çok hoş sesi olan kadın. cihan adlı çıkardığı albüm iyidir. keyifle albümü tekrar tekrar dinliyorum.
albümün içindeki şarkıların isimleri şöyledir
aşk bu değil
balıkkesir
bilsen
çal kapımı
çığlık çığlığa
değirmenler
di gel yanıma
istanbul
seher vakti
sus pus
fuat saka şarkısıdır.
dertli dertli çalıyor saz
ağlıyorum bu akşam bu barda
parça parça olmuş gönlüm
kırılmış bir kadeh gibi yerde
katılmıyor türkülere
gözgöze elele susuyorduk
tele kulak verip yalnız
sessizce bağlama dinliyorduk
içkimizi hatırladım yanyana aynı masada
şimdi ne yapar kimbilir
hangi yerlerde dolaşır aaaa
rast gelirsen bir gün ona
getir aynı meyhaneye
gizleneceğim bir köşede
onu biraz görmek için
içkimizi hatırladım yanyana aynı masada
şimdi ne yapar kimbilir
hangi yerlerde dolaşır
dertli dertli çalıyor saz
ağlıyorum bu akşam bu barda
parça parça olmuş gönlüm
kırılmış bir kadeh gibi yerde
katılmıyor türkülere
gözgöze elele susuyorduk
tele kulak verip yalnız
sessizce bağlama dinliyorduk
içkimizi hatırladım yanyana aynı masada
şimdi ne yapar kimbilir
hangi yerlerde dolaşır aaaa
rast gelirsen bir gün ona
getir aynı meyhaneye
gizleneceğim bir köşede
onu biraz görmek için
içkimizi hatırladım yanyana aynı masada
şimdi ne yapar kimbilir
hangi yerlerde dolaşır
again şarkısıyla pink floydu çağrıştıran grup.
mohsen namjo’nun harika parçasıdır. insanı çok farklı yerlere götürür. iliklerinize kadar işler ve sizi sizden alır. gece gece dinlemenizi tavsiye etmem.
http://tinyurl.com/2co7uj
http://tinyurl.com/2co7uj
cem adriyan seslendirmiş. hoş olmuş.
uyku hali.
benim bu başlık altına yazmam çok saçma ama demeden geçemedim.
benim bu başlık altına yazmam çok saçma ama demeden geçemedim.
saat 01:26 bu saatte bu enerjiyi nerden buluyor diye düşündüğüm bilgiçtir kendileri.
çirkinlikleri nasıl belirleriz diye sorarım size eyyy yüce sözlük sakinleri. bizim beğenimize uymayan herşey çirkin, uyan herşey ise güzeldir. bu durumda çirkin kadın değil, çirkin insan yoktur. her topalın ( körde olabilir) bir alıcısı vardır ve her insan en az bir kişiye göre güzeldir.
bu başlık bana orhan velinin bir şiirini anımsattı sözlük. hemen paylaşayım.
güzel kadınları severim,
işçi kadınları da severim,
güzel işçi kadınları
daha çok severim.
güzel kadınları severim,
işçi kadınları da severim,
güzel işçi kadınları
daha çok severim.
benim sürekli kullandığım cümledir. insanın araştırmaları, okudukları, ilgi alanlarında edindiği bilgilerin hooooppp diye kafasından çıkması sinir bozucudur. bana şöyle derlerdi tekrar yap, çok tekrar yap asla unutmazsın hayatımız tekrarlamı geçecek diye sorarım size? bu sorunumla alakalı bir arkadaşımın yanına gidip şöyle demiştim okuduklarımı unutuyorum unutkanlık hastası olabilirmiyim ben? cevabı beni kısa bir süreliğine sakinleştirmişti hayır. günlük hayatımızda şu trafiğin yogunluğu bile strese yol açar bu da çoğu şeyi unutmana sebep olabilir eh.. nasıl aşacağım? hemen açıklayayım diyerekten açıklamaya başlamıştı. bizler aslında hiçbirşeyi unutmayız, herşey hafızamızda vardır. gerekli bir anda zaten kendiliğinden ortaya çıkabilirmiş. tabi çıkmayabilirmişte. eh soruyorum yine arsızlığımla nasıl bir önlem almalıyız?
ne kadar törpülerseniz törpüleyin. yaşadığınız bu sistemde bundan sıyrılmak imkansızdır. hele hele yalnızlaşmadıysanız. en büyük önyargı sanırım ben önyargılı değilim törpüledim demek olacaktır. farkına varın, kabul edin, sıyrılmaya çalışın tabi başarılı olacaksınızdır azda olsa ama tamamen önyargılarınızdan sıyrılamayacaksınız. ta ki başkalarıyla, başka şeylerle ilgili birşeyler düşünmeyi bırakana kadar.
eh ölümümüzle evet !
eh ölümümüzle evet !
herkeste bulunan şey. ön-yargı adı üstünde. aaa bende yok demeyin. en azından insansanız hala.
peki, ağırlık gerçekten nefret edilmesi, hafiflik de göz kamaştırıcı mıdır?
yüklerin en ağırı ezer bizi, onun altında çökeriz, bizi yere yapıştırır bu ağırlık. öte yandan her çağda yazılmış aşk şiirlerinde, kadın erkeğin bedeninin ağırlığı altında ezilmeyi özler.
o halde yüklerin en ağırı aynı zamanda yaşamın sağladığı en şiddetli doyumun da imgesidir. yük ne kadar ağır olursa, yaşamlarımız o denli yaklaşır yeryüzüne, daha gerçek daha içten olur.
işi tersten ele alırsak, bir yükten mutlak biçimde yoksun olmak insanoğlunu havadan hafif kılar; göklere doğru kanat açar insan, bu dünyadan ve dünyasal varlığından ayrılır, yalnızca yarıyarıya gerçek olur, devinimleri önemsizleştiği ölçüde özgürleşir.
hangisini seçmeli o halde? ağırlığı mı, hafifliği mi?
ne istediğini bilememenin aslında son derece doğal olduğunu anlayıncaya kadar kızdı kendine.
sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz.
terezayla olmak mı daha iyiydi, yalnız olmak mı?
karşılaştırma fırsatı olmadığı için hangi kararın daha iyi olduğunu sınamanın yolu yok. olaylar nasıl gelişirse öyle yaşıyoruz, önceden uyarılmaksızın, rolünü ezberlemeden sahneye çıkan bir tiyatro oyuncusu gibi.
yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın? yaşamın hep bir taslak olması bundandır işte.
şu sonuca vardı tomas: bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutukular.
aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu).
içinde yaşadığı yeri terk etmek isteyen kişi mutsuz kişidir.
çünkü sevecenlikten daha ağır bir şey yoktur dünyada. kişinin kendi acısı bile, başkasıyla, başkası için hissettiği, imgelemle yoğunlaşan ve yüzlerce yankıyla uzadıkça uzayan bir acı kadar ağır çekmez.
o zaman bile bu sözler. tomasa garip bir melankoli duygusu vermişti; terezanın, arkadaşı z.yi değil de kendisini sevmiş olmasının sadece şans eseri olduğunu şimdi iyice anlıyordu.
tomasa duyduğu, birleşmeyle sonuçlanan aşkın dışında, olasılıklar düzleminde, öteki erkeklere yönelik sonsuz sayıda birleşmeye dönüşmemiş aşk vardı.
hepimiz yaşamımızın en büyük aşkının hafif, ağırlıksız bir şey olabileceği düşüncesini yekten reddederiz; aşkımızın tam olması gerektiğini, onsuz yaşamımızın hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını varsayarız.
tereza onun söylediklerini dinler ve anne olmanın yaşamdaki en büyük değer, anneliğin ise büyük bir özveri olduğuna inanç getirirdi. eğer anne, özveri nin cisimleşmiş haliyse, o zaman kız çocuk da onarılması mümkün olmayan kabahatti demek ki.
raslantıların, sadece raslantıların söyleyecek bir sözü vardır bize. gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir. sadece raslantılar bir şeyler söyler bize.
gözü daha yükseklerde bir yerde olan herkes günün birinde gözünün kararabileceğini hesaba katmalıdır. nedir göz kararması? düşme korkusu mu? peki ama gözetleme kulesinin sapasağlam trabzanları da olsa bu korkuya kapılırız; neden?
yok, göz kararması düşme korkusundan farklı bir şey. bizi çağıran, bizi kışkırtan, altımızdaki boşluğun sesidir göz kararması; düşme arzusudur, bu arzunun karşısında dehşete kapılır, kendimizi korumaya çalışırız.
ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar.
önerebileceğim tek açıklama şu: franz için aşk kamusal yaşamın bir uzantısı değil, antiteziydi. kendini eşinin merhametine bırakmayı özlemek demekti. bir savaş tutsağı gibi teslim olan kişi aynı zamanda silahlarını da bırakmak zorundadır.
gelebilecek darbeye karşı daha baştan savunmasız olduğu için de darbenin ne zaman geleceğini merak edip durmaktan kendini alamaz. franz için aşk sürekli bir darbe bekleyişi idi diyorsam, işte bundan.
oysa sabinanın içine girdiği an gözlerini kapıyordu. tüm bedenini kaplayan zevk, karanlığı gerektiriyordu, o karanlık anı, kusursuz, düşüncesiz, görüntüsüzdü; o karanlık anı sonsuz, sınırsızdı; o karanlık her birimizin içinde taşıdığı sonsuzdu. ( evet, istediğin sonsuzluksa, kapatıver gözlerini!)
(...)
çok sayıda kadının peşinde koşan erkekleri rahatlıkla iki kategoriye ayırabiliriz. bazıları bütün kadınlarda kendi öznel ve değişmez kadın düşlerinin gerçekleşmesini beklerler. ötekiler ise nesnel kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini ele geçirme isteğiyle davranırlar.
işte insanoğlunun bütün bahtsızlığı burada yatıryor. insan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. insan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir.
evet, mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir, dedi tereza kendi kendine.
(...)
kaldı ki aşklar da imparatorluklar gibidir; üzerine dayandırıldıkları düşünceler unufak olduğunda, onlar da silinir gider.
(...)
önceden de söyledim, eğretilmeler tehlikelidir. aşk bir eğretilmeyle başlar. yani bu şu demektir ki, aşk bir kadının, dilindeki ilk sözcükle şiirsel belleğimize girmesiyle başlar.
(...)
gerçeğin düşten öte, çok daha öte bir şey olduğunu bulup çıkarmak için gelmişti!
(...)
cennete duyulan özlem insanın insan olmamaya duyduğu özlemdir.
bir sitede tekrardan karşılaştım ve kopyala-yapıştır yaparak paylaştım. iyi bir kitaptı sizinde okumanızı istedim.
yüklerin en ağırı ezer bizi, onun altında çökeriz, bizi yere yapıştırır bu ağırlık. öte yandan her çağda yazılmış aşk şiirlerinde, kadın erkeğin bedeninin ağırlığı altında ezilmeyi özler.
o halde yüklerin en ağırı aynı zamanda yaşamın sağladığı en şiddetli doyumun da imgesidir. yük ne kadar ağır olursa, yaşamlarımız o denli yaklaşır yeryüzüne, daha gerçek daha içten olur.
işi tersten ele alırsak, bir yükten mutlak biçimde yoksun olmak insanoğlunu havadan hafif kılar; göklere doğru kanat açar insan, bu dünyadan ve dünyasal varlığından ayrılır, yalnızca yarıyarıya gerçek olur, devinimleri önemsizleştiği ölçüde özgürleşir.
hangisini seçmeli o halde? ağırlığı mı, hafifliği mi?
ne istediğini bilememenin aslında son derece doğal olduğunu anlayıncaya kadar kızdı kendine.
sadece bir tek hayat yaşadığımız için bu hayatı öncekilerle karşılaştıramaz ya da kusurlarımızı gelecekteki hayatlarımızda gideremeyiz; bu nedenle de ne istediğimizi bilemeyiz.
terezayla olmak mı daha iyiydi, yalnız olmak mı?
karşılaştırma fırsatı olmadığı için hangi kararın daha iyi olduğunu sınamanın yolu yok. olaylar nasıl gelişirse öyle yaşıyoruz, önceden uyarılmaksızın, rolünü ezberlemeden sahneye çıkan bir tiyatro oyuncusu gibi.
yaşam öncesi ilk prova yaşamın ta kendisiyse, ne değeri olabilir yaşamanın? yaşamın hep bir taslak olması bundandır işte.
şu sonuca vardı tomas: bir kadınla sevişmek ve bir kadınla uyumak iki ayrı tutkudur, sadece farklı değil aynı zamanda da zıt tutukular.
aşk çiftleşme arzusunda (sonsuz sayıda kadına kadar uzanabilecek bir tutku) duyurmaz kendini, uykuyu paylaşma arzusunda duyurur (tek bir kadınla sınırlı olan bir arzu).
içinde yaşadığı yeri terk etmek isteyen kişi mutsuz kişidir.
çünkü sevecenlikten daha ağır bir şey yoktur dünyada. kişinin kendi acısı bile, başkasıyla, başkası için hissettiği, imgelemle yoğunlaşan ve yüzlerce yankıyla uzadıkça uzayan bir acı kadar ağır çekmez.
o zaman bile bu sözler. tomasa garip bir melankoli duygusu vermişti; terezanın, arkadaşı z.yi değil de kendisini sevmiş olmasının sadece şans eseri olduğunu şimdi iyice anlıyordu.
tomasa duyduğu, birleşmeyle sonuçlanan aşkın dışında, olasılıklar düzleminde, öteki erkeklere yönelik sonsuz sayıda birleşmeye dönüşmemiş aşk vardı.
hepimiz yaşamımızın en büyük aşkının hafif, ağırlıksız bir şey olabileceği düşüncesini yekten reddederiz; aşkımızın tam olması gerektiğini, onsuz yaşamımızın hiçbir zaman eskisi gibi olmayacağını varsayarız.
tereza onun söylediklerini dinler ve anne olmanın yaşamdaki en büyük değer, anneliğin ise büyük bir özveri olduğuna inanç getirirdi. eğer anne, özveri nin cisimleşmiş haliyse, o zaman kız çocuk da onarılması mümkün olmayan kabahatti demek ki.
raslantıların, sadece raslantıların söyleyecek bir sözü vardır bize. gereklilikten doğan, olmasını beklediğimiz, günbegün yinelenen her şey dilsizdir. sadece raslantılar bir şeyler söyler bize.
gözü daha yükseklerde bir yerde olan herkes günün birinde gözünün kararabileceğini hesaba katmalıdır. nedir göz kararması? düşme korkusu mu? peki ama gözetleme kulesinin sapasağlam trabzanları da olsa bu korkuya kapılırız; neden?
yok, göz kararması düşme korkusundan farklı bir şey. bizi çağıran, bizi kışkırtan, altımızdaki boşluğun sesidir göz kararması; düşme arzusudur, bu arzunun karşısında dehşete kapılır, kendimizi korumaya çalışırız.
ama güçlüler güçsüzleri incitemeyecek kadar güçsüz olunca, güçsüzler çekip gidecek kadar güçlü olmak zorundaydılar.
önerebileceğim tek açıklama şu: franz için aşk kamusal yaşamın bir uzantısı değil, antiteziydi. kendini eşinin merhametine bırakmayı özlemek demekti. bir savaş tutsağı gibi teslim olan kişi aynı zamanda silahlarını da bırakmak zorundadır.
gelebilecek darbeye karşı daha baştan savunmasız olduğu için de darbenin ne zaman geleceğini merak edip durmaktan kendini alamaz. franz için aşk sürekli bir darbe bekleyişi idi diyorsam, işte bundan.
oysa sabinanın içine girdiği an gözlerini kapıyordu. tüm bedenini kaplayan zevk, karanlığı gerektiriyordu, o karanlık anı, kusursuz, düşüncesiz, görüntüsüzdü; o karanlık anı sonsuz, sınırsızdı; o karanlık her birimizin içinde taşıdığı sonsuzdu. ( evet, istediğin sonsuzluksa, kapatıver gözlerini!)
(...)
çok sayıda kadının peşinde koşan erkekleri rahatlıkla iki kategoriye ayırabiliriz. bazıları bütün kadınlarda kendi öznel ve değişmez kadın düşlerinin gerçekleşmesini beklerler. ötekiler ise nesnel kadın dünyasının sonsuz çeşitliliğini ele geçirme isteğiyle davranırlar.
işte insanoğlunun bütün bahtsızlığı burada yatıryor. insan zamanı bir döngü izlemiyor; onun yerine dümdüz bir çizgide ileriye doğru gidiyor. insan bu yüzden mutlu olamıyor; mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir.
evet, mutluluk yinelenmeye duyulan özlemdir, dedi tereza kendi kendine.
(...)
kaldı ki aşklar da imparatorluklar gibidir; üzerine dayandırıldıkları düşünceler unufak olduğunda, onlar da silinir gider.
(...)
önceden de söyledim, eğretilmeler tehlikelidir. aşk bir eğretilmeyle başlar. yani bu şu demektir ki, aşk bir kadının, dilindeki ilk sözcükle şiirsel belleğimize girmesiyle başlar.
(...)
gerçeğin düşten öte, çok daha öte bir şey olduğunu bulup çıkarmak için gelmişti!
(...)
cennete duyulan özlem insanın insan olmamaya duyduğu özlemdir.
bir sitede tekrardan karşılaştım ve kopyala-yapıştır yaparak paylaştım. iyi bir kitaptı sizinde okumanızı istedim.
harika bir türküdür. çok fazla bilinmemesine rağmen dinlemek istediğimde yazıp söylettirdiğim türküdür. inatla çoğu kişiye öğrettik. aynı inatlada öğreteceğiz. aynı zamanda benim çok değer verdiğim dostumla şarkımızdır.
kendini aşmış olan grup.
iğrençtir. öksürmenize sebep olur. sürekli içerseniz bu sigarayı o güzelim sesiniz kesik kesik çıkar.
( nasıl oluyor kesik kesik demeyin. zekisiniz anlarsınız beni biliyorum! )
( nasıl oluyor kesik kesik demeyin. zekisiniz anlarsınız beni biliyorum! )
inkte sorun varmış, birde bunu deneyin derim.
http://tinyurl.com/6glrsp6
http://tinyurl.com/6glrsp6
yapılan bir araştırma sonucu doğuda çok fazla olduğunu söylemişlerdi. uzun bir süre bende şaşkınlık yaratan bu sonuç benim o alandaki yaşam koşullarını incelememe bunun üzerinede düşünmeme sebep olmuştu. ( şu düşünme kelimesine fazla takıldım. her okuyuşta ulan ben düşünebiliyormuşum vay bee dememe sebep) evet koşullar ve feodel yapısı gereğince ordaki ensest ilişkilerin fazla olmasını normal karşılıyorsunuz. tabi bunun doğrulu yada yanlışlığını düşünmek bile insanın tüylerinin ürpermesine sebep oluyor.
yine akıllarımızda bir soruyu ortadan kaldıramıyoruz ama.. adem ve havvadan geldiysek zaten hepimiz kardeş değilmiyiz? hepimiz ensest ilişkiden yargılanmalıyız. taşlanmalıyız, asılmalıyız hatta.
off şu cümlelerimizin sonuna gülücükler eklemememiz ne kadar kötü. ciddi olduğumu yada olmadığımı ben bile ayırt edemiyorum artık.
yine akıllarımızda bir soruyu ortadan kaldıramıyoruz ama.. adem ve havvadan geldiysek zaten hepimiz kardeş değilmiyiz? hepimiz ensest ilişkiden yargılanmalıyız. taşlanmalıyız, asılmalıyız hatta.
off şu cümlelerimizin sonuna gülücükler eklemememiz ne kadar kötü. ciddi olduğumu yada olmadığımı ben bile ayırt edemiyorum artık.
sözleri can yücele ait olan, yeni türkünün yasaklı albümünde yer alan şarkı.
ikindiyin saat beşte
başgardiyan rıza başta
karalar bastı koğuşa
ikindiyin saat beşte
seyre durduk tantanayı
tutuklayıp sardunyayı
attılar dipkapalıya
ikindiyin saat beşte
yataklık etmiş zaar
suçu tevatür ve esrar
elbet bir kızıllığı var
ikindiyin saat beşte
dirlik düzenlik kurtulur,
müdür koltuğa kurulur
çiçek demire vurulur
ikindiyin saat beşte
canların gözü yaşta,
aklı idamlık yoldaşta,
yeşil ölümle dalaşta
ikindiyin saat beşte
linkide verdim tam oldu.
http://www.youtube.com/watch?v=q_k3fyf6a80
ikindiyin saat beşte
başgardiyan rıza başta
karalar bastı koğuşa
ikindiyin saat beşte
seyre durduk tantanayı
tutuklayıp sardunyayı
attılar dipkapalıya
ikindiyin saat beşte
yataklık etmiş zaar
suçu tevatür ve esrar
elbet bir kızıllığı var
ikindiyin saat beşte
dirlik düzenlik kurtulur,
müdür koltuğa kurulur
çiçek demire vurulur
ikindiyin saat beşte
canların gözü yaşta,
aklı idamlık yoldaşta,
yeşil ölümle dalaşta
ikindiyin saat beşte
linkide verdim tam oldu.
http://www.youtube.com/watch?v=q_k3fyf6a80
pablo neruda şiiri.
neden bekliyorsun?
bu sözlük, duygu ve düşüncelerini özgürce paylaştığın bir platform, hislerini tercüme eden özgür bilgi kaynağıdır.
katkıda bulunmak istemez misin?