana karşı hissettiklerimi, hiçbir şey yaşanmamış gibi acaba bir anda geçen onca zamanın ötesine gidebilir miyim?
yakalanan bir kuşun esaretten kurtulmak için çırpınması gibi seni görünce çırpınan kalbimin atışlarını, yüzümün her kızarışını, benim sana olan tutkumu tavır ve yüz ifademden, heyecanımdan, titrememden anlamandan duyduğum korkuları... unutsam mı?
böyle bir şey mümkün olsa bile herhalde yaşadığım onca duyguyu bir anda jiletle kazıyıp, söker gibi atamam, atmam.
çevremde çok pişkin, yüzsüz, her şeyi çok rahat ifade edebilen biri olarak görülmeme rağmen aslında sevdiğine karşı aşkını ve duygularını ifadeden bile çekinen utangaç yapıda biri olarak sevgimi yazı ile belirtme ihtiyacı duydum. sana olan sevgimi hoş karşılaman dileğiyle...”
“yakın çevrenden biri”
mektubu bilgisayar ile yazdıktan sonra bir zarfa yerleştirdim. ajda’nın de aralarında bulunduğu arkadaşlarla okulun önünde sohbet ederken lavaboya gitme bahanesiyle gidip sınıfta gülcan’in ders notlarını tuttuğu ajandanın içine koydum ve sonucu beklemeye başladım.
ertesi gün üniversitenin ana binasında bulunan yemekhaneye giderken gülcan bir ara yanıma yaklaştı ve:
- “sinancığım sana bir şey söyleyeceğim ama aramızda kalsın. aramızdaki samimiyetten bir tek sana söylüyorum” dedi ve devam etti “yahu dangalağın bir bana bir mektup göndermiş” dedi.
- “şaka mı yapmış mektupta?” diye sordum.
- “şaka mı bilmiyorum ama mektupta bana tutulduğunu, aşık olduğunu... falan filan yazmış işte. yani oldukça duygulu bir dille bana ilan-ı aşk ediyor herif” dedi. ben de:
- “peki kim bu herif”dedim.
- “ne bileyim, ismini yazmamış ki! ama yazdıklarından bir şeyler çıkarmaya çalışıyorum. bir iki tahminim de var” deyince heyecanlanarak;
- “peki kim olabilir” diye sordum.
- “tahminime göre bizim gruptakilerden biri ve... neyse ismini de sonra öğrenirsin hüseyinl” dediği sırada diğer arkadaşların da yanımıza gelmesiyle sözünü keserek onlarla konuşmaya başladı.
beni bir merak sarmaya başlamıştı. acaba tahmini ben miydim de tavırlarımdan öğrenmek için konuyu bana açmıştı. anlamış mıydı acaba...
içim içimi kemiriyordu; mektup yazmasa mıydım. eğer gerçekten benim yazdığımı anlamışsa ve benimle bir daha konuşmazsa ne yapardım. belki hem bir arkadaşı yitirecektim, hem de sevdiğim kızı.
bu arada şeytan da dürtüyordu beni bir mektup daha yaz diye. bu sefer duygularımı daha açık belirtecektim. bu düşüncelerle tekrar bilgisayarın başına geçerek yazmaya başladım:
“ajda; şu an sana söylemek istediğim ama söyleyemediğim duygular var ya, o duyguları sana bir sahilde hafif bir yağmur çisiltisi altında ıslanırken ve deniz dalgalarının, martı sesleriyle birleşerek oluşturduğu o nefis fon müziği eşliğinde dans ederken söylemek isterdim.
bilmem sen hiç birşeyi, pek çok şeyi kaybetme pahasına daha doğrusu yüreğin pahasına satın almak ister misin? bil ki ben yüreğimi sana, senin için satmaya hazırım.
keşke sana olan aşkımı, seni görünce hissettiğim duyguları gözlerinin derinliklerinde köşe kapmaca oynarken anlatsaydım. acaba anlatabilir miydim?
insanlar madde ve mana arasında, denizde salınan tekneler misali gelip giderken; ben kendimi sevdama kucak açmış, senin gönül limanında demirlemiş olarak bulmak isterdim. sana bağlanmak sarılmak ve ...
hayali bile yaşadığım hayatın sahte yaşantısından daha gerçek ve daha güzel.
mektubuma çok sevdiğim, güzel bir söz ile son vermek istiyorum: “sevsen, sevilsen ve sevilebilir olsan”
beni sevilebilir biri olarak görmen dileğimle...
“yakın çevrenden biri”
mektubuma ek olarak da “ajda’ya” diye ithaf ederek yazdığım:
aklimdasin
papatya açmış kırlardan
peygamber çiçeklerinin sarısından
kekik otlarının kokusundan
doyasıya içime çektiğim sen!
belki değilsin, belki farkındasın
sen benim hep aklımdasın
turnalarla gönderdim sana
gönlümde yetiştirdiğim gülleri
yalancı gönüllerde
karanlık tünellerde
aşkı aramaya çalışırken sen
senin aşkını hayat gibi yaşardım ben
belki aşkıma uzaksın, belki yakındasın
sen bilmesende hep benim aklımdasın !
şiirimi de zarfa koyarak bu sefer postaladım.
ertesi günde dedemin vefat ettiği haberi geldi. alel acele gümüşhane’ye gitmek zorunda kaldım. bir hafta sonra döndüm ve okula gittim. gülcan beni görünce hemen gülerek yanıma geldi ve:
- “sinan hani bana biri aşk mektubu yazıyor demiştim ya işte ondan ikinci bir mektup daha geldi. bir de bana ithaf ederek yazdığı şiirini koymuş. çok etkilendim.”
- “peki kim olduğunu bulabildin mi?” diye sordum. o da:
- “sana bir iki tahminim var diyordum ya... artık emin oldum.”
- “emin mi oldun, peki kim?” diye heyecanla sordum
- “hiç tahmin edemezsin... yunus!” dedi.
- ’’yunus mui?” dedim şaşırarak
- “tabii... yakın çevremden biri, çok pişkin, yüzsüz, her şeyi çok rahat ifade edebilen biri olarak görünen başka kim olabilir?” deyince şaşkın, yıkılmış bir ifade ile:
- “çok şaşırdım” dedim.
- “şaşır, şaşır ... dahası var. emin olunca ben gittim ona ondan
hoşlandığımı belirttim. yazdıkları beni çok etkilemişti. ayrıca çok utangaç, ona kalırsa bana hiç açılamayacak ve beni sevdiğini söyleyemeyecek... bu sebeple ona ben açıldım. o da benden hoşlandığını fakat benim seninle olan diyalogumuzdan ve samimiyetimizden dolayı ikimizin arasında bir şey olduğunu sandığından bana açılamadığını söyledi. düşünebiliyor musun ayrıca ikimizin arasında bir şey var sanıyormuş” dedi.
çok şaşırmıştım. ne diyeceğimi bilemiyordum. sonunda;
- “senin adına sevindim. nihayetinde sana mektupları yazanı da bulmuş oldun böylece” dedim ve yanından ayrıldım.
bir yanda sevdiğim kız ajda diğer yanda en yakın arkadaşlarımdan yunus vardı. ve ikisi de benim aşk mektuplarım sonucu... tam bir çöküntü içerisindeydim, ne yapacağımı bilemiyordum. bu hal içinde iki hafta okula gitmedim, hatta gidemedim.
iki hafta kadar sonra okula gidince bu sefer ajda ve yunus bir ara yanıma geldiler. yunus bana:
- “sinan seni yemeğe götürüyoruz. orada sana bir de süprizimiz var” dedi. ben de:
- “yunusçuğum bugün olmasa” deyince, ajda:
- “itiraz etme hakkın yok. çünkü seni son zamanlarda hiç göremiyoruz. okula uğramıyorsun bile” dedi ve kolumdan çekerek dışarı doğru sürükledi.
benim isteğim üzerine karadeniz pidecisine gittik. yemek siparişini verdik. bu arada ben sohbet esnasında elimden geldiğince espiri yapmaya, güleç olmaya çalışıyordum.
konuşma esnasında ajda bir ara bana dönerek:
- “sana bir süprizimiz var demişti ya yunus; şimdi onu söyleyeceğim sana. biz
emre yle kendi aramızda sözlendik.yunus’un romantik, duygusal mektuplarına dayanamadım. ben de ona duygusal olarak karşılık verdim ve...” derken yunus söze girerek:
- “ne saçmalıyorsun, ne romantik, duygusal mektupları...” diye ajda’nin sözünü kesince ben de yunus’un sözünün devamını getirmesine fırsat vermeden hemen sözünü kesmek ihtiyacını hissettim:
- “demek ki ajda sendeki romantik, duygusal yönleri keşfetmiş ve sana tutulmuş. çok şanslısın yunus,ajda’nın kıymetini bil” dedim.
yemekten sonra yunus’un ellerini yıkamak için lavaboya gittiği sırada masadaki peçeteyi aldım ve ajda’ya dönerek sessizce:
- “bu günün anısına bu peçeteye duygularımı yazıyorum. çıktıktan sonra yazdıklarımı oku ve sonra da yırt tamam mı?” dedim. ajda meraklı bakışlarla başını evet manasına salladı.
bende peçeteye o’na ithaf ederek yazdığım şiirin nakarat bölümü olan:
belki aşkıma uzaksın, belki yakındasın
bilmesen de, sen benim hep aklımdasın
ve altına da: “budadan yunus’a ve sana mutlu bir yuva ve mutlu yarınlar diliyorum.”
“yakın çevrenden”
“sinan”
notunu yazdım. notu yazdığım peçeteyi katlayarak ajdanın eline tutuşturdum.
yunus da yanımıza gelince;
- “sizin bu mutlu haberinize çok sevindim inşallah allah tamamına erdirir” dedim ve devamla “bu gün de aslında çok işim vardı. sizinle buraya gelince unuttum hepsini. şimdi gitmem lazım; anlayışla karşılayacağınızı umuyorum” dedim.
birlikte dışarı çıktık ve tokalaşarak yanlarından ayrıldım. bir süre sonra dönerek arkama baktım ajda peçeteyi yırtıyordu ve gözleri yaş doluydu. benim onlara baktığımı görünce gözlerini silerek bana el sallamaya başladı.
bir daha arkama bakmaya cesaret edemeden gözlerimde beliren yaşlarla oradan uzaklaştım...
bu yaklaşık 7 ay önce "popomdan uydurduğum hikayeler" kitabım için yazdığım bir hikaye idi ama ne göreyim farklı farklı yerlerde farklı farklı şekillerde anlatılır olmuş, forward maillerin gülü, şahı haline gelmiş. olsun be anonim edebiyata katkımız olsun...
todays trivia: aradaki 7 farkı bulabilir misiniz?
cok komikmis dedigim baslik, ayrica jedi da guzel bir espri yapmis dedigim baslik, ona da guzel laf sokmuslar da dedigim olmustur diye dusundugum baslik, evet bu bir baslik, baslik kafaya giyilirdi en son biraktigimizda demekki teknoloji ile yarisilmiyor diye ic gecirdigim baslik, baslik, evet bu bir baslik...
edit: az daha unutuyordum, mesajım kazım abiye, iki el tavla atalım abi özledim muhabbetini dediğim başlıktır ayrıca bu başlık...
edit: az daha unutuyordum, mesajım kazım abiye, iki el tavla atalım abi özledim muhabbetini dediğim başlıktır ayrıca bu başlık...
toshiba laptop, bir duble raki, iki dilim kavun, bir topak acili ezme, yarim topak haydari (bunu daha cok yemisim), bir miktar beyaz peynir...
(bkz: anket buldum mu doldururum)
(bkz: anket buldum mu doldururum)
sebnem ferahyn canly performansyna yer vermesi ile bizden 10 numero aferini hak etmi? radiodur ayny zamanda...
genelde sebnem ferah’yn canly performanslary olmasy olayy daha bir güzelle?tiriyor...
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?