confessions

shevek

- Yazar -

  1. toplam entry 2359
  2. takipçi 1
  3. puan 31016

belgariad

shevek
"bir gün, tanrı aldur bir çocuk kalbi büyüklüğünde, küre şeklinde bir taş aldı ve yaşayan bir ruh haline getirene kadar elinde evirip çevirdi. insanların aldur taşı dedikleri bu canlı mücevherin gücü çok büyüktü ve aldur onunla mucizeler yarattı."

aldur’un kardeşi tanrı torak, binyıllar boyunca taş’ı eline geçirmek için yapmadığını bırakmadı. onu engellemek için çalışan iki kişi, aldur’un müridi büyücü belgarath ve kızı büyücü polgara idi. belgariad, torak’ın aldur taşı’nı ele geçirip dünyaya hâkim olmak için verdiği son mücadelenin hikâyesidir.

fantazi bir yolculuktur: frodo ile birlikte orta dünya’da, ged ile birlikte yerdeniz adaları’nda... metis edebiyat’ta fantazi devam ediyor. önce le guin, sonra tolkien, derken eddings. beş kitaplık, toplam 1480 sayfalık bir serüven. üstelik serüvene doymayanlar için eddings’den yeni bir beşleme daha var, malloryon ile devam ediyoruz.

stella

shevek
o olmayınca sözlüğün tadı olmamaktadır, yokluğunda bu öğrenilmiştir. kendisini epey bir özletmiştir, bu kadar kısa sürede bu kadar özletme yetisine sahip bu bilgicin daha sürecek yokluğuna sözlük ve başta ben olmak üzere halkı nasıl dayanacaktır, merak konusudur. dönsün, bir daha bir yere gitmesindir. zaman hemen geçse dedirten bilgiçtir yokluğuyla, şu an en büyük dileğimin 2 haftalık uzun, güzel bir uyku olmasını dolaylı yoldan sağlamış kocaman bilgiçtir, fikirdir, insandır. özeldir, iyidir, güzeldir. nedendir bilinmez ama kanın kaynama nedenlerinden biridir.

not: belki bugün kısa bir süre için sözlüğü ziyaret edecek, ama muhtemelen bu ziyareti, tarafım tarafından ziyaretin gerçekleşeceği saatlerde bilgisayar başında olamayacak olmam sebebiyle görülemeyecek, ancak ziyaret sonrasında duyulacaktır. daha sonra eğer olursa bu ziyaretinde sözlüğe bıraktığı değerli entryler son derece kocaman bir zevkle okunacak, hasret bu şekilde giderilmeye çalışılacaktır. kendisiyle sohbet etmeyi özlemişliğimi entryler yoluyla ancak bir dinleyici konumunda kısıtlı bir şekilde gidermekte olduğumdan, bu çözüm haliyle yetmemektedir. gelsindir ve olabildiğince az gitsindir. giderse de aynı gün dönsündür ya da hiç gitmesindir; neden gidiyordur, ne gerek vardır? kalsındır yerinde.

edit: ziyaret etmemiştir, ama ankaraya dönmeden, dayanamaz eder gibime gelmektedir.

edit2: beklenen ziyaret bugün gerçek olmuştur!

edit3: bir ara tekrar ziyaret etsindir...

edit4: hala bekliyoruz, ama...

edit5: yakında aramızda.

yanman mi gerek

shevek
ahmet yorgun tarafından yazılmış edip akbayram tarafından seslendirilmiş şiir.

ey suskun, duyarsız, tepkisiz toplum
hep bu kabuklarda sinmen mi gerek
zulüme baş eğdin, kimdendi korkun
onca serden sonra dönmen mi gerek

iki temmuz dündü, sen tarihe bak
mansur’u astılar, suçu enel hak
ege’de bedreddin, ya baba ishak
onları tarihe gömmen mi gerek

kerbela vakası hala içimde
hüseyini kellesi kılıç ucunda
koskoca pir sulatn daracağında
onlari yanarak anman mi gerek

yorguni andıkça kabarır içim
nesimi yüzüldü sorarın niçin
senin bu gafletten uyanman için
otuzar otuzar yanman mı gerek...

sivas katliamı

shevek
otuzyedi can
otuzyedi gül çatlamış susuzluktan sıvas’ın içinde
döne döne semaha dönenler tutuştu önce
sonra türküler
sonra da şiir çığlıksız düştü türkülerin yanıbaşına...

sivas katliamı

shevek
henüz doğduğunda kiliseye karşı verdiği savaşta laikliğin ve dine karşı rasyonalizmin temsilciliğini yapan burjuvazi güçlenip yaşlandığında ve toplumun yeni yöneticisi konumuna geldiğinde, iktidarı ve gücü için birer tehdit olarak algıladıklarına karşı din olgusuna yeniden sarılarak, tıpkı kendisinden önceki, kendisinin vakti zamanında düşmanlık yaptığı eski iktidarları oluşturan yönetici kurumlar gibi gericiliği, kitleleri düzene bağlamanın bir aracı olarak kullanmaya yöneldi.

1980 darbesinin hazırlık aşamalarından olan maraş ve çorum katliamları, bizzat burjuva devlet iktidarınca desteklenen dinsel ve faşist gericilik tarafından gerçekleştirilmişlerdi. toplumsal muhalefet dalgasının yükseldiği 1980 öncesi yıllarda, yükselişin önüne set çekmek isteyen türkiye burjuvazisi, harekete geçen emekçi yığınlar içinde alevi-sünni ayrımını körükleyerek, toplumu bu yapay ayrım temelinde bölerek, varlık temellerine yönelmekte olan tehlikeyi savuşturmayı hedeflemiştir. başarılı da olunmuştur.

bu başarılı politikanın yakın örneği, can yakan can düşmanı parlak canları almış götürmüş sivas katliamıdır. 2 temmuz 1993 tarihinde gerçekleştirilen ve 37 canın diri diri yakılarak katledildiği sivas katliamı sonrasında ortaya çıkan gerçekler, devletin -dolayısıyla yeşil kuşakçıların, dolayısıyla yine emperyalistlerin, yine abd’nin, yine nato’nun, yine emperyalist diyarların zengin kapitalistlerinin- gericiliğin arkasına gizlenerek oynadığı rolü bir kez daha gözler önüne sermiştir.

sivas katliamı sonrasında köylerde katliamlar ve boşaltmalar da yoğunlaştırılmıştır. alevi köyleri olaylardan hemen sonra basılmış, kürt türk birbirine düşürülmüştür. devlet, kendi yarattığı -pardon emperyal güçlerin emirleri doğrultusunda kendi yarattığı- kontrgerilla ve gerici örgütleri kendisine muhalif güçlerin üzerine salarak, bu katliamdaki rolünü gerçekleri görme olanağından yoksun toplumun gözünden saklamayı başarmıştır.

16 mart katliamı, maraş katliamı, 1 mayıs 1977, bahçelievler katliamı, çorum katliamı, hrant dink suikasti, uğur mumcu, sabahattin ali, ahmet taner kışlalı suikastleri ve daha bir çok bilinen bilinmeyen, faili ortada ya da meçhul katliamda, suikastte olduğu gibi katil yine devlettir, yine ait olduğumuz, yine yakından tanıdığımızdır. marx’ın her dediğine ’he’ demek istemiyorum, ama marksizm yine haklıdır, katili tam adıyla, sıfatıyla anmak gerekirse -ki gerekmektedir- katil kapitalist devlettir. faili meçhulların aslında failleri ortadadır, faili meçhul olmayanların da fail olarak bilinenleri yanlıştır. fail kapitalist devlettir, fail emperyalizmin kucağına düşmüş, kendinin olana acımadan zarar veren, başkasından çekinen korkak devlettir. suçlu kim mi? devleti katile bırakan, katilleşmesine izin veren bizler...

(bkz: katil devlet)
(bkz: faşist devlet)
(bkz: başbakanı rte olabilen devlet)
(bkz: suçlu devlet)
(bkz: derin devlet)

kısaca yine sinirlendiren, cinnete getiren devlet o her kanlı, pis, iğrenç, insanlık dışı, mide kaldıran davada arayıp da bulamadığımız failimizdir. fail, davaya bakan olunca tabii, kendini bulması biraz zor olmaktadır, suçlu değildir.

not: tüm sınıflardan, varoldukları, ayrı oldukları sürece nefret etmekteyim. sınıf, din, dil, ırk neymiş? hepimizin ait olduğu tek bir çatı, tek bir bayrak olmalı: insanlık. sınıfları silin, duvarları yıkın, kapıları kırın. sözde sahip olduğumuz özgürlüğe özde ancak sınırları kaldırarak varabiliriz. eğer amaç özgürlük, mutluluk, sevmek, sevilmek değilse, doğru yoldayız, hiç bozmadan devam edelim.

not2: bak, ciddiyim. boyun eğmem asla sana. doğarım küllerimden, başım asla öne eğilmez, gücün varsa durdurmalısın beni, geç kalman durumunda asla durduramayacaksın çünkü. bedenimi yakabilirsin, ama fikirler asla ölmez, düşünceler tükenmez, türküler yanmaz, bunları bilmelisin. korkmuyorum şiddetinden, ateş tutan ellerinden, ürkmüyorum nefretinden. denizler asla ölmez, canlar asla cansız düşmez, mustafa kemaller doğmamazlık etmez. kork ya da korma, sen bilirsin, devrimci asla yorgun düşmez. zincire vursan da, assan da, yaksan da, sustursan da, bağlasan da gözlerimi -ve hatta gözlerimizi, çünkü her şey hepimizindir bizlerde- sönmeyecek olan ateş bizimkidir, madımak’ta yakılmış kara ateş değil. gün gelir, devran döner. hesap sorulur, sorulduğunda verilecek cevap olmayacağı için son da bellidir. sen en iyisi kendi yaktığın kara ateşe atla bir dahakine, yapabileceğin en iyi şey bu olur. güneşin ozanları susmaz, pir sultan abdal ölmez, sivas ellerinde sazı da çalınır, cumhuriyet sivas’ta kuruldu, sivas’ta tekrar doğacak. aziz nesinler hep varolacak, siz küçük kimselerse ancak küçücük kalacaksınız, ancak yıkarsınız, yapamazsınız. can verme yoksunusunuz, ancak alırsınız. üretmeyi bilmezsiniz, ancak tüketirsiniz. sahiplenmeyi değil, satmayı bilirsiniz sizler. dövüşmeyi bilmezsiniz, asla dövüşemeyeceksiniz. hep arkadan vurursunuz sizler, höd dense ilk siz kaçarsınız. korkaklığınızdan bile korkuyorsunuz, o kadar korkaksınız. tekrar ve son kez, bak, iyi dinle, çok ciddiyim: boyun eğmem asla sana, yaksan bile bedenimi, ben doğarım küllerimden, gücün varsa durdur beni.

not3: bir dakika hem, ne demiş nazım: sen yanmazsan, ben yanmazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa? aydınlık, merhaba! ben geldim, sevmeyi bilen çocukları getirdim...

not4: aslında yazacağım çok şey var, yazasım olan. hatta aklımdan o kadar fazla şey geçiyor ki, düşündüğümü unutuyorum. konudan konuya zıplıyor ve düşüncelerimi toparlamayı beceremiyorum. bu nedenle daha fazla yazmamaya karar verdim, bu yeterli sanırım. her ’insan’ gibi ben de yananlardanım. fakat yanıkları göremezsiniz kalplerde, hala ateş var çünkü orada. hala yanmakta gönüller, onlarca canın acısıyla. yalnız sivas değil, tüm yurttan, dünyadan tüm insanlık tarihi boyunca yalnızca insan olduğu için yanan, kurşunlanan, asılan, kesilen, katledilen binlerce, milyonlarca canın acısıyla yanmakta yüreğim, beynim ve aslında bir bakıma bedenim... karanlığı tamamen ışıkla sarana kadar bu alevler, bu ateş sönmeyecek.

edit: alevi değilim, önemli mi? hayır. neyim ben? yanan, yakılan, kurşuna dizilen herkestenim. hakları elinden alınan, haklıyken haksızmış gibi suçlu olarak yargılanan, güçsüz, kendisini korumasına izin verilmeyen herkesim. öğrenen, öğreten, üreten, seven, sevilmek isteyen, barış, özgürlük, kardeşlik, tek çatı özlemi içinde olanım.

edit2: özlemi içerisinde olduğum o tek çatının adı ’insanlık’.

kadın sünneti

shevek
kadın sünneti esas olarak, afrika kıtasının orta şeridinde yer alan 30 afrika ülkesinde uygulanıyor. bu bölgedeki kadınların %72-99’u, diğer afrika ülkelerindeki bazı etnik grupların veya kabilelerin kadınlarının %18-72’si sünnetli. umman, yemen, birleşik arap emirliği’nde, endonezya ve malezya’nın bazı bölgelerinde, kuzey irak’ta bazı kürt bölgelerinde yaşayan kadınlar arasında da daha az oranlarda olmakla beraber sünnet geleneği yaşatılmakta. ayrıca, bu ülkelerden gelen göçmenlerin geleneklerini taşımaları ve sürdürmek istemeleri nedeniyle kadın sünneti, avrupa, kanada, amerika, yeni zelanda ve avustralya‘da da görülüyor ve kadınlara yönelik şiddetin en uç uygulamalarından biri olarak tüm dünyayı ilgilendiren bir kadın sorunu olmaya devam ediyor.

mısır’da yapılan arkeolojik kazılarda bulunan bazı kadın mumyalarının sünnetli olduğu belirlenmiş, kadın sünnetinin nasıl yapıldığı m.ö 1600’lü yıllardan kalan duvar resimlerinde detaylı bir şekilde tasvir edilmiştir. bu, kadın sünneti geleneğinin kökeninin çok eski çağlara dayandığının göstergesidir de. kadın sünnetinin halen uygulandığı pek çok afrika ülkesinde, hristiyan, müslüman, musevi ve tek tanrılı olmayan dinlere inanan gruplarda da sünnetin yoğun olarak uygulanması, sünnet geleneğinin tarihinin tek tanrılı dinlerden daha eski olduğunu ve tek tanrılı din seçiminin bu geleneğin sürdürülmesini etkilemediğini gösterir.

kadın sünneti esas olarak 3 ayrı şekilde uygulanır.

1) klitorisin tümüyle kesilmesi (clitoridectomy);

2) klitoris ile birlikte yakın çevresindeki küçük ve bir kısım büyük dudakların kesilmesi (excision);

3) klitoris ile birlikte küçük ve büyük dudakların neredeyse tümüyle kesilmesi, açık yaranın dış çeperlerinin biraraya getirilerek yaranın tümüyle dikilmesi, sadece idrar ve aybaşı kanamasının akabileceği ve ancak küçük parmak genişliğinde olan bir açıklık bırakılması (infibulation).

bu uygulamalar dışında dünya sağlık örgütü; delme, dağlama, kazıma, vajinanın içine kanama sebebi olan çeşitli bitkiler yerleştirme veya bazı müslüman topluluklarda “sünnet/sunna” denilerek klitorisin bir şekilde işaretlenmesi gibi kadının cinsel organına yapılan müdahaleleri de dördüncü uygulama şekli olarak mücadele edilmesi gereken sünnet kapsamına almıştır.

sünnetli kadınların % 80-85’inde 1. ve 2. tür sünnet uygulanmaktadır. cibuti, somali, sudan’da kadınların % 98’i firavun tarzı da denilen ve sünnetin en ağır şekli olan “infibulation” yöntemi ile sünnet edilmektedir. ayrıca mısır’ın güneyinde, eritre ve etiyopya’da, gambia, çad, kenya ve mali’nin bazı bölgelerinde de bu tür sünnetler uygulanmaktadır. ayrıca, bu yöntemle sünnet edilen kÿadınların her doğum sonrasında yeniden sünnet edilmesi gerekmektedir. doğumu kolaylaştırmak için doğum esnasında sünnet bölgesi yarılan kadınlar doğumdan hemen sonra yeniden dikilmektedir. böylece kadınlar, çocuk sayıları kadar sünnet olmakta, aynı acıları defalarca aynı yoğunlukta yaşamak zorunda kalmaktadırlar.

sünnet yaşı bölgelere göre değişmekle beraber genelde etiyopya ve nijerya’da kız bebek 8 günlük iken, mısırrÿ7;da 3-8, sudan’da 5-8, somali’de 4-10 ve diğer pek çok ülkede 13-15 yaşları arasında kız çocukları sünnet edilmektedir. sünnet, genelde genital bölge uyuşturulmadan ve bıçak, traş bıçağı, keskin cam parçaları, keskin teneke kenarı kullanılarak yapılır. yaranın tutturulmasında akasya ağacı dikenleri, kemik çiviler, iğne, hayvan kıllarından elde edilen iplikler, deri iplikler kullanılır. daha sonra kız çocuğu ayağa kaldırılarak bacakları dizden kalçaya kadar bitişik olarak sıkıca sarılır ve sünnetlinin birkaç hafta hareket etmeden yatması, idrarını ve dışkısını yattığı yerde yapması sağlanır. sünnetçi dışında, kız çocuğunun etrafına toplanan kadınlardan bazıları kız çocuğunun kollarını, bacaklarını sıkıca tutar, bazıları kıpırdamaması için omuzlarından bastırır. dilini yutmasını veya ısırmasını engellemek için kızın ağzına bir bez veya sopa yerleştirilir; diğer kadınlar tarafından da çığlıkları bastırmak için def çalınıp yüksek sesle şarkılar söylenir ve bipÿyandan da iyi dilekler iletilir.

kadınların her türlü geleneği kuşaklara aktarmada en iyi ‘taşıyıcı’ oldukları bilinen bir gerçek. yaşadıkları acıları kendi çocuklarına da “gelenek” adına yaşatmak isteyen kadınlar, sünneti özellikle 7 yaş üzeri ve ergenlik çağındaki kız çocuklarına, bir şölen gibi sunarlar. kadın sünneti, büyümenin ve kadınlığa atılan adımın gereği olarak tanıtılır. hediyeler, elbiseler, eğlenceler vaad edilir. “az” çığlık atan kızlar herkesin beğenisini ve takdirini alırken, çok çığlık atan kızlar hem acıları hem de utançlarıyla başbaşa bırakılır ama sonuçta sünnetli kızların genel olarak çevrelerinde statüleri yükselir, evlenmeleri garanti altına alınır ve maalesef hayatları boyunca sürecek sağlık sorunlarıda böylece başlar.

kadın sünnetinin sağlık açısından, bilinen pek çok sakıncası vardır. kız çocukları ve kadınlar uyuşturulmadan ve birçok işte kullanılan, steril olmayan araçlar ile yapılan müdahalenin hemen ardından kan kaybına bağlı şok, kansızlık, kan zehirlenmesi, enfeksiyonlar, idrar yaparken yaranın yanması sebebiyle idrar tutma ve bunun yarattığı sorunlar, tetanos, hiv/aids bulaşması gibi sorunlar yaşamaktadır. ayrıca sünnet, kadınlarda idrar yapma zorluğu, idrar kaçırma, sık tekrarlayan idrar yolları iltihabı, kronik vaginal enfeksiyonlar, kistler, fistüller, cinsiyet organı çevresinde aşırı duyarlılık veya tümüyle his kaybı, mens sorunlarına yol açmaktadır. hamilelik ve doğum sırasında kadının ve bebeğin hayatını tehlikeye atan zorluklar, bağırsaklarda ve idrar torbasında yaralanmalar; doğumlar nedeniyle defalarca sünnet olma durumda kalan kadınlarda kansızlık, depresyon, endişe, kabus gibi ömür boyu süren fiziksel ve ruhsal sorunlara sebep olmaktadır.

kadın sünneti konusunda bilgi ve bilinçlenmenin artışı, esas olarak afrikalı kadınların 1950’li yıllardan itibaren her platformda verdikleri zorlu mücadelenin sonucunda olmuştur. batılı kolonicilerin sadece afrika’nın yeraltı ve yer üstü zenginliklerine ilgi duyması, oradaki insanların sadece fiziksel güçleriyle ilgilenmesi, onları köleleştirmesi ve diğer sorunlarına kulak tıkaması ÿnunun gün ışığına çıkışını geciktirmiştir. bazı misyoner grupların bu sorunu antropolojik boyutlarıyla incelemesi, batının sünnete folklorik bir olgu olarak yaklaşmasına ve sorunu gözardı etmesine yol açmıştır.

1950 yılında, afrikalı delegelerin birleşmiş milletler’in (bm) hemen her toplantısında konuyu kararlılıkla gündeme taşıma çabaları sonucunda bm, dünya sağlık örgütü’nün (who) konuya eğilmesini istemiştir. ancak, 1959 yılında who, konunun organizasyonunun yeteneği (!) dışında olduğunu söyleyerek bu konuda çalışma yapmayı reddetmiştir. 1960 yılında, bm adis ababa konferansında konu yeniden afrikalı katılımcılar tarafından dile getirilmiş ve bu geleneğin yol açtığı acılar ve sakıncalar anlatılmıştır. toplantıda, dünya sağlık örgütü’nün konuya eğilmesi ve bu geleneğin yol açtığı sağlık sorunlarını araştırması istenmiş ama bu talep cevapsız kalmıştır. kadın sünneti sorunu ne birleşmiş milletler’in ilan ettiği “1975 - uluslararası kadın yılı”nda ne de meksiko city’deki kadın konferansı’nda ele alınmamıştır. sadece konferansın sonuç bildirgesinde, kadınların dışlanması maddesinde sünnetten söz edilmiştir. dünya sağlık örgütü, 1975 yılından sonra kadın sünnetini incelemeye almış; 1980’den sonra göçler nedeniyle avrupanın bu sorunla yüzyüze kalması nedeniyle çalışmalar hızlanmış ve gerek sünnet uygulamalarının olduğu ülkelerde gerekse sünnetin göç nedeniyle taşındığı ülkelerde sünnete karşı mücadelede bazı ilerlemeler kaydedilmiştir.

2000’li yılların başında fransa’da, malili bir genç kızın kendini zorla sünnet ettiren ailesini ve sünnetçi kadını polise ihbar etmesi ve kendini bu şiddete karşı korumayan fransa devletini mahkemeye vermesi üzerine açılan dava tüm avrupa ülkelerine örnek bir dava olmuştur. genç kızın kendi toplumundan dışlanmasına rağmen davayı sonuna kadar sürdürmesiyle, en az 48 kızı daha sünnet ettiği saptanan sünnetçiye 8 yıl, anneye 2 yıl hapis cezası verilmiştir. fransa devleti sosyal hizmetler yasalarını gözden geçirerek “sünnet” tehditi altında bulunan göçmen gruplarına yönelik çalışmalarını hızlandırmıştır. bu arada eski fransız kolonisi olan mali’de de kadın sünnetini yok etmek için, fransa hükümetinin doğrudan mali yardım, malzeme ve eleman yardımı yapmasıyla bir çalışma başlatılmıştır. 1997-2008 yılları kapsayan 2 aşamalı bu çalışmaların ilk bölümünde sünnete karşı köy köy gezilen bir kampanya sürdürülmüş, bu kampanya tv ve radyolar ile desteklenmiş, her türlü kültür faaliyetinde kadın sünneti konusuna yer verilmiştir. % 98’lerde olan kadın sünneti oranının bu kampanya sayesinde şimdiden çok daha aşağı seviyelere indirilebildiği tahmin edilmektedir. afrika ülkelerinin bir çoğunda henüz çok etkili olmasa da yeni yasal düzenlemeler yapılmıştır.

binlerce yıllık geleneklerin sadece yasal düzenlenmelerle ortadan kaldırılmasının mümkün olmadığı; aksine, yalnızca yasal zorlamalarla verilen mücadelenin bu geleneklerin yeraltına inmesini ve bazı güçlerce bir şekilde yaşatılacağını tahmin etmek hiç de güç değil. yine de, gelişmiş ülkelerin yeni yasalar ile kendi ülkelerinde kadın sünnetini yasa dışı ilan etmesi, sünneti bizzat yapan kişinin ve yaptıran ailenin cezalandırılacağının duyurulması ve hemen her uluslararası toplantıda kadın sünneti konusunun gündeme getirilmesinin mücadele için olumlu olduğunu söylemek mümkün. ancak, afrika’da yaşanan savaşlar, zorunlu göçler, açlık, susuzluk ve iç çatışmalar bu sorunun gündemde önemli şekilde yer almasını engellemektedir. öte yandanzengin batılı ülkelerin para musluklarını kısmaları, koca bir kıtanın hastalıkların ve açlığın pençesinde kıvranmasını seyretmeleri, sadece doğal zenginliklerini çalabilecekleri afrika ülkelerine ilgi göstermeleri kadın sünnetine karşı verilen mücadelenin etkisini maalesef olumsuz yönde etkilemektedir.

erkeğin kendi neslinin devamını sağlamak amacıyla, hayatının en önemli yatırımını yaparak “sahip olduğu” kadınların ve doğacak kız çocuklarının cinselliklerini kontrol altına alma hakkını kendinde görmesi temelinde yükselen binlerce yıllık kadın sünneti geleneği, özünde kadının erkeğin hakimiyeti altında ve ikincil görülmesinden doğan ve yaşatılan ataerkil düzene dayalı bir gelenek.

“kadın sünneti” ni sürdürmek isteyen güçlerin kullandığı gerekçeler arasında; kadın cinsel organlarının sünnetten sonra temiz ve görünüşünün düzgün olması, daha kolay temiz tutulabilmesi, kadınlığa adımın sembolü sayılması ve kadının kadınlığını öne çıkarması, kadının kadınlar arasında kabul görmesini ve değer kazanmasını sağlaması, kadının evlilik şansının artırması, dine bağlılığının göstergesi olması, bekaretin korunması, erkeklere daha fazla zevk vermesi, kadınları çıldırmaktan koruduğuna inanılması gibi gerekçeler sayılabilir. bazı toplumlarda sünnetsiz kadınların orgazmının erkek spermlerini öldürdüğüne ve erkeğin kısırlığına sebep olduğuna, sünnetli kadınların doğurganlığının arttığına, bazı toplumlarda ise klitorisin erkek organından kalma bir parça olduğuna, kesilmezse büyümeye devam ederek sarkacağına ve gerçek kadın olabilmek işin bu parçanın kesilmesi gerektiğine inanılır. sünnetsiz kadınların yaşadıkları gruplardan dışlandıkları, evlenemedikleri, pis ve “fahişe” gibi görüldükleri de yaşanan gerçekler. üstelik sünnet geleneği olmayan kabilelere mensup kadınların sünnet geleneği olan kabilelere gelin gitmeleri durumunda yetişkin yaşlarda dahi olsalar sünnet olmak zorunda kalmaları da, örneğin kenya’da yaşanan bir gerçek. somali’nin de aralarında olduğu bazı ülkelerde ise evlilik sözleşmesi yapılmadan önce damadın ailesi kadının sünnetli organını inceleme ve “başlık” bedelini sünnetten kalan açıklığa göre belirleme hakkına sahip olması da kadınların yaşamak zorunda kaldığı gerçeklerden biri.

sosyal antropologların tesbitlerine göre açıklığın küçük olması kadınların bedelini arttırıyor. kadına karşı bu acımasız saldırıyı sürdüren ve esas olarak kızların cinselliğini baskı altına almak, bekaretini korumak ve cinsel arzularını öldürmek amacıyla bu uygulamayı yapan bazı çağdışı güçlerin, şimdilerde afrika ülkelerinde hüküm süren ve kültür emperyalizminin yol açtığı yozlaşmaya sözde karşı çıkmaları, kadınlar üzerindeki kontrollerini vahşice artırmaları, kızların yozlaşmasını engellemek için sünnet geleneğini kendilerine kalkan olarak kullanmaları, ve binlerce yıllık işkenceyi sahte bir anti-emperyalist kisve altında sürdürmek istemeleri de sorunun bir başka acı yanı.



böyle iğrenç, ilkel bir şey işte...

6 mayıs 3 darağacı

shevek
o gün erken doğdu kıpkızıl güneş
altı mayıs günü üç darağacı
dağların başında tutuştu ateş
altı mayıs günü üç darağacı

toplandı katiller okundu ferman
dalgalandı deniz, kükredi arslan
çoktan bu ölüme hazırdı inan
altı mayıs günü üç darağacı

çorak topraklarda tohum saçtılar
ne korktular ne kavgadan kaçtılar
gülerek ölüme kucak açtılar
altı mayıs günü üç darağacı

son bir defa haykırdılar dünyaya
devam edin devam edin kavgaya
cellat tekmeyle vudu sehpaya
altı mayıs günü üç darağacı

zamaniyim kırılacak bu çarklar
zulüm yok olacak kurtulur halklar
asırlar geçsede anılacaklar
altı mayıs günü üç darağacı

zamani

venseremos

shevek
yırtıyor fırtına sessizliği
ufuktan bir güneş doğuyor
gecekondulardan geliyor halk
tüm şili türküler söylüyor

venseremos, venseremos!
kıralım zincirlerimizi.
venseremos, venseremos!
zulme ve yoksulluğa paydos.

şili’de halk bugün savaşıyor
cesaret ve halkın gücüyle.
kahrolsun halkın katili cunta
yaşasın "unitad popular"!

venseremos, venseremos!
kıralım zincirlerimizi.
venseremos, venseremos!
zulme ve yoksulluğa paydos.

geçmişe ağlamak fayda vermez,
gelecek, mutlak sosyalizmin,
yarını bugünden kuracaksın
o senin tarihin olacak.

venseremos, venseremos!
kıralım zincirlerimizi.
venseremos, venseremos!
zulme ve yoksulluğa paydos!

devrim marşı

shevek
türkiye dağlarında çiçekler açar
devrimci halk ordusu ateşler saçar

devrimci demek inanmış demek
kendini halkına adamış demek

filistin’de döğüşen de
nurhak’da döğüşen de kardaşımızdır
yeni vietnamlardır şiarımız

dünya halkları kavgaya girer
emperyalizm kağıttan kaplandır.
82 /

neden bekliyorsun?


bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?

üye ol